Resul Aydın
Kayıtlı Kullanıcı
[SIZE=+2]BİLİM DİN'İN EMRİNDEDİR[/SIZE]
(Şeytan) Dedi ki: “Rabbim, öyleyse onların dirilecekleri güne kadar bana süre tanı.” (Sad Suresi, 79)
Dedi ki: “Senin izzetin adına andolsun, ben onların tümünü, mutlaka kışkırtıp azdıracağım. Ancak onlardan muhlis olan kulları hariç.” (Sad Suresi, 82-83)
Hz.Havva ve Hz.Adem’i fısıldadığı vesveselerle doğru yoldan saptıran şeytan, ettiği yeminin gereği olarak insanları Allah’ın dininden çevirmek, inançsız, dejenere olmuş bir toplum haline getirmek için her yolu denemektedir. Fakat Allah’ın varlığına, birliğine inanan kitlelerin inançlarını yozlaştırmayı, Allah’ın zikrini insanlar arasında tamamen yoketmeyi bir anda sağlayamayacağı için belki de birkaç yüzyıl sürecek olan bir plan, şeytanı dost edinen ve Allah’ı inkâr edenler tarafından uygulamaya konuldu.
Herşeyden önce insanların mantık örgüsünü karıştırmanın ve bir şekilde dinsizliği makul göstermenin yollarını bulmak gerekiyordu. Bu planların hepsi uzun vadeli planlardı ve etkileri belki de birkaç kuşak sonra toplumlarda açıkça görülecekti. Şeytan ve taraftarları, halk arasında “din yoktur” sloganıyla büyük tepki toplayacaklarını bildikleri için, işe soru sorarak başladılar: “Din gerekli bir müessese midir? İnsanlar niçin inanma gereği duyarlar?”
Sorular, başka soruları beraberinde getirirken bu soruların cevapları Kur’ân-ı Kerim’den değil, inkâr edenlerin kendi imalatları olan fikir akımlarından gelmeye başladı. Böylece ilk şüphe tohumları insanların kafalarına yerleştirilmiş oldu. İnançsızlığın felsefesi, sosyolojisi, psikolojisi yapılmaya ve tüm bilim alanları, dinin yokedilmesi hedefi için istismar edilmeye başlandı.
Halkın tepkisine göre yavaş yavaş telkin edilen fikirler, artık günümüzde açıkça söylenmekte hatta aynı fikirde olmayanlar bilim karşıtı, örümcek kafalı olmakla suçlanmaktalar. Birkaç asır önce “Acaba insanın ilk atası kimdir?” diye ortaya atılan bir soru, yerini “İnsanın ataları kesinlikle maymundur” gibi alternatifsiz ifadelere bıraktı. Bilgi çağı olarak tanımlanan yüzyılımızda, dinlerin artık geçerliliğini kaybettiğini savunanlar, insanlara modern çağa uygun, inanabilecekleri, yanılmaz ve tartışılmaz olduğunu iddia ettikleri yeni bir alternatif tanıttılar: Bilim.
İnanmayanlara göre bilim, herşeyi açıklayabilirdi; açıklayamadıklarını da ileride zamanı gelince açıklayacaktı. Allah’a inanmak, Onun emirlerini yerine getirmek, ibadet etmek, insanlara çağdışı kalmak ve bilim düşmanı olmak olarak tanıtılmaya başlandı. Din sanki bilimle çatışıyormuş görüntüsü verilmeye çalışıldı. Dinin mistik havasına karşılık bilimin akılcılığı sloganıyla hareket eden inkâr edenler, evrim, diyalektik materyalizm gibi alanlarda yaptıkları araştırmaların sonuçlarını kendi istedikleri gibi değiştirerek toplumdan dinin izlerini silmeye çalıştılar.
Böylece şeytan, âyette söylediği gibi “Sonra muhakkak önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım. Onların çoğunu şükredici bulmayacaksın” diyerek, insanları Allah’ın yolundan uzaklaştırmak için bilimi, insan zekâsını, yeni bulguları, düşünceleri kullanmaya başladı. “Acaba?” sorusunu insanların akıllarına getirmek bile onun kendi yolunda sağladığı bir başarıydı.
Bugün modern toplumlarda, sanki kişiler iman ile bilim arasında bir seçim yapmak zorundaymış ya da bilimle ilgilenen, bilime inanan insanlar dindar olamazmış gibi yanlış bir anlayış, şeytanın telkinleri sonucu yerleşmiş durumda. Oysa burada düşünülmesi gereken nokta, bilimadamlarının araştırdığı, üzerinde çalıştığı her kanunun, keşfedilen her türlü yeniliğin Yaratıcısının Cenâbı Allah olduğudur.
Yerçekimi kuvvetini fark eden Newton, öve öve göklere çıkarılıp, tüm zamanların en büyük bilimadamlarından biri olarak ilân edilirken, aslında Newton’un yaptığı tek şeyin, dünya varolduğundan beri süregelen bir kanunu fark etmek olduğu unutuluyor. Ancak çok az sayıda bilimadamı bu kanunun esas Yaratıcısını övmeyi, O’nun şanını yüceltmeyi hatırlayabiliyor.
Bugün pek çok kişi, Allah’a inanmaktansa bilimsel olmak adına bir sürü safsataları peşinen kabul etmek zorunda kaldığının farkında bile değil. “Seni yoktan Allah varetti” cümlesine inanmayanlar, ilk canlının milyarlarca yıl önce ‘ilkel deniz’ adı verilen bir sıvı karışıma düşen yıldırımlarla ortaya çıktığına inanabiliyor. Safsatalardan kaçayım, akılcı olayım derken kendini büyük bir yalanın içinde buluveriyor. Rastgele meydana gelen bir dünyada, rastlantılar sonucu oluşan hayat, rastlantılarla oluşan insanlar, hayvanlar, bitkiler ve yine rastlantıların eseri kâinattaki müthiş düzen. Kimilerine sorarsanız hepsinin bir açıklaması, bir isbatı var. İsbatların geçersizliği isbatlanırsa, o zaman hemen yeni bulgular ortaya çıkıyor ve ideolojiler bu şekilde ayakta tutulmaya çalışılıyor.
Kur’ân bilimle asla çatışmaz; çünkü hem bizi, hem de bu kâinatı Yaratan Rabbimiz tarafından gönderilmiştir. Tam aksine, Allah’tan ancak ilim sahiplerinin gereği gibi korkacağına işaret edilmektedir. Allah Kur’ân’da insanın, kâinatı, tüm canlıların yaratılışına, onlardaki özelliklere dikkat çekmektedir:
“Üzerlerindeki göğe bakmıyorlar mı? Biz onu nasıl bina ettik ve nasıl süsledik? Onun hiçbir çatlağı yok. Yeri de nasıl döşeyip yaydık? Onda sarsılmaz dağlar bıraktık ve onda ‘göz alıcı ve iç açıcı’ her çiftten nice bitkiler bitirdik. Ve gökten mübarek su indirdik; böylece onunla bahçeler ve biçilecek taneler bitirdik. Ve birbiri üzerine dizilmiş tomurcuk yüklü yüksek hurma ağaçları da.” (Kaf Suresi, 6,7,9,10)
Yine âyette tüm bu mucizeleri görebilecek, farkına varabilecek ve takdir edebilecek kişilerin ancak inananlar olduğu belirtiliyor. Allah insanları, her bir canlı, bitki, bir su damlacığından, karmaşık bir yıldız sistemine kadar kâinatta varolan herşey hakkında düşünmeye, araştırmaya teşvik ediyor.
“(Bunlar) ‘İçten Allah’a yönelen’ her kul için ‘hikmetle bakan bir iç göz’ ve bir zikirdir. (Kaf Suresi, 8)
Bilim imanı destekleyen, insanı cahillikten kurtarıp daha bilinçli düşünmeye sevkeden, kişinin inanç ve tefekkür dünyasını genişletip, onu Allah’a daha da yakınlaştıran büyük bir nimettir. Dinin karşı olduğu; bilim adı altında ürettiği hayal mahsulü fikirleri yayıp, bu akımları dogma haline getirenler, bunlara inanmayanları çağdışı ilân edenler; insanları bilimle iman arasında seçime zorlayanlardır.
Bilim bir din ya da bir inanç sistemi değildir. Bütün amacı; Allah’ın yarattığı harikaları keşfetmek ve yine Allah’ın bizlere nimet olarak verdiği zekâyla, tecrübeyle Rabbimizin izin verdiği oranda yaşadığımız Kâinatı tanımaktır.
Kur'an’da meleklerin Allah’a söyledikleri ve bir âyet olarak bize ulaşan şu cümlelerin, bilimadamlarına, zekâsıyla, yeteneğiyle ve tecrübeleriyle insanlığa faydalı olmaya çalışan tüm insanlara bir örnek, bir rehber olmalıdır: “Sen yücesin, bize öğrettiğinden başka bizim hiçbir bilgimiz yok. Gerçekten sen, herşeyi bilen, hüküm ve hikmet sahibi olansın.
Selam ve dua ile...
(Şeytan) Dedi ki: “Rabbim, öyleyse onların dirilecekleri güne kadar bana süre tanı.” (Sad Suresi, 79)
Dedi ki: “Senin izzetin adına andolsun, ben onların tümünü, mutlaka kışkırtıp azdıracağım. Ancak onlardan muhlis olan kulları hariç.” (Sad Suresi, 82-83)
Hz.Havva ve Hz.Adem’i fısıldadığı vesveselerle doğru yoldan saptıran şeytan, ettiği yeminin gereği olarak insanları Allah’ın dininden çevirmek, inançsız, dejenere olmuş bir toplum haline getirmek için her yolu denemektedir. Fakat Allah’ın varlığına, birliğine inanan kitlelerin inançlarını yozlaştırmayı, Allah’ın zikrini insanlar arasında tamamen yoketmeyi bir anda sağlayamayacağı için belki de birkaç yüzyıl sürecek olan bir plan, şeytanı dost edinen ve Allah’ı inkâr edenler tarafından uygulamaya konuldu.
Herşeyden önce insanların mantık örgüsünü karıştırmanın ve bir şekilde dinsizliği makul göstermenin yollarını bulmak gerekiyordu. Bu planların hepsi uzun vadeli planlardı ve etkileri belki de birkaç kuşak sonra toplumlarda açıkça görülecekti. Şeytan ve taraftarları, halk arasında “din yoktur” sloganıyla büyük tepki toplayacaklarını bildikleri için, işe soru sorarak başladılar: “Din gerekli bir müessese midir? İnsanlar niçin inanma gereği duyarlar?”
Sorular, başka soruları beraberinde getirirken bu soruların cevapları Kur’ân-ı Kerim’den değil, inkâr edenlerin kendi imalatları olan fikir akımlarından gelmeye başladı. Böylece ilk şüphe tohumları insanların kafalarına yerleştirilmiş oldu. İnançsızlığın felsefesi, sosyolojisi, psikolojisi yapılmaya ve tüm bilim alanları, dinin yokedilmesi hedefi için istismar edilmeye başlandı.
Halkın tepkisine göre yavaş yavaş telkin edilen fikirler, artık günümüzde açıkça söylenmekte hatta aynı fikirde olmayanlar bilim karşıtı, örümcek kafalı olmakla suçlanmaktalar. Birkaç asır önce “Acaba insanın ilk atası kimdir?” diye ortaya atılan bir soru, yerini “İnsanın ataları kesinlikle maymundur” gibi alternatifsiz ifadelere bıraktı. Bilgi çağı olarak tanımlanan yüzyılımızda, dinlerin artık geçerliliğini kaybettiğini savunanlar, insanlara modern çağa uygun, inanabilecekleri, yanılmaz ve tartışılmaz olduğunu iddia ettikleri yeni bir alternatif tanıttılar: Bilim.
İnanmayanlara göre bilim, herşeyi açıklayabilirdi; açıklayamadıklarını da ileride zamanı gelince açıklayacaktı. Allah’a inanmak, Onun emirlerini yerine getirmek, ibadet etmek, insanlara çağdışı kalmak ve bilim düşmanı olmak olarak tanıtılmaya başlandı. Din sanki bilimle çatışıyormuş görüntüsü verilmeye çalışıldı. Dinin mistik havasına karşılık bilimin akılcılığı sloganıyla hareket eden inkâr edenler, evrim, diyalektik materyalizm gibi alanlarda yaptıkları araştırmaların sonuçlarını kendi istedikleri gibi değiştirerek toplumdan dinin izlerini silmeye çalıştılar.
Böylece şeytan, âyette söylediği gibi “Sonra muhakkak önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım. Onların çoğunu şükredici bulmayacaksın” diyerek, insanları Allah’ın yolundan uzaklaştırmak için bilimi, insan zekâsını, yeni bulguları, düşünceleri kullanmaya başladı. “Acaba?” sorusunu insanların akıllarına getirmek bile onun kendi yolunda sağladığı bir başarıydı.
Bugün modern toplumlarda, sanki kişiler iman ile bilim arasında bir seçim yapmak zorundaymış ya da bilimle ilgilenen, bilime inanan insanlar dindar olamazmış gibi yanlış bir anlayış, şeytanın telkinleri sonucu yerleşmiş durumda. Oysa burada düşünülmesi gereken nokta, bilimadamlarının araştırdığı, üzerinde çalıştığı her kanunun, keşfedilen her türlü yeniliğin Yaratıcısının Cenâbı Allah olduğudur.
Yerçekimi kuvvetini fark eden Newton, öve öve göklere çıkarılıp, tüm zamanların en büyük bilimadamlarından biri olarak ilân edilirken, aslında Newton’un yaptığı tek şeyin, dünya varolduğundan beri süregelen bir kanunu fark etmek olduğu unutuluyor. Ancak çok az sayıda bilimadamı bu kanunun esas Yaratıcısını övmeyi, O’nun şanını yüceltmeyi hatırlayabiliyor.
Bugün pek çok kişi, Allah’a inanmaktansa bilimsel olmak adına bir sürü safsataları peşinen kabul etmek zorunda kaldığının farkında bile değil. “Seni yoktan Allah varetti” cümlesine inanmayanlar, ilk canlının milyarlarca yıl önce ‘ilkel deniz’ adı verilen bir sıvı karışıma düşen yıldırımlarla ortaya çıktığına inanabiliyor. Safsatalardan kaçayım, akılcı olayım derken kendini büyük bir yalanın içinde buluveriyor. Rastgele meydana gelen bir dünyada, rastlantılar sonucu oluşan hayat, rastlantılarla oluşan insanlar, hayvanlar, bitkiler ve yine rastlantıların eseri kâinattaki müthiş düzen. Kimilerine sorarsanız hepsinin bir açıklaması, bir isbatı var. İsbatların geçersizliği isbatlanırsa, o zaman hemen yeni bulgular ortaya çıkıyor ve ideolojiler bu şekilde ayakta tutulmaya çalışılıyor.
Kur’ân bilimle asla çatışmaz; çünkü hem bizi, hem de bu kâinatı Yaratan Rabbimiz tarafından gönderilmiştir. Tam aksine, Allah’tan ancak ilim sahiplerinin gereği gibi korkacağına işaret edilmektedir. Allah Kur’ân’da insanın, kâinatı, tüm canlıların yaratılışına, onlardaki özelliklere dikkat çekmektedir:
“Üzerlerindeki göğe bakmıyorlar mı? Biz onu nasıl bina ettik ve nasıl süsledik? Onun hiçbir çatlağı yok. Yeri de nasıl döşeyip yaydık? Onda sarsılmaz dağlar bıraktık ve onda ‘göz alıcı ve iç açıcı’ her çiftten nice bitkiler bitirdik. Ve gökten mübarek su indirdik; böylece onunla bahçeler ve biçilecek taneler bitirdik. Ve birbiri üzerine dizilmiş tomurcuk yüklü yüksek hurma ağaçları da.” (Kaf Suresi, 6,7,9,10)
Yine âyette tüm bu mucizeleri görebilecek, farkına varabilecek ve takdir edebilecek kişilerin ancak inananlar olduğu belirtiliyor. Allah insanları, her bir canlı, bitki, bir su damlacığından, karmaşık bir yıldız sistemine kadar kâinatta varolan herşey hakkında düşünmeye, araştırmaya teşvik ediyor.
“(Bunlar) ‘İçten Allah’a yönelen’ her kul için ‘hikmetle bakan bir iç göz’ ve bir zikirdir. (Kaf Suresi, 8)
Bilim imanı destekleyen, insanı cahillikten kurtarıp daha bilinçli düşünmeye sevkeden, kişinin inanç ve tefekkür dünyasını genişletip, onu Allah’a daha da yakınlaştıran büyük bir nimettir. Dinin karşı olduğu; bilim adı altında ürettiği hayal mahsulü fikirleri yayıp, bu akımları dogma haline getirenler, bunlara inanmayanları çağdışı ilân edenler; insanları bilimle iman arasında seçime zorlayanlardır.
Bilim bir din ya da bir inanç sistemi değildir. Bütün amacı; Allah’ın yarattığı harikaları keşfetmek ve yine Allah’ın bizlere nimet olarak verdiği zekâyla, tecrübeyle Rabbimizin izin verdiği oranda yaşadığımız Kâinatı tanımaktır.
Kur'an’da meleklerin Allah’a söyledikleri ve bir âyet olarak bize ulaşan şu cümlelerin, bilimadamlarına, zekâsıyla, yeteneğiyle ve tecrübeleriyle insanlığa faydalı olmaya çalışan tüm insanlara bir örnek, bir rehber olmalıdır: “Sen yücesin, bize öğrettiğinden başka bizim hiçbir bilgimiz yok. Gerçekten sen, herşeyi bilen, hüküm ve hikmet sahibi olansın.
Selam ve dua ile...