imported_Beyaz_
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 7 Tem 2008
- Mesajlar
- 38
- Tepki puanı
- 0
- Puanları
- 0
- Yaş
- 38
Ben seni bu şehrin, kiremit renkli kaldırımlarında, inişlerinde yokuşlarında aramadım, sormadım. Bir Simitçi Mekanı’na oturup caddede gelip geçenler arasında sen olursun demedim. Mecidiyeköy’ün kalabalık otobüs duraklarında, hırçın mart soğuğunda boyunlarını içine çekip bekleyenler arasında seni görmek için durak durak gezmedim.
Ben seni beyhude geçen yıllarımın son gününde görmeye niyet etmişim, şimdi görsem neyleyim? Seni kaybetmedim ki arayayım. Ne işim var kalabalık caddelerde veya yolları bölen yaya geçitlerinde? İçimde alevlerin kızıllığında yanarken, kırmızı ışıkta bekleyenleri tek tek süzmek benim işim mi? Bunlara ne gerek var? Sen benimlesin, içimdesin susmuyorsun. Yüreğimin başında, fıstık yükü sonrası nefes nefese suyunu bekleyen atıma su verdiğim gibi sevdamı her dem suluyorum.
Bu şehrin parklarında sarmaş dolaş gezenlerin ruh dünyalarında da aramadım seni. Sen benim toprağımda, bahar kuzuları gibi geziyorsun. Gürgen saplı bel küreği ile her zeytin ve her fıstık ağacının diplerini bellerken seninle oluyorum, toprak kokulu kınalı saçlarına rüzgar olup dokunuyorum, bir o yana bir bu yana savuruyorum kendimi ve seni. Tazeleniyor sevdama ait ne varsa. Toprak bakım ister, toprak sevilmek ister, demişti babam. Benim de sevdam ürünleri her mevsimden öte hergün özümde artıyor, bereketleniyor.
Şehir girdabından öte, çeşit çeşit meyvelerin olduğu, her renkte güllerin gülücüklerini bülbüllerine arz ettiği gönül bahçemde, sen her an benimlesin. Yılarca yalnızlıklar yaşadığım çocukluk ve birazda gençliğimi geçirdiğim Karabağ dağımın ikindi serinliğindesin. Bağ bozumu günlerinde, her üzüm salkımının her bir tanesinde gözlerini gördüğüm günlerdesin. Ellerinin yumuşaklığı dokunduğum her narin yapraktasın.
Sağımda solumda ucuz telefon hattı ile saatlerce konuşanlara imrenmiyorum. Şimdi sesini duymak vardı, diye içimden geçirmiyorum, üzülmüyorum, hele hiç yüksünmüyorum. Ben sana telli turnalarla haber göndermişim. Kanatlarına kına yakmış, en anlamlı türkülerin mısralarını yazmışım. En alt satıra senin sevdiğin iki kelimeyi işlemişim: “öyle işte”. Yüreğimin baş köşesinde, rengi bende saklı bir gülsün sen.
Her gün seni yazıyorum ey sevgili! Şehrin en kalabalık caddesinin başında oturmuşum; var olan yokluğunu bir başıma yaşıyor, maziye bazen utangaç, bazen dimdik bakıyorum. İçimdesin. Mor kalemimin ucunda, ışıklı ışıksız tabelalara yazılıyorsun. Sana ait yazılan ne varsa, ben okuyabiliyorum, dokunuyorum. Bakanlar da göremiyorlar, anlamıyorlar.
Bu telaş, bu kargaşa ve bu renksiz koşuşturmalar arasında garip bir sevdalı temaşası içindeyim. Kulağım uzak diyarlardan gelen seslerde. İki tarafı böğürtlenli bahçe yolunda, kayısı yükünü doru atımızla götürürken söylediğim türkülerin sesindeyim. O zaman sen yoktun ama meğer o türküler seni anlatırmış, bilemedim. Meğer seninle o zaman yaşamışım. Dut ağacımızda gün boyu öten bülbüllerin nağmesinde varmışsın sen. Sevdiğim ağustos böceklerinin, inadına durmaksızın ötüşlerinde hep seni dinlemişim. Aşağı Oba’nın pınarından kana kana içtiğim suda sana olan susuzluğumu gidermişim. Şimdi yanmakta olan kalbimi, içime akıttığım birkaç damla gözyaşı ile serinletiyorum.
Mart ayının yorgunluğundayım, kelimelerim takatsiz. Fazla yazıya ne hacet! Sen benim buruk sevdamsın. İliklerime kadar yaşadığım, türkü tadında, ötelere götüreceğim pırıl pırıl, ak ve pak sevdamsın. Bilsen de böyle bilmesen de…