Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

bediüzzaman said nursinin naaşı (1 Kullanıcı)

ashab_kiram

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
26 Kas 2007
Mesajlar
650
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
Nursi'nin mezarını taşıyan askerler konuştu
Bediüzzamanın mezarını gizlice taşıyan askerler yıllar sonra konuştu. Kefeni de bedeni de çürümeyen cenazenin taşınmasını kimlerin neden istediğine dair ilginç iddialar var.
1960'ın 12 Temmuzu Vakit, gece yarısına yaklaşıyor. Urfadaki Halil İbrahim Dergâhından balyoz sesleri yükseliyor. Etrafı askerlerle çevrili türbede, 111 gün evvel vefat eden Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri yatıyor. İhtilal komitesi üstadın mezarını taşıma kararı almış. Ancak balyozları tutan askerler mermeri bir türlü kıramıyor. Nihayetinde komutan sesleniyor: Mezarı kim kırarsa 30 gün izin. Pehlivan lakaplı Yusuf öne çıkıyor: Ben kırarım. Orada kimin yattığından ne onun ne de diğer askerlerin haberi var. Verilen emir gereği Pehlivan Yusuf olanca gücüyle balyozu sallıyor. Önce mermer kırılıyor, sonra toprak kazılıyor. Said Nursinin naaşı bozulmamış kefeniyle kabirden çıkarılıyor.
Bediüzzaman Said Nursinin 84 yıllık hayatı sıkıntılarla geçti. Mahkeme mahkeme, şehir şehir dolaştırılıp durdu. Birçok işkenceye maruz kaldı. Kadir Gecesine denk gelen 23 Mart 1960 tarihinde İpek Palas Otelinde vefat etti. Ardından on binlerin duası eşliğinde Hz. İbrahim Mak***** defnedildi. Vefatından üç gün önce Isparta yolunda talebelerine Bunlar beni anlamadı. dedi. Bu sözleri adeta vefatından iki ay sonra gerçekleşecek olan 27 Mayıs 1960 ihtilalinin habercisiydi. İhtilal olmuş ve Adnan Menderesi idam sehpasına götüren süreç başlamıştı. İhtilali yapanlar Bediüzzamanı vefatından sonra da rahat bırakmadı. Yeni iktidar mezarın taşınmasına karar verdi. Urfadan naaş önce uçakla Afyona, oradan da Ispartaya götürüldü. Askerler Bediüzzaman Hazretlerini taşımakla görevlendirildi. Bu sürece şahitlik eden erlerden biri Kahramanmaraşın Elbistan ilçesinde, diğeri Gaziantepin Nizip ilçesinde, bir diğeri ise İstanbulda yaşıyor. Pehlivan Yusuf ise üç buçuk ay kadar önce vefat etmiş. Said Nursinin naaşını taşıyan uçaktaki muhabere subayı ise Bursada ikâmet ediyor.
KEFENİ HİÇ ÇÜRÜMEMİŞ

12 Temmuz gecesi türbeyi 100 civarında asker kuşatır. İçeriye kimse alınmazken bekçilerin de dışarı çıkmasına izin verilmez. Onu ziyarete gelenler birer avuç toprağı hatıra olarak yanlarında götürmeye başlayınca Adana'dan getirilen mermerlerle mezarın üstü kapatılır. Gece yarısı kabri taşımak için gelen askerler balyoz darbelerine rağmen bu mermerleri kıramaz. Yusuf Hayal (1 Aralık 2005'te vefat etti) Ben kırarım. diyerek başlar vurmaya. Dişleriyle 50 kilogramlık çuvalları taşıyan, tek başına bir arabayı 10 dakika boyunca kaldırarak hareket etmesine izin vermeyen Yusuf Hayal, balyozu her indirişinde mermerden de parçalar ayrılır. Mezarın üstündeki toprağı kürekle dışarı atar. Ve kefene sarılı beden ortaya çıkar.

Yusuf Hayalin kendine anlattıklarını aktaran eşi Emine Hayal, İçini açmamışlar ama kefen hiç çürümemiş. Aynen bugün konulmuş gibi. Sık sık anlatırdı bize Yusuf. Kendi elleriyle naaşı çıkartmış. Adanalı bir arkadaşı galiba ona yardım etmiş. diyor. Bu sahnelere şahitlik edenlerden biri de Elbistanlı Tahir Aktaştır: Türbenin etrafı abluka altına alınmıştı. Askerden başka hiç kimse yoktu. Biz kabre 5-6 metre mesafedeydik. Gördüğüm kadarıyla cenaze sanki bugün defnedilmiş gibiydi. Bakıştık birbirimizle. Merak ediyoruz kim çıkıyor diye. Mübarek adamın ismini hiç işitmemiştik. Ama cenazenin çürümemiş olmasından dolayı tüylerimiz diken diken oldu.

Askere gitmeden önce köylerinde ceset çıkardıklarını, köylünün kokuya dayanamayarak oradan kaçtığını anlatan Aktaş, Ama bu mübarek insan çıktığında yeni konulmuş gibiydi. 3 ay 21 gün önce vefat ettiği düşünülünce çürümüş olması lazımdı. Ancak kefende bedeni aynen duruyordu. diyor.

Yusuf Hayalin anlattıklarını, asker arkadaşı Şenol Başaslan ise şöyle aktarıyor: Gümüşhaneli Yusufa mezarın yerini göster, oradan nasıl çıkarttın diye sordum. Beni götürdü. Mezarın yerini bir iki gün sonra gösterdi. O zaman anlattıklarına inandım. Askerdim, cahildim ama Bediüzzaman Hazretlerini seviyordum. Bana Hiç leke yok. Aynen bugün konmuş gibi demişti. Kefen toprağa girdikten hemen sonra çürür. Ama o üç aydan fazla kalmış. Mübareğin kefeni çürümemiş. Başaslan, kırılan mermer parçalarını da alaydaki yemekhane kapısının ardında gördüğünü kaydediyor. Daha sonra nereye götürüldüğüne dair bilgisi ise yok. Yusuf Hayalin mermeri kırmasından ötürü hak ettiği izni 30 günden 45e çıkartılır. Bir ay kadar önce çıktığı Gümüşhanenin Demirören köyüne yeniden döner.
TABUT, C-47 UÇAĞINA SIĞMADI

Halilürrahman Dergâhında (Hz. İbrahim Makamı) bir saat içinde yaşanır tüm bunlar. Tabut bir arabaya yerleştirilip Şanlıurfa Alay Komutanlığına nakledilir. Askerî konvoy nizamiye kapısında durdurulurken sadece Bediüzzamanın naaşının olduğu arabanın girmesine izin verilir. Küçük havaalanında Diyarbakırdan gelen C-47 nakliye uçağı beklemektedir. Uçaktaki dört kişiden pilot Ahmet Kırlay, muhabereci Kadri Özkartal ve diğer ekip gece yarısı apar topar kaldırılıp Urfaya yönlendirilir. Kadri Beyin eşi Hikmet Özkartal taşınan kişinin Bediüzzaman olduğunu daha sonra öğrendiklerini söylüyor. Biz şehit var sanmıştık. Ama Bediüzzaman Hazretleri olduğunu öğrenince tüylerimiz diken diken oldu.

Tabut, bu uçağa sığmaz. Naaş, daha küçük bir tabuta yerleştirilir. Yusuf Hayal ve arkadaşlarına ikinci bir emir verilir: Büyük tabutu şehrin dışında bir yerde yakın. Benzinle yakılmaya çalışılır, ancak tabut bir türlü alev almaz. Askerlerin bu şaşkınlığını Yusuf Hayalin eşi Emine Hanım şöyle anlatıyor: Benzini dökmüşler ama yakamamışlar. Vilayetin dışında bir yere götürmüşler. Tabutuna kaç teneke benzin döktük ama yakamadık derdi. Sonra tabutu oraya gömüyorlar. Bunları üzülerek anlatırdı. O mübareği nereye götürdüler hiç bilemiyordu.

Gece yarısı Afyon Havaalanına inen uçağı vali ve yaklaşık 15 asker karşılar. Buradaki askerlerden biri de Nizipli Ahmet Çamdır. Ispartanın merkezindeki 58inci Tümen Karargâh Bölüğünde nizamiye nöbetçisidir. Biraz atıcı, vurucu olduğumuz için bizi alıp götürdüler. Muhafız olarak gittik, muhafız olarak geldik. diyen Çam, subayların havaalanında kendilerine katıldığını aktarıyor. Bir ambulansa yerleştirilir Bediüzzamanın naaşı. Peşine de 3-4 tane askerî araç takılır. Araçlar dağların arasından süzülüp sessizce yol alır. Nereden gittiğimizi bilmiyoruz. Dağların tepesiydi. Araba önümüzde gitti, arkadan askerî arabayla gittik. Anayollardan gitmedik, dağ yollarıydı. Karanlıktı.

3-4 saatlik yolun sonunda gece yarısını geçerken Ispartada meçhul bir yere gelinir. Yaklaşık 10 metre ötesinde defnedilen kişinin kimliğini dahi bilmeyen Ahmet Çamın görevi Bediüzzamanı defneden askerlerin tüfeklerini beklemektir. Sabaha karşı defin tamamlanır, ancak Çam, sadece uzaktan seyreder. Defnin ardından bir yüzbaşı erlere Hiç kimseye söylemeyeceksiniz. Sizi asarlar. der. Bunun üzerine kimse ne geldikleri yeri, ne de defin işlemini o günlerde başkasına anlatır. Ahmet Çam, defnettikleri kişinin kimliğini günler sonra gazetelerden öğrenir.

Tahir Aktaş, Urfa-Suruçtaki birliğine döndükten sonra ilçenin yaşlıları ile konuşarak gece yarısı gizlice kimi çıkarttıklarını öğrenir. Bediüzzaman Hazretleri hakkında bilgi aldığı kişilerden biri Bostancı köyünün şeyhidir. Şeyh efendi hadiseyi anlatır ve ağlardı. O kadar duygulanırdı. Ondan bilgi edinmeye çalışırdım yasak olduğu zamanlarda.

Eski adı Höyüklü yeni adı Ecek olan köyde vekâleten karakol komutanlığını yürüten Tahir Aktaşın eline Said-i Nursinin toplanma emri verilen eserleri ulaşır: Şehir merkezi ile pek alakamız yoktu. Köyleri dolaşırken ortaya çıkıyordu eserler. Okumayı bilen köylülerde bulunurdu genelde. Karakol komutan vekilliği yaptığım zamanlarda sık sık geçerdi elime. Said Nursinin eserlerinin toplanması emredilirdi yukardan. Ama ben aldığım insanlara geri verirdim. Eserler belli ki bir âlimin yazısıydı. Benim Arapça okumuşluğum vardı. Tehlikeli olmadığı belliydi. Dinî konulardan bahsediyordu. El koymanın bir anlamı yoktu.

26 Ekim 1959 tarihinde Vanın Erciş ilçesinde askerliğine başlayan Tahir Aktaş, altı aylık eğitimin ardından Şanlıurfanın Suruç ilçesine jandarma olarak gelir. 30 aylık askerliğin ardından memleketine dönerek lokanta açar. Mermeri kıran Yusuf Hayal Van-Ercişteki okuldan arkadaşıdır. Ancak Hayalin birliği Şanlıurfa vilayetinin karşısında yer alan, yaklaşık 30 kişiden oluşan toplu birliktir. 72 yaşında vefat eden Yusuf Hayal 1961de askerlik görevinin sona ermesinden üç yıl sonra Almanyaya işçi olarak gider. 24 sene kaldığı Duisburgda demir döküm fabrikasında çalışır. Eşi Emine Hanımı dönmesine 5 yıl kala yanına alır. Her altı ayda bir eşini ziyarete gelir. 1988de İstanbula kesin dönüş yapan Pehlivan Yusuf, askerlikteki anılarını eşi Emine Hanıma ve ikisi kız biri erkek üç çocuğuna anlatır. Emine Hayal, Bediüzzaman Hazretlerini merak ederdi. Kitabı vardı onda, biri aldı götürdü. Nasıl aldı kabirden, nasıl çıkarttı onu anlatırdı. Severdi Bediüzzaman Hazretlerini. diyor.
BENİM KABRİM BİLİNMEYECEK

67 yaşındaki Ahmet Çam ise Gaziantepin Nizip ilçesine bağlı Yeniyazma köyünde ikamet ediyor. Ispartadaki askerliği bir kenara konulacak olursa yaşamı köyünün dışına taşmamış. Bediüzzamanın mezarı ile uğraşılmasına şaşırıyor: Bir adamın cenazesinden asker niye korkmuş ki? Niçin nakletmiş acaba? Şaşırıyor insan. Bir adamdan niye korksun devlet. diyen Ahmet Çamın iki yıl süren askerliğinin başladığı tarih de Üstadın vefatından tam bir yıl öncesine denk geliyor: 23 Mart 1959. Mart 1961de de köyüne dönüyor. 68 yaşındaki Şenol Başaslan ise askerliğin ardından 1963 yılında yerleştiği İstanbulda Denizcilik İşletmelerinde manevracı olarak çalışmış. Kadri Özkartal ise Bursada yaşıyor. Kendisi konuşmayı arzu etmese de eşi onun yaşadıkları hakkında kısa bilgiler veriyor.

Bediüzzaman Hazretleri vefatından üç gün önce Ispartadan talebeleri Bayram Yüksel, Hüsnü Bayram ve Zübeyir Gündüzalp ile gizlice Urfaya geldi. Hükümet temsilcilerinin Bir an önce ayrıl uyarılarına rağmen, Ben buraya dönmeye değil kalmaya geldim. diyerek vefatını haber veriyordu. 21 Martta geldiği, herkese kapısını açan, sofrasına misafirsiz oturmayan Hz. İbrahimin makamında gözlerini yumdu. Yaşadığı yıllarda mezarının Urfada kalmayacağına da işaret ediyordu: Benim kabrim çoklar tarafından bilinmeyecek.
BEDİÜZZAMANIN MEZARININ TAŞINMASINI İSTEYENLER MASONDU


Bediüzzaman Hazretlerinin küçük kardeşi Abdülmecid Ünlükul, Konyada oturuyordu. Temmuz 1960ın ilk günlerinde Vali Beyin kendisini beklediği haberi iletildi. Odaya girdiğinde üç generalle karşılaştı: Cemal Tural, Refik Tulga ve Mucip Ataklı.

Abisinin mezarını şark ahalisinden ziyarete gelenler arasında kaçaklar olduğu, nazik bir zaman geçirildiği söylenir. Bu yüzden İç Anadoluda bir bölgeye nakledileceği söylenir. Israr etmemesi, buna mecbur olduğu, dilekçeyi imzalaması gerektiği ifade edilir. Ünlükul, Bari mezarında rahat etsin. feveranına rağmen istemeye istemeye dilekçeyi imzalar. Bu dilekçe Milli Birlik Komitesine dönemin İçişleri Bakanı emekli General İhsan Kızıloğlu tarafından sunulur. Ancak komiteye talebin Abdülmecid Ünlükul tarafından geldiği, abisini ziyaret edemediğinden dolayı ikamet ettiği Konyaya taşımak istediği aktarılır. Dilekçe metni de orada okunur. Hukuki bir sorun olmadığı da belirtilir.

Ünlükulu dinlemeye gerek duymayan Milli Birlik Komitesi İçişleri Bakanına taşıma yetkisi verir. Komite üyesi Ahmet Er, kararın alındığı toplantıda bulunmadığını ancak Cemal Tural, Refik Tulga, Mucip Ataklı ve İhsan Kızıloğlunun mason olduğunu iddia ediyor:

Kanaatimi söylüyorum. Bunlar yapabilirler. Bu isimler masondur. Komitenin içinde İslama karşı olanlar da vardı, olmayanlar da. Ama İslamiyetin büyüklüğünün farkında olan hiç kimse yoktu. Dini bütün adam yoktu. Ezanın Türkçeleşmesi üzerine çok kavgalar ettik. İslamiyet havanın, suyun, ışığın girmediği yere kadar girmiş. İslamiyet hayatımızın bir parçası değil Adan Zye kadar bir bütündür.

Milli Birlik Komitesi üyelerinin kandırılmış olabileceğini değerlendiren Ahmet Er, O bir cinayetti. Bu kadar büyük müçtehidi nasıl rahatsız edersiniz. diyor. Abdülmecid Ünlükul, ağlaya ağlaya mezarın taşınmasına şahitlik eder. Hatta diğer şahitlerin aktardığı gibi abisinin kefeni bugün konulmuş gibidir ve kefeni açtığında tebessüm eden yüzünü görür.

CEMAL TURAL KARŞIMDA KALP KRİZİNDEN ÖLECEKTİ


Bediüzzaman Hazretleri ile ilgili çalışmalarıyla bilinen Necmeddin Şahiner, 1966 yılında Genelkurmay Başkanı olan Cemal Turala önce mektup yazar sonra da onu ziyaret eder. Tural karşımda kalp krizinden ölecekti. Bir daha bana Said Nursi ile ilgili mektup göndermeyeceksin, beni aramayacaksın, kitap göndermeyeceksin dedi. Taşınma olayının müsebbibi olarak ihtilalcileri gösteren Şahiner, Bediüzzamanın mezarının sadece birkaç talebesi tarafından bilinmesiyle ilgili Bu olay Cenab-ı Hakkın, onun duasını zalimlerin eliyle kabul etmesidir. diyor
 

''levent''

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Nis 2008
Mesajlar
637
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
bugunku ser odakli zihniyetler o gun üstadı manevi alemde bile rahat bırakmamışlar ve uğrasmıslar kabri ile çok yazık bunları okuyunca bu insanların ne yapmaya çalıştığını ve bu hırsın sebebini sormak istiyorum.ama ne oldu allahın izni ile işte üstadın hareketi 6 kıtada milyonlar biliyor her evde bir risalei nur;ya siz artık çökmeye başladınız yanlış yaptınız en azından saygı duymalıydınız ama siz eziyet ettiniz.hasbin allahi ve nimel vekil.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt