Beni Allah’a Hibe Ediniz
Ahmed bin Yahya, henüz bir çocuktu. Daha sonraları Zünnûn Mısrî ve Ebu Ubeyd el-Busrî gibi sultanların sohbetinde bulundu.
Tâ küçüklüğünde harika bir varlıktı. O demlerde bir gün, anne ve babasının huzuruna geldi ve dedi:
Beni Allah’a hibe ediniz ve O’nun yoluna veriniz!...
Anne ve baba, sevinç ve saadetle dolarak:
- Peki yavrum, dediler, biz seni Allah-u Teala’ya hibe ettik!
Küçük yavru bunun üzerine evden ayrıldı. Yolları eline dolayıp gitti. Nerede bir ilim ve irfan meclisi varsa hemen oraya koştu. Fakat anne baba hasreti de yüreğinde bir dağ gibi büyüyordu. Yaşı küçük olduğu için bu hasretin seline kapılıp akmaya başladı. Yüreğindeki hasret yarası artık dayanılmaz olmuştu. Bir gece vakti kendi evlerinin kapısına geldi. Kim bilir nasıl heyecan duyuyordu.
Kapının halkasını tutup vurdu:
Tak, tak, takkk!...
İçeride hasretiyle yandığı babası seslendi:
- Kimdir o?
Kapıdaki cevap verdi :
Oğlunuz Ahmed!... Hasretinize dayanamayıp geldim.
Babanın dudaklarından şu ibretli kelimeler döküldü:
- Evet, bizim bir oğlumuz vardı, vardı ama, biz onu Allah-u Teala’ya hibe ettik. Biz verdiğimizi geri almayız. Haydi yolun açık olsun!...
Ahmed’in babası da bir velî idi ve küçük yavrusuna kapıyı bile açmadı. Ahmed derhal geriye döndü ve dedi:
- Ey Ahmed!... Eğer murâd istiyorsan İsmâil gibi olacaksın!...
Artık Ahmed’in gönül kuşu kanatlanmış bulunuyordu. Derhal ârifler, velîler ve âlimler meclisine koştu ve sonra murâdının incisini elde etti.
İbret alabildik mi? İşte onlar böyle kuldu!... Anne ve babadaki sıdka bakınız. Biz çocuğumuzu Allah’a hibe ettik diye çocuğun yüzüne kapıyı dahi açmadılar.
Bizler ise ciğer yarasına elmas tozu döküp duruyoruz...
Ahmed bin Yahya, henüz bir çocuktu. Daha sonraları Zünnûn Mısrî ve Ebu Ubeyd el-Busrî gibi sultanların sohbetinde bulundu.
Tâ küçüklüğünde harika bir varlıktı. O demlerde bir gün, anne ve babasının huzuruna geldi ve dedi:
Beni Allah’a hibe ediniz ve O’nun yoluna veriniz!...
Anne ve baba, sevinç ve saadetle dolarak:
- Peki yavrum, dediler, biz seni Allah-u Teala’ya hibe ettik!
Küçük yavru bunun üzerine evden ayrıldı. Yolları eline dolayıp gitti. Nerede bir ilim ve irfan meclisi varsa hemen oraya koştu. Fakat anne baba hasreti de yüreğinde bir dağ gibi büyüyordu. Yaşı küçük olduğu için bu hasretin seline kapılıp akmaya başladı. Yüreğindeki hasret yarası artık dayanılmaz olmuştu. Bir gece vakti kendi evlerinin kapısına geldi. Kim bilir nasıl heyecan duyuyordu.
Kapının halkasını tutup vurdu:
Tak, tak, takkk!...
İçeride hasretiyle yandığı babası seslendi:
- Kimdir o?
Kapıdaki cevap verdi :
Oğlunuz Ahmed!... Hasretinize dayanamayıp geldim.
Babanın dudaklarından şu ibretli kelimeler döküldü:
- Evet, bizim bir oğlumuz vardı, vardı ama, biz onu Allah-u Teala’ya hibe ettik. Biz verdiğimizi geri almayız. Haydi yolun açık olsun!...
Ahmed’in babası da bir velî idi ve küçük yavrusuna kapıyı bile açmadı. Ahmed derhal geriye döndü ve dedi:
- Ey Ahmed!... Eğer murâd istiyorsan İsmâil gibi olacaksın!...
Artık Ahmed’in gönül kuşu kanatlanmış bulunuyordu. Derhal ârifler, velîler ve âlimler meclisine koştu ve sonra murâdının incisini elde etti.
İbret alabildik mi? İşte onlar böyle kuldu!... Anne ve babadaki sıdka bakınız. Biz çocuğumuzu Allah’a hibe ettik diye çocuğun yüzüne kapıyı dahi açmadılar.
Bizler ise ciğer yarasına elmas tozu döküp duruyoruz...