Kaan Erdem
Yönetici
- Katılım
- 9 Ara 2006
- Mesajlar
- 11,197
- Tepki puanı
- 230
- Puanları
- 63
Ailenin tek ve son bebeğiydi. Onsekiz aylık olunca konuşmaya başlamış ve söylediği ilk kelime, hayatta en çok sevdiği kişininki olmuştu: Anne...
Bebek, aynı bedenin bir parçası olduğunu idrak edemiyordu ama, onu canı kadar sevdiğini ve onsuz yapamayacağını çok iyi biliyordu. Hele hele Yârabbi, sütünü içtikten sonra onun sıcacık kolları arasında uyumak ve uyandığında yine onu başucunda görmek, ne doyulmaz bir saadetti.
Bebeğin bu mutluluğu fazla uzun sürmedi. Annesi, onun masraflarını bahane ederek babasının “şef” olduğu bir bankada çalışmaya başlamış ve “Erkeklere taş çıkartan yaman bir işkadını” olmuştu. Artık yavrucak, sabahları gözünü açtığında kendisini öpücüklere boğan gül kokulu annesinin yerine, plastik kokulu bir ciklet çiğneyen ve “dadı” olduğu söylenen kara-kuru bir kadınla karşılaşıyordu. Bu durumda bebeğin yapabileceği tek şey, avazı çıktığı kadar bağırıp ağlamaktan ibaretti. Fakat gözüne dadıdan çok cadı gibi görünen o kadının kemikli parmaklarıyla attığı ustalıklı çimdikler, onu doğduğuna bin defa pişman ediyordu.
Bebek, bir ay zarfında diğer çocuklardan farklı olarak ağlamamayı öğrenmiş ve annesine kavuşacağı saatlere kadar dadısıyla birlikte televizyon seyretmeye alışmıştı.
Babası, nüfus artışını “memleketin geleceği için büyük tehlike” saydığından, oldum olası bebeğe karşı soğuk davranır ve ara sıra uzaktan lâf atmanın dışında ona pek yüz vermezdi. Bu yüzden yavrucak, tek tesellisi olan annesinin dönüşünü dört gözle bekler ve kucağına atılmakta gecikmemek için dış kapının yanında oyalanırdı. Fakat artık buram buram sigara dumanı kokan annesi, gelir gelmez ev işlerine koyuluyor ve onu alel acele doyurduktan sonra, kendi odalarından çıkartıp yan odaya aldıkları yatağına bırakıyordu. Bebek bu durumda yine ağlamamaya çalışır ve eskiden anneciğinden duyduğu o güzelim ninnileri mırıldanarak uykuya dalardı.
Bebek iki yaşına bastığında, annesi ona kafes içinde zıplayıp duran bir muhabbet kuşu hediye etti. Yavrucak artık, asık suratlı dadısının yerine onunla konuşuyor ve:
-Anne bankaya gitti, anne bankaya gitti, diyerek şikâyette bulunuyordu.
Anne ve babası, bu isabetli hediyelerinden dolayı yavrularının yalnızlık çekmediğine inanıyor, bu yüzden yeni aldıkları arabanın taksitlerini kolaylaştırmak için, tatil günlerinde de mesâi yapıyorlardı.
Kuş, belki de ayrı kaldığı sevdiklerine kavuşabilmek gayesiyle, günün birinde kafesin açık bırakılan kapısından uçup gitti. Son arkadaşını da kaybeden bebeğin onu yakalamak için uzanan elleri havada kalmış, uzun zamandır dökülmeyen gözyaşları inci taneleri gibi ardarda sıralanmıştı. Kuşun uçtuğu yöne doğru mahzun mahzun bakarken:
-Kuş da bankaya gitti, diye mırıldandı. Kuş da bankaya gitti.
(Cüneyt Süavi )
Bebek, aynı bedenin bir parçası olduğunu idrak edemiyordu ama, onu canı kadar sevdiğini ve onsuz yapamayacağını çok iyi biliyordu. Hele hele Yârabbi, sütünü içtikten sonra onun sıcacık kolları arasında uyumak ve uyandığında yine onu başucunda görmek, ne doyulmaz bir saadetti.
Bebeğin bu mutluluğu fazla uzun sürmedi. Annesi, onun masraflarını bahane ederek babasının “şef” olduğu bir bankada çalışmaya başlamış ve “Erkeklere taş çıkartan yaman bir işkadını” olmuştu. Artık yavrucak, sabahları gözünü açtığında kendisini öpücüklere boğan gül kokulu annesinin yerine, plastik kokulu bir ciklet çiğneyen ve “dadı” olduğu söylenen kara-kuru bir kadınla karşılaşıyordu. Bu durumda bebeğin yapabileceği tek şey, avazı çıktığı kadar bağırıp ağlamaktan ibaretti. Fakat gözüne dadıdan çok cadı gibi görünen o kadının kemikli parmaklarıyla attığı ustalıklı çimdikler, onu doğduğuna bin defa pişman ediyordu.
Bebek, bir ay zarfında diğer çocuklardan farklı olarak ağlamamayı öğrenmiş ve annesine kavuşacağı saatlere kadar dadısıyla birlikte televizyon seyretmeye alışmıştı.
Babası, nüfus artışını “memleketin geleceği için büyük tehlike” saydığından, oldum olası bebeğe karşı soğuk davranır ve ara sıra uzaktan lâf atmanın dışında ona pek yüz vermezdi. Bu yüzden yavrucak, tek tesellisi olan annesinin dönüşünü dört gözle bekler ve kucağına atılmakta gecikmemek için dış kapının yanında oyalanırdı. Fakat artık buram buram sigara dumanı kokan annesi, gelir gelmez ev işlerine koyuluyor ve onu alel acele doyurduktan sonra, kendi odalarından çıkartıp yan odaya aldıkları yatağına bırakıyordu. Bebek bu durumda yine ağlamamaya çalışır ve eskiden anneciğinden duyduğu o güzelim ninnileri mırıldanarak uykuya dalardı.
Bebek iki yaşına bastığında, annesi ona kafes içinde zıplayıp duran bir muhabbet kuşu hediye etti. Yavrucak artık, asık suratlı dadısının yerine onunla konuşuyor ve:
-Anne bankaya gitti, anne bankaya gitti, diyerek şikâyette bulunuyordu.
Anne ve babası, bu isabetli hediyelerinden dolayı yavrularının yalnızlık çekmediğine inanıyor, bu yüzden yeni aldıkları arabanın taksitlerini kolaylaştırmak için, tatil günlerinde de mesâi yapıyorlardı.
Kuş, belki de ayrı kaldığı sevdiklerine kavuşabilmek gayesiyle, günün birinde kafesin açık bırakılan kapısından uçup gitti. Son arkadaşını da kaybeden bebeğin onu yakalamak için uzanan elleri havada kalmış, uzun zamandır dökülmeyen gözyaşları inci taneleri gibi ardarda sıralanmıştı. Kuşun uçtuğu yöne doğru mahzun mahzun bakarken:
-Kuş da bankaya gitti, diye mırıldandı. Kuş da bankaya gitti.
(Cüneyt Süavi )