Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Ben Yalnizlik... Sen kimsin? (1 Kullanıcı)

**RaNa**

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
12 Haz 2011
Mesajlar
3,597
Tepki puanı
3
Puanları
0
Yaş
31
Her insan gibi bir çok şeyden bunalmış ve belkide isteklerinin gerçekleşemediğini görmüş bir halde bir kenara çekilmiş oturuyor , kendi kendisine düşünüyordu...

Belki isyanın eşiğine gelmişti belkide ne olduğu bilmediği bir debdebe de hayatın vermiş olduğu yorgunlukla kalakalmıştı. Öylece düşünüyordu. Kimsenin kendisini göremeyeceği bir yere çekilmişti. Tek olmak istiyordu zaten yalnız olduğuna inandığı dünyada...

Sağ omzuna biri dokundu ; tamda ağlamaya başlamışken ve aralarında şu diyalog geçti :

-Niye ağlıyorsun

-Neden ağlamayım , yalnızım...

-Nasıl bu kanıya vardın?

-Baksana kim var yanımda? kime derdimi anlatabiliyorum? kaç isteğim yerine geldi? hep kaybettim hep...

-Peki sen yanında her zaman senin iyiliği düşünen , her zaman sana doğruyu gösteren , kalbinin en derin ve saklı yerlerindeki düşünceni bilen ve onları bilerek sana en güzeli veren birisi olsun istemezmisin?

-öyle birisi yok ki...

-Sen seni her zaman dinleyecek ve senden daha çok anlayacak ve senden hiç sıkılmayacak ne zaman istersen ister gecenin bir yarısı ister sabahın kör bir vakti ister öğlen vakti ne zaman istersen kapısını açacak bir dostun olmasını istemezmisin?

-kim istemez ki...

-Böyle bir dostun zaten var.

-Benimle dalga mı geçiyorsun? öyle biri yok. Hani nerde?

-O -celle celalü- ; söyle bana : kaç kere -a sığındın? kaç kere O-na dua ettin? kaç kere her işini O-nun emirlerini düşünerek yaptın? Halbuki O hep senin yanındaydı ve her zaman seni gözlüyordu. Hep senin iyiliğin için sana yardım eyledi ve seni korudu. olmadı dediklerinin hepsinde bilmediğin hikmetler vardı.

-Ben bir işe girmek istemiştim olmamıştı o hayırsızmıydı yani?

-O işyeri parasal sıkıntıya düştü şimdi işçi çıkarıyor.

-Ben bir adamla evlenmek istemiştim o da mı hayırsızdı yani?

-O islam ahlakına sahip birisi değildi bak şimdi evlendiği kişiye kan kusturuyor. kitabında "sizin şer bildiklerinizde hayır hayır bildiklerinizde şer vardır" buyuruyor. Hiç duymuşmuydun?

-Hayır...

-O halde artık duydun. -u teala herkesin yanındadır. Sen yalnız değilsin seni her daim gözetleyen var. O na uy zira senin en yakın ve en iyi dostun " -ın yardımı sabredenlerin ve şükredenlerin yanındadır" diyor.

-Ben O-na hep isyan ettim beni kabul eder mi?

-Sen isyan ettiğin süre zarfında sana rızk vermedi mi?

-verdi...

-Sıhhatini hep iyi tutmadı mı?

-tuttu...

-Geçiminde yardım etmedi mi?

-etti...

-İsyan ettiğin haldeyken bu kadar nimet veren O-na yönelince daha çok nimet vermez mi?

-Doğru söylüyorsun...

-Peki sen kimsin bana bu kadar şey anlatıp bana neden yol gösterdin?

-Ben kalbinde yıllardır nefsine olan düşkünlüğünle yalnız bıraktığın

vicdanınım...


alıntı​
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
34
Konum
.........
Her insan gibi bir çok şeyden bunalmış ve belkide isteklerinin gerçekleşemediğini görmüş bir halde bir kenara çekilmiş oturuyor , kendi kendisine düşünüyordu...

Belki isyanın eşiğine gelmişti belkide ne olduğu bilmediği bir debdebe de hayatın vermiş olduğu yorgunlukla kalakalmıştı. Öylece düşünüyordu. Kimsenin kendisini göremeyeceği bir yere çekilmişti. Tek olmak istiyordu zaten yalnız olduğuna inandığı dünyada...

Sağ omzuna biri dokundu ; tamda ağlamaya başlamışken ve aralarında şu diyalog geçti :

-Niye ağlıyorsun

-Neden ağlamayım , yalnızım...

-Nasıl bu kanıya vardın?

-Baksana kim var yanımda? kime derdimi anlatabiliyorum? kaç isteğim yerine geldi? hep kaybettim hep...

-Peki sen yanında her zaman senin iyiliği düşünen , her zaman sana doğruyu gösteren , kalbinin en derin ve saklı yerlerindeki düşünceni bilen ve onları bilerek sana en güzeli veren birisi olsun istemezmisin?

-öyle birisi yok ki...

-Sen seni her zaman dinleyecek ve senden daha çok anlayacak ve senden hiç sıkılmayacak ne zaman istersen ister gecenin bir yarısı ister sabahın kör bir vakti ister öğlen vakti ne zaman istersen kapısını açacak bir dostun olmasını istemezmisin?

-kim istemez ki...

-Böyle bir dostun zaten var.

-Benimle dalga mı geçiyorsun? öyle biri yok. Hani nerde?

-O -celle celalü- ; söyle bana : kaç kere -a sığındın? kaç kere O-na dua ettin? kaç kere her işini O-nun emirlerini düşünerek yaptın? Halbuki O hep senin yanındaydı ve her zaman seni gözlüyordu. Hep senin iyiliğin için sana yardım eyledi ve seni korudu. olmadı dediklerinin hepsinde bilmediğin hikmetler vardı.

-Ben bir işe girmek istemiştim olmamıştı o hayırsızmıydı yani?

-O işyeri parasal sıkıntıya düştü şimdi işçi çıkarıyor.

-Ben bir adamla evlenmek istemiştim o da mı hayırsızdı yani?

-O islam ahlakına sahip birisi değildi bak şimdi evlendiği kişiye kan kusturuyor. kitabında "sizin şer bildiklerinizde hayır hayır bildiklerinizde şer vardır" buyuruyor. Hiç duymuşmuydun?

-Hayır...

-O halde artık duydun. -u teala herkesin yanındadır. Sen yalnız değilsin seni her daim gözetleyen var. O na uy zira senin en yakın ve en iyi dostun " -ın yardımı sabredenlerin ve şükredenlerin yanındadır" diyor.

-Ben O-na hep isyan ettim beni kabul eder mi?

-Sen isyan ettiğin süre zarfında sana rızk vermedi mi?

-verdi...

-Sıhhatini hep iyi tutmadı mı?

-tuttu...

-Geçiminde yardım etmedi mi?

-etti...

-İsyan ettiğin haldeyken bu kadar nimet veren O-na yönelince daha çok nimet vermez mi?

-Doğru söylüyorsun...

-Peki sen kimsin bana bu kadar şey anlatıp bana neden yol gösterdin?

-Ben kalbinde yıllardır nefsine olan düşkünlüğünle yalnız bıraktığın

vicdanınım...


alıntı​

ay can tevafuğun böyleside olurmu SUBHANALLAH VARYA YAZIN BENI AĞLATTI:(
 

**RaNa**

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
12 Haz 2011
Mesajlar
3,597
Tepki puanı
3
Puanları
0
Yaş
31
bu konuyu okumadan once canım cok sıkkındı Kalktım abdes aldım namaz kıldım sonra kuran okudum pc basına gectım msn de arkadaslarla konusurken agladım sonra bu konuyu okudum sızınle paylaşmak ıstedım....
 

TakeOne

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
31 Eki 2008
Mesajlar
6,064
Tepki puanı
38
Puanları
48
Konum
Ankara
Yanacaksa bu kalp senin aşkın ile yanmalı, olacaksa bu aşkın adı ALLAH Olmalı...
 

kardelele

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
28 Ocak 2009
Mesajlar
15,425
Tepki puanı
28
Puanları
0
Yaş
55
Konum
istanbul
BU NE GÜZEL PAYLAŞIM,
EMEĞİNE YÜREĞİNE SAĞLIK CANIM KARDEŞİM.

Ben kalbinde yıllardır nefsine olan düşkünlüğünle yalnız bıraktığın

vicdanınım...

RABBİM YOLUMUZU AÇIK ETSİN.
SELAMETLE KALIN.
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
34
Konum
.........
Geriye doğru bakılarak ileriye doğru mesafe alınan tek yolculuk hayat yolculuğudur. Diğer bir deyişle hayat, ileriye doğru yaşanır ama yalnız geriye dönük olarak anlaşılır. Bu anlaşılma, şuurlu bir idrak ve yaşananlardan ders alabilme düzeyinde olursa ve bu düzey devamlı yükselirse, yoldaki sapmalar o nispette az, yolculuk ise o nispette çalkantısız, sarsıntısız ve hasarsız olur. Hayatı anlamlı kılan ve insanı yücelten en önemli gaye; onu, âdeta bütün evreni kucaklayacakmış gibi dışa dönük ve maksada uygun olarak yaşamaktır. Hz. Mevlâna'yı tüm dünyaya tanıtan ve sevdiren de bu anlayış değil midir? Hayatı sadece kendine dönük olarak, ben-odaklı yaşayanlar, çevresindekileri hiçe sayan, kendi dışındaki olayları önemsemeyen, onlarla sadece çok ihtiyacı olduğu zaman bile "zoraki bir lütfen" tavrı ölçüsünde iletişim kuran ve kendi dışındaki bütün ötekiler ona hizmetle yükümlüymüş tavrı ve beklentisi içinde olan zavallı insancıklardır.
Koskoca kâinatta bir sivrisinek kanadındaki nokta kadar bile yer tutmadığı halde, lügatinde "ben" sözcüğünden başkasına yer vermeyen o kibir abidesinin, hiç beklemediği bir anda, çıkabileceği en tepe noktasından kafa üstü yere çakıldığına tarih çok defa şahit olmuştur. Kendi gözünde önemli kıldığı, değer olarak kabul ettiği şeyler bir şekilde elinden çıktığı zaman çırılçıplak kalacak, tüm fiziksel ihtiyaçları eksiksiz olarak karşılığında ise hayatı anlamsız olmaya başlayacaktır. Bu, içinden çıkılması öyle zor bir paradoks ki, olması da, olmaması da ayrı bir dert. Çünkü bedensel tatminden sonra ister istemez yaşadığı hayat için bazı anlam arayışları başlıyor insanoğlunda. Zira onu rahat bırakmayan, ama elle tutamadığı ve adını koyamadığı bir "ben" daha var görünenin ötesinde, içinin ta derinliklerinde. O bedensiz "ben'e" ruh deyin, can deyin, nefis deyin, ne derseniz deyin, her dilde, her kültürde ismi değişse de, özü aynıdır onun. İnsanı değerli kılan da o zaten. Zira beden, bir canide de, bir âlimde de anatomik olarak çok farklı değil. Şu var ki, nasıl beden, kendini soğuktan, sıcaktan koruyan giysiye, güçlü ve zinde tutacak yiyeceğe, içeceğe ihtiyaç duyuyorsa, bedeni ayakta tutan o bedensiz "Ben" de benzer ihtiyaçları hissediyor ve istiyor. Ama çok önemli bir farkla ki, onun giysisi, gıdası her beden için ayrı değil. Standart ve asla değişmez bir formatta. Onun giysisi, kullandıkça eskimeyen, aksine değer kazanan, sabırdır, kanaattir, hoşgörüdür. Paltosu, hataları örtmek ve görmemek, görse bile affetmektir. Sofrasının en sevdiği yiyeceği karşılıksız verebilmek, lezzet veren çeşnisi ise, tevazudur, tatlı dildir, güler yüzdür. Kullandığı sözlükte "haklıyım" fiilinin birinci tekil şahsı bir daha okunmamacasına silinmiştir adeta.
O giysi bir iş verende olursa eğer, işçisinin evindeki kedisinin ayağına batan kıymıktan çatısındaki kırık kiremitine kadar ilgisiz kalamaz. Bir öğretmende olursa eğer, yetişkin olduklarında topluma yön verebilecek, mensubu olduğu millete değer katabilme derdinde ve şuurunda olan bireyler yetiştirmek en büyük gayesi olur onun. Toplumda yer alan her fert, akıl, zekâ, kültür ve psikolojik özellikleri nedeniyle toplum ağacının belki en güzel ve en tatlı meyvesi olamayabilir. Ama o elbiseyi giydiği sürece ağacın bütününe zarar verebilecek, hastalıklı, ben-odaklı iri bir dal yerine, o ağacı oluşturan sayısız dokulardan biri olmayı yeğleyecektir.
İnsan hayatının nihai hedefine götüren pusulası ve feneri kıymetindeki bu standart ve değişmez değerler insanoğluna en baştan bedelsiz olarak verilmişti. O, bunu kısmen unuttu ya da yok saydı veyahut değerini bilemedi. Sis ve pus içinde rotasını, yönünü, yanını belirleyemediği hedefsiz yolculuğunda başına gelenler için hep suçlu aradı. Bir aynaya bakmayı bile akıl edemedi. Bu değerlerden bir şekilde haberdar olanların bir kısmı, onu yanlış yerlerde aradılar. Zira işportaya düşmesi düşünülemezdi. Diğer bir kısım ise bu değerlere sahip insanları dost ve arkadaş edindiler. Çünkü onlar biliyorlardı ki, vagonun lokomotife bağlanmaktan başka alternatifi yoktur. Zaten başka türlüsü yanlış olurdu.
 

**RaNa**

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
12 Haz 2011
Mesajlar
3,597
Tepki puanı
3
Puanları
0
Yaş
31
BU NE GÜZEL PAYLAŞIM,
EMEĞİNE YÜREĞİNE SAĞLIK CANIM KARDEŞİM.

Ben kalbinde yıllardır nefsine olan düşkünlüğünle yalnız bıraktığın

vicdanınım...

RABBİM YOLUMUZU AÇIK ETSİN.
SELAMETLE KALIN.

Geriye doğru bakılarak ileriye doğru mesafe alınan tek yolculuk hayat yolculuğudur. Diğer bir deyişle hayat, ileriye doğru yaşanır ama yalnız geriye dönük olarak anlaşılır. Bu anlaşılma, şuurlu bir idrak ve yaşananlardan ders alabilme düzeyinde olursa ve bu düzey devamlı yükselirse, yoldaki sapmalar o nispette az, yolculuk ise o nispette çalkantısız, sarsıntısız ve hasarsız olur. Hayatı anlamlı kılan ve insanı yücelten en önemli gaye; onu, âdeta bütün evreni kucaklayacakmış gibi dışa dönük ve maksada uygun olarak yaşamaktır. Hz. Mevlâna'yı tüm dünyaya tanıtan ve sevdiren de bu anlayış değil midir? Hayatı sadece kendine dönük olarak, ben-odaklı yaşayanlar, çevresindekileri hiçe sayan, kendi dışındaki olayları önemsemeyen, onlarla sadece çok ihtiyacı olduğu zaman bile "zoraki bir lütfen" tavrı ölçüsünde iletişim kuran ve kendi dışındaki bütün ötekiler ona hizmetle yükümlüymüş tavrı ve beklentisi içinde olan zavallı insancıklardır.
Koskoca kâinatta bir sivrisinek kanadındaki nokta kadar bile yer tutmadığı halde, lügatinde "ben" sözcüğünden başkasına yer vermeyen o kibir abidesinin, hiç beklemediği bir anda, çıkabileceği en tepe noktasından kafa üstü yere çakıldığına tarih çok defa şahit olmuştur. Kendi gözünde önemli kıldığı, değer olarak kabul ettiği şeyler bir şekilde elinden çıktığı zaman çırılçıplak kalacak, tüm fiziksel ihtiyaçları eksiksiz olarak karşılığında ise hayatı anlamsız olmaya başlayacaktır. Bu, içinden çıkılması öyle zor bir paradoks ki, olması da, olmaması da ayrı bir dert. Çünkü bedensel tatminden sonra ister istemez yaşadığı hayat için bazı anlam arayışları başlıyor insanoğlunda. Zira onu rahat bırakmayan, ama elle tutamadığı ve adını koyamadığı bir "ben" daha var görünenin ötesinde, içinin ta derinliklerinde. O bedensiz "ben'e" ruh deyin, can deyin, nefis deyin, ne derseniz deyin, her dilde, her kültürde ismi değişse de, özü aynıdır onun. İnsanı değerli kılan da o zaten. Zira beden, bir canide de, bir âlimde de anatomik olarak çok farklı değil. Şu var ki, nasıl beden, kendini soğuktan, sıcaktan koruyan giysiye, güçlü ve zinde tutacak yiyeceğe, içeceğe ihtiyaç duyuyorsa, bedeni ayakta tutan o bedensiz "Ben" de benzer ihtiyaçları hissediyor ve istiyor. Ama çok önemli bir farkla ki, onun giysisi, gıdası her beden için ayrı değil. Standart ve asla değişmez bir formatta. Onun giysisi, kullandıkça eskimeyen, aksine değer kazanan, sabırdır, kanaattir, hoşgörüdür. Paltosu, hataları örtmek ve görmemek, görse bile affetmektir. Sofrasının en sevdiği yiyeceği karşılıksız verebilmek, lezzet veren çeşnisi ise, tevazudur, tatlı dildir, güler yüzdür. Kullandığı sözlükte "haklıyım" fiilinin birinci tekil şahsı bir daha okunmamacasına silinmiştir adeta.
O giysi bir iş verende olursa eğer, işçisinin evindeki kedisinin ayağına batan kıymıktan çatısındaki kırık kiremitine kadar ilgisiz kalamaz. Bir öğretmende olursa eğer, yetişkin olduklarında topluma yön verebilecek, mensubu olduğu millete değer katabilme derdinde ve şuurunda olan bireyler yetiştirmek en büyük gayesi olur onun. Toplumda yer alan her fert, akıl, zekâ, kültür ve psikolojik özellikleri nedeniyle toplum ağacının belki en güzel ve en tatlı meyvesi olamayabilir. Ama o elbiseyi giydiği sürece ağacın bütününe zarar verebilecek, hastalıklı, ben-odaklı iri bir dal yerine, o ağacı oluşturan sayısız dokulardan biri olmayı yeğleyecektir.
İnsan hayatının nihai hedefine götüren pusulası ve feneri kıymetindeki bu standart ve değişmez değerler insanoğluna en baştan bedelsiz olarak verilmişti. O, bunu kısmen unuttu ya da yok saydı veyahut değerini bilemedi. Sis ve pus içinde rotasını, yönünü, yanını belirleyemediği hedefsiz yolculuğunda başına gelenler için hep suçlu aradı. Bir aynaya bakmayı bile akıl edemedi. Bu değerlerden bir şekilde haberdar olanların bir kısmı, onu yanlış yerlerde aradılar. Zira işportaya düşmesi düşünülemezdi. Diğer bir kısım ise bu değerlere sahip insanları dost ve arkadaş edindiler. Çünkü onlar biliyorlardı ki, vagonun lokomotife bağlanmaktan başka alternatifi yoktur. Zaten başka türlüsü yanlış olurdu.

Allah razı olsun yorumlarınızdan :)
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt