BULENT TUNALI
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 30 Ağu 2007
- Mesajlar
- 2,307
- Tepki puanı
- 2
- Puanları
- 0
- Yaş
- 53
- Konum
- BURSA-m.k.paşa
- Web Sitesi
- www.bilsankimya.com
Adiyy İbn-i Hâtim -radıyallahu anh-’den şu haber rivâyet edilmiştir:
Resûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-’in yanında iken huzur-ı saâdete iki kişi geldi. Bunun birisi -ortalığın fakr ve ihtiyacından yana yakıla bahsediyordu. Diğeri de yol kesildiğinden- emniyet ve âsâyişi bulunmadığından şikayet ediyordu.
Resûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- buyurdu ki: Ama kat-i tarik mes’elesi -çok sürmez- az sonra bir zaman gelir ki o vakit ticaret kervanı kimsenin himaye ve kefâletine muhtaç olmayarak ta Mekke’ye kadar çıkar gider.
Ortalığın muzâyakasına gelince; sizin biriniz elinde sadakasıyla kapı kapı dolaşıp da kendisinden bir sadakayı kabul edecek bir kimse bulamıyacak bir halde müreffeh günler gelmedikce kıyamet kopmaz.
Sonra sizden biriniz âhiretde Allah Teâlâ’nın divân-ı sübhânîsinde muhakkak durur hem de Allah Teâlâ ile kendi arasında ne bir hicâb, ne de Allah kelâmını tercüme edecek bir tercüman bulunmayarak duracakdır:
Sonra Cenâb-ı Mevlâ o kuluna:
– Sana ben mal vermedim mi? diye herhalde sorar. O kul da:
– Evet, verdin Allah’ım, diye muhakkak cevab verir. Sonra Hak Teâlâ:
– Sana ben Peygamber göndermedim mi? diye elbette sorar. O kul da:
– Evet, gönderdin Rabbim, diye şübhesiz cevab verir.
Bu halde o kimse sağına bakar cehennem ateşinden başka bir şey göremez. Sonra soluna bakar cehennem ateşinden başka bir şey göremez.
– Ashabım! Şimdi sizin herbiriniz tek bir hurmanın yarısı ile, bunu da bulamazsa güzel sözle olsun kendisini cehennem ateşinden kurtarsın. (Tecrid-i Sarih Terc: 5/200)
s
Fitne: Aslında imtihan ve ihtibardır ki türkçesi deneme, sınama demektir. Fitnenin muhtelif mânâsı vardır.
1- Küfür, dalâlet.
2- Rüsvaylık.
3- Belâ ve azâb, Fitne-i dünya ve fitne-i kabirden murad budur.
4- Kıtal, harb-i dâhili.
5- İnsanın halinin iyilikden kötülüğe dönmesi.
6- Bir şeyi beğenip kalbin ona meyil ve muhabbet eylemesi. Fitne-i evlâd ve nisâ bu kabildendir.
İnsanın ehli yüzünden fitnesi, onlardan dolayı helâl olmayan söz söylemesi, helâl olmayan iş işlemesi. Malı yüzünden fitnesi, alması helâl olmayan malı alıp helâl olmayan yerlere sarfetmesi. Evlâdı yüzünden fitnesi, onlara fart-ı muhabbetle berâber bir çok hayrâta onların yüzünden fırsat bulamaması, yahut onları geçindireceğim diye helâl, harâma bakmaması. Komşusu yüzünden fitnesi, zengin olmasına hoş nazarla bakmayıp hasedde bulunmasıdır.
s
Üsâme -radıyallahu anh- Resûlullah -salllahu aleyhi ve sellem-’in şöyle buyurduğunu işitdim demiştir:
– Kıyamet gününde bir kişi getirilip cehenneme atılır da cehennemde onun bağırsakları derhal karnından dışarı çıkar. Ve değirmen merkebinin değirmende döndüğü gibi döner. Bunun üzerine cehennem halkı onun başına toplanıp da:
– Ey filân: Hal ve şanın nedir? Sen bize -dünyada- iyilik emredip bizi kötülükden nehyeden -bir öğütçü- değil mi idin? derler. O da:
– Evet ben öyle idim. Fakat ben size ma’rufu emrederdim halbuki kendim yapmazdım. Yine ben sizi münkerden nehnyederdim de kendim işlerdim! diye cevab verir. (Tecrid-i Sarih Terc: 9/57)
Mahmud Sâmi Ramazanoğlu Musâhabe-3, s.250-251, 258-259
Resûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-’in yanında iken huzur-ı saâdete iki kişi geldi. Bunun birisi -ortalığın fakr ve ihtiyacından yana yakıla bahsediyordu. Diğeri de yol kesildiğinden- emniyet ve âsâyişi bulunmadığından şikayet ediyordu.
Resûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- buyurdu ki: Ama kat-i tarik mes’elesi -çok sürmez- az sonra bir zaman gelir ki o vakit ticaret kervanı kimsenin himaye ve kefâletine muhtaç olmayarak ta Mekke’ye kadar çıkar gider.
Ortalığın muzâyakasına gelince; sizin biriniz elinde sadakasıyla kapı kapı dolaşıp da kendisinden bir sadakayı kabul edecek bir kimse bulamıyacak bir halde müreffeh günler gelmedikce kıyamet kopmaz.
Sonra sizden biriniz âhiretde Allah Teâlâ’nın divân-ı sübhânîsinde muhakkak durur hem de Allah Teâlâ ile kendi arasında ne bir hicâb, ne de Allah kelâmını tercüme edecek bir tercüman bulunmayarak duracakdır:
Sonra Cenâb-ı Mevlâ o kuluna:
– Sana ben mal vermedim mi? diye herhalde sorar. O kul da:
– Evet, verdin Allah’ım, diye muhakkak cevab verir. Sonra Hak Teâlâ:
– Sana ben Peygamber göndermedim mi? diye elbette sorar. O kul da:
– Evet, gönderdin Rabbim, diye şübhesiz cevab verir.
Bu halde o kimse sağına bakar cehennem ateşinden başka bir şey göremez. Sonra soluna bakar cehennem ateşinden başka bir şey göremez.
– Ashabım! Şimdi sizin herbiriniz tek bir hurmanın yarısı ile, bunu da bulamazsa güzel sözle olsun kendisini cehennem ateşinden kurtarsın. (Tecrid-i Sarih Terc: 5/200)
s
Fitne: Aslında imtihan ve ihtibardır ki türkçesi deneme, sınama demektir. Fitnenin muhtelif mânâsı vardır.
1- Küfür, dalâlet.
2- Rüsvaylık.
3- Belâ ve azâb, Fitne-i dünya ve fitne-i kabirden murad budur.
4- Kıtal, harb-i dâhili.
5- İnsanın halinin iyilikden kötülüğe dönmesi.
6- Bir şeyi beğenip kalbin ona meyil ve muhabbet eylemesi. Fitne-i evlâd ve nisâ bu kabildendir.
İnsanın ehli yüzünden fitnesi, onlardan dolayı helâl olmayan söz söylemesi, helâl olmayan iş işlemesi. Malı yüzünden fitnesi, alması helâl olmayan malı alıp helâl olmayan yerlere sarfetmesi. Evlâdı yüzünden fitnesi, onlara fart-ı muhabbetle berâber bir çok hayrâta onların yüzünden fırsat bulamaması, yahut onları geçindireceğim diye helâl, harâma bakmaması. Komşusu yüzünden fitnesi, zengin olmasına hoş nazarla bakmayıp hasedde bulunmasıdır.
s
Üsâme -radıyallahu anh- Resûlullah -salllahu aleyhi ve sellem-’in şöyle buyurduğunu işitdim demiştir:
– Kıyamet gününde bir kişi getirilip cehenneme atılır da cehennemde onun bağırsakları derhal karnından dışarı çıkar. Ve değirmen merkebinin değirmende döndüğü gibi döner. Bunun üzerine cehennem halkı onun başına toplanıp da:
– Ey filân: Hal ve şanın nedir? Sen bize -dünyada- iyilik emredip bizi kötülükden nehyeden -bir öğütçü- değil mi idin? derler. O da:
– Evet ben öyle idim. Fakat ben size ma’rufu emrederdim halbuki kendim yapmazdım. Yine ben sizi münkerden nehnyederdim de kendim işlerdim! diye cevab verir. (Tecrid-i Sarih Terc: 9/57)
Mahmud Sâmi Ramazanoğlu Musâhabe-3, s.250-251, 258-259