Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Beled Suresi - Mükemmel Okunuş ve Yorumu (1 Kullanıcı)

PreDaToR

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
17 Ara 2007
Mesajlar
29
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
SUREYİ DİNLEMEK İÇİN

YouTube - Beled Suresi - Abdussamed (Kur'an-ı Kerim İklimi)



Ayet 1: Bu beldeye kasem ederim.
Ayet 2: Sen hıll iken bu beldede
Ayet 3: Ve bir validle (baba) veledine ki
Ayet 4: Muhakkak biz insanı kebed (meşakkatler) içinde yarattık.

Ayet 5: O, kendisine kimsenin güç yetiremiyeceğini mi sanıyor?
Ayet 6: Der ki, yığın yığın mal telef ettim.
Ayet 7: Onu bir gören olmadı mı sanıyor?
Ayet 8: Biz ona iki göz vermedik mi?
Ayet 9: Ve bir dil ve iki dudak.
Ayet 10: Biz ona iki de yol gösterdik.
Ayet 11: Fakat, o akabeyi (sarp yolun zorluğunu) göğüsleyemedi.
Ayet 12: Bildin mi akabe nedir?
Ayet 13: Fekki rakabe.
Ayet 14: Veya felâketli günde yemek yedirmek.
Ayet 15: Yakınlığı olan bir yetîme.
Ayet 16: Veya toprak döşenen bir miskîne.
Ayet 17: Sonra olamadı; iman edip de sabr ve merhamet vasiyetleşen. (17′nci âyetin bir başka çevirisi: Sonra iman edip sabır ve merhamet vasiyetleşenler)

Ayet 18: Ki onlardır işte meymenet sahipleri.
Ayet 19: Ayetlerimize küfredenler ise meş’eme sahipleridir.
Ayet 20: Ki üzerlerine kapıları sımsıkı kapatılmış bir ateştir.

AYET 1: Bu beldeye kasem olsun.“Belde”nin temel mânâsı yerleşim merkezidir. Ayetin kasdı da Mekke’dir.
Enfüsi mânâda “belde”, döş mânâsına da gelir ki, kalbi temsil eder. Ayrıca edebî mecaz da kaşlar arası ve nazar kavramları da vardır.

Ayet 2: Sen hıll iken bu beldede.
Sen o beldede mevcutken, sen orada varlığını hissetirmişken, demektir. Şüphesiz Efendimizin Mekke’ye verdiği mânâ hikmeti kasd edilmektedir. Allah’ın kasemi, ancak Efendimizin sırrını taşırken söz konusudur.
Belde, enfüsi mânâda “kalp” olarak alındığı takdirde; o kalpde Efendimiz varsa, Allah o kalbe kasem ediyor. “HILL” kelimesi, hem “hal” (feth), hem hulûl (giriş) ve “nüfûz ediş” mânâlarını kaplar. Aynı zamanda “HILL” bir eriyiğin eriyen maddesini temsil eder ki, Mekke şehri bir mahlûlse orada eriyen Efendimizin sırrı demektir.

Ayet 3: Bir validle veledine ki.
Bu ayetteki “valid” kelimesinin anne olmadığına bütün müfessirler hem fikirdir. “Valid” den kasdın, Hz Âdem ya da Hz İbrahim olduğu tahmin edilmektedir. Ancak, daha çok “valid”den kasdın Efendimiz, “veled”den kasdın Ümmet-i Muhammed olduğu da bir çok tefsirlerde ağırlık kazanıyor. Üç ayet birlikte yorumlanınca, zâhir mânâda, Efendimiz varken Mekke üzerine kasem ediliyor. Mekke’nin sırrı da üç formül içinde bildiriliyor:

a) Hz Âdem ve Mekke’nin hikmeti Efendimizde billûrlaşıyor.
b) Hz İbrahim’in Mekke’yi inşası, Efendimizin teşrif edeceği sırrından gelmektedir.
c) Mekke sırrı, Muhammedî (SAS) hikmetiyle kutsallık kazanır.

Kâbe’nin, Hz Âdem için bir afv sembolu olarak meleklerin yardımıyle inşa edildiği, Nuh Tufanı’ndan sonra Hz İbrahim tarafından yeniden inşa edildiği bilinmektedir. Kâbe’nin özellikleri, bütün bilim adamlarınca bilinmezlik sırrı taşımaktadır. Birçok bilimsel yorumlar vardır. Bunlar arasında en ilgincini nakletmek istiyorum:

Bu görüşü paylaşan bilim adamlarına göre, Kâbe’de etkili, bilinmez bir enerji sırrı vardır. Bu enerjinin, arzın iki noktasında kozmik enerjileri farklı biçimde topladığı sanılıyor. Bunlardan birisi Kâbe’de hissedilen toplayıcı enerjidir. Bu bilinmeyen enerjinin, özellikle tavaf sırasında büyük kalabalığı etkilediği, yada kalabalığın ruhların çoşkusuyla çok değişik duygular sergilediği düşünülmektedir. Hac sırasında hemen herkesin târif edemediği etkileşim, böyle yorumlandığı gibi, zaman ve mekân atlamaları da meydana çıkabilmektedir.

Bazı bilim adamları, ünlü ŞEYTAN ÜÇGENİ’ndeki çelişik olayları da Kâbe etkisinin tersi bir menfi enerjiye benzetmektedirler. Şüphesiz ki önemli olan, Kâbe’ye bilimsel bir izah getirmek değil, Kâbe’de mutlaka maddeye bile yansıyan fevkalâdeliklerin varlığını inanmayanların bile tetkike başlamasıdır. Bu üç ayetin enfüsî mânâsına gelince:
İnsanın sırrı, gönül şehrindedir. Ve o şehirde Fahr-i Kâinat hıll iken ve Efendimiz (valid) ve insanın gönlündeki sevgi (veled) hilkatin özlü güzelliğidir.

Ayet 4: Biz insanı kebed içinde yarattık
Bilindiği gibi “KEBED” karaciğer demektir. Burada mecâzi mânâda karaciğerin ağır hastalığındaki meşakkat îma edilmektedir. Bütün müfessirler, “kebed”den tasdın “meşakkat” olduğunda müttefiktir. Bu zorluklar 4 gurubda toplanmıştır:

a) Biyolojik olarak, meniden doğan bebeğe kadar geçen fizik zorluklar.
b) Hayatın tüm olağan zorlukları.
c) İnanca karşı nefsin tuzaklarından kurtulma zorlukları.
d) Ahiret hayatının zorlukları

Bu mânâlar dışında “kebed” kelimesiyle kasdedilen zorlukların, karaciğerle ciddi bir ilgisi vardır. Hayatın biyolojik yükü tamamen karaciğere yüklenmiştir. Bu mesajla hayatın biyolojik kavramlarına ve buna karşı yapacağımız yanlışlara ciddi bir ihtar vardır. Bugün insanın karşı karşıya bulunduğu en önemli iki mesele, kalp damarı hastalıkları ve kanserdir. İkisinin de temelinde karaciğer rahatsızlığı yatmaktadır. Damar hastalıklarında sorumlu saydığımız yağ artıkları (Lipid ve Kollesteral) fazlalığı kesinlikle karaciğerin bir problemidir. Kanserde çok önemli olan bağışıklık sistemindeki aksamalar, doğrudan doğruya karaciğerde düğümlenir.

Ayet 5: İnsan, kendine kimsenin güç yetiremiyeceğini mi sanıyor?

Burada kasdedilen insan, mağrur insan olduğu, pek çok tefsirlerde üzerinde durulan bir keyfiyettir. Genelde nefs kendinde sonsuz bir güç vehmeder. Hatta sahip olduğu mal oranında bu gücün sınırsızlığını ilan eder durur. Çağımızdaki insan, teknolojideki gelişmelerin de ardına geçip, tüm uzaya hakim bir imparator sanır kendini.

Ayet 6: Yığın yığın mal telef ettim diyor.

“Lubed”, çok biriken mal anlamına gelmektedir. İki ayet birlikte yorumlanınca:
a) İnsan, mal gücüne dayanarak, kendine bir paye verip: “ben bu noktaya gelmek için çok para harcadım, bu mevkide bana kimsenin gücü yetmez” der.
b) Din aleyhine harcadığı parayı kasdederek “Ben din aleyhinde çok para harcayarak tedbirler aldım, artık bana güç yetmez” der.
c) Dînî inançları zayıf olanların sadakatlerine güvenmeleri.

Bu iki ayet çağımızda pek geçerlidir. İnanç aleyhine propaganda için nice paralar harcanmış, hatta “Artık din meselesi bitti” diye niceleri hayaller içinde sevinmiş, fakat bir süre sonra dinlerin ve inançların daha kuvvetli olarak toplumlara yayıldığını görmüşlerdir. Zira:

Ayet 7: Kendini gören olmadığını sanıyor!

Elbette ki Allah davasının aleyhine işlenen tüm tertipler, ilâhi ekrana aynen yansıyor. Allah’ın besar sıfatını bilmeyenler, nefsin tuzağı içinde, inananlarla boş yere uğraşırlar. Uğraşmalar, inananlara bir imtihandır ve dâima inançların güçlenmesine neden olur. Bu hep böyle olmuştur. “Din afyondur” sloganlarına rağmen Kur’ân’a ilgi gittikçe artmaktadır. Böyle yanılgıya düşenler için ve de genel anlamda nefsin isyanına karşı Allah, mazeret kapılarını kapatan üç ayet veriyor (8,9,10′ncu ayetler)

Ayet 8: Biz ona iki göz vermedik mi?

Ayetin mesajı çok ince mânâları içermektedir.
a) İki gözün, görme mekânı arasındaki tüm inceliklerini bir tetkik edin bakalım, neden tek göz değilde iki göz?
Göz fizyolojisindeki akıl almaz hikmetler saymakla bitmez. Ancak bir olay vardır ki, hiç bir inkârcıya soluk vermeyecek bilimsel bir ihtişamdır. Renkli görme, beyne renkleri yüzde bir saniye farklarla gönderme zorunluğu nedeniyle imkânsız denecek kadar zor bir fizik olayıdır. Hele iki ayrı kamera demek olan iki ayrı gözün retinasının, bu senkron ile iletişimi sağlaması büsbütün imkânsızdır. İşte ayetin inançsızlara karşı yalnız göz konusunda verdiği birinci mesaj bu hikmettir.

b) İki gözden kasdın bir anlamda hem fizik görme, hem gerçeği görme kabiliyetlerinin birlikte verildiğine işaret ettiği de kesindir. Böylece kafirlere “siz iki gözden yalnız fizik gözünü taşıyorsunuz. Gördüğünü değerlendiren mânâ gözünüzü niçin açmıyorsunuz?” mesajı vardır.

c) Biz, inananlara hem madde gözü, hem mânâ gözü verdik. Madde gözü yalnız 7 ışığın konbinezonlarını görür, mânâ gözü evrenin tüm hikmetlerini seyreder.

Ayet 9: Ve bir dil, iki dudak
Buradaki hikmetlere gelince:
a) Biz ona bir dil ve iki dudak vererek, anatomiyi âdeta ihtişamla bir san’ata çevirdik. Nitekim dil ve dudakların, anatomik çizgileriyle onların ayrı sinirleri olmasına rağmen, akıl almaz bir ahenkli çalışmalarını, o gözün esrariyle bir seyredin ve bu akıl almaz güzelliğin hâlikine hemen secde edin. Yüzün temel fotoğraf güzelliği, göz ve dudaklarla bir kez daha hatırlatılıyor. Bu sanat şaheserine hayranlığımız emrediliyor.
b) Dudak ve dil zikr ve hamd niyâzı ile böylesine güzel yaratılışdadır. Zikr ve hamd yapacağı yerde, vay isyan edene.
Bu iki ayetle Allah tüm insanlara insanlık meziyeti olan konuşma, gördüğünü değerlendirme nimetlerini nasıl eşit olarak verdiğini bildirdikten sonra, şimdi insanın mânâ değerine geçiyor.

Ayet 10: Ve ona iki necid gösterdik
Necidden kasd, iki farklı hedef noktasıdır. Gerçi necid’in, tepe ve meme mânâları üzerinde durulmuştur. Ancak, alttaki beş ayetten anlaşılacağı şekilde iki necid, iki hedef notkasıdır. Bunlardan biri şer, biri hayır olan hedef noktalarıdır. Ayetin önemli yanı, her insanın tıpkı göz, dudak gibi iki hedef noktasına gidecek istidattan yaratıldığını vurgulamasıdır.
HAYIR HEDEFİ, çok zor ve sarp bir yokuştur. ŞER HEDEFİ ise, nefse câzip geldiğinden kolay gelen hedeftir. Allah, “Ona iki necid gösterdik” emriyle tüm insanları kasdetmektedir. Yaratılıştaki mükemmelliği önceki ayette misal getirerek, her insanın HAYIR ve ŞER hedeflerine ulaşmada eşit şansını bildiriyor. Bu ayet nedeniyle hiçbir insan “Ben böyle yaratıldım, hayra gidemem” diyemez. Ya da hiç kimse için “kader ona iyilik fırsatı vermez” denemez. Yine bu ayet, insanın hayır hedefine ulaşmamasından dolayı mes’ul olduğunu yasalaştırıyor. Aşağıdaki ayetlerden anlıyoruz ki, hayır hedefi sarp bir tepe gibidir; fedakarlığın zorluklarıyle kaplı. Bu yüzden hedefler işaret edilirken, iki tepe şeklinde isimlendirilmiştir.

Ayet 11: Fakat o akabe’ye ıktiham edemedi,

AKABE. Aşılması zor, sarp yokuş
IKTİHAM: Kahramanca mücadele edip başarmak.

O, tüm kabiliyetlerle donatıldığı halde; o insan, zorlukları kahramanca aşamadı. Acaba o zorluklar ve aşılması gereken akabe nedir? Yani nefsle savaşı başaramadı. O savaş nedir?

Ayet 12: Bildin mi akabe ne?“Nefse karşı kazanılacak savaş ve ulaşılacak hedefin ne olduğunu biliyor musun?”
İşte bunu, yani akabeyi 13-17′nci ayetler açıklıyor. Zorlukları yenerek akabeye tırmanmak, yani hayır hedefine ulaşmak yedi maddedir. Bunları 5 ayet içinde tanıyacağız.

Bir insanın hayır hedefine ulaşması için neler yapması lazım?

Ayet 13: Fekki rakabe (Bir boynu kurtarmak)
Bu kahramanca başarıyı aşağıdaki örneklerde özetleyebiliriz:
1- Esir azâd etmek.
2- Kendini nefsin esaretinden kurtarmak.
3- Toplumlardaki esareti kaldırıp, hürriyeti kurmak için mücadele etmek.
4- Dünyaya esir olmuş inançsız bir insanı kurtarıp, îman aşılamak, yada inançsızlara esir olan bir mü’mini kurtarmak.

Ayet 14: Bir mesgabe gününde in’am etmek.
MESGABE: Yorgunluk, meşakkat, istilâ ve kıtlık günleri demektir. Dar ve zor günlerde onlarla sınır kapısını sonuna kadar açmak.

Nefs böyle zorlu ve karanlık günlerde büsbütün kabarır, tüm yardım kaygılarından kaçar. İşte böyle azgın nefse gem vurup, ambarların kapılarını açarsak; yani geniş bir yardım zevkine düşersek, akabenin ikinci dönemecini döneriz. Özellikle kıyamete yakın günlerde böylece zor günlerin sık sık ortaya çıkacağı, müfessirlerce bildirilmiştir.

Ayet 15: Yakınlığı olan bir yetime (yardıncı olmak):

a) Zorda kalan mü’min bir yetime yardımcı olmak
b) Kıyamete yakın günde yetim gibi olacak mü’mine yardım etmek.
c) Kırık gönüllere, garib yüreklere yardımcı olmak, bir anlamda gönül almak.

Ayet 16: Veya topraklı bir miskine (yardım etmek)
Topraktan başka bir şeyi kalmamış fakire el uzatmak.
İslam güneşinden habersiz, ölümü bekleyen bir ümitsize el uzatmak.
Toprak meşreb olmuş bir garibe el uzat, gönlünü al,
Toprağa yakın miskin, mecâzi anlamda bedeni temsil eder ki, ona el uzatmak, ibadet zevki vermekle olur.

Ayet 17: Îman edip sabır ve merhamet tavsiye edilenlerden olmak.
(Ya da akabeyi aşamamak tanımıyla gelirse, bu özellikleri kazanamamak, şeklinde ifade edilir)

Bu ayete dikkat edilirse, benzeri ayetlerde yer alan “Salih ameller”, metinde yer almamaktadır. Bunun nedeni; bu ayetten önceki 4 madde, bu ayette geçen üç madde bütün itibariyle zaten salih amellerdir. Nefse en zor gelen, sabır ve merhamet tavsiyesiyle imandır. Bu üç madde, önceki 4 madde ile salih amelleri temsil etmektedir. Bir kez daha özetlersek:
1- Bir canı kurtarmak.
2- Zor günlerde geniş yardım yapmak.
3- Yetime yardım etmek.
4- Fakire el uzatmak.
5- İman etmek.
6- Merhamet tavsiye etmek.
7- Sabır tavsiye etmek.
Dikkat ederseniz, bu yedi madde ona çok zor gelir. Çünkü, nefs dâima:
a) İnsanları köleleştirmek ister.
b) Dâima hisset sahibidir; vermekten kaçar.
c-d Fakiri ve yetimi hakir görür.
e) İsyan ve inkârı sever.
f-g) ZulmÜ, şiddeti ve aceleyi kışkırtır.

İşte, bunlardan kaçıp kurtularak hayır hedefine ulaşanlara Kur’ân özel bir tanım getiriyor, rütbe veriyor.

Ayet 18: Onlar eshab-ı meymene

Meymene: Hayırlı, uğurlu kimse demektir. Türkçemiz de meymene pek kullanılmaz. Tersi kullanılır; hayırsız kişilere MEYMENETSİZ denir.

MEYMENEnin bir anlamı da bundan sonraki ayette geçen ŞEAMETin tersi oluşudur. ŞEAMET: uğursuzluk, şer demektir. Genel anlamda ESHAB-I MEYMENE: Sahî, hayırlı, uğurlu kimseler topluluğudur. Hem fertlere, hem topluma uğur getirirler. Meymene sahiplerinin bir özelliği de hep merhamet ve sabır tavsiye etmeleridir.

Ayet 19: Ayetlerimize küfredenler, işte onlar eshab-ı meş’eme

Meş’eme’nin temsil ettiği, şeamet ehlidir.
Eshab-ı meş’eme’nin bir tek karşılığı vardır: UĞURSUZLAR

Hayırlı ve uğurlularda bulunan yedi hasletin tersini taşıyanlar, mutlak mânâda uğursuzlardır. Bunları bir önceki ayette kıyaslamalı olarak özetlemiştim. İnsanları küfre, isyana, zulme teşvik eden hasis, merhametsiz kişilere verilecek en güzel tanım, bu Kur’ân tanımıdır; eshab-ı meş’eme: Uğursuzlar.

Ayet 20: Üzerlerine bir ateş bastırılıp kapıları kapanacaktır.
Evren onların şeametinden böylece meşum kalacaktır. Zira, ESHAB-I MEŞ’EME evrene insan biçiminde yansıma şerefine layık değildir. Hisset, gurur, zulüm ve isyanları yok olana kadar, ilâhi cehennemin laboratuvarında işleme tâbi tutulacaklardır.

Cehennem konusundaki bu ayete özgü mesaj: “Kapıların kapanması” emridir. Bu da MEŞ’EMEnin şerrinden bütün evrenin korunması sırrına işarettir. Bu ayetteki önemli bir mesaj, zalim ve topluma şer getirenlerin dostluktan tecrid edilerek, kapılarının yüzlerine kapanması gereğidir.
Meş’eme olanlar, zehirlerini toplumun pasif lâkaydısı sayesinde yayar. Böylelerine itibar edilmez, kapısı üstüne kapanırsa, zehiri içinde kalır.
Kaynak : Haluk Nurbaki » Blog Archive » Beled Suresi Yorumu
 

hafize

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
24 Tem 2006
Mesajlar
14,020
Tepki puanı
23
Puanları
36
Yaş
69
Konum
BURSA
Aldım sabahleyin dinliyecem ,nş
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt