Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Beşiktaşlı Yahya Efendi (ksa)'in alametleri... (1 Kullanıcı)

Luvi

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
24 Ocak 2009
Mesajlar
1,209
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
Bir gün cihan padişahı Kanunî’nin saltanat kayığı dergâhın iskelesine yanaşarak Yahyâ Efendi’yi alır ve Boğaz’ın derin mavi sularına açılarak bir müddet dolaşırlar.Kanunî düşüncelidir,elini Yahyâ Efendi’nin omuzuna koyarak ‘’Bugün bir pehlivan güreşi var,Avrupadan yaman bir Frenk pehlivanı gelmiş,bizimkilere meydan okuyormuş,ben gidip görmek istiyorum, sen de bizimle gelir misin? der . Yahyâ Efendi’nin müsbet cevabı üzerine güreşlerin yapıldığı yere Yeniköy Çayırı’na giderler.Güreşin yapıldığı yere Otağ-ı Hümâyûn kurulmuş,hazırlıklar tamamlanmıştır.


Hünkâr ve maiyyetinin yerlerini almalarından sonra güreşler başlar.Avrupalı pehlivan dev gibi cüssesiyle er meydanına çıkar ve karşısına çıkan Türk pehlivanları çok kısa sürede birer birer saf dışı bırakır. Adam insan azmanıdır bacakları kök salar çınar gibi. Koca koca yiğitler çaresiz kalırlar. Bırakın yenmeyi yerinden kıpırdatamazlar. Adam her yıktığı Türkün ardından kahkahalar atar haçını öperek tamenna çakar.Padişahın huzurunda hazan yaprakalrı gibi dökülen Türk pehlivanlar meydandaki herkesin canını sıkmış,suratlar asılmıştır.Cihan padişahı Kanunî’nin yüzündeki ızdırap çizgilerini gören Yahyâ Efendi kendisine iş düştüğünü hemen farkederek ‘’Devletim, izin verirseniz şu pehlivanla bir de ben güreş tutayım’’ der.Yahyâ Efendi’nin şaka yaptığını zanneden Kanunî daha cevap vermeden Şeyh hazretleri kavuğunu ve cübbesini bir kenara koyarak ‘’Ya Allah!’’ diye bir nara atarak meydana girer.Dev cüsseli Avrupalı pehlivan karşısına çıkan , kendisine göre çok ufak cüsseli bu ihtiyar adama hayretle bakarken Yahyâ Efendi kendisine ‘’ Ey pehlivan ,seninle ben güreşeceğim,fakat bir şartım var.Kim yenilirse kendisi yenenin dinini kabul edecek, buna razı mısın?’’ diye sorar.


Bunu duyan pehlivan istihza ile kahkaha atarak kendisine yapılan bu teklifi kabul ettiğini bildirir.Yahyâ Efendi’nin Avrupalı pehlivana,önce kendisinin hamle yapmasını ister,Avrupalıpehlivan burnundan soluyarak müthiş bir saldırıya geçer fakat Yahyâ Efendi’yi yerinden kımıldatmak ne mümkün,karşısında gördüğü çelimsiz adam adeta bir çelik parçası.Ne oyunlar tatbik ettiyse de onu alaşağı edemez.Başta padişah olmak üzere bütün olup bitenleri seyreden ehrkes hayretle dudakalrını ısırarak bakakalırlar.O tatlı yüzlü, tatlı sohbetli, ince gönüllü , derin bakışlı şeyh nerede? Şu, kurşundan dağlar gibi duran adam nerede?


Hamle üzerine hamle yapan Avrupalı pehlivan damarları şişmiş , kan ter içinde burnundan soluyarak ‘’olmuyor ,benim gücüm bir türlü sana yetmiyor’’ der.Bunun üzerine Şu, kurşundan dağlar gibi duran adam nerede?


Hamle üzerine hamle yapan Avrupalı pehlivan damarları şişmiş , kan ter içinde burnundan soluyarak ‘’olmuyor ,benim gücüm bir türlü sana yetmiyor’’ der.Bunun üzerine Yahyâ Efendi hamle sırasının kendisine geldiğini söyleyip ‘’Ya Allah!’’ diyerek pehlivanı bir kuş misali başının üstüne kaldırır,bir değirmen taşı gibi başının üzerinde birkaç kez çevirdikten sonra sırtını yere yapıştırır,izerine oturur.Yahyâ Efendi hem güler , hem de sorar:’ Şimdi ne yapacaksın?ahdine sadık mısın?’’ Avrupalı pehlivan göğsünün üzerinde sanki dağlar kadar ağırlık hisseder.Yattığı yerden inleyerek ‘’Kalk üstümden de öyle konuşayım’’ diye mırıldanır. Yahyâ Efendi adamı hemen bırakır.Pehlivan ayağa kalkarak ‘’Ey mübarek zat,ver eliniöpeyim ,bu kuvvet karşısında senin dinine girmek bana şart oldu’’ der.Meydan ortasında göz yaşları akıta akıta kelime-i Şehadet getirerek müslüman olur.
 

Luvi

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
24 Ocak 2009
Mesajlar
1,209
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
Ortaköy semtinde işinin ehli hristiyan bir terzi vardı.Bu terzi birgün Yahya Efendi’ye bir cübbe dikmiş fakat,ücretini söylememişti.Terzi cübbeyi alıp huzura çıktığı sırada Yahya Efendi namaz kılmaktadır.Terzi diktiği cübbe için gönlünden bir ücret geçirmiş idi, tabiî ki bunu kendisinden başka kimse bilmemekteydi.Yahya Efendi selam verip etrafına baktığında terziyi görür ve ona ‘’Ücretin postun altındadır,oradan al ve işine git’’ diyerek tekrar namaza durur.

Terzi postun ucunu kaldırıp oraya bırakılmış olan parayı alınca gözleri şaşkınlıktan hayretle açılır.Çünkü gönlünden geçirdiği ücret ne bir eksik ne bir fazla,aynıyla oraya bırakılmış.terzi parayı alarak dergahtan uzaklaşır,fakat beynini de bir şüphe kemirmeye başlar.’’Acaba bu bir tesadüf mü?’’ diye kendi kendşne sorar durur.

Yine bir başka gün Şeyh Efendi’ye diktiği başka bir elbiseyi getirir.Bu sefer de gelirken ücretini gönlünden geçirir.Yahya Efendi bu defa da tatlı tatlı gülerek postu işaret ederek ‘’ücretin orada,al ve git’’der. Terzi elini postun altına sokarak oraya bırakılmış olan parayı alır.Fakat o da ne?Paranın miktarı yine gönlünden geçirdiği kadar değil mi!.

Terzi daha fazla dayanamayarak: ‘’ Tamam,bildim, sen Allah’ın velî bir kulusun.Ne olur beni de dergâhına kabul et.’’ Diyerek yalvarır ve hemen oracıkta müslüman olur.
 

Luvi

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
24 Ocak 2009
Mesajlar
1,209
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
Bir gün cihân pâdişâhı Kânûnî Sultan Süleymân Han, Yahyâ Efendi hazretlerine bir hatt-ı şerîf gönderdi ve; “Ağabey! Sen ilâhî sırlara vâkıfsın, bilirsin. Kerem eyle de bize Osmanoğullarının âkıbetinin ne olacağını haber ver.

Nesli kesilip yok mu olacak. Yok olacaksa, bu hangi sebeptendir.” dedi. Hatt-ı şerîfi okuyan Yahyâ Efendi eline kalem kâğıt alıp; “Kardeşim! Neme gerek.” diye iri harflerle yazıp Kânûnî’ye gönderdi. Kânûnî, Yahyâ Efendiden gelen mektûbu okuduğunda hayretler içinde kaldı. Fakat bir şey anlamamıştı.

Derhal bir kayık hazırlanmasını emretti ve bu bilmece sözün mânâsını anlamak için Yahyâ Efendinin dergâhına geldi. Yahyâ Efendiyi görür görmez; “Ağabey! Ne olur gizlemeyip, suâlime cevap veriniz. Biz de ona göre hareket edelim.” dedi. Yahyâ Efendi bunun üzerine tebessüm edip; “Biz cevap verdik. Bu sözümüzü anlayamamana şaşarız.” dedi. Kânûnî; “Nasıl?” deyince, Yahyâ Efendi; “Zulüm, haksızlık yayılsa, işitenler de; “Neme gerek.” dese ve onu önlemeye çalışmasalar, sonra koyunu kurt değil de çoban yese, bilenler de bunu söylemeyip gizlese, fakirler, muhtaçlar, gariplerin feryâdı göklere çıkıp bunları taşlardan başkası işitmese, işte o zaman felâkettir.

Neslinin o zaman yok olmasından korkulur. Hazînelerin boşalır. Askerin itâat etmez olur ve yolundan gitmezler. Yok olmak mukadderdir.” buyurdu. Kânûnî bunları işitince, göz yaşlarını tutamadı. Yahyâ Efendiye olan sevgisi daha da arttı.
 

Luvi

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
24 Ocak 2009
Mesajlar
1,209
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
Yahya Efendi dergahı’nın arkasındaki tepelerde (Yıldız Parkı civarı) koyunlarını otlatan Balaban isminde bir rum çocuğu vardı. Balaban bir gün koyunlarını otlatırken koyunlardan iki tanesi Yahya Efendi dergahı’nın çitlerini aşarak dergah bahçesinde gözden kaybolurlar. Koyunlarını kaybeden Balaban telaşla dergah’a gelerek koyunlarının bahçeye girdiğini ve onları gözden kaybettiğini dergahtakilere anlatır.

Dergahta bulunan mürid ler bütün aramalara rağmen koyunları bulamazlar ve durumu Yahya Efendiye iletirler, bunun üzerine Yahya Efendi Balabanı huzura çağararak koyunların nasıl kaçtığını anlatmasını ister çocukta hem telaşlı hem de endişeli bir şekilde olan biteni Yahya Efendi ye anlatır.’’Yahya Efendi de bu çocuk koyunlarını ararken yorulmuş açıkmıştır, buna ekmek,tereyağı, bal getirin demesi üzerine müridler istenilenleri getirerek sofrayı hazırlarlar

Yahya Efendi:

‘’ İşte sana tereyağı mumlu bal ve taze nan,

İstersen yağa ban,istersen balaban….

Sözleriyle Balaban’a ikram ve iltifatta bulunur,bu sözler o kadar çok etkilemişti ki Yahya Efendiye birden ısınır ve ole sever ki onun yanından hiç ayrılmak istemez. Bu arada mürid ler koyunlarının bulunduğu müjdesini getirirler.

Balaban Yahya Efendi ye dönerek ‘’Koyunlarım sana kurban olsun kabul edersen burada kalmak ve Müslüman olmak istiyorum’’der. Yahya Efendi de bu sözleri beklemekteydi ve dervişler tekbirler getirirken Yahya Efendi şu beyitleri söyler.

Subh-dem iki ganem menzile mihman geldi

Her görenler dediler tekkeye kurban geldi

Kurd tabiatludan anı sakunun lutfeylen

Hazmidüp dirler ana nimet-ı sübhen geldi

Yolda çokdur çalıcı anları çaylak geldi

Her ac olan ana der, derdime derman geldi

Bir koyuna sığarır iki koyun niçeler

Çeküp avurda yutar der bize ihsan geldi

Yeticek arayu gider dolanur dağ u taşı

Kakınup der bu araya şeytan geldi

Ey ‘müderris ‘ ola gör ra’ı bugün bunlara sen

Enbiya zümresi hep aleme çoban geldi.
 

Luvi

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
24 Ocak 2009
Mesajlar
1,209
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
Yalova’da bir imâm vardı ki, Yahyâ Efendiyi büyük bilir ve çok severdi. Zaman zaman ziyâretine gelirdi. Bu imâmın çoluk çocuğu kalabalık olup, maddî sıkıntı içindeydi. Fakat o sabreder fakirliğini gizler, kimseye bir şey söylemezdi. Bir gün yine Yahyâ Efendi hazretlerini ziyârete geldi. Selâm verip huzûrunda oturdu. O sırada dergâh tenhâ olup, kimseler yoktu. Yahyâ Efendi ona; “Ey temiz insan! Gel seninle bahçede biraz dolaşalım. Allahü teâlânın lütfunun sonu yoktur.” buyurdu.

Berâberce çıktılar. Bir yere geldiklerinde, Yahyâ Efendi; “Sen bize candan bağlısın. Şimdi sana Allahü teâlânın lütfuyla bir iş göstereceğim. Böylece gönlündeki fakirlik sıkıntısı kalmayacak. Fakirlik ateşini söndürmüş ve seni sevindirmiş olacağız.” buyurdu. Sonra yere asâsını vurdu ve; “Burasını kaz!” dedi. İmâm Efendi orasını açtığında, içinden bir küp altın çıktı. Ona; “Ne durursun, fakirlik hastalığına çâredir. Bunları sana sonsuz hazîneler sâhibi Allahü teâlâ gönderdi. İstediğin kadar al.” buyurdu. İmâm Efendi bunları heybesine doldurdu.

Yahyâ Efendi ona; “Ey İmâm Efendi! Dünyâ üzüntüsünü gönlüne sakın koyma. Bunları hayırlı işlere sarfedersin. Yalnız bu sırrı kimseye söyleme. Şâyet anlatırsan o zaman bunlar elinden çıkar, aldırırsın.” buyurdu. İmâm Efendi de; “Efendim, ben bu işe çok şaştım! Bu kadar altınla memleketime nasıl dönerim. Yollarda haramîler, eşkıyâlar var. Korkarım ki bunları benden alırlar. Nasıl varacağımı bilemiyorum.” dedi. Bunun üzerine Yahyâ Efendi; “Sana kimse zarar veremez. Bu senin nasîbindir. Var selâmetle git.” buyurdu. İmâm Efendi vedâ edip yola çıktı. Hakîkaten başına hiçbir şey gelmeden Yalova’ya vardı. Kendisini hanımı karşıladı. Heybedeki altınları görünce, hayretler içinde kaldı ve; “Bunları nereden buldun?” diye sordu. O da; “Bu işi sana açıklayamam.

Sâdece Allahü teâlânın ihsânı olarak bil!” dedi. İmâm Efendi bundan sonra etrâfına yardım etmeye başladı. Hem yedi hem yedirdi. Ömrü hayır yapmakla geçti. İnsanlar onun hakkında; “Nereden buluyor bunları?” demeye başladı. Bâzısı da; “Birisinden emânet almış gâlibâ!” Kimisi de; “Anlaşılan defîne bulmuş.” dedi. Herbiri bir şey söyledi. Netîcede İmâm Efendi hastalandı. Hastalığı ilerleyince, komşularını başına çağırdı ve onlara; “Size bu malı nereden bulduğumu açıklamak istedim. Bunun elime girmesine sebep, Yahyâ Efendi hazretleridir.

Bugüne kadar kimseye söylemedim. Zîrâ bana, söyleme gizle demişti. Şimdi ise ömrümün sonu yaklaştığından onun kerâmeti unutulmasın diye söylüyorum.” dedi ve Kelime-i şehâdet getirerek vefât etti.
 

Luvi

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
24 Ocak 2009
Mesajlar
1,209
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
Yahyâ Efendinin torunu Azîz İbrâhim Efendi anlatır: “Dedemin yanında oturmuştum. Bir beyt okudu. “Nasîbin var ise gelir Yemen’den. Ne Yemen’den. Hind’den de dahi Hind’den de.” dedi. Sözünü tamamladığında kapı çalındı.

Bana; “Kapıyı çalan kimdir bir bak?” buyurdu. Ben de gidip kapıya baktım. Hindli birisi duruyordu. Ona; “Kimsin ve ne istiyorsun. Çaldığın bu kapıdan istediğin nedir?” dedim. Sonra geri dönüp ceddime; “Dedeciğim birisi sizinle kapıda görüşmek istiyor.” diye haber verdim. O da bana; “Onu içeriye dâvet et, sohbet etmek istiyoruz.” dedi. Derhal gidip kapıyı açtım ve ona; “Dedem sizi istiyor.” dedim. O da eşyâsıyla birlikte içeriye girdi. Selâm verdi ve dedemin elini öptü.

Koynundan bir mektup çıkarıp verdi. Sonra da; “Ben senin için tâ Hindistan’dan geldim. Sizi sevenler bizi bilir. Bu hediyeleri size gönderdiler.” dedi. Dedem Yahyâ Efendi hazretleri de tebessüm edip, o kişiyi misâfir ettiler ve sonra geri gönderdiler.”
 

Luvi

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
24 Ocak 2009
Mesajlar
1,209
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
Yahyâ Efendinin sevdiklerinden Baba Tarak anlatır: “Balıkçı idim. Balık avlar, onunla geçinirdim. Bir seher vakti Yahyâ Efendi hazretlerinin dergâhına vardım. Beni görünce; “Gel, teknen ile beni denizde bir gezdiriver. Allahü teâlânın kudretini düşünelim. Deryâyı bir güzel seyredelim.” buyurdu. Ben de; “Başüstüne efendim!” dedim. Hemen gidip kayığa bindik. Yahyâ Efendi hazretleri kayığa oturdu. Kıyıdan biraz ayrılınca, gönlümü bir üzüntü kapladı.

Gam ile doldum. Zîrâ hanımım bana o gece fakirlikten yakınıp; “Evin ihtiyâcını karşılayamıyorsun. Bak kızın yetişti. Çeyizi bile yok. Sen ise durmadan Yahyâ Efendiye gidersin. O da böylece seni işten alıkoymaktadır. Kuru kuruya gezmek hangi akıl îcâbıdır." demişti. Gece söylediği bu sözleri hatırıma gelmişti. Kimseye bir şey söylememiştim. Birden Yahyâ Efendi hazretleri bana; “Evlâdım! Yanında balık tutmaya ağın var mı?” diye sordu. Ben de; “Efendim, denizde balık olmayınca, ağ olmuş neye yarar.” diye cevap verdim. Yahyâ Efendi yine; “Balık yok ise üzülme. Allahü teâlâ sana rızkını elbet ihsân ediverir. Ağı bana ver. Şimdi sana Allahü teâlânın kudretini göstereceğim.” buyurdu.

Yahyâ Efendi bu sözü söyler söylemez denizin yüzü balıkla dolup kaynamaya başladı. Ağı attı, içi balıkla doldu. Onları kayığın içine boşalttı. Herbiri iri iri, tâze kefallerdi. Bana dönüp; “Evlâdım! Şimdi beni kenara bırak, sen de balıkları satmaya git. Bu balıklar ne kadar para ederse, onunla kızına babalık yap. Çeyizini alıp, hazırla. Hanımının da istedikleri böylece yerine gelsin.” buyurdu. O zaman ben hayretler içinde kaldım. Zîrâ benim üzüntü sebebimi anlamıştı. Hemen Yahyâ Efendi hazretlerini kıyıya bıraktım ve balıkları pazarda satmaya gittim. Balıkları satıp parasını getirerek, durumu hanıma anlatıp parayı saydım. Hanım buna çok sevindi. Bütün ihtiyaçları karşıladım. Çeyizi aldık. Hanım ondan sonra bana karşı hiç huysuzluk yapmaz oldu.

Sonra koşarak Yahyâ Efendi hazretlerinin huzûruna geldim. Beni tebessüm ile karşıladı ve; “Balığı şu kadara sattın ve ihtiyaçlarını da karşıladın herhalde.” buyurdular. Ben de; “Evet efendim. Size canım fedâ olsun. Bize kereminizle yardım ettiniz.” dedim. Sonra bana; “Ey Baba Tarak! Sen bu sırrı kimseye söyleme. Allah için yayma. Bizdeki yardım doğrudur. Kısmetmiş ve senin hakkın olmuştur.” buyurdu.”
 

Luvi

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
24 Ocak 2009
Mesajlar
1,209
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
Yahya Efendi’nin Hızır Aleyhisselam ile buluşup, görüşmeleri o devrin sultanı olan Kanuni’nin kulağına kadar gider. Kanuni sohbetlerinin birinde konuyu Yahya Efendi’ye açar,Yahya Efendi’de ‘padişahtan bir şey saklanmaz diyerek Hızır Aleyhisselam ile görüştüğünü’ doğrular.

Bunun üzerine Kanuni’nin ‘’Biz de kendisini bir görsek’’ demesi üzerine Yahya Efendi’de ‘’İnşallah o da olur sultanım’’ cevabını verir.Günlerden bir gün Yahya Efendi ile Kanuni tebdil-i kıyafet ile bir kayığa binerler, kayık salıpazarın dan hareket ederken genç, yakışıklı ve güzel giyimli bir delikanlı kayığa biner. Kayık denize açılmış iken Kanuni elini denizin sularına daldırarak su ile oynamaya başlar. Su ile oyun oynarken padişahın parmağında bulunan çok kıymetli yüzük denize düşer, Kanuni bu olayı kayıktakilere belli etmez, suyla oynama devam eder.

Kayık Kuruçeşme İskelesine yaklaştıkları sırada kayığa sonradan binen genç elini suya daldırarak yüzüğü denizden alır ve padişaha verir, Kanuni olan bitene bir anlam veremeden genç kıyaya çıkarak gözden kaybolur. Kanuni Yahya Efendi’ye dönerek ‘’Efendi bu genç te kimdi?’’ diye sorunca Yahya Efendi’de ‘’Görmek istediğiniz Hızır Alyehisselam o gençti padişahım’’ diye cevap verir. Bunun üzerine cihan padişahı ‘’Bana neden bir işaret etmedin diyerek Yahya Efendi’ye hayıflanır’’ Yahya Efendi’de ‘’Ben anlatamazdım ama o size kendisini anlattı siz anlayamadınız’’ cevabını verir. Kanuni bu duruma çok üzülmüştür.
 

Luvi

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
24 Ocak 2009
Mesajlar
1,209
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
Yahya Efendi gemiciler tarafından çok sevilirdi, bunlardan bir rum gemici Trabzon’dan İstanbul’a gelirken Karadeniz’de fırtınaya yaklanır, fırtına gemiyi yaprak misali sallamakta iken rum gemici ellerini gökyüzüne kaldırarak ‘’Ey yüce Tanrım, bizi batmaktan kurtar, senin Trabzon’lu Yahya isminde çok sevdiğin bir kulun varmış, onun hürmetine bize yardım et merhamet et.Bizi sağ salim kıyıya çıkarırsan Yahya kuluna bir küp şarap hediye edicem’’diyerek dua eder.

Sonunda fırtına diner gemi sağ salim İstanbul’a gelir. Rum gemici İstanbul’da sora sora sonunda Yahya Efendi’yi bulur ve huzura kabul edilir. Rum gemici denizde başından geçen olayı anlatır, verdiğim sözü yerine getirdim diyerek, yanında getirdiği bir küp şarabı Yahya Efendi’ye verir. Yahya Efendi’de ‘’Eyvallah kaptan, ver bir tas da içelim der’’

Yahya Efendi’nin bu sözünü duyan müslümanlar hayretten dona kalırlar. Tas gelir küpten bir tas şarap doldurulur. Yahya Efendi mübarek dudaklarını tasa götürerek birkaç yudum içer ve çevresindekilere de ikram eder. Çevresinde bulunanlar çekine çekine tası alarak dudaklarına değdirdiklerinde bunun şarap değil, mis gibi nar şerbeti olduğunu hayretler içerisinde farkederler.

Fakat, asıl hayretler içinde olan rum gemicidir, getirdiği küpün ağzına kadar şarapla dolu olduğunu biliyordu. Şu ihtiyar adam nasıl olmuştuda onu nar şerbeti haline getirmişti.

Olup bitenlere bir anlam veremeyen ve daha fazla sabrdemeyen rum gemici gönlünün derinliklerinden gelen bir sesle haykırır’’Ey yol güneşi!İşte huzurunda müslüman oluyorum’’Eşhedü en la ilahe illahlah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resülü=ben kabul ve şahadet ederim ki,ilah yalnızca Allahtır,yine kabul ederim ki,Muhammed Allahın kulu ve rasülüdür’’ diyerek islamla müşerref olur ve o günden sonra bir daha Yahya Efendi’nin yanından ayrılmaz.Böylece Yahya Efendi’nin de ilk kerameti zahir olmuş olur. Derviş Ali ismini alan bu rum gemici Yahya Efendi haziresinin kapı girişinde mefdundur.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt