lale&gül
Kayıtlı Kullanıcı
Günlerden bir gün, bir delikanlı yolda yürürken,
karşısına iki dagin arasinda asma bir köprü çikar.
Köprüye gelen genç
köprünün sallanması hoşuna gittigi için Türkü söyleye söyleye
köprüyü geçer. Arkasından da eli bastonlu bir ihtiyar gelir.
Köprüye gelince, köprünün sallanmasindan dolayi ihtiyar: 'Aman Ya
RABBİ, sen bilirsin, şu köprüyü sağ selamet geçeyim. Yardımını
esirgeme' diye dua etmeye başlar. Ama tam köprünün ortasındayken.
Köprünün ipleri kopar ve adam aşağıda akmakta olan ırmaga düşerek
ölür.
Hem gencin, hem de ihtiyarın başından geçenlere şahit olan bir ehl-i
Hak Allah'a niyaz eder. Der ki: 'Ya RABBİ hikmetinden sual olunmaz. Ama
önden giden genç pek kabadayı bir şekilde geçti. Türkü söyleye
söyleye. Arkadan gelen ise seni çok andı, zikretti. Birinciyi
düşürmedin de ikinciyi düşürdün. Neden?' diye sorar.
Bir nida gelir: 'Önde giden genç, köprüye gelene kadar beni
hiç unutmadı. Hep beni andı. Ben de onu köprüde unutmadım. Arkadan
gelen ise köprüye gelene kadar beni unuttu, hatırlamadi. Ben de onu
köprüde hatırlamadım'...
Bu menkıbe, gerçek midir, gerçekleş midir bilmiyorum. Ama bize
verdigi bir mesaj var. Yüce ALLAH kitabinda 'beni anın ben de sizi
anayım' buyuruyor. İş onu köprüye gelmeden anmakta. Köprüye
geldikten sonra anmak işe yaramayabilir. Yani başımız derde düşmeden
ALLAH'ı anmalıyız, hatırlamalıyız kı, başımız derde düştüğünde de
ondan yardım isteyecek yüzümüz olsun!