Bediüzzaman yaşadığı bu zorlukları hiçbir zaman için sıkıntı olarak görmemiş, bu bakış açısını pek çok defa yazılarında da dile getirmiştir. Bunlardan bazıları şöyledir:
"Madem biz kadere teslim olduk, bu sıkıntıları (hayru'l-umuri ahmezüha) (işlerin en hayırlısı en sağlamıdır) sırrıyla sevap kazanmak cihetiyle manevi bir nimet biliyoruz. Madem geçici dünyevi musibetlerin sonları ekseriyetle ferahlı ve hayırlı oluyor. Madem hakkalyakin derecesinde (imanın en yüksek derecesinde) yakini bir kanaatimiz var ki, biz öyle bir hakikata hayatımızı vakfetmişiz ki, güneşten daha parlak ve cennet gibi güzel ve saadet-i ebediye gibi şirindir. Elbette biz, bu sıkıntılı haller ile müftehirane (iftihar eden), müteşekkirane (teşekkür eden) bir mücahede-i maneviye (manevi mücadele) yapıyoruz, diye şekva (şikayet) etmemek lazımdır.1
Beni, nefsini kurtarmayı düşünen hodgam (kendini beğenmiş) bir adam mı zannediyorlar? Ben, cemiyetin imanını kurtarmak yolunda dünyamı da feda ettim, ahiretimi de. Seksen küsûr senelik bütün hayatımda dünya zevki namına bir şey bilmiyorum. Bütün ömrüm harb meydanlarında, esaret zindanlarında, yahut memleket hapishanelerinde, memleket mahkemelerinde geçti. Çekmediğim cefa, görmediğim eza kalmadı. Divan-ı harblerde, bir cani gibi muamele gördüm; bir serseri gibi memleket memleket sürgüne yollandım. Memleket zindanlarında aylarca ihtilattan (diğer kişilerle görüşmekten, onlara karışmaktan) menedildim. Defalarca zehirlendim. Türlü türlü hakaretlere maruz kaldım... Benim fıtratım, zillet ve hakarete tahammül etmez. İzzet ve şehamet-i İslamiye (akıl, zeka ile birlikte olan İslami yiğitlik) beni bu halde bulunmaktan şiddetle meneder. Böyle bir vaziyete düşünce, karşımda kim olursa olsun, isterse en zalim bir cebbar (zalim, gaddar), en hunhar (zalim) bir düşman kumandanı olsa tezellül etmem (kendimi alçaltmam, buna katlanmam). Zulmünü, hunharlığını onun suratına çarparım. Beni zindana atar, yahut idam sehpasına ****ürür. hiç ehemmiyeti yoktur. -Nitekim öyle oldu.- Bunların hepsini gördüm. Birkaç dakika daha o hunhar kumandanın kalbi, vicdanı zulümkarlığa dayanabilseydi Said bugün asılmış ve masumlar zümresine iltihak etmiş (katılmış) olacaktı. İşte benim bütün hayatım böyle zahmet ve meşakkatle (zorlukla), felaket ve musibetle geçti. Cemiyetin imanı, saadet ve selameti yolunda nefsimi, dünyamı feda ettim. Helal olsun. Onlara beddua bile etmiyorum. Çünki, bu sayede Risale-i Nur, hiç olmazsa birkaç yüzbin, yahut birkaç milyon kişinin -adedini de bilmiyorum ya, öyle diyorlar. Afyon Savcısı beşyüz bin demişti. Belki daha ziyade- imanını kurtarmağa vesile oldu. Ölmekle yalnız kendimi kurtaracaktım, fakat hayatta kalıp da zahmet ve meşakkatlere tahammül ile bu kadar imanın kurtulmasına hizmet ettim. Allah'a bin kere hamdolsun."
"Madem biz kadere teslim olduk, bu sıkıntıları (hayru'l-umuri ahmezüha) (işlerin en hayırlısı en sağlamıdır) sırrıyla sevap kazanmak cihetiyle manevi bir nimet biliyoruz. Madem geçici dünyevi musibetlerin sonları ekseriyetle ferahlı ve hayırlı oluyor. Madem hakkalyakin derecesinde (imanın en yüksek derecesinde) yakini bir kanaatimiz var ki, biz öyle bir hakikata hayatımızı vakfetmişiz ki, güneşten daha parlak ve cennet gibi güzel ve saadet-i ebediye gibi şirindir. Elbette biz, bu sıkıntılı haller ile müftehirane (iftihar eden), müteşekkirane (teşekkür eden) bir mücahede-i maneviye (manevi mücadele) yapıyoruz, diye şekva (şikayet) etmemek lazımdır.1
Beni, nefsini kurtarmayı düşünen hodgam (kendini beğenmiş) bir adam mı zannediyorlar? Ben, cemiyetin imanını kurtarmak yolunda dünyamı da feda ettim, ahiretimi de. Seksen küsûr senelik bütün hayatımda dünya zevki namına bir şey bilmiyorum. Bütün ömrüm harb meydanlarında, esaret zindanlarında, yahut memleket hapishanelerinde, memleket mahkemelerinde geçti. Çekmediğim cefa, görmediğim eza kalmadı. Divan-ı harblerde, bir cani gibi muamele gördüm; bir serseri gibi memleket memleket sürgüne yollandım. Memleket zindanlarında aylarca ihtilattan (diğer kişilerle görüşmekten, onlara karışmaktan) menedildim. Defalarca zehirlendim. Türlü türlü hakaretlere maruz kaldım... Benim fıtratım, zillet ve hakarete tahammül etmez. İzzet ve şehamet-i İslamiye (akıl, zeka ile birlikte olan İslami yiğitlik) beni bu halde bulunmaktan şiddetle meneder. Böyle bir vaziyete düşünce, karşımda kim olursa olsun, isterse en zalim bir cebbar (zalim, gaddar), en hunhar (zalim) bir düşman kumandanı olsa tezellül etmem (kendimi alçaltmam, buna katlanmam). Zulmünü, hunharlığını onun suratına çarparım. Beni zindana atar, yahut idam sehpasına ****ürür. hiç ehemmiyeti yoktur. -Nitekim öyle oldu.- Bunların hepsini gördüm. Birkaç dakika daha o hunhar kumandanın kalbi, vicdanı zulümkarlığa dayanabilseydi Said bugün asılmış ve masumlar zümresine iltihak etmiş (katılmış) olacaktı. İşte benim bütün hayatım böyle zahmet ve meşakkatle (zorlukla), felaket ve musibetle geçti. Cemiyetin imanı, saadet ve selameti yolunda nefsimi, dünyamı feda ettim. Helal olsun. Onlara beddua bile etmiyorum. Çünki, bu sayede Risale-i Nur, hiç olmazsa birkaç yüzbin, yahut birkaç milyon kişinin -adedini de bilmiyorum ya, öyle diyorlar. Afyon Savcısı beşyüz bin demişti. Belki daha ziyade- imanını kurtarmağa vesile oldu. Ölmekle yalnız kendimi kurtaracaktım, fakat hayatta kalıp da zahmet ve meşakkatlere tahammül ile bu kadar imanın kurtulmasına hizmet ettim. Allah'a bin kere hamdolsun."