Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Beklenen Müceddid İmam-ı Rabbanî (1 Kullanıcı)

Dizayn

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
8 Nis 2006
Mesajlar
83
Tepki puanı
0
Puanları
56
mavi_acan_cicek.gif


Hicri bin yılları... Yer: Hindistan... Rakiplerini bertaraf ederek iktidar koltuğuna oturan Moğol asıllı Ekber Şah, makamının adamı değildir, dediğini yaptırdıkça şımarmaya başlar. Peşi sıra koşan muhafızlara, el oğuşturup duran vezirlere aldanır şirazeden çıkar. Bakar itiraz eden yok, haddini aşar. Sığ bilgisi ve düz mantığı ile insanların itikatlarına müdahaleye kalkar. Yörede ne kadar inanç varsa (Budizm, Hristiyanlık, Zerdüşt) hepsinden biraz alır, 'Din-i İlahi' adında bir 'çorba' yapar. Bu uyduruk dini devlet gücüyle yaymaya başlar.

İşin garip yanı söylediklerine kendi de inanmaz, Agra yakınlarında kurduğu hususi şehirde (Fatehpur Sikri) beş bin kadınla birlikte yaşar. Saray Hint dilberlerinin akınına uğradıkça hepten putperestliğe kayar. Yörede asırlardır ferman okutan Türkleri hasım edinir, samimi Müslümanları izler, fişler, devlet kademelerinden uzak tutar. Yetmez birkaç gök gözlü sarışın uğruna İngilizleri Hindistan'a sokar ve Hindistan'a en büyük kötülüğü yapar. Britanyalılar Kalküta'da koloni kurar, kendilerine bahşolunan imtiyazları dolu dolu kullanırlar. Ayaklarını sağlam bastıkça zulümleri artar, sırf İngiliz tekstil ürünleriyle rekabet edemesinler diye 40 bin yerli dokumacının kollarını koparırlar.

Kasvetli yıllar...
'Din-i İlahi'de abdest, namaz yoktur, zekat, sadaka tanımazlar. Mecusiler gibi ateşe tapar, Hindular gibi tenasühe inanırlar. Buda'nın heykelleri ile sözde 'Meryem Ana' tasvirlerini yan yana koyar, kâh portakal renkli bezlere bürünür, kâh istavroz çıkarırlar. Faiz alır, alkol kullanır, çalar oynar, ne melanet varsa yaparlar. Erkekler de kadınlar gibi ziynet takar, allı morlu ipekliler kuşanırlar. Haşa uşaklarına 'Ahmed, Mahmud, Muhammed' gibi isimler takar, onları azarlamaktan büyük keyif alırlar.
Ekber Şah'ın fetvacıbaşısı Ebu'l Fadl süzme bir sahtekârdır. Hükümdarın abuk laflarında bile derinlik arar. Şahını 'Sicil' adını verdiği bir lâyiha ile 'masum' ilân eder, ona dilediğini yapabilme ve kural koyabilme hakkı bağışlar. Paraların üzerinde 'Allahuekber' lafzı basılır ama yalaka çılalar (din-i ilahi mensupları) -haşa- 'Allah Ekber' diye okurlar.
Böyle bir hengamede bid'atlerin nasıl yayılacağını düşünebiliyor musunuz? Müminler zifiri karanlığı delecek ve def edecek bir ışık bekler, müceddidi elf-i sani (ikinci bin yılın yenileyicisi) ile kucaklaşacakları günün hasretiyle yanarlar.

Nurlu çocuk
Azıcık gerilere gidelim...
Hazret-i Ömer evladından Derviş Abdülehad, din ve fen ilimlerinde mahir, tasavvufta makam sahibi bir gençtir. Diyar diyar dolanıp hizmet kovaladığı günlerden birinde Skendere'ye uğrar. Burada birbirinden güzel vaazlar verir, sımsıcak dostluklar kurar. Zikrolunan kasabada asil, abide, saliha bir kadıncağız vardır, bu genç vaizin hal ehli olduğunu anlar. Ona kucağında büyütüp yetiştirdiği, iffetli, ismetli, din gayretli kardeşini vermeyi çok arzular. Abdülehad Efendi teklifin samimiyetinden şüphe duymaz. İşte bu temiz izdivaçtan Ahmed (İmâm-ı Rabbânî) gibi bir nur topu doğar (H.971-Kanunili yıllar).
Ancak şirin çocuk henüz beşikteyken bir hastalığa tutulur, anası da babası da salihdir, naha şuracıkları sızlasa da boyun büker, tevekküllerini bozmazlar. Hiç değilse son nefesinde başında olmak için nöbet tutar; uykuyu istirahati unuturlar. Bir ara akıllarına Kadirî büyüklerinden Şâh Kemâl Kihtelî'nin duasını almak gelir, gider kapısını çalarlar. Büyük velî, Ahmed Faruk'u bağrına basar, ebeveynine 'hiç üzülmeyin' der, 'bu çocuk çok yaşayacak, ilmiyle âmil bir âlim ve eşsiz bir velî olacak...' Sonra nurlu bebeğin yumuk ellerinden tutar, ufacık bir buse kondururlar. İşte o günden sonra Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin feyzi bereketiyle dolar dolar taşar.

Siyalkut'un yakutu
Ahmed ilk derslerini babasından alır. Küçük yaşta Kur'ân-ı kerîmi ezberler, bülbül gibi şakımaya başlar. Farsça'ya zaten aşinadır, Arapça'yı da kısa zamanda söker, akranlarının hecelediği kitapları ezberlemeye başlar.
O günlerde yörenin kültür merkezi Siyalkut şehridir. O da Siyalkut'a koşar, Mevlânâ Kemâleddîn, İbnu'l-Haceri'l-Mekkî, Abdurrahman bin Fihri, Şeyh Yâkûb-ı Keşmîrî ve Kâdı Behlûl-i Bedahşânî gibi âlimlerin önünde diz kırar. Tedrisatı vaktinden evvel tamamlar, henüz 17 yaşında iken icazet almadığı ilim kalmaz.
Onu nesebinden ötürü 'Fârûkî' (Hazret-i Ömer'in 29'uncu torunudur), doğduğu yere nisbetle, 'Serhendî' diye tanırlar. Serhend 'aslan yuvası' demektir, bir zamanlar civarda siyah aslanlar yaşar...
Ahmed Faruk Serhendî'nin sözleri berrak ve akıcıdır, az kelimeyle çok şey anlatır. Fesahatine ve belâgatine edipler bile yaklaşamaz, derin satırlarına, içli beyitlerine hayran olurlar. Uzun boyludur, buğday benizlidir, inci dişlidir... Gözlerinin beyazı bembeyazdır, siyahı tam siyah... Sonra o hilal kaşlar...
İç rahatlatan bir tebessüm, düğme ilikleten vakar...

Neye niyet...
Serhendli Ahmed zaman zaman Kâdîrî ve Çeştî ehlinin sohbetlerine katılır, tasavvufun tadına varır. Ancak gönlünde Ahrâriyye (Nakşibendi) büyüklerinden birine talebe olmak yatar.
Babasının vefâtından sonra, hacca gitmek üzere yola çıkar. Delhi'de beş on dakikalığına Bâkî Billah hazretlerinin dergâhına uğrar. Ne zaman ki huzûra alınır, kalbi nûrla dolar. Büyük velî onu mıknatıs gibi çeker, ufkunu açar. Artık Allah aşkı ile yanıp tutuşur, Kâbe'den ziyade Kâbe'nin sâhibini arzular.
Bunlar elbette tesadüf değildir, zira Hacegî Muhammed Emkenegî hazretleri yıllar evvel halifesi Bâkî Billah'ı Delhi'ye yollar ve 'Ahmed Faruk'u bul, yetiştir' diye emir buyururlar. İki velînin buluşması denizlerin kavuşmasını andırır, İmam-ı Rabbani şeyhine bağlılıkta, gassal (cenaze yıkayıcı) önündeki ölü gibi olur, Bâkî Billah hazretleri ise talebesine yağan feyizden nasipdâr olmaya bakar...

Ahmet Sırrı Arvas
 

emine364

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
12 Nis 2007
Mesajlar
318
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
38
Konum
İSTANBUL
RE: Beklenen Müceddid İmam-ı Rabbanî

EMEĞİNE SAĞLIK
HAYIRLI GÜNLER
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt