Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Batı (Hristiyanlar) Neden Bizi (Müslümanları) Sevmez (1 Kullanıcı)

tekdinIslam

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
6 Nis 2009
Mesajlar
72
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
38
Bu İslâm Milleti’nin Allah Yolundaki Azim ve Gayretini, Haçlı Sürüleri Karşısındaki Müthiş Muzafferiyetlerini Batılı Devletler Asla Unutmamıştır!
Allah-u Teâlâ’nın iman ile küfrü kesin olarak ayırdığına dair ilâhi buyrukları onlara tebliğ ettik. Onlar bunlara inanmadılar ve iman etmediler.
Bunların iman etmediklerini yukarıda arzettiğimiz 10 berzah Âyet-i kerime’si ile ispat ediyoruz.
Bunlar Allah-u Teâlâ'nın emir ve hükümleridir. Bu emirlerin biz hepsini önlerine koyduk, bir bir tebliğ ettik. Fakat inanan ve iman eden olmadı.
“Küffar birliği sizi sevmez” diye defalarca hatırlattık. Ancak dinleyen olmadı. Küffar birliği “Biz sizi istemiyoruz, sevmiyoruz” diyor. Bunlar “Hayır! Biz dostuz!” diyorlar. Onlar “Madem dostsunuz, şu şu küfür adetlerini yapın, küfrün yayılmasına izin verin, size hakaret eden yalancıları başınıza taç yapın” diyorlar. Bunlar da ne diyorlarsa yapıyorlar. “Aman bizi kovmasınlar, yoksa halimiz nice olur!” diye alçaldıkça alçalıyorlar.
Allah-u Teâlâ :
“Sen onların dinine uymadıkça ne yahudiler ne de hıristiyanlar senden aslâ hoşnut olmazlar.” buyuruyor. (Bakara: 120)
Bu Âyet-i kerime’yi de görmediler, bu sözlere de aldırmadılar. Denir ki: “Domuzdan post, kâfirden dost olmaz.” Bunu da söyledik. İşitmediler.
Bunların bu hareketleri İslâm'a zarar veriyor. Zira küffârı şımartmakla, küffâr tarafı olmakla, İslâm'ı zayıf düşürüyor ve İslâm'a cephe açıyor. Halbuki müslümanlar birlik olsa Amerika hiçbir zaman cesaret edemez. Herhalde Cenâb-ı Hakk bunlara büyük ödül verecek. Dünyadaki ödülleri azdır, orada da onları O ödüllendirir.
Bu gibi kimselere Barbaros Hayreddin Paşa’nın dediği gibi söylemek gerekir. Bu büyük İslâm mücahidi, saltanat hevesi ile küffarla işbirliği yapan Tunus Beyi Mesud’a şöyle haber göndermişti:
“Hiç mümin ve müslüman olan bir kimseye bu revâ mıdır ki, din düşmanlarıyla el-birlik edip mümin karındaşına düşmanlık ede? Ve ehl-i İslâm'a âsî ola? Sen bu işi eyledin ki, mutlakâ gözüne görünecek bir hâl ve başına gelecek bir iş vardır! Ol iş Allah katında ma'lûm ve ezelde alnına yazılmış ola! Zîra aklı başında olan hiç kimse böyle uygunsuz bir iş işlemez idi ki, onu sen işledin, ahdini ve akdini bozdun. Bu hususda vebâlin boynuna, lâkin vaktında hâzır ol da, karındaşın gibi kaçma!..” (“Gazavât-ı Hayreddin Paşa”, s. 91.)
Küffar, iman ehlini katiyetle sevmez. Bu İslâm milletine düşmanlığı ise çok daha büyüktür.
Bunu onlara duyurmaya çalıştık, dinlemediler. Allah-u Teâlâ’nın hükmünü kâle almadılar. Şimdi onların anlayacağı tabiri kullanalım.
Şu Alman profesör yahudi olduğu halde açık olarak itiraf ediyor. Gerek küffarın iç durumunu, gerekse bizim tarihimizi çok iyi bilen bu profesörün bîtaraf tespitlerine, şu sözlerine siz dikkat edin.

Batı Bizi Neden Sevmez?
“1930 yılında Hitler’den kaçarak Türkiye’ye gelen Yahudi asıllı Alman Prof. Dr. P. Neumark (Hukuk ve İktisat fakültelerinde hocaların hocası olarak ders vermiştir) ile bazı öğrencileri Boğaziçi’nde bir geziye çıkarlar. Nakleden avukat da bu toplantı içindedir. Talebelerden biri şu soruyu sorar: “Avrupa bizi neden sevmez hocam?” Prof. Neumark’ın cevabını cep defterine kaydeden avukat bu belgeden şunları okumuştu: “Çok samimi olarak itiraf edeyim ki, Avrupalılar Türkleri gerçekten sevmezler ve sevmeleri de mümkün değildir. Türk ve İslam düşmanlığı asırlardır kilisenin ve Hristiyanların en küçük hücrelerine kadar sinmiştir. Sebeplerine gelince, not ediniz:
1- Avrupalılar sizleri Müslüman olduğunuz ve İslamiyeti yaydığınız ve Müslümanları asırlarca himaye ettiğiniz için sevmezler...
2- Sizler farkında değilsiniz ama onlar şu gerçeği çok iyi bilirler. Tarihten Türk çıkarılırsa tarih kalmaz. Osmanlı arşivi tam olarak ortaya çıkarsa, bugünkü tarihlerin yeniden yazılması gerekirdi. Osmanlı arşivi kasıtlı olarak çürütüldü ve imha edildi.
3- Dün Avrupa’nın pazarı idiniz. Şimdi Avrupa’yı pazar yapmaya başladınız.
4- En az 400 yıl Avrupa’nın sırtında ve ensesinde at koşturdunuz.
5- Selçuklular Anadolu’yu, Osmanlılar ise Balkanlar ve Orta Avrupa’yı Hristiyan Haçlılara mezar ettiler.
6- Sizi silah ile yenemeyenler, kendilerine benzeterek, milli ve manevi değerlerinizden kopararak yendiler ve hakimiyet sağladılar. Giyiminizden yaşantınıza kadar her şeyi kendilerine benzettiler. Ahlaki değerlerinizi yıprattılar. Ve sonra kendi içinizde sizi bölmeye başladılar.
7- Selçuklu ve bilhassa Osmanlı canını, kanını ve malını İslamiyet uğruna feda etmeseydi Kuzey Afrika Orta Doğu Hristiyan ülkesi olurdu. Ve belki İslamiyet Hicaz’da azınlık olarak kalırdı. Batı her yerde İslamiyeti kendi inançlarına göre kanalize etti. Ama Osmanlı Asr-ı Saadet devrindeki inancı devam ettirdi.
8- Kilise size kin kusmaktadır. Sebepleri yukarıdadır.
9-Ben İstanbul’a geldiğimde Türkiye’de 2 üniversite vardı. Şimdi 19’a çıktı. Osmanlı devrinde medreseler köylere kadar yaygın idi. Her medresede bilim vardı. İlk denizaltıyı Osmanlı yaptı. Sizin haberiniz yok ama Avrupalı biliyor.
10- Sizler milli kimliğinize dönerseniz Avrupa’nın medeniyeti ve refahı yıkılır. Ama Batı size bu imkanı vermez...” (Mustafa Necati Özfatura, 08 Temmuz 2005)
Âyet-i kerime'lere iman etmediler, bu sözlere de aldırmadılar. Zaten derler ki: “Domuzdan post kâfirden dost olmaz.” Bunu da söyledik, bunu da işitmediler.
Dinsizliğin ismini değiştirdiler “Medeniyet” dediler, vahşetin ismini değiştirdiler “Demokrasi” dediler. Madden, manen işgal etmek için seferber haldeler. Bunlar hâlâ “Dostuz” diyorlar.
Bu profesörün hakkaniyeti gözeterek yaptığı tespitler o kadar mühimdir ki; şimdi bu tespitleri izah edeceğiz. Böylece; gerek küffarın, gerekse küffarı dost edinenlerin durumları iyice anlaşılsın.

1 - “Avrupalılar sizleri müslüman olduğunuz ve İslâmiyet'i yaydığınız ve müslümanları asırlarca himaye ettiğiniz için sevmezler.”
Hazret-i Allah Türk milletine bu vazifeyi vermekle şereflerin en büyüğü ile şereflendirmiştir. Bu İslâm milleti yüzyıllar boyunca sırf Allah için cihad etmiştir. Saltanat kaygusu daima arka planda kalmıştır. Hususen Osmanlı’lar bu hususta tebrike ve takdire şâyan bir gayret göstermişlerdir.
Türkler İslâmiyet’le şereflendikten sonra, İslâmiyet’in bütün güzelliklerini yaşamaya yaşatmaya gayret etmişler, İslâmiyet’in bayraktarlığını yapmışlardır.
Haçlı taarruzları Selçuklu ve Osmanlı askerlerinin karşısında bir kar gibi erirken atalarımız aynı zamanda bütün İslâm dünyasının müdafaasını yapıyorlardı. Sadece Haçlı seferlerinde değil her devirde Endonezya’dan İspanya’ya kadar -son demlerinde dahi- her türlü yardım talebine ellerinden geldiğince cevap vermeye çalıştılar. Bu uğurda hiçbir fedâkârlıktan kaçınmadılar. Bugün dahi dünyanın neresinde olursa olsun darda kalan bir müslüman topluluk içten içe Türk’ün yardımını bekler.
Küffar bu durumu gayet iyi bildiği için bizi katiyetle sevmez. Yıkmak, zayıflatmak için fırsat gözler. Çünkü bizler onlardan en kutsal saydıkları, Kudüs’ü, Urfa’yı, Hatay’ı, Mardin’i, İstanbul’u almakla kalmadık, ta İtalya’ya, Viyana’ya kadar bugünkü Ukrayna, Polanya, Çek, Slovak, Macaristan, Yunanistan, Sırbistan gibi ülkeleri fethederek küfür ehline Avrupa’yı dar ettik. Buralarda İslâm medeniyetinin adaletini ve en güzel numunelerini taşıdık. Birçok insan ve millet bizim vesilemizle İslâmiyet’le şereflendi.
Nitekim Fâtih Sultan Mehmed'in: “Bu hânedânın yüce maksadı ‘İ'lâ-yı Kelimetullâh’tır!” sözü (“Bedâyi'ü'l-Vekâyi'”, vr. 197b) ve Uzun Hasan'ın annesi Sâra Hâtun'a; “Ehl-i küfrün üzerine İslâm'la gitmez, onların azgınlıklarına mâni' olmaz isek, huzûr-u ilâhî'ye hangi yüzle çıkarız?”şeklindeki hitabı; Osmanlı Hânedânı'nın şahsında, Türkler'in küffarla hangi gaye uğrunda harp ettiğinin en açık delilleridir.
Bu nedenledir ki târih on yedinci asrın sonlarını gösterirken dahî, yalnız Osmanlı coğrafyasının dışında bulunan hıristiyanlar değil, Osmanlı topraklarında ikâmet eden ve asırlar boyunca Türkler'in ekmeğiyle beslenen bazı hıristiyan sefârethâneleri bile, “Hıristiyanlık âleminin Türk belâsına mâruz olmasından dolayı, dâhilen büyük bir keder hissedildiği cihetle” Osmanlı'ya için için kin kusuyordu. (Antuvan Galan, “Ruznâme”, c. 1, s. 210)
Birçokları ise Türkler'i, hıristiyanları cezalandırmak için bir azap kamçısı olarak yaratılan “Tanrı'nın kırbacı” olarak görüyor ve vasıflandırıyordu.
Sultan Alparslan’ın Anadolu’yu İslâm yurdu yapmasıyla başlayan bu düşmanlık, Osmanlı ordularının Viyana kapılarında durmasıyla bitmemiştir. Zira Haçlı Seferleri Hıristiyan Batı devletleri tarafından Türkler’i önce Anadolu’dan sonra Balkanlardan çıkarmak için düzenlenmiş seferlerdir. Türkler’i Anadolu’dan çıkarmadıkça bu niyet ve gayenin kaybolması mümkün değildir.

2 - “Sizler farkında değilsiniz ama onlar şu gerçeği çok iyi bilirler: Tarihten Türk çıkarılırsa tarih kalmaz. Osmanlı Arşivi tam olarak ortaya çıkarsa, bugünkü tarihlerin yeniden yazılması gerekirdi. Osmanlı Arşivi kasıtlı olarak çürütüldü ve imhâ edildi.” Türkler’in 1071 Malazgirt Zaferi’nden sonra Anadolu’yu fethi ile başlayan bin yıllık süreçte dünya tarihini şekillendiren, değiştiren, kısaca tarihi yazan hep atalarımız olmuştu. Bugün medeniyet namına ortaya konulan hemen her şey bu bin yıllık tarihin tabii uzantılarıdır. Doğu’da Selçuklu ve Osmanlı, Batı’da Endülüs medeniyeti olmasaydı, Batı kendi küfür ve vahşet karanlığında boğulup kalırdı. Bunu gayet iyi biliyorlar, fakat kibirleri ve küfürleri itiraf etmelerine engel oluyor. Ancak bu profesör gibi hakikatleri itiraf edenler de var. Bunlardan birisi olan Hewlett Packard'ın Yönetim Kurulu Başkanı Carly Fiorina aşağıdaki konuşmayı 11 Eylül saldırısından iki hafta sonra yapmıştı:
“Bir zamanlar dünyada çok büyük bir medeniyet vardı. Bu medeniyet bir okyanustan diğerine, kuzey iklimlerinden tropiklere ve çöllere uzanan kıtalararası bir süper devlet yaratmayı başarmıştı. Hakimiyetinde farklı din ve etnik kökenden oluşan yüz milyonlarca insan adalet ve barış içinde bir arada yaşadı.
Dillerinden biri dünyanın çoğunun evrensel dili ve yüzlerce ülkenin insanları arasında bir köprü haline geldi. Orduları birçok farklı milliyetten oluşuyordu ve daha önce hiç görülmemiş bir barış ve refah düzeyinin yaşanmasını sağladı. Ticari sınırları Latin Amerika'dan Çin'e kadar uzanıyordu.
Ve bu medeniyet her şeyden çok yeni buluşlarla gelişimini sürdürdü. Mimarları yerçekimine meydan okuyan binalar dizayn ettiler. Matematikçileri bilgisayarların yapılmasını ve encryption'in (şifreleme sistemi) bulunmasını sağlayan cebir'i ve algoritma'yı yarattılar. Doktorları insan vücudunu incelediler ve birçok hastalığa çare buldular. Astronomları göğü incelediler, yıldızları adlandırdılar ve uzay araştırmaları ile uzaya yolculuğun önünü açtılar.
Yazarları binlerce hikaye yarattı: Cesaret, aşk ve gizem hikayeleri. Şairleri aşk'ı yazdılar, onlardan öncekiler bunları düşünmekten bile korkarken.
Diğer milliyetler düşünce'den korkarken, bu medeniyet düşünce'yi geliştirdi ve canlı tuttu. Geçmiş medeniyetlerin bilgisi sansür tarafından tehdit edilirken, bu medeniyet ilmi yaşattı ve geleceğe miras bıraktı.
Evet, İslam medeniyetinden bahsediyorum: 800'lerden 1600'lere kadar hüküm suren ve Osmanlı İmparatorluğunu, Bağdat Krallığı'nı, Şam'ı, Kahire'yi ve Kanuni Sultan Süleyman gibi aydın yöneticileri içine alan İslam Medeniyeti'nden.
Bizler çoğunlukla bu medeniyete olan teşekkür borcumuzun farkında olmasak da, onun hediyeleri bizim mirasımızın büyük bir parçasını oluşturuyor. Arap matematikçilerinin katkısı olmadan bugünün endüstri teknolojisi varolamazdı. Mevlana C. Rumi gibi sufi şair-filozoflar şahsiyet ve hakikat kavramlarımıza meydan okudular. Kanuni Sultan Süleyman gibi liderler ise tolerans ve sivil liderlik düşüncesine önemli katkılarda bulundular.
Ve belki de Kanuni'den şöyle bir ders çıkarabiliriz: Tevarüse değil, bireysel yeteneğe dayalı bir liderlik. İçinde Hırıstiyan, Müslüman ve Yahudi geleneklerini barındıran çok çeşitli bir halkın bütün yeteneklerinden yararlanan bir liderlik anlayışı.
Kültürü, kalıcılığı, farklılığı ve cesareti besleyen böyle aydın bir liderlik, 800 yıllık bir gelişim ve başarıya önderlik etti.
Şu an içinde bulunduğumuz karanlık ve hassas dönemlerde, bizler kendimizi böylesine muhteşem toplum ve kurumlar inşa etmeye adamalıyız. Ve her şeyden çok, liderliğin önemi üzerine odaklanmalıyız; gözüpek, kararlı ve girişimci liderliğin" (Y. Şafak, Yusuf Kaplan, 14 Kasım)
Bu hakikatler ortada iken Batı’lı hakim güçler ve din adamları kendi düzenleri bozulmasın diye binbir türlü yalanla halklarına Türk düşmanlığı empoze ettiler. Türkler’i vahşi, dinsiz, barbar, sapık gibi akla-hayale gelmeyen her türlü iftirayı attılar.
Bu sebeple özellikle Osmanlı Devleti'nin, cihâna hükmettiği dört asrı boyunca bütün küffar âleminin gönlünde “Türk” korkusu iyice yer etmiş ve uzun müddet silinmemişti. Bilhassa onbeşinci asırda, herhangi bir küffar devletinde aydın olmak için aranan ilk şart “Türk düşmanı” olmaktı. Avrupa teknoloji kavramıyla “Türk korkusu” sayesinde tanışmış, “Türkler'den korunma” telâşı batılı devletlerin ticaretinden sanatına, kültüründen inanışına kadar her alanda yerini almıştı. (Erhan Afyoncu, “Hürriyet Tarih”, 15 Aralık 2004, s. 4-13.)
Osmanlı arşivi'nin kasıtlı olarak çürütülüp imhâ edilmesi meselesine gelince;
1931 yılında dünyanın hiçbir yerinde, hiçbir milletin târihinde görülmedik bir biçimde, büyük bir kısmı maliyeye âit olan Osmanlı arşiv belgeleri, millî ve mânevî duygulardan yoksun bazı kimseler tarafından Bulgaristan'a, okkası 3 kuruş 10 paraya hurda kâğıt olarak satılmıştı.
Bu yıllarda İstanbul Defterdarlığı Mâliye Arşivi'nde bulunan askerî, malî, ticarî, siyasî, hukukî, edebî, denizcilik tarihimize ve bilim tarihimize âit evrakın büyük bir kısmı, işin ehli ve belgelerin değerini takdir edecek hiçbir şahıs veya müesseseye danışılmadan, kesekâğıdı yapılmak için ayrılan kâğıtlarla birlikte Bulgaristan'a satılmıştı. Satılan belgelerin miktarı 30 ilâ 50 ton arasındaydı. Çoğunluğu maliyeye ait olan belgeler, özellikle Tanzimat'tan sonra muhtelif dairelerden gelen vesikaların da burada toplanmasıyla artmış ve çoğalmıştı.
Sultanahmet'teki Bizans döneminden kalma hapishanede bulunan belgeler ise, Maliye Bakanlığı'nın emri ile defterdarlıkta konu ile alakası olmayan iki tapu memurunun üstünkörü incelemeleri sonucunda; günün maliyesi ile ilgili olmadıklarına, bir değer taşımadıklarına ve hükümlerinin geçmiş olduğuna karar verilerek, bir kısmının da boş kâğıt parçaları olduğu iddia edilerek, kâğıt fabrikalarında hamur haline getirilmek maksadıyla Bulgaristan'a gönderilmek üzere, Sirkeci'den döke saça vagonlara doldurulmuş ve yollanmıştı. Bulgarlar satın aldıkları Osmanlı arşiv malzemesini titizlikle inceleyip, tamamına yakınını tasnif etmişler, tahribe uğramış olanların bir kısmını da yeniden restore etmişlerdi. (Bu hususta daha ayrıntılı bilgi için, bakınız: “Bulgaristan'a Satılan Evrak ve Cumhuriyet Dönemi Arşiv Çalışmaları” Ankara Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, c. 23, s. 230, bas.: 1994; c. 37, s. 604, bas.: 1993. - T.C. Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı.)

3 - “Dün Avrupa’nın pazarı idiniz. Şimdi Avrupa’yı pazar yapmaya başladınız.”
Batılı devletler ürettikleri malları pazarlamak için bütün dünyaya saldırırken en büyük hedeflerinden birisi de Osmanlı idi. Osmanlı son zamanlarında iyice zayıflamış, özellikle ekonomide dizginleri tamamen Batı ülkelerine teslim etmişti. Batı ülkeleri Osmanlı topraklarında ticari imtiyazlar elde etmek, madenlerini ele geçirmek, ticaret yollarında söz sahibi olabilmek için birbirleri ile yarışırdı. İş o dereceye varmıştı ki, yabancı vergi memurları ülke içinde alacaklarına karşılık olmak üzere vergi toplarlardı. Kurtuluş Savaşı sonrasında sadece askerî değil ekonomik boyunduruktan da kurtulmuştuk.
Ne acıdır ki bugün ekonomik alanda Osmanlı’nın son zamanlarını hatırlatan hadiseler yaşanıyor. Batı ülkeleri ülkemizi “Pazar” yapmak için binbir dalavere çevirirken, ülkemizin değerlerini “Pazarlama”yı bize dayatmakta, bu tür tavizleri veren idarecileri baş tacı etmektedir.
Bütün engellere, pazarlamalara rağmen yaşanan olumlu bazı gelişmeler dahi küffar milletlerini rahatsız etmektedir.
Sözlerini “Batı size millî kimliğinize dönmenize imkân vermez.” diyerek bitiren Prof. Neumark’ın bu tespiti adeta Türkiye’nin ekonomisi için de söylenmiş gibidir. Yetişmiş insan gücü ve değerlendirilmeyi bekleyen pekçok kaynağı ile Türkiye ekonomik atılım için çok uygun bir zemine sahiptir. Ancak gerek dış gerekse iç, buna imkân vermemek için her türlü oyun tertip edilmektedir.
“Dostluk” hikâyesine bir din gibi sarılan basiretsizler küffarın manen nüfuz etmesine zemin hazırladıkları gibi, iktisaden nüfuz etmelerine de yardım etmekte bir beis görmezler.

4 - “En az 400 yıl Avrupa'nın sırtında ve ensesinde at koşturdunuz.”
Osmanlı fethettiği toprakları İslâm beldesi kılıp adalet ve medeniyetini yerleştirdiği gibi, Osmanlı akıncıları Avrupa içlerine yalın kılıç dalarlar, Almanya gibi nice ülkelerde at koştururlardı. Barbaros gibi denizler fatihi kumandanlarımızın emrindeki deniz akıncılarımız ise denizleri küffar gemilerine dar ederlerdi.
Kemâl Paşazâde “Tevârîh-i Âl-i 'Osmân”ın “VIII. Defter”inde; Sultan İkinci Bayezid'in küffar üzerine ard arda sefer düzenlemesini ve küfür beldelerini İslâm topraklarına dâhil etmesini engelleyemeyen Leh beyinin, Boğdan beyine haber göndererek: “Beni Türk'ün elinden kurtar!” diye çaresizlik içinde yalvarışını anlatırken, küffarın o asırlarda Türkler'den duyduğu korkuyu ve küfürdaşlarının emrine nasıl âmâde olduğunu şiirinde şöyle dile getiriyordu:
“Kenara çıkmağa isterdi çâre Eyü ya, tiz ne derlerse ederdi.
Halâs olmağ içün Türk'ün elinden,
Cehennem yolunu bulsa giderdi!..” (“Tevârîh-i Âl-i 'Osmân”, VIII. Defter, s. 174-175.)
Erhan Afyoncu “Hürriyet Tarih” dergisinde yayınlanan “Avrupa'nın Korkusu Attila ile Başlar” başlıklı yazısında, asırlar boyunca küffârı titreten “Türk korkusu”nu tarihî bir örnekle şöyle açıklar:
“Türkler'in yenilmez olduğu anlayışı ile ilgili çok ilginç bir örnek de şu idi: 17. yüzyılda Türkiye'ye gelen bir Alman seyyah, Türk gemisiyle İskenderiye'ye giderken, dört Venedik kalyonu ile karşılaşınca gemideki Türkler'in telâşlanıp korkmalarına inanamaz ve 'Türkler gibi dünyânın en cesur varlıkları, sadece dört adet Venedik gemisinden korkuyorlar. Demek ki onlar da bizim gibi insanlarmış' demişti.” (“Hürriyet Tarih”, 15 Aralık 2004, s. 7.)

Read more: Batı (Hristiyanlar) Biz (Müslümanları) niye sevmez 1
Kaynak: ForumYokYok - Anasayfa
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt