Reyhani_konyevi
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 20 Mar 2012
- Mesajlar
- 834
- Tepki puanı
- 6
- Puanları
- 0
- Yaş
- 33
175. Sen onlara âyetlerimizi verdiğimiz halde, onlardan sıyrılıp çık*mış, derken şeytanın kendisine uydurduğu ve sonunda az*gınlardan olmuş kimsenin haberini oku!
Kitap ehli Tevrat'tan öğrendikleri bir kıssayı zikretmektedir. Burada ken*disine "âyetlerin verildiği" kişinin tayini hususunda farklı görüşler vardır.
İbn Mes'üd ile İbn Abbas, bu kişinin Musa (a.s) döneminde yaşamış ve İs*rail oğullarından Bel'âm -Nâim de denilmektedir- b, Bâurâ olduğunu söyle*mişlerdir. Bu kişi baktığı vakit arşı görebilecek durumdaydı. İşte yüce Allah'ın: "Sen onlara âyetlerimizi verdiğimiz halde... kimsenin haberini oku" buy*ruğunda kastedilen odur.
Dikkat edilecek olursa "âyetimiz" denilmemiştir. Onun meclisinde söyle*diklerini yazan öğrencilere ail oniki bin mürekkep hokkası bulunurdu. Da*ha sonra bu kâinatın bir yaratıcısı olmadığına dair ilk kitap yazan kişi nok*tasına kadar geldi. Malik b. Dinar der ki: Bel'âm b. Bâurâ, imana davet et*mek üzere Medyen kiralına gönderildi. Medyen kiralı da ona birçok bağış*larda bulundu, iktalar verdi, onun dinine tabi olup, Hz. Musa'nın dinini de terk etti. işte bu âyet-i kerimeler onun hakkında nazil olmuştu.
el-Mu'temir b. Süleyman ise babasından şöyle dediğini nakletmektedir: Bel'âm'a peygamberlik verilmişti. Bel'âm duası kabul edilir bir kimse idi.[27] Musa, zorbalarla döğüşmek üzere İsrailoğulları ile birlikte gelince, bu zor*balar Bel'âm b. Baura'dan Hz. Musa'ya beddua etmesini istediler. O da Hz. Musa'ya beddua etmek İsteyince, dili kendi adamlarına bedduaya döner ol*du. Bu husus kendisine söylenince, bu sefer: Duyduğunuz sözlerden başka*sını söylemeye gücüm yetmiyor dedi ve dili göğsüne kadar sarktı. Bunun üze*rine: Arlık dünya da ah/ret de elimden gitti. Geriye hile, aldatma ve tuzak*lardan başka elimde birşey kalmadı. Sizin için bazı hilekârlıklar yapacağım. Benim görüşüm odur ki, kızlarınız) onlara karşı çıkartınız. Şüphesiz Allah zi*naya buğz eder. Eğer bu işi yapacak olurlarsa onlar da helak olup giderler. Bel'âm'ın dediklerini yaptılar. İsrailoğullan zinaya başladı. Yüce Allah da üzer*lerine taunu gönderdi. Onlardan yetmiş bin kişi Öldü. Bu rivayeti tamamiy-le es-Sa'lebî ve başkaları zikretmiş bulunmaktadır.
Yine rivayet edildiğine göre Bel'âm b. Bâurâ Hz. Musa'nın zorbaların şeh*rine girmemesi için dua etti. Onun duası kabul olundu ve Hz. Musa Tiîı'de kaldı. Bunun üzerine Hz. Musa şöyle dedi: Rabbim, biz hangi günalı sebe*biyle Tih'de kaldık? Yüce Allah, Bel'âm'ın bedduası sebebiyle deyince, Hz. Musa şöyle dedi: Rabbim, onun bana bedduasını kabul buyurduğun gibi be*nim de ona bedduamı kabul buyur. Sonra da Hz. Musa yüce Allah'ın ismi azam bilgisini ondan alması için dua etti. Yüce Allah da BeFâm'ı içinde bu*lunduğu halden sıyırıp aldı.
Ebu Hamid el-Ğazzâlî de "Minhâcü'l-Ârifln" adlı eserinin son bölümle*rinde şöyle demektedir: Ariflerden kimisini şöyle derken dinledim: Pey*gamberlerden birisi, yüce Allah'a Bel'âm'ın durumu ve kendisine verilen bun*ca âyet ve kerametten sonra neden kovulduğunu sordu. Yüce Atlah şöyle bu*yurdu: Bir gün dahi Bana verdiklerime karşılık şükretmedi. Eğer bütün bun*lardan sonra bir defa olsun şükretmiş olsaydı ona verdiklerimi almazdım.
ikrime de şöyle demektedir: Bel'am peygamber idi ve ona kitap verilmiş*ti. Mücahid de şöyle demiştir: Bel'am'a peygamberlik verilmişti. Kavmi ona susması mukabilinde rüşvet vermişti. O da bu dediklerini yapmış ve bulun*dukları halde onları bırakmıştı.
e!-Maverdî ise şöyle demektedir: Ancak, bu doğru olamaz. Çünkü yüce Al*lah, taatini terkedip masiyetine yonelmeyeceğinİ bildiği kimselerden başka*sını peygamber olarak seçmez,
Abdullah b. Arar b. el-Âs ile Zeyd b. Eşlem ise şöyle derler: Bu âyet-İ ke*rime Sakifli Umeyye b. Ebi's-Salt hakkında inmiştir. O, daha önce indirilmiş kitapları okumuş, yüce Allah'ın da o dönemlerde bir peygamber gönderece*ğini öğrenmiş, gönderilecek bu peygamberin kendisi olmasını temenni etmiş*ti. Fakat yüce Allah Muhammed (sav)'ı peygamber olarak gönderince onu kıs*kanmış ve onu inkâr etmişti. İşte Rasulullah (sav)'ın kendisi hakkında: "Şi*iri ile iman etmiş, fakat kalbiyle kâfir olmuştur"[28] dediği kişi odur.
Said b. el-Müseyyeb de der ki: Bu âyet-i kerime Ebu Âmir b. Sayfî hak*kında nazil olmuştur. Bu kişi cahiliye döneminde rahiplerin giyindikleri kıl*dan elbiseler giyerdi. Ancak, Peygamber CsavVın peygamberliğini inkâr etti. Şöyle ki; Medine'de Peygamber (sav)'ın huzuruna girip şöyle dedi; Ey Mu*hammed, senin bu getirdiğin şey nedir? Hz. Peygamber: "Ben, İbrahim'in di*nini, hanif dinini getirdim." O; ben de o din üzereyim deyince, Peygamber (sav) şöyle buyurdu: "Hayır, sen hanif dini üzere değilsin. Çünkü sen, ona o dinde olmayan şeyleri sokmuş bulunuyorsun." Bunun üzerine Ebu Âmir şöyle dedi: Bizden kim yalan söylüyorsa Allah onu kovalanmış, kovulmuş ve tek başına canını alsın. Bunun üzerine Peygamber (sav) da: "Öyle olsun. Al*lah, bizden kim yalan söylüyorsa dediğin şekilde onun canını alsın." O, bu sözleri söylerken Rasulullah (savVın Mekke'den çıkışına işaret etmek istiyor*du. Ebu Âmir de Şam'a çıkıp gitti, Kayser'e uğrayıp, münafıklara da şunu yaz*dı: Haydi hazırlıklarınızı yapınız. Ben, Kayser'in yanından size Muhammed'i Medine'den çıkartmak üzere bir ordu ile geleceğim. Ancak, Şam'da tek başına Öldü. îşter "Zarar vermek için... ve Allah'a ve Rasulüne harp açan kimseye de bekleyip gözetlemek için bir mescid edinenler..." (et-Tevbe, 9/107) âyeti onun hakkında nazil olmuştur ki, ileride et-Tevbe Sûresi'nde (be*lirtilen âyetin tefsiri 1. başlıkta) gelecektir.
İbn Abbas da bir rivayette şöyle demektedir: Bu âyet-i kerime yaptığı tak*dirde kabul olunan, üç tane duası olan bir kimse hakkında nazil olmuştur. Bu kişinin "el-Besus" adında bir hanımı vardı, bundan da bir oğlu olmuştu. Hanımı, senin kabul olunan üç duandan birisini bana ayır deyince, adam bi*risi senin için olsun, ne emredersin diye sorunca, hanımı şöyle demiş: Allah'a, beni, İsrailoğullan arasında en güzel kadın haline getirmesi için dua et, de*di. İsrailoğullan arasında kendisi kadar güzel bir kadın olmadığını anlayın*ca kocasından yüz çevirdi. O da bu sefer yüce Allah'a onu havlayan bir kö*pek haline dönüştürmesi için dua etti. Böylelikle o kadın hakkında iki du*ası gitti. Bunun üzerine kadının çocukları gelip şöyle dediler: Bizim bu işe tahammülümüz yok. Annemiz bir köpek oldu. Herkes ondan dolayı bizi ayıp*lamaktadır. Haydi, Allah'a önceki haline onu döndürmesi için dua et, dedi*ler. O da dua etti, yine eski haline döndü. Böylelikle üç duası da o kadın hak*kında gitmiş oldu. Ancak bilinci görüş daha meşhur ve çoğunluğun kabul et*tiği görüştür.
Ubade b. es-Samit der ki: Bu âyet-i kerime Kureyş hakkında inmiştir. Al*lah, kendilerine Muhammed (sav)'a indirmiş olduğu âyetlerini verdiği halde, onlar o âyetlerden sıyrılıp çıktılar ve onları kabul etmediler. îbn Abbas der ki: BeFam, zorbaların şehrinden idi. Yemenli olduğu da söylenmiştir.
"Onlardan sıyrılıp çıkmış" yanî, yüce Allah'ı bilmekten uzaklaşmıştı. Ya*ni, Allah ondan bilmiş olduğu ilimleri çekip almıştı. Hadis-i şerifte Peygam*ber (say)'ın söyle buyurduğu nakledilmektedir: "İlim iki türlüdür. Kimi ilim kalptedir. İşte fayda veren ilim odur. Kimi İlim de dil üzerindedir. İşte yüce Allah'ın Adem oğluna karşı delili de budur."[29]
İşte, Bel'am ve benzerlerinin ilmi de bu kabildendir. Böyle bir ilimden Al*lah'a sığınır ve bize hakka ulaşma muvaffakiyetini ve tahkik üzere ölmeyi lüt*fetmesini dileriz.
Sıyrılıp çıkmak (el-İnsilâlı); çıkmak anlamındadır. Yılan gömlek (deri) de*ğiştirdiği vakit bu kökten gelen fiil kullanılır. Bunun, kalbedilmiş ifadelerden olduğu da söylenmiştir. Yani, âyetler ondan sıyrılıp çıkmıştır.
"Şeytanın kendisine uydurduğu" yani, şeytanın kendisine eriştiği kim*se demektir. Mesela; "Kavme yetiştim" anlamındadır,
Bu âyetin yahudiler ve lı iristi yanlar hakkında indiği de söylenmiştir. On*lar Muhammed (sav)'in peygamber olarak gelmesini bekleyip durdular, ama sonra onu inkâr ederek kâfir oldular. [30]
176. Eğer dileseydik, onu bunlar sebebiyle yükseltirdik. Fakat o ye*re mıhlandı ve nevasına uydu. Artık onun durumu, üstüne varsan da dilini sarkıtıp soluyan, kendi haline bırakırsan da yine dilini uzatıp soluyan bir köpeğin durumuna benzer. İşte âyetlerimizi yalanlayan toplulukların durumu budur. Artık sen kıssayı anlat. Belki iyice düşünürler.
177. Âyetlerimizi yalanlayarak kendilerine zulmetmekte olanla*rın durumu ne kötüdür!
"Eğer dileseydik onu bunlar sebebiyle" yani, bu âyetlerle amel etmesi suretiyle "yükseltirdik."
Burada kastedilen kişi Bel'am'dır. Yani, Biz dilemiş olsaydık isyan etme*den önce onun canını alır ve cennete yükseltirdik. "Fakat o, yere mıhlandı."
İbn Cübeyr'le es-Süddî'den rivayete göre yere meyletti. Mücahid ise, ona mey*lederek huzur buldu. Yani, yerin lezzetlerine meyletti, orada huzuru aradı.
"Mıhlanmak" asıl anlamı itibariyle bir yerden ayrılmamak anla*mındadır. Bir kimse bir yerde ikamet edip oradan ayrılmayacak olursa, denilir. Şair Züheyr der ki:
el-Ğarkad'da bulunan ve senin uğradığın diyarlar kimlerindir?
Suyun üzerinden aktığı yerinden ayrılmayan kalıcı sert taştaki yazı gibi."
Sanki bu buyrukta kastedilen anlam: O, yerin lezzetlerine bağlandı da on*lardan ayrılmadı şeklinde olduğundan "yere mıhlandı" ifadesi kullanıldı. Çün*kü dünya metaı yerin üzerindedir.
"Ve nevasına uydu" yani, şeytanın kendisine süslediklerinin ardından git*ti. Onun hevâsmın kâfirlerle birlikte olduğu söylendiği gibi; hanımının rıza*sına uydu diye de açıklanmıştır. Çünkü hanımı birtakım malları elde etme ar*zusuna kapılmıştı. O bakımdan onu Hz. Musa'ya beddua etmeye mecbur et*mişti.
"Artık onun durumu... bir köpeğin durumuna benzer" buyruğu müp-teda ve haberdir. "Üstüne varsan da dilini sarkıtıp soluyan" buyruğu da şart ve cevaptır. Ve bu, ha! mahallindedir. Yani o, dilini sarkıtarak soluyan köpe*ğe benzer. Buyruğun anlamı şudur: O, tek bir isi devam ettirir, gider ve hiç-bİr masiyetten korkup çekinmez. Bu durumuyla o, köpeğe benzer. Çünkü kö*pek, her halükârda diiini sarkıtıp solur. İster onu kov, ister kovma. O yine böyledir.
İbn Cüreyc der ki: Köpek, yüreksiz bîr hayvandır. Onun üzerine gitsen de dilini sarkıtıp solur, bıraksan da dilini sarkılıp solur. İşte hidayeti terk ede*nin hali de böyledir. O korkaktır, yüreksizdir.
el-Kuteybî der ki: Dilini sarkıtıp soluyan herşey, ya çokça bitkin düştü*ğünden, yahut da susuz kaldığından dilini sarkıtıp solur. Ancak köpek böy*le değildir. O, yorgun ve bitkin halde iken de dilini sarkıtıp solur, rahatken de, hasta iken de, sağlıklı iken de, suya kanmışken de, susuzken de hep böy*le yapar. Allah onu âyetlerini yalanlayan kimselere misal vermiş ve şöyle bu*yurmuştur: Sen, böyle birisine öğüt versen de sapılır, onu bıraksan da sapı*tır. O, tıpkı bıraktığın zaman da dilini sarkıtıp soluyan, kovaladığın zaman da dilini sarkıtıp soluyan köpek gibidir, yüce Allah'ın şu buyruğu da bunu andırmaktadır: "Siz, bunları doğru yala çağırsanız size uymazlar. Onları ça-ğırsanız da, susmuş olsanız da size karşı (tavırları) birdir." Cel-A'raf, 7/193.)
el-Cevlıen der ki: Köpek, yorgunluktan, yahut susuzluktan dolayı dilini dışan çıkartacak olursa, denilir. Aynı şekilde insan da yorgunluktan bitkin düştüğü vakit, onun hakkında da bu tabir kullanıitr.
Yüce Allah'ın: "Üstüne varsan da dilini sarkıtıp soluyan" buyruğuna ge*lince; çünkü sen, köpeğe hamle yapacak olursan havlar ve geri dönüp ka*çar. Onu bırakacak olursan, bu sefer o senin üzerine gelmeye kalkışır ve hav*lar. İster senin üzerine gelirken, ister senden kaçıp giderken kendisini yorar. Böyle bir durumda ise, susuzluktan dolayı dilini dışarı çıkartıp soluma hali onda görülür.
et-Tirmizî el-Hakim de "Nevâdiru'l-Usul" adlı eserinde şöyle demektedir:
Böyle bir kimsenin yırtıcı hayvanlar arasında köpeğe benzetil iş sebebi, kö*peğin yüreksiz oluşundan dolayıdır. Onun dilini sarkıtarak soluması yürek-sizliğindendir. Diğer yırtıcı hayvanlar böyle değildir. Bundan dolayı onlar so*lumazlar. Köpeğin bu haline gelince; Adem (a.s) yer yüzüne indirilince, düş*man (şeytani onun bu haline sevindi, Bunun üzerine yırtıcı hayvanlara git*ti, o yırtıcı hayvanları Hz. Adem'in üzerine kışkırttı. Köpek yırtıcı hayvanlar arasında onun arkasından en hızlı koşanlardan olmuştu. Bunun üzerine Hz. Cebrail, Medyen'de Hz. Musa'ya verilen ve Allah'ın Hz. Musa'ya Firavun ve ileri gelenlerine karşı bir mucize olarak verdiği asayı indirdi. Bu asada bü*yük bir güç yaratılmıştı. Asa, cennette bulunan Mersin ağacındandı. Hz. Cebrail bunu, o gün Hz. Adem'e üzerine gelecek yırtıcı hayvanları onunla ko*valamak üzere vermiş ve rivayet olunduğuna göre ona, köpeğe yaklaşıp, eli*ni başı üzerine koymasını emretmiş idi. İşte bundan dolayı köpek Hz. Adem'e alışmış, fakat o asanın gücünden dolayı da yürekliliğini kaybetmiş*ti. Elini başının üzerine koyduğundan dolayı günümüze kadar Hz. Adem'e ve onun çocuklarına da alışmış ve böylelikle onun soyundan gelen Adem oğullarının koruyucularından birisi olmuştu. Eğitilip avcılık öğretilecek olur*sa, o da eğitilir ve kendisine öğretilenleri öğrenir. İşte yüce Allah'ın: "Allah'ın size öğrettiklerinden kendilerine öğreterek yetiştirdiğiniz..." (el-Mâide, 5/4) buyruğunda anlatılan budur.[31]
es-Süddî der ki: Bel'am, bundan sonra köpeğin dilini sarkıtıp soluması gi*bi dilini sarkıtıp solumaya başlamıştı.
Te'vil ilmini bilenlerin çoğunun görüşüne göre bu misal, kendisine Kur'ân verildiği halde gereğince amel etmeyen herkes hakkında umumidir. Bunun her münafık hakkında olduğu söylenmiş ise de birinci görüş daha sahihtir.
Mücalıİd, yüce Allah'ın: "Artık onun durumu üstüne varsan da dilini sar*kıtıp soluyan, kendi haline bırakırsan da dilini sarkıtıp soluyan bir kö*peğin durumuna benzer" buyruğu hakkında şöyle demiştir: Yanî sen, onun üzerine bineğinle, yahut ayağınla varacak olsan o dilini sarkıtıp solur, bıra*kacak olsan da aynı şekilde dilini sarkıtıp solur. İşte, Allah'ın Kitabını oku*yup ondaki hükümler gereğince amel etmeyenin durumu da böyledir.
Mücahid'den başkaları da der ki: Bu, en kötü bir benzetmedir. Çünkü o, böyle birisini nevasına kendisi adına lıiç bir zararı önleyemiyecek bir tevbe-yi sağlayamıyacak hale gelinceye kadar yenik düşmüştür, onu -üzerine ister varılsın, ister varılmasın- ebediyen dilini sarkıtıp soluyan bir köpeğe benzet*miştir. Böyle bîr köpek, hiçbir şekilde dilini sarkıtıp solumaktan kendisini alıkoyamaz.
Şöyle de denilmiştir: Korkmadığı kişiye öncelikle saldırıp korkutmak, fa*kat daha sonra da en değersiz bir şeyi ele geçirmesi karşılığında bu serkeş*liğinin sükûn bulması köpeğin düyundandır. Allah, köpeği dine dair husus*larda rüşveti kabul ederek sonunda Rabbinin âyetlerinden sıyrılıp uzaklaşan kimseye bir misal olarak vermiştir.
Buna göre âyet-i kerime, üzerinde dikkatle düşünen kimseye şunu gös*termektedir: Hiçbir kimsenin ne ameline, ne de ilmine aldanmaması gerekir. Zira kişi sonunun ne olacağını bilemez.
Ayrıca bu âyet-i kerime bir hakkı ortadan kaldırmak, yahut değiştirmek üzere rüşvet almanın yasakhğına delil teşkil etmektedir. Buna dair açıklama*lar, el-Maide Sûresi'nde (5/42. âyet, 2. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır.
Âyet-i kerime, -açıkladığı bir delili bulunması hali dışında- alim bir kim*senin taklid edilmesini de yasaklamaktadır. Çünkü Şanı yüce Allah, böyle bir kimseye âyetlerini verdiği halde, onun bu âyetlerden sıynhp uzaklaştığını ha*ber vermektedir. O bakımdan aynı durumun başkasının başına da gelebile*ceğinden korkulması ve hiçbir alimin, delilini açıklamadıkça sözünün kabul edilmemesi gerekir.
Yüce Allah'ın: "İşte âyetlerimizi yalanlayan toplulukların durumu bu*dur. Artık sen kıssayı anlat. Belki İyice düşünürler. Âyetlerimizi yalanla*yarak kendilerine zulmetmekte olanların durumu ne kötüdür" buyrukla*rı da bütün kâfirlere dair verilmiş bîr örnektir.
Yüce Allah'ın: "Olanların durumu ne kötüdür" buyruğu ile benzer olarak; o şey ne -çirkindir anlamında- ne kötüdür! de*nilir, Burada fiil lazımdır (geçişsizdir). Şeklinde de gelir. O vakit, bu haliyle de geçişli (müteaddi) olur. Yani, onların örnekleri ne kadar çirkin ve kötüdür. İfadenin takdiri ise, Bu kimselerin mi*sali, misal olarak ne kötüdür! şeklinde olup, muzaf hazfedilmiş ve temyiz ol*mak üzere; Misali, durumu kelimesi de nasbeditmiştir.
el-Ahfeş der ki: Burada mecazi olarak durum (mesel) kavmin kendisi gi*bi İfade edilmiştir. Halbuki; Kavim (mealde...lar) kelimesi mübtedâ olarak, yahut da bir mübtedâ takdiri ile merfu' olur. İfadenin takdiri de şöy*le olun Örnek olarak kötü olan örnek, o topluluğun misalidir. Ebu Alî de bu ifadeyi şöyle takdir etmiştir: Örnek olarak o toplumun örneği ne kadar kötüdür!
Âsim el-Cahderi ile el-A'meş, Kötü örnek o kavmin du*rumudur ki... diye; Örnek kelimesini, Ne kötüdür! dolayısıyla merfu' olarak okumuşlardı.
-KURTUBİ TEFSİRİ Araf suresi 175-177.ayetler tefsiri-
Kitap ehli Tevrat'tan öğrendikleri bir kıssayı zikretmektedir. Burada ken*disine "âyetlerin verildiği" kişinin tayini hususunda farklı görüşler vardır.
İbn Mes'üd ile İbn Abbas, bu kişinin Musa (a.s) döneminde yaşamış ve İs*rail oğullarından Bel'âm -Nâim de denilmektedir- b, Bâurâ olduğunu söyle*mişlerdir. Bu kişi baktığı vakit arşı görebilecek durumdaydı. İşte yüce Allah'ın: "Sen onlara âyetlerimizi verdiğimiz halde... kimsenin haberini oku" buy*ruğunda kastedilen odur.
Dikkat edilecek olursa "âyetimiz" denilmemiştir. Onun meclisinde söyle*diklerini yazan öğrencilere ail oniki bin mürekkep hokkası bulunurdu. Da*ha sonra bu kâinatın bir yaratıcısı olmadığına dair ilk kitap yazan kişi nok*tasına kadar geldi. Malik b. Dinar der ki: Bel'âm b. Bâurâ, imana davet et*mek üzere Medyen kiralına gönderildi. Medyen kiralı da ona birçok bağış*larda bulundu, iktalar verdi, onun dinine tabi olup, Hz. Musa'nın dinini de terk etti. işte bu âyet-i kerimeler onun hakkında nazil olmuştu.
el-Mu'temir b. Süleyman ise babasından şöyle dediğini nakletmektedir: Bel'âm'a peygamberlik verilmişti. Bel'âm duası kabul edilir bir kimse idi.[27] Musa, zorbalarla döğüşmek üzere İsrailoğulları ile birlikte gelince, bu zor*balar Bel'âm b. Baura'dan Hz. Musa'ya beddua etmesini istediler. O da Hz. Musa'ya beddua etmek İsteyince, dili kendi adamlarına bedduaya döner ol*du. Bu husus kendisine söylenince, bu sefer: Duyduğunuz sözlerden başka*sını söylemeye gücüm yetmiyor dedi ve dili göğsüne kadar sarktı. Bunun üze*rine: Arlık dünya da ah/ret de elimden gitti. Geriye hile, aldatma ve tuzak*lardan başka elimde birşey kalmadı. Sizin için bazı hilekârlıklar yapacağım. Benim görüşüm odur ki, kızlarınız) onlara karşı çıkartınız. Şüphesiz Allah zi*naya buğz eder. Eğer bu işi yapacak olurlarsa onlar da helak olup giderler. Bel'âm'ın dediklerini yaptılar. İsrailoğullan zinaya başladı. Yüce Allah da üzer*lerine taunu gönderdi. Onlardan yetmiş bin kişi Öldü. Bu rivayeti tamamiy-le es-Sa'lebî ve başkaları zikretmiş bulunmaktadır.
Yine rivayet edildiğine göre Bel'âm b. Bâurâ Hz. Musa'nın zorbaların şeh*rine girmemesi için dua etti. Onun duası kabul olundu ve Hz. Musa Tiîı'de kaldı. Bunun üzerine Hz. Musa şöyle dedi: Rabbim, biz hangi günalı sebe*biyle Tih'de kaldık? Yüce Allah, Bel'âm'ın bedduası sebebiyle deyince, Hz. Musa şöyle dedi: Rabbim, onun bana bedduasını kabul buyurduğun gibi be*nim de ona bedduamı kabul buyur. Sonra da Hz. Musa yüce Allah'ın ismi azam bilgisini ondan alması için dua etti. Yüce Allah da BeFâm'ı içinde bu*lunduğu halden sıyırıp aldı.
Ebu Hamid el-Ğazzâlî de "Minhâcü'l-Ârifln" adlı eserinin son bölümle*rinde şöyle demektedir: Ariflerden kimisini şöyle derken dinledim: Pey*gamberlerden birisi, yüce Allah'a Bel'âm'ın durumu ve kendisine verilen bun*ca âyet ve kerametten sonra neden kovulduğunu sordu. Yüce Atlah şöyle bu*yurdu: Bir gün dahi Bana verdiklerime karşılık şükretmedi. Eğer bütün bun*lardan sonra bir defa olsun şükretmiş olsaydı ona verdiklerimi almazdım.
ikrime de şöyle demektedir: Bel'am peygamber idi ve ona kitap verilmiş*ti. Mücahid de şöyle demiştir: Bel'am'a peygamberlik verilmişti. Kavmi ona susması mukabilinde rüşvet vermişti. O da bu dediklerini yapmış ve bulun*dukları halde onları bırakmıştı.
e!-Maverdî ise şöyle demektedir: Ancak, bu doğru olamaz. Çünkü yüce Al*lah, taatini terkedip masiyetine yonelmeyeceğinİ bildiği kimselerden başka*sını peygamber olarak seçmez,
Abdullah b. Arar b. el-Âs ile Zeyd b. Eşlem ise şöyle derler: Bu âyet-İ ke*rime Sakifli Umeyye b. Ebi's-Salt hakkında inmiştir. O, daha önce indirilmiş kitapları okumuş, yüce Allah'ın da o dönemlerde bir peygamber gönderece*ğini öğrenmiş, gönderilecek bu peygamberin kendisi olmasını temenni etmiş*ti. Fakat yüce Allah Muhammed (sav)'ı peygamber olarak gönderince onu kıs*kanmış ve onu inkâr etmişti. İşte Rasulullah (sav)'ın kendisi hakkında: "Şi*iri ile iman etmiş, fakat kalbiyle kâfir olmuştur"[28] dediği kişi odur.
Said b. el-Müseyyeb de der ki: Bu âyet-i kerime Ebu Âmir b. Sayfî hak*kında nazil olmuştur. Bu kişi cahiliye döneminde rahiplerin giyindikleri kıl*dan elbiseler giyerdi. Ancak, Peygamber CsavVın peygamberliğini inkâr etti. Şöyle ki; Medine'de Peygamber (sav)'ın huzuruna girip şöyle dedi; Ey Mu*hammed, senin bu getirdiğin şey nedir? Hz. Peygamber: "Ben, İbrahim'in di*nini, hanif dinini getirdim." O; ben de o din üzereyim deyince, Peygamber (sav) şöyle buyurdu: "Hayır, sen hanif dini üzere değilsin. Çünkü sen, ona o dinde olmayan şeyleri sokmuş bulunuyorsun." Bunun üzerine Ebu Âmir şöyle dedi: Bizden kim yalan söylüyorsa Allah onu kovalanmış, kovulmuş ve tek başına canını alsın. Bunun üzerine Peygamber (sav) da: "Öyle olsun. Al*lah, bizden kim yalan söylüyorsa dediğin şekilde onun canını alsın." O, bu sözleri söylerken Rasulullah (savVın Mekke'den çıkışına işaret etmek istiyor*du. Ebu Âmir de Şam'a çıkıp gitti, Kayser'e uğrayıp, münafıklara da şunu yaz*dı: Haydi hazırlıklarınızı yapınız. Ben, Kayser'in yanından size Muhammed'i Medine'den çıkartmak üzere bir ordu ile geleceğim. Ancak, Şam'da tek başına Öldü. îşter "Zarar vermek için... ve Allah'a ve Rasulüne harp açan kimseye de bekleyip gözetlemek için bir mescid edinenler..." (et-Tevbe, 9/107) âyeti onun hakkında nazil olmuştur ki, ileride et-Tevbe Sûresi'nde (be*lirtilen âyetin tefsiri 1. başlıkta) gelecektir.
İbn Abbas da bir rivayette şöyle demektedir: Bu âyet-i kerime yaptığı tak*dirde kabul olunan, üç tane duası olan bir kimse hakkında nazil olmuştur. Bu kişinin "el-Besus" adında bir hanımı vardı, bundan da bir oğlu olmuştu. Hanımı, senin kabul olunan üç duandan birisini bana ayır deyince, adam bi*risi senin için olsun, ne emredersin diye sorunca, hanımı şöyle demiş: Allah'a, beni, İsrailoğullan arasında en güzel kadın haline getirmesi için dua et, de*di. İsrailoğullan arasında kendisi kadar güzel bir kadın olmadığını anlayın*ca kocasından yüz çevirdi. O da bu sefer yüce Allah'a onu havlayan bir kö*pek haline dönüştürmesi için dua etti. Böylelikle o kadın hakkında iki du*ası gitti. Bunun üzerine kadının çocukları gelip şöyle dediler: Bizim bu işe tahammülümüz yok. Annemiz bir köpek oldu. Herkes ondan dolayı bizi ayıp*lamaktadır. Haydi, Allah'a önceki haline onu döndürmesi için dua et, dedi*ler. O da dua etti, yine eski haline döndü. Böylelikle üç duası da o kadın hak*kında gitmiş oldu. Ancak bilinci görüş daha meşhur ve çoğunluğun kabul et*tiği görüştür.
Ubade b. es-Samit der ki: Bu âyet-i kerime Kureyş hakkında inmiştir. Al*lah, kendilerine Muhammed (sav)'a indirmiş olduğu âyetlerini verdiği halde, onlar o âyetlerden sıyrılıp çıktılar ve onları kabul etmediler. îbn Abbas der ki: BeFam, zorbaların şehrinden idi. Yemenli olduğu da söylenmiştir.
"Onlardan sıyrılıp çıkmış" yanî, yüce Allah'ı bilmekten uzaklaşmıştı. Ya*ni, Allah ondan bilmiş olduğu ilimleri çekip almıştı. Hadis-i şerifte Peygam*ber (say)'ın söyle buyurduğu nakledilmektedir: "İlim iki türlüdür. Kimi ilim kalptedir. İşte fayda veren ilim odur. Kimi İlim de dil üzerindedir. İşte yüce Allah'ın Adem oğluna karşı delili de budur."[29]
İşte, Bel'am ve benzerlerinin ilmi de bu kabildendir. Böyle bir ilimden Al*lah'a sığınır ve bize hakka ulaşma muvaffakiyetini ve tahkik üzere ölmeyi lüt*fetmesini dileriz.
Sıyrılıp çıkmak (el-İnsilâlı); çıkmak anlamındadır. Yılan gömlek (deri) de*ğiştirdiği vakit bu kökten gelen fiil kullanılır. Bunun, kalbedilmiş ifadelerden olduğu da söylenmiştir. Yani, âyetler ondan sıyrılıp çıkmıştır.
"Şeytanın kendisine uydurduğu" yani, şeytanın kendisine eriştiği kim*se demektir. Mesela; "Kavme yetiştim" anlamındadır,
Bu âyetin yahudiler ve lı iristi yanlar hakkında indiği de söylenmiştir. On*lar Muhammed (sav)'in peygamber olarak gelmesini bekleyip durdular, ama sonra onu inkâr ederek kâfir oldular. [30]
176. Eğer dileseydik, onu bunlar sebebiyle yükseltirdik. Fakat o ye*re mıhlandı ve nevasına uydu. Artık onun durumu, üstüne varsan da dilini sarkıtıp soluyan, kendi haline bırakırsan da yine dilini uzatıp soluyan bir köpeğin durumuna benzer. İşte âyetlerimizi yalanlayan toplulukların durumu budur. Artık sen kıssayı anlat. Belki iyice düşünürler.
177. Âyetlerimizi yalanlayarak kendilerine zulmetmekte olanla*rın durumu ne kötüdür!
"Eğer dileseydik onu bunlar sebebiyle" yani, bu âyetlerle amel etmesi suretiyle "yükseltirdik."
Burada kastedilen kişi Bel'am'dır. Yani, Biz dilemiş olsaydık isyan etme*den önce onun canını alır ve cennete yükseltirdik. "Fakat o, yere mıhlandı."
İbn Cübeyr'le es-Süddî'den rivayete göre yere meyletti. Mücahid ise, ona mey*lederek huzur buldu. Yani, yerin lezzetlerine meyletti, orada huzuru aradı.
"Mıhlanmak" asıl anlamı itibariyle bir yerden ayrılmamak anla*mındadır. Bir kimse bir yerde ikamet edip oradan ayrılmayacak olursa, denilir. Şair Züheyr der ki:
el-Ğarkad'da bulunan ve senin uğradığın diyarlar kimlerindir?
Suyun üzerinden aktığı yerinden ayrılmayan kalıcı sert taştaki yazı gibi."
Sanki bu buyrukta kastedilen anlam: O, yerin lezzetlerine bağlandı da on*lardan ayrılmadı şeklinde olduğundan "yere mıhlandı" ifadesi kullanıldı. Çün*kü dünya metaı yerin üzerindedir.
"Ve nevasına uydu" yani, şeytanın kendisine süslediklerinin ardından git*ti. Onun hevâsmın kâfirlerle birlikte olduğu söylendiği gibi; hanımının rıza*sına uydu diye de açıklanmıştır. Çünkü hanımı birtakım malları elde etme ar*zusuna kapılmıştı. O bakımdan onu Hz. Musa'ya beddua etmeye mecbur et*mişti.
"Artık onun durumu... bir köpeğin durumuna benzer" buyruğu müp-teda ve haberdir. "Üstüne varsan da dilini sarkıtıp soluyan" buyruğu da şart ve cevaptır. Ve bu, ha! mahallindedir. Yani o, dilini sarkıtarak soluyan köpe*ğe benzer. Buyruğun anlamı şudur: O, tek bir isi devam ettirir, gider ve hiç-bİr masiyetten korkup çekinmez. Bu durumuyla o, köpeğe benzer. Çünkü kö*pek, her halükârda diiini sarkıtıp solur. İster onu kov, ister kovma. O yine böyledir.
İbn Cüreyc der ki: Köpek, yüreksiz bîr hayvandır. Onun üzerine gitsen de dilini sarkıtıp solur, bıraksan da dilini sarkılıp solur. İşte hidayeti terk ede*nin hali de böyledir. O korkaktır, yüreksizdir.
el-Kuteybî der ki: Dilini sarkıtıp soluyan herşey, ya çokça bitkin düştü*ğünden, yahut da susuz kaldığından dilini sarkıtıp solur. Ancak köpek böy*le değildir. O, yorgun ve bitkin halde iken de dilini sarkıtıp solur, rahatken de, hasta iken de, sağlıklı iken de, suya kanmışken de, susuzken de hep böy*le yapar. Allah onu âyetlerini yalanlayan kimselere misal vermiş ve şöyle bu*yurmuştur: Sen, böyle birisine öğüt versen de sapılır, onu bıraksan da sapı*tır. O, tıpkı bıraktığın zaman da dilini sarkıtıp soluyan, kovaladığın zaman da dilini sarkıtıp soluyan köpek gibidir, yüce Allah'ın şu buyruğu da bunu andırmaktadır: "Siz, bunları doğru yala çağırsanız size uymazlar. Onları ça-ğırsanız da, susmuş olsanız da size karşı (tavırları) birdir." Cel-A'raf, 7/193.)
el-Cevlıen der ki: Köpek, yorgunluktan, yahut susuzluktan dolayı dilini dışan çıkartacak olursa, denilir. Aynı şekilde insan da yorgunluktan bitkin düştüğü vakit, onun hakkında da bu tabir kullanıitr.
Yüce Allah'ın: "Üstüne varsan da dilini sarkıtıp soluyan" buyruğuna ge*lince; çünkü sen, köpeğe hamle yapacak olursan havlar ve geri dönüp ka*çar. Onu bırakacak olursan, bu sefer o senin üzerine gelmeye kalkışır ve hav*lar. İster senin üzerine gelirken, ister senden kaçıp giderken kendisini yorar. Böyle bir durumda ise, susuzluktan dolayı dilini dışarı çıkartıp soluma hali onda görülür.
et-Tirmizî el-Hakim de "Nevâdiru'l-Usul" adlı eserinde şöyle demektedir:
Böyle bir kimsenin yırtıcı hayvanlar arasında köpeğe benzetil iş sebebi, kö*peğin yüreksiz oluşundan dolayıdır. Onun dilini sarkıtarak soluması yürek-sizliğindendir. Diğer yırtıcı hayvanlar böyle değildir. Bundan dolayı onlar so*lumazlar. Köpeğin bu haline gelince; Adem (a.s) yer yüzüne indirilince, düş*man (şeytani onun bu haline sevindi, Bunun üzerine yırtıcı hayvanlara git*ti, o yırtıcı hayvanları Hz. Adem'in üzerine kışkırttı. Köpek yırtıcı hayvanlar arasında onun arkasından en hızlı koşanlardan olmuştu. Bunun üzerine Hz. Cebrail, Medyen'de Hz. Musa'ya verilen ve Allah'ın Hz. Musa'ya Firavun ve ileri gelenlerine karşı bir mucize olarak verdiği asayı indirdi. Bu asada bü*yük bir güç yaratılmıştı. Asa, cennette bulunan Mersin ağacındandı. Hz. Cebrail bunu, o gün Hz. Adem'e üzerine gelecek yırtıcı hayvanları onunla ko*valamak üzere vermiş ve rivayet olunduğuna göre ona, köpeğe yaklaşıp, eli*ni başı üzerine koymasını emretmiş idi. İşte bundan dolayı köpek Hz. Adem'e alışmış, fakat o asanın gücünden dolayı da yürekliliğini kaybetmiş*ti. Elini başının üzerine koyduğundan dolayı günümüze kadar Hz. Adem'e ve onun çocuklarına da alışmış ve böylelikle onun soyundan gelen Adem oğullarının koruyucularından birisi olmuştu. Eğitilip avcılık öğretilecek olur*sa, o da eğitilir ve kendisine öğretilenleri öğrenir. İşte yüce Allah'ın: "Allah'ın size öğrettiklerinden kendilerine öğreterek yetiştirdiğiniz..." (el-Mâide, 5/4) buyruğunda anlatılan budur.[31]
es-Süddî der ki: Bel'am, bundan sonra köpeğin dilini sarkıtıp soluması gi*bi dilini sarkıtıp solumaya başlamıştı.
Te'vil ilmini bilenlerin çoğunun görüşüne göre bu misal, kendisine Kur'ân verildiği halde gereğince amel etmeyen herkes hakkında umumidir. Bunun her münafık hakkında olduğu söylenmiş ise de birinci görüş daha sahihtir.
Mücalıİd, yüce Allah'ın: "Artık onun durumu üstüne varsan da dilini sar*kıtıp soluyan, kendi haline bırakırsan da dilini sarkıtıp soluyan bir kö*peğin durumuna benzer" buyruğu hakkında şöyle demiştir: Yanî sen, onun üzerine bineğinle, yahut ayağınla varacak olsan o dilini sarkıtıp solur, bıra*kacak olsan da aynı şekilde dilini sarkıtıp solur. İşte, Allah'ın Kitabını oku*yup ondaki hükümler gereğince amel etmeyenin durumu da böyledir.
Mücahid'den başkaları da der ki: Bu, en kötü bir benzetmedir. Çünkü o, böyle birisini nevasına kendisi adına lıiç bir zararı önleyemiyecek bir tevbe-yi sağlayamıyacak hale gelinceye kadar yenik düşmüştür, onu -üzerine ister varılsın, ister varılmasın- ebediyen dilini sarkıtıp soluyan bir köpeğe benzet*miştir. Böyle bîr köpek, hiçbir şekilde dilini sarkıtıp solumaktan kendisini alıkoyamaz.
Şöyle de denilmiştir: Korkmadığı kişiye öncelikle saldırıp korkutmak, fa*kat daha sonra da en değersiz bir şeyi ele geçirmesi karşılığında bu serkeş*liğinin sükûn bulması köpeğin düyundandır. Allah, köpeği dine dair husus*larda rüşveti kabul ederek sonunda Rabbinin âyetlerinden sıyrılıp uzaklaşan kimseye bir misal olarak vermiştir.
Buna göre âyet-i kerime, üzerinde dikkatle düşünen kimseye şunu gös*termektedir: Hiçbir kimsenin ne ameline, ne de ilmine aldanmaması gerekir. Zira kişi sonunun ne olacağını bilemez.
Ayrıca bu âyet-i kerime bir hakkı ortadan kaldırmak, yahut değiştirmek üzere rüşvet almanın yasakhğına delil teşkil etmektedir. Buna dair açıklama*lar, el-Maide Sûresi'nde (5/42. âyet, 2. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır.
Âyet-i kerime, -açıkladığı bir delili bulunması hali dışında- alim bir kim*senin taklid edilmesini de yasaklamaktadır. Çünkü Şanı yüce Allah, böyle bir kimseye âyetlerini verdiği halde, onun bu âyetlerden sıynhp uzaklaştığını ha*ber vermektedir. O bakımdan aynı durumun başkasının başına da gelebile*ceğinden korkulması ve hiçbir alimin, delilini açıklamadıkça sözünün kabul edilmemesi gerekir.
Yüce Allah'ın: "İşte âyetlerimizi yalanlayan toplulukların durumu bu*dur. Artık sen kıssayı anlat. Belki İyice düşünürler. Âyetlerimizi yalanla*yarak kendilerine zulmetmekte olanların durumu ne kötüdür" buyrukla*rı da bütün kâfirlere dair verilmiş bîr örnektir.
Yüce Allah'ın: "Olanların durumu ne kötüdür" buyruğu ile benzer olarak; o şey ne -çirkindir anlamında- ne kötüdür! de*nilir, Burada fiil lazımdır (geçişsizdir). Şeklinde de gelir. O vakit, bu haliyle de geçişli (müteaddi) olur. Yani, onların örnekleri ne kadar çirkin ve kötüdür. İfadenin takdiri ise, Bu kimselerin mi*sali, misal olarak ne kötüdür! şeklinde olup, muzaf hazfedilmiş ve temyiz ol*mak üzere; Misali, durumu kelimesi de nasbeditmiştir.
el-Ahfeş der ki: Burada mecazi olarak durum (mesel) kavmin kendisi gi*bi İfade edilmiştir. Halbuki; Kavim (mealde...lar) kelimesi mübtedâ olarak, yahut da bir mübtedâ takdiri ile merfu' olur. İfadenin takdiri de şöy*le olun Örnek olarak kötü olan örnek, o topluluğun misalidir. Ebu Alî de bu ifadeyi şöyle takdir etmiştir: Örnek olarak o toplumun örneği ne kadar kötüdür!
Âsim el-Cahderi ile el-A'meş, Kötü örnek o kavmin du*rumudur ki... diye; Örnek kelimesini, Ne kötüdür! dolayısıyla merfu' olarak okumuşlardı.
-KURTUBİ TEFSİRİ Araf suresi 175-177.ayetler tefsiri-