Babaannem çocukluğumdan beri her oturup kalkışımda bir telkinle adeta beni ebedilik hisleriyle irtibatlandıran bir iç ses oldu ve haykırdı; "Bismillah de oğlum!" Yıllar önce çocuk dünyamda bir ihtiyarın "geleneksel" telkini olarak gördüğüm ve mesela "oğlum odadan çıkarken kapıyı çek" isteği gibi bir istek olarak kabul ettiğim bu söz yıllar geçtikçe farklı anlamlara büründü. İnanmak ihtiyacının biçimleştiği, şu veya bu sebeplerle yönümü var edenin muradıma çevirdiğim dönemde babaannemin telkini bir tür sonradan Müslüman olmuş bir garplı heyecanı uyandırdı bende. İşte o dönemlerde babaannemin telkini ümmi bir kadının ruhuma estirdiği idrak ve yöneliş dolu inşirahî bir esinti oldu.
Sonraki süreçte bu yöneliş bir parça ilim arayışına dönüşünce bir kez daha çıktı karşıma besmele. Önce hastalar risalesini okuduğum risale-i nur külliyatında sözlere okumaya başladığımda daha ilk sayfada o veciz ifade karşıladı beni: "BİSMİLLÂH her hayrın başıdır. Biz dahi başta ona başlarız." İlk okuyuşta babaannemin "gelenek" eksenli gibi duran telkinine benzeyen bu telkin bende daha sonra bambaşka bir anlama büründü. Bismillah diyerek kainatın sahibine yönelmek, her eylemi esirgeyen ve bağışlayan rable irtibatlandırmak müthiş bir çözümdü. Hayatın hızla oraya buraya savrulduğu, araçların gaye, gayelerin araç olduğu bir modern buhran çağında böylesi bir çözüm daha ilk başta ruhumu aydınlatmıştı. İnanmak, inandığı gibi yaşamak ve acıya karşı rahmet hisleriyle dik durmak ancak böyle dinamik bir münacaatla hayatın sahibine tutunmaktı. Bu münacaatla içilen bir yudum su okyanuslara bedel olacak, atılan küçük bir adım zamanı ve mekanı aşacak bir boyuta ermekteydi. En önemlisi de, bu münacaat ile dışarıdaki dünyanın dağdağasından kalp ülkesinin sığınağına ulaşılıyor ve o sığınakta her eylem saadet asrının ve insanlığın efendisinin hal ve hareketiyle birleşiyordu. Bismillah demek ve derin bir nefesle yürümek, hayatı dolduran, olmazı olduran bir sırrın en sıradan bir müminin bile vicdanına fısıldanan bir sır oluyordu.
Kelimeye tutunmak değildi burada mevzu bahis olan; bizim dahilimiz olmadan kurgulanmış bir dünyaya karşı kendi kelimenle biçimlenmiş bir mübarek bildiriydi. Onlar, daha büyük, daha yüce, daha erişilmez bir medeniyet kurgularken ve bu medeniyetin temelini; "benim muvaffakiyetim diğerinin mahrumiyeti olmalıdır" cümlesi oluştururken, benim kelimem; hem tevekkül, hem irade, hem hareket, hem de ve hadiselere vukufiyet katmaktadır. Benim kelimem benim ve bütün insanlığın kurtuluş reçetesiyken, onların cümleleri önce kendilerini sonrada ötekini yani benim dünyamı karartmaya ahdetmiş bir zehirli yılan olmuştur.
Bugün bizim dünyamızın darlığı, dağınıklığı, sözümüzün ve eylemimizin bereketsizliğinin temelinde bu mübarek münacaatın dilimizle ve kalbimizle irtibatının zayıflaması veya soyutlanmasından dolayıdır. Belki de bu yüzden batı modernliğinin kendi var ettiği sorunları için ürettiği sosyal ve siyasi çözümler bizim derdimize derman olamamakta, onların; "benim abadım, senin berbadınla mümkündür" kayması, bizim kelimemizin eşsizliğine ters düşmektedir. Ancak bu kelime karşısındaki pozisyonunu ümmi bir kadının idraki kadar hayatın içinden çıkaramayan biz bilen(!)lerin kelimelerde yaşadığı sarsıntı giderek derinleşmektedir. Bu sebeple modern çözümler en fazla yeniden ihtiyaçlara göre olabildiğince çevrilmeye çalışılmakta, bizim hareketi modernizmin dışına çıkaracak kelimenin şuuru hala geleneğe dair bir ritüel olarak algılanmaktadır.
Besmele bizim iç ve dış dünyamızı dengeleyen ve bizi hayata dair bize ait özgün keşiflere eriştiren bir pusula ve hayatın ahengini sağlayan eşsiz bir bestedir. Bize düşen bu besteyi yeniden ruhumuzda hissetmek ve kendi eylemimizi bu münacaatın ışığıyla aydınlatmamız gerekmektedir.
Babaannemin telkini, modern hayatın çok uzağında hayatı kendi rengiyle algılayan, kendi kelimesinin künhüne belki sadece vicdanda ve histe varan bir Anadolu bilgeliğinin bizlere gösterdiği farklı ve özgün bir ufuktur. Ben bu ufku yakalamanın telaşında her işe bu kelimeyle başlamaya çalışıyor ve hayatı mamur etmek suretiyle ahireti karşılayan Müslüman bilincinin izlerini bu nevi ümmi idrakten yansıyan keşiflerde yakalamak istiyorum.
Modern hayatın kendi ızdıraplarına sunduğu çözüm ne kadar ayrı bir acı ve sızıysa, bizim kelimemizle doğruluşumuz çöküşlerimizden doğan ayrı bir rahmet olacaktır.