Gülüşü Yaralı
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 6 Şub 2008
- Mesajlar
- 5,741
- Tepki puanı
- 3
- Puanları
- 0
- Yaş
- 39
- Konum
- ha bura :)
- Web Sitesi
- www.facebook.com
Sabri OKUR
Bediüzzaman Said Nursi'nin akrabası Sabri Okur, Üstad'a ait önemli hatıralarını anlattı. İşte Bediüzzaman'la ilgili ilginç anektodlar..
1975’te Nurs’ta doğan Sabri Okur, ilk ve ortaokulu Hizan’da tamamlar. Bitlis’te İman Hatip Okuluna kaydolur, ilk dönemi Bitlis’te ikinci dönemi ise Siirt’te tamamlar. Mezun olunca Aynı yıl 1993’te Hizan’a ailesinin yanına döner.
Bediüzzaman’ın talebelerinden Mustafa Sungur’un teşviki ile İstanbul’a gelir ve orada üniversiteye hazırlanmak niyetiyle dershanede kalmaya başlar.
“Üniversiteye gidersem Mustafa Sungur ağabeyden ayrılmak zorunda kalırım sonra da işe girerim, çoluk çocuğa karışırım bu fırsat elimden kaçar” düşüncesi ile Üniversiteye gitmez.
Ve o gün bugündür çoğu zaman Mustafa Sungur ağabey ile beraber 16 yıl geçirir. Hala da Mustafa Sungur ağabeyin yanında ona ve Risale-i Nura hizmetle meşguldür.
Bunu şöyle ifade eder: “Bu süre içinde (bir iki seyahati hariç) Sungur abinin tüm seyahatlerine katıldım. Son dönemlerde daha çok yurt dışı seyahatleri oluyor. Birlikte gidiyoruz. O nerede ben orada...”
BEDİÜZZAMANLA AMCAZADEYİZ
Okur soyadı bize Bediüzzaman’ı hatırlatıyor. Akrabanız mı?
Nurs’taki akrabalarımıza “Okur” soyadı verildiğinde Üstad’a da bu soyadı veriliyor. Yani, biz akrabayız. Ya önce Üstad’a verilmiş daha sonra bize verilmiş veya önce bizim köydekilere verilmiş daha sonra Üstada verilmiş. Çünkü, Üstad o dönemde batıda yaşıyor. O nedenle kime önce verilmiş bilemiyorum.
Biraz Okur ailesinden bahseder misin?
Nurs köyünde üç mahalle var. Aynı zamanda bu üç değişik aile demektir. Bu üç mahallede oturanlardan iki aile dışarıdan gelmiş. Bizim aile ise oranın ilk ailesidir. Yani o köyü kuran aile bizim ailedir. Belki biz de dışarıdan gelmişiz ama ilk o köyü kuran bizim ailemizdir. İşte bu ailenin tüm fertleri Üstadın dedesinde birleşiyor. Yani biz de Üstad ile dedesi seviyesinde birleşiyoruz. Üstad ile akrabayız.
Üstadın babasının adı Mirza (sofi), onun babasının adı Ali’dir. Ali aynı zamanda benim dedemin dedesidir. Yani biz Üstadın amcazadesiyiz. Amcasının torunlarıyız.
Üstadımıza kadar Nurs ve civarı köyler ilim yuvası imiş. Mesela Risale-i Nur’da Gavsi Hizan lakabıyla geçen (Asıl adı Seyyit Sıbğatullah’tır) o büyük zat bizim o yörenin bir insanı. Onun Oğlu Seyyit Nur MUHAMMED, Üstadımız onun yanında bir müddet tahsil görmüş.
ÜSTADIN 2 YAŞINDAKİ HATIRASI
Üstadın çocukluğundan başlayalım isterseniz?
Olur daha iyi olur. Üstadımız Nurs’ta güzel bir bahar mevsiminde dünyaya geliyor. Bütün çocuklardan farklı olarak gözlerini ağlamadan hayata, hayretle açıyor. Bir nevi tefekkür eder şekilde. İki üç yaşlarındayken de pencereden ayrılmadığı söyleniyor. Devamlı olarak ağaçları, bahçeleri ve bahçe içindeki, çiçekleri ve kuşları seyretmek istiyor. O nedenle de devamlı olarak pencereye çıkıyor.
O zaman anne ve babası da aşağı düşmesin diye sürekli takip ediyor. Pencerenin yeri yüksek olmasından düşer korkusu ile almak isteseler de o bir türlü oradan uzaklaşmazmış.
Bir defasında Sungur abi anlatmıştı:
“Bir gün biz Üstad ile bir ağacın altında otururken baktık ağaçtan bir yaprak koptu yere düşünceye kadar dikkatle o yaprağa baktı ve bizim dikkatimizi o yaprağa çevirerek: “Ben iki yaşımdayken” dedi. “Anam tandırda ekmek pişiriyordu o esnada baktım ağaçtan bir yaprak koptu ve yere düştü, şimdi dikkat ediyorum bu yaprak o yaprağa benziyor” demişti. Ve bize daha iki yaşındayken Sanat-ı İlahiyeyi ne kadar dikkatle takip ettiğini anlatmıştı.”
Nurs konumu itibariyle iki dağın arasında, vadi içerisinde bir köy. O nedenle bahar aylarında şiddetli yağmur yağması durumunda, dağ tepelerinde erimemiş karların biranda erimesi sonucu taşkına neden oluyor. Çoğu zaman bu taşkın köyün içinden geçen dere üzerindeki köprüyü alıp götürüyor. Şayet köprü üzerinde veya dereye yakın bir yerde biri varsa dikkat etmezse bu ani gelen sel onu da alıp götürür. Hatta sanırım Üstadın kız kardeşi Dürriye de bu sele kapılanlardan, yani boğularak şehit olmuş. Nurs’un bu durumu anlatacağım hikaye ile ilgili olduğundan önemli diye anlattım.
“ANA KORKMA SAİD YANINDADIR”
Bu anlatacağım hikâyeyi bana bugün hala hayatta olan bir halam var ondan naklediyorum. O da bu hikâyeyi kendi kaynanasından naklediyor. Gelin gittiğinde kaynanası çok yaşlı bir kadın, Nuriye (Üstadın annesi) hanıma da arkadaşlık yapmış o şunları anlatmıştı.
(Kaynanası, Bediüzzaman Said Nursi'nin Annesi Nuriye Hanım'ın arkadaşı olan Hanımefendi)
“Nuriye hanımla biz bir bahar günü pancar toplamaya gitmiştik. Said o zaman dört beş yaşlarında onu da yanında getirmişti. Hava biraz bulutlu olduğundan Nuriye Hanım bir ara tedirgin oludu. Yağmur yağarsa taşkın olur köprü yıkılır ve biz orada mahsur kalacağız diye telaş etmişti.
O bunu söyleyince baktım o küçük Said döndü dedi “Anne korkma Said yanınızdadır. Hiç bir şey olmaz.” O ne kadar tekrar etse Said de aynı şeyi tekrar ediyor. “Anne korkma Said yanınızdadır.” diye cevap veriyordu.” Hakikaten onun dediği çıktı ve biz o gün çok kolay bir şekilde köye dönmüştük.
Yine onu anlatan köylülerin dikkatini çeken bir özelliği de Üstad 5-6 yaşlarına girdiğinde artık köyde fazla durmuyormuş, aynen ileri yaşlarında olduğu gibi sürekli dağlara çıkıyor ve dağ tepelerinde dolaşıyormuş. Hatta bu durumundan dolayı cinlerle irtibatı olduğunu sanıyorlarmış. Hiç korkmadan dağlarda dolaşınca hatta bazen dağlarda geceyi de geçirince böyle bir dedikodu yayılmış Nurs köyünde.
Yine bir gün dedem anlatıyordu:
“Ben Üstadı görmemiştim ama Üstadın babasını görmüştüm. O zaman Hanımı vefat etmişti. O nedenle annem ona yemek gönderirdi.
Evde ne yemek pişse bir tabak doldurur bana verir ben de ona götürürdüm. Sofi Mirza daima evde sedirin üzerinde otururdu, yani yüksekte oturmayı tercih ederdi. Annem genellikle süt çorbası pişiriyordu, o zamanın imkanları ile götürdüğüm çorbanın tamamını yemezdi ben küçük olduğumdan tabağın dibinde bir miktar bırakırdı ve bana yedirirdi. Sofi Mirza da Üstad gibi şefkatli bir insandı.”
“ÜSTAD’IN KİMSEDEN İANE ALMAMASI…”
Köylülerin Üstad ile ilgili anlattığı bir hatırayı anlatmak istiyorum.
Malum, Üstadın ilk tahsili Tağ Medresesinde başlıyor. Tağ medresesi Nurs köyüne yakın bir yerde, o medresede o tarihlerde Nurs’tan gelen talebelere özel muamele ederlermiş. Yaygın bir kanaat varmış “bu Nurs öğrencilerinden çok değerli bir insan çıkacak.” Ama bu değerli insanın hangisi olduğunu bilmedikleri için de hepsine iltifat ediyorlarmış.
O medresenin iaşesini köylüler karşıladığı için her türlü iaşe için talebeler köyleri dolaşarak bu ihtiyaçları toplar getirirlermiş. Bir defasında da gaz yağı toplamaya çıkmışlar, medresenin aydınlatılması için, ancak köylü de çok fakir olduğundan giden talebeler hep neredeyse eli boş dönüyor. Ama Üstad; gaz getirmek için her gittiğinde hem erken dönüyor hem de bidonunu doldurmuş olarak geliyor. Bu durumdan hocaların bazıları şüphelenmeye başlıyor. Bir gün gizlice takip ediyorlar ve Üstadın gidip dereden doldurup getirdiğini görmüşler.
Yani Üstad’ın daha ilk gittiği medrese talebeliğinde bile kimseden iane toplamaya çıkmadığı anlaşılıyor.
“NURSLULAR CAMİYE VE DERSHANELERİNE DESTEK BEKLİYORLAR”
Nurs’ta Üstadımızdan evvel dedesi zamanından kalan bir cami var. Çevre illerin Nur Talebeleri o cami tarihi özellik taşıdığı için ona dokunmadan bir takım ilavelerle dört köşesinden sütunlar yükselterek etrafını genişletmişler üstüne yeni bir kubbe yapmışlar ve geniş bir camiye dönüştürmüşler, hala da inşaat devam ediyor. İleri de külliye halini alacak, içinde dershanesi, misafirhanesi ile büyük bir tesis olacak. Beş altı yıldır bu inşaat devam ediyor. Köyümüz dağlar arasında bir yerde olduğundan oraya inşaat malzemesi götürmek ve yapmak gayet zor. İnşaat da köy şartlarına göre gayet büyük, köylü de zaten fakir her şey dışarıdan geliyor. O nedenle bu günlerde tıkanmış gibi bir hali var, gayet sıkıntı içindeler.
Bu yıl bu Külliyenin bitmesi lazım ki, gelen gidenlere ve Nurs Köylüsüne hizmet versin. Çünkü Nurs’ta başka da cami yok namazlarını kılamıyorlar.
Bu cami mübarek bir cami onun mübarekliğini teyid eden tarihi bir hadiseyi anlatmak istiyorum. Yaşlı bir amca bir gün sabah erkenden bu camiye namaz kılmak için gidiyor. Kapıyı açtığında bakıyor ki, cami tıklım tıklım dolu şaşırmış kendi kendine “demek ki ben geç kaldım” deyip içeri girmeye çalışınca bakmış ki, o insanlar birden dağılıverdi. Meğer ruhaniler orada namaz kılıyormuş.
Nurs’lular geçmişte fakir olduklarından ve yerleri de olmadığından caminin bir bölümüne samanlarını koymuş. Bir gün oradan yabancı bir kervan geçiyormuş köylüye sormadan oradaki samanları görünce alıp hayvanlarına yedirmişler. Yollarına devam ederken daha birkaç km gitmemişler ki, saman yedirdikleri katırlarından yedi tanesi orada can vermiş. Köylü bu hadiseyi anlatırken “cami onları çarptı” diye anlatırlar.
Bu cami aynı zamanda Üstadımızın camisi ve Üstadımız orada çok zamanlar namaz kılmış o nedenle onun hatırasına da olsa bu camiye imkânı olanların yardım elini uzatmalarını istiyorum. Buradan Risale Haber okuyucularına böylece duyurmuş olalım.
Nursun arka tarafında Mir Celadin adında yüksek ve gayet dik bir dağ var. İnsanlar böyle dik dağlara çıkarken ister istemez dağın etrafında dolaşarak çıkarlar. Üstad bu dağa çıkarken arkadaşlarını beklemez dönmeden dolaşmadan dik bir şekilde kısa zamanda ta tepesine kadar çıkar arkadaşlarının gelmesini orada evrad ve ezkar okuyarak beklermiş.
Bediüzzaman'ın en özel hatıraları...

Bediüzzaman Said Nursi'nin akrabası Sabri Okur, Üstad'a ait önemli hatıralarını anlattı. İşte Bediüzzaman'la ilgili ilginç anektodlar..

1975’te Nurs’ta doğan Sabri Okur, ilk ve ortaokulu Hizan’da tamamlar. Bitlis’te İman Hatip Okuluna kaydolur, ilk dönemi Bitlis’te ikinci dönemi ise Siirt’te tamamlar. Mezun olunca Aynı yıl 1993’te Hizan’a ailesinin yanına döner.
Bediüzzaman’ın talebelerinden Mustafa Sungur’un teşviki ile İstanbul’a gelir ve orada üniversiteye hazırlanmak niyetiyle dershanede kalmaya başlar.
“Üniversiteye gidersem Mustafa Sungur ağabeyden ayrılmak zorunda kalırım sonra da işe girerim, çoluk çocuğa karışırım bu fırsat elimden kaçar” düşüncesi ile Üniversiteye gitmez.
Ve o gün bugündür çoğu zaman Mustafa Sungur ağabey ile beraber 16 yıl geçirir. Hala da Mustafa Sungur ağabeyin yanında ona ve Risale-i Nura hizmetle meşguldür.
Bunu şöyle ifade eder: “Bu süre içinde (bir iki seyahati hariç) Sungur abinin tüm seyahatlerine katıldım. Son dönemlerde daha çok yurt dışı seyahatleri oluyor. Birlikte gidiyoruz. O nerede ben orada...”
BEDİÜZZAMANLA AMCAZADEYİZ
Okur soyadı bize Bediüzzaman’ı hatırlatıyor. Akrabanız mı?
Nurs’taki akrabalarımıza “Okur” soyadı verildiğinde Üstad’a da bu soyadı veriliyor. Yani, biz akrabayız. Ya önce Üstad’a verilmiş daha sonra bize verilmiş veya önce bizim köydekilere verilmiş daha sonra Üstada verilmiş. Çünkü, Üstad o dönemde batıda yaşıyor. O nedenle kime önce verilmiş bilemiyorum.

Biraz Okur ailesinden bahseder misin?
Nurs köyünde üç mahalle var. Aynı zamanda bu üç değişik aile demektir. Bu üç mahallede oturanlardan iki aile dışarıdan gelmiş. Bizim aile ise oranın ilk ailesidir. Yani o köyü kuran aile bizim ailedir. Belki biz de dışarıdan gelmişiz ama ilk o köyü kuran bizim ailemizdir. İşte bu ailenin tüm fertleri Üstadın dedesinde birleşiyor. Yani biz de Üstad ile dedesi seviyesinde birleşiyoruz. Üstad ile akrabayız.
Üstadın babasının adı Mirza (sofi), onun babasının adı Ali’dir. Ali aynı zamanda benim dedemin dedesidir. Yani biz Üstadın amcazadesiyiz. Amcasının torunlarıyız.
Üstadımıza kadar Nurs ve civarı köyler ilim yuvası imiş. Mesela Risale-i Nur’da Gavsi Hizan lakabıyla geçen (Asıl adı Seyyit Sıbğatullah’tır) o büyük zat bizim o yörenin bir insanı. Onun Oğlu Seyyit Nur MUHAMMED, Üstadımız onun yanında bir müddet tahsil görmüş.
ÜSTADIN 2 YAŞINDAKİ HATIRASI
Üstadın çocukluğundan başlayalım isterseniz?
Olur daha iyi olur. Üstadımız Nurs’ta güzel bir bahar mevsiminde dünyaya geliyor. Bütün çocuklardan farklı olarak gözlerini ağlamadan hayata, hayretle açıyor. Bir nevi tefekkür eder şekilde. İki üç yaşlarındayken de pencereden ayrılmadığı söyleniyor. Devamlı olarak ağaçları, bahçeleri ve bahçe içindeki, çiçekleri ve kuşları seyretmek istiyor. O nedenle de devamlı olarak pencereye çıkıyor.
O zaman anne ve babası da aşağı düşmesin diye sürekli takip ediyor. Pencerenin yeri yüksek olmasından düşer korkusu ile almak isteseler de o bir türlü oradan uzaklaşmazmış.
Bir defasında Sungur abi anlatmıştı:
“Bir gün biz Üstad ile bir ağacın altında otururken baktık ağaçtan bir yaprak koptu yere düşünceye kadar dikkatle o yaprağa baktı ve bizim dikkatimizi o yaprağa çevirerek: “Ben iki yaşımdayken” dedi. “Anam tandırda ekmek pişiriyordu o esnada baktım ağaçtan bir yaprak koptu ve yere düştü, şimdi dikkat ediyorum bu yaprak o yaprağa benziyor” demişti. Ve bize daha iki yaşındayken Sanat-ı İlahiyeyi ne kadar dikkatle takip ettiğini anlatmıştı.”
Nurs konumu itibariyle iki dağın arasında, vadi içerisinde bir köy. O nedenle bahar aylarında şiddetli yağmur yağması durumunda, dağ tepelerinde erimemiş karların biranda erimesi sonucu taşkına neden oluyor. Çoğu zaman bu taşkın köyün içinden geçen dere üzerindeki köprüyü alıp götürüyor. Şayet köprü üzerinde veya dereye yakın bir yerde biri varsa dikkat etmezse bu ani gelen sel onu da alıp götürür. Hatta sanırım Üstadın kız kardeşi Dürriye de bu sele kapılanlardan, yani boğularak şehit olmuş. Nurs’un bu durumu anlatacağım hikaye ile ilgili olduğundan önemli diye anlattım.
“ANA KORKMA SAİD YANINDADIR”
Bu anlatacağım hikâyeyi bana bugün hala hayatta olan bir halam var ondan naklediyorum. O da bu hikâyeyi kendi kaynanasından naklediyor. Gelin gittiğinde kaynanası çok yaşlı bir kadın, Nuriye (Üstadın annesi) hanıma da arkadaşlık yapmış o şunları anlatmıştı.

(Kaynanası, Bediüzzaman Said Nursi'nin Annesi Nuriye Hanım'ın arkadaşı olan Hanımefendi)
“Nuriye hanımla biz bir bahar günü pancar toplamaya gitmiştik. Said o zaman dört beş yaşlarında onu da yanında getirmişti. Hava biraz bulutlu olduğundan Nuriye Hanım bir ara tedirgin oludu. Yağmur yağarsa taşkın olur köprü yıkılır ve biz orada mahsur kalacağız diye telaş etmişti.
O bunu söyleyince baktım o küçük Said döndü dedi “Anne korkma Said yanınızdadır. Hiç bir şey olmaz.” O ne kadar tekrar etse Said de aynı şeyi tekrar ediyor. “Anne korkma Said yanınızdadır.” diye cevap veriyordu.” Hakikaten onun dediği çıktı ve biz o gün çok kolay bir şekilde köye dönmüştük.
Yine onu anlatan köylülerin dikkatini çeken bir özelliği de Üstad 5-6 yaşlarına girdiğinde artık köyde fazla durmuyormuş, aynen ileri yaşlarında olduğu gibi sürekli dağlara çıkıyor ve dağ tepelerinde dolaşıyormuş. Hatta bu durumundan dolayı cinlerle irtibatı olduğunu sanıyorlarmış. Hiç korkmadan dağlarda dolaşınca hatta bazen dağlarda geceyi de geçirince böyle bir dedikodu yayılmış Nurs köyünde.
Yine bir gün dedem anlatıyordu:
“Ben Üstadı görmemiştim ama Üstadın babasını görmüştüm. O zaman Hanımı vefat etmişti. O nedenle annem ona yemek gönderirdi.
Evde ne yemek pişse bir tabak doldurur bana verir ben de ona götürürdüm. Sofi Mirza daima evde sedirin üzerinde otururdu, yani yüksekte oturmayı tercih ederdi. Annem genellikle süt çorbası pişiriyordu, o zamanın imkanları ile götürdüğüm çorbanın tamamını yemezdi ben küçük olduğumdan tabağın dibinde bir miktar bırakırdı ve bana yedirirdi. Sofi Mirza da Üstad gibi şefkatli bir insandı.”
“ÜSTAD’IN KİMSEDEN İANE ALMAMASI…”
Köylülerin Üstad ile ilgili anlattığı bir hatırayı anlatmak istiyorum.
Malum, Üstadın ilk tahsili Tağ Medresesinde başlıyor. Tağ medresesi Nurs köyüne yakın bir yerde, o medresede o tarihlerde Nurs’tan gelen talebelere özel muamele ederlermiş. Yaygın bir kanaat varmış “bu Nurs öğrencilerinden çok değerli bir insan çıkacak.” Ama bu değerli insanın hangisi olduğunu bilmedikleri için de hepsine iltifat ediyorlarmış.
O medresenin iaşesini köylüler karşıladığı için her türlü iaşe için talebeler köyleri dolaşarak bu ihtiyaçları toplar getirirlermiş. Bir defasında da gaz yağı toplamaya çıkmışlar, medresenin aydınlatılması için, ancak köylü de çok fakir olduğundan giden talebeler hep neredeyse eli boş dönüyor. Ama Üstad; gaz getirmek için her gittiğinde hem erken dönüyor hem de bidonunu doldurmuş olarak geliyor. Bu durumdan hocaların bazıları şüphelenmeye başlıyor. Bir gün gizlice takip ediyorlar ve Üstadın gidip dereden doldurup getirdiğini görmüşler.
Yani Üstad’ın daha ilk gittiği medrese talebeliğinde bile kimseden iane toplamaya çıkmadığı anlaşılıyor.
“NURSLULAR CAMİYE VE DERSHANELERİNE DESTEK BEKLİYORLAR”
Nurs’ta Üstadımızdan evvel dedesi zamanından kalan bir cami var. Çevre illerin Nur Talebeleri o cami tarihi özellik taşıdığı için ona dokunmadan bir takım ilavelerle dört köşesinden sütunlar yükselterek etrafını genişletmişler üstüne yeni bir kubbe yapmışlar ve geniş bir camiye dönüştürmüşler, hala da inşaat devam ediyor. İleri de külliye halini alacak, içinde dershanesi, misafirhanesi ile büyük bir tesis olacak. Beş altı yıldır bu inşaat devam ediyor. Köyümüz dağlar arasında bir yerde olduğundan oraya inşaat malzemesi götürmek ve yapmak gayet zor. İnşaat da köy şartlarına göre gayet büyük, köylü de zaten fakir her şey dışarıdan geliyor. O nedenle bu günlerde tıkanmış gibi bir hali var, gayet sıkıntı içindeler.
Bu yıl bu Külliyenin bitmesi lazım ki, gelen gidenlere ve Nurs Köylüsüne hizmet versin. Çünkü Nurs’ta başka da cami yok namazlarını kılamıyorlar.
Bu cami mübarek bir cami onun mübarekliğini teyid eden tarihi bir hadiseyi anlatmak istiyorum. Yaşlı bir amca bir gün sabah erkenden bu camiye namaz kılmak için gidiyor. Kapıyı açtığında bakıyor ki, cami tıklım tıklım dolu şaşırmış kendi kendine “demek ki ben geç kaldım” deyip içeri girmeye çalışınca bakmış ki, o insanlar birden dağılıverdi. Meğer ruhaniler orada namaz kılıyormuş.
Nurs’lular geçmişte fakir olduklarından ve yerleri de olmadığından caminin bir bölümüne samanlarını koymuş. Bir gün oradan yabancı bir kervan geçiyormuş köylüye sormadan oradaki samanları görünce alıp hayvanlarına yedirmişler. Yollarına devam ederken daha birkaç km gitmemişler ki, saman yedirdikleri katırlarından yedi tanesi orada can vermiş. Köylü bu hadiseyi anlatırken “cami onları çarptı” diye anlatırlar.
Bu cami aynı zamanda Üstadımızın camisi ve Üstadımız orada çok zamanlar namaz kılmış o nedenle onun hatırasına da olsa bu camiye imkânı olanların yardım elini uzatmalarını istiyorum. Buradan Risale Haber okuyucularına böylece duyurmuş olalım.
Nursun arka tarafında Mir Celadin adında yüksek ve gayet dik bir dağ var. İnsanlar böyle dik dağlara çıkarken ister istemez dağın etrafında dolaşarak çıkarlar. Üstad bu dağa çıkarken arkadaşlarını beklemez dönmeden dolaşmadan dik bir şekilde kısa zamanda ta tepesine kadar çıkar arkadaşlarının gelmesini orada evrad ve ezkar okuyarak beklermiş.
...