BATI ÇAMURUNDA DEBELENENLER: REHA MUHTAR
Murad Doğu
Yeni yetme parya ilk kez Nokta Dergisinin 22 Eylül 91 tarihli sayısında boy gösterdi.
Son derece yılışık bir üslubu var. Al ayağının altına çiğne!.. El attığı konular ve bunları işleyiş biçimi kesinlikle "kaşındığını" gösteriyor.
"Yabancılar ve Biz"... Kendisine "tahsis edilen" iki sayfaya bu adı uygun görmüş... "Yabancılar"... Yani o herşeyi bizden daha iyi "bilen", "beceren" yabancılar!.. "Biz" ise tüm "batılılaşma" yanlılarının ima etmekten tuhaf bir zevk duyduğu "gelişmemişliği" anlatıyor... "Biz", yani "geri zekalı doğulular!.."
"Amerikan pazarı" gibi "göz alıcı" ıvır-zıvır iki sayfa... Hacı Bekir lokumu latifliğinde bir anlatım tarzı... Sabun köpüğü hafifliğinde bir "fikrî" düzey...
Her vesileyle batının maddî üstünlüğüne, doğunun -dolayısıyla İslâm'ın- "çözümsüzlüğüne" göndermeler yapan tanzimatçı sığ bir mantığın iki yüz yıllık kompleksini ele vermektedir "Yabancılar ve Biz" adı... Paranoya değil, öküz altında buzağı arayan da yok. Ama başka şartlarda pek "masum" sayılabilecek bu adı, Reha Muhtar'ın "mobilya gibi sayfaları" ışığında tercüme edecek olursanız paryalığın o mahut saplantısıyla yüz yüze gelirsiniz... "Yabancılar ve Biz" bu işin görünen kısmı, adı..."Üstün batı(lı) ve geri doğu(lu)"... Bu da Muhtar'ın "kasdı"...
Reha Muhtar "batılılaşma" (paryalaşma) yanlısı "iki yüzlü demokratlar cephesi"nin Çetin Altan ekolüne mensup bir üyesi... (Muhtar'a kıyasla daha seviyeli yazılarla "babasının ekolünü" götüren Mehmet Altan da ayna dergide yazıyor)... "Belge-Birikim" ekolü Muhtar'ın yakın olduğu diğer batılılaşma hareketi...
Muhtar batılılaşma propagandasını, İlhan Selçuk-Uğur Mumcu gibi "sertlik yanlısı" batılılaşma yanlılarını "kıyasıya eleştirmek" stratejisi üzerine kurmuş... SHP ile "acımasızca" kafa bulması da bu yüzden.
Muhtar; "batılılaşma kampının" Selçuk-Mumcu ve HEP'siz SHP ögelerine karşı, ("batılılaşmayı" üretim-tüketim artışı çerçevesinde değerlendiren) Altan ekolüyle, (konuya daha "felsefî" daha "siyasî" yaklaşan) Belge-Birikim ekolü arasındaki "doğal ittifakın" argümanlarını kullanarak, "çözüm" önerilerini tekrarlayarak dikilmektedir. Ama ağırlıklı olarak Altan ekolünün... Öyle ki kimi zaman kaba bir kopyacılığa vardırmaktadır işi... Çetin Altan'a hayran, bu kesin...
Mesela bizlere "batının nimetlerini öğretmeye" soyunduğunun üçüncü haftasında tutmuş "Erbakan'ın joggingi" başlıklı bir yazı yazmış. "Siz hiç Ecevit'i tenis oynarken, Demirel'i sopayla golf topuna vururken düşlediniz mi, Erbakan'ı jogging yaparken gördünüz mü? diye sorduktan sonra şöyle devam ediyor; "Halbuki Amerikan Başkanı Bush'u tenis ve golf oynarken, Körfez Krizinin en can alıcı günlerinde koşarken gördüğümüzde hiç şaşırmıyoruz. Hiç birimizin aklına Bush'un Körfez Krizini düşüneceği yerde neden golf topuna vurduğu sorusu gelmiyor". Mitterand'ın ayağında lastik botları, hemen her gün Paris dışında yürüyüşe çıktığını da söylüyor Muhtar...(13 Ekim 91)
Çetin Altan'ın "Şeytanın Gör Dediği" köşesinde 80'lerin başında sık sık sorduğu bir sorudur bu; "İran'daki mollalar tenis oynasa acaba İran'da bu kadar idam cezası verilir miydi?" hikayesi.
Çetin Altan'ın 10 yıl önceki yazılarını konuları ve sözleriyle ısıtıp ısıtıp niye önümüze kor Reha Muhtar?.. Yeni yetişen gençliğe hitap ediyor ya; ondan... Nasıl olsa hatırlayan çıkmaz hesabı...
Yeri gelmişken cevap verelim: Bak Reha Muhtar; şimdi bu tenis, golf, jogging, yürüyüş mürüyüş hikayelerinin "uygarlıkla" falan bir ilgisi yok. Batıda o kadar sürtmüş adamsın, bilmen lazım. Oralarda "halkla ilişkiler" diye çok gelişmiş bir sektör var. Hani "public relations" dediğiniz numara... Bush niye mi Körfez Krizinin en can alıcı günlerinde tenis, golf oynuyor?.. Söyleyeyim; dünyanın parasını ödediği reklam şirketi öyle uygun görüyor da ondan. Bush'un, Mitterand'ın ve daha birçok batılı liderin çay bardağını tutuş şeklinden, uçak merdivenlerini tırmanış tempolarına kadar herşeyleri en ince ayrıntısına kadar bu işle görevli şirketler tarafından planlanıyor. Batıda "imajı" olmayan adam lider olamaz. Yani bir batılı lider, etiyle, kemiğiyle değil de profesyonelce kotarılan "imajlarıyla" vardırlar. Bush, mesela uçak merdivenlerini her seferinde koşarak çıkar. "Enerjik" başkan "imajı" bakımından böyle yapması gerekiyor da ondan. Yine Bush, Beyaz Saray bahçesine inen helikopterinden çıkarak Beyaz Saray'a yürümeye başladığı her seferinde "sevimli, sadık bir köpek" tarafından karşılanır. Ve Bush adeta bir öncekinin kopyası bir el hareketiyle bu köpeğin başını okşar, kalabalığa el sallar, sıçrayıp hoplayan köpeğe fazla yüz vermeden dönüp "ofisine" doğru yürür. Yanında karısı olduğu halde elbette. Bu da "köpeğiyle, hanımıyla mutlu bir hayat" süren ortalama Amerikan ailesi reisi "imajıdır"... Yok sağlıkmış, şuymuş buymuş; bırak bu ayakları. Sen de pekala domuz gibi biliyorsun ortada "siyasi pazarlama" olduğunu... "Yok, gerçekten bilmiyorum" inadındaysan, Özal'a sor, o anlatır sana 80 sonrasında nasıl "yaratıldığını"...10 yıl önceki Özal resimlerini bul, bugünkülerle karşılaştır. Saçının şeklinden, gözlüğüne kadar nasıl "dekore" edildiğini iyice gör.
Muhtar'ın Çetin Altan "taklitçiliğine" bir-iki örnek daha vereyim: Paris "tutkusu" ve bıyık düşmanlığı... Muhtar "Parisin Dayanılmaz Hafiliği" başlıklı yazısında bu iki konuyu da Çetin Altanvarî bir yaklaşımla işliyor (19 Ocak 92 tarihli NOKTA)
Muhtar'ın "kusuru" Çetin Altan'ın "favori konularını" seçmesi değil, ama bu konuları Çetin Altan yorumlarını bazan kelimesi kelimesine tekrarlayarak "güya" anlatmasıdır...
Muhtar, Paris'i Çetin Altan-varî anlatır. Yine aynı şekilde bıyık düşmanıdır. "Erkek kılına" takıntısı vardır. Bu "kıl düşmanlığı" öyle bir boyuttadır ki, Paris'le İstanbul'u Altan-varî bir ağızla "mukayese ettiği" (elbette Paris daha ağır basıyor) "Paris'in Dayanılmaz Hafifliği" başlıklı yazısında tutar bir de "kıl bakımından" karşılaştırır iki şehri!.. Sonuç biz İstanbullular için tam bir hüsrandır!.. Şöyle diyor:"Paris'de kızlı erkekli cafe'ler, İstanbul'da kıllı erkekli kahveler vardır"
Aferin! Çetin Altan'ın "pabuç bıyıklı Türk erkeklerine" açtığı savaşı güzel götürüyorsun. Yalnız biraz "haksızlık" ediyorsun. Çetin Altan, Belge ve senin gibi "batının kültür ajanları" sayesinde müslüman doğulu Türkiye toplumunun özellikle İstanbul, İzmir, Ankara gibi büyük şehirlerde yaşayan bölümü epeyi kendinize benzettiniz.
Yalnız kafeteryalarda değil, televizyon reklamlarından gazetelerdeki ilanlara kadar her yerde bol bol rastlanmaktadır sakalsız, bıyıksız Amerikan kopyası "sütlaç" tiplere... Yine aynı kafeteryalardaki ******, ibne, pezevenk bolluğu son 10 yılın eseridir bu biliniyor.(1)
Altan-Belge "batılılaşma" ekollerinin "müsamaha" gösterebilecekleri bir Atatürkçülük anlayışı var Muhtar'ın... Selçuk-Mumcu Atatürkçülüğünün tersine "serbest piyasacı" bir Atatürkçülük edebiyatı yapıyor. Şüphesiz her "batılılaşma" yanlısı parya gibi "laikliğin" yılmaz bekçisi!.. Askeri darbelere kesinlikle karşı. Eğer askeri darbe Yeltsin'e karşı yapılmışsa "demokrat"... O zaman tank tepelerine çıkıp çiçekler savuranları destekliyor. Demokratlık formülü şu; eğer bir askeri darbe "serbest piyasa" yanlısı rejimler, karşı yapılmışsa o askeri darbe "gericiliktir, despotizmdir, militarizmdir" falan, filan... Ama iktidardaki veya iktidara yürüyen bir İslâm yanlısı partiye karşı yapılmışsa "iyidir". Bunu da açık açık söylüyor. ("İnsan hakları, demokrasi, barış" kavramlarının Hristiyan-Yahudi batı emperyalizminin tüm dünyaya kendi pis gerçeğini "diktatörce" dayatmasının araçları olduğuna hâlâ inanmayanlar varsa, 26 Ocak 92 tarihli Nokta Dergisindeki "Demokrat ve Teokrat" başlıklı Reha Muhtar yazısını okusunlar. Adam gayet pişkin bir ifadeyle "ülkelerin içişleri diye birşey kalmadığını" söylüyor. Batı demokrasilerinin kurallarına uymayan bir ülkenin "uluslararası yaptırımlara" tabî olacağını da açık açık ifade ediyor. Şimdi Muhtar benzeri tiplerin neden yüzbinlerce Iraklı müslümanın katledilmesine ses çıkarmadığını anlıyor muyuz?.. Sakalsız, bıyıksız, karı mı erkek mi olduğu belirsiz bu tiplerin "insan hakları, barış, demokrasi" edebiyatlarının nasıl bir Amerikan köpekliği olduğunu kavrayabiliyor muyuz?.. Muhtar, Belge, Altan sülalesi, Türker Alkan, Haluk Şahin, Adalet Ağaoğlu, Selçuk Erez, Laçiner, Şahin Alpay, Cengiz Çandar, Hasan Cemal, Yağmur Atsız, Duygu Asena...ve topunun nasıl birer "canavar" olduklarını hissedebiliyor muyuz?.. Kısaca "batılılaşmanın" hangi ekolüne bağlı olurlarsa olsunlar tüm "iki yüzlü demokratlar cephesi" üyeleri özünde son derece ilkeli İslâm düşmanıdırlar. Bir it yavrusu, bir çiçek için gözyaşı ve para döken bu sefiller ellerine fırsat geçti mi hiç dinlemez onbinlerce müslümanı katleder ya da hapislere doldurur. İşte Irak, işte Cezayir.
Muhtar "milliyetçi" de geçinmektedir. Acaba!.. Biraz dikkat edilirse bu miliyetçilik ABD ve Avrupa tarafından Türkiye'ye biçilen müslüman Ortaasya Cumhuriyetlerine model olma misyonu çerçevesi içerisinde hava basmaktadır. Batı için sorun, bu cumhuriyetlerin "serbest piyasa" sistemine entegrasyonu ve İslâm yolundan uzaklaştırılmasıdır.
Muhtar'ınki Hristiyan-Yahudi batı emperyalizmi tarafından yazılan bu senaryonun hamallığını yapmaktan ibaret. "Doğunun yıldızı Türkiye" edebiyatının sırrı bu... Batılı böyle bir könjönktürde Türkiye'ye "hasta adam" diyecek değil ya!.. Sapına kadar milliyetçilik davası güden adam şu sıralar Ermeniler tarafından gözümüzün önünde katledilen binlerce Azerinin çığlıklarına kulaklarını tıkar. Ama n'apsın Muhtar, Ermenileri destekleyen, hem de Türkiye üzerinden -alay edercesine- sevkettiği silahlarla donatan "çağdaş ve uygar batı"nın ta kendisi. Bu batıya "tapan" bir adamın batıdan "izin" almadan milliyetçilik yapması imkansızdır. Öyle kağıt üzerinde "güçlü Türkiye, aslan, kaplan Türkiye" edebiyatı yapmak kolay... Azerbaycan burunumuzun dibinde. Durdurabiliyor musun Ermeniyi? Sen buna cevap ver. Milliyetçiliği de vitrindir.
Muhtar'ın "Yeni Dünya Düzenini" hatırlatan iki sayfasına yakından bakalım.
Sol sayfada -az önce tercüme ettiğim - "yabancılar ve biz" ibaresi yer alıyor.Bu ibarenin hemen yanında bir Reha Muhtar resmi... İnce bıyıklı... Bu resim 2 şubat 1992 tarihinde yerini bıyıksız bir Muhtar resmine bıraktı.
Yine sol sayfada, üst köşede "yeşil" bir dünya ve o dünyada olduğundan çok daha fazla yer kaplayan Türkiye görülmektedir. Büyütülmüş Türkiye herhalde Orta Asya cumhuriyetlerine HristiyanYyahudi batı emperyalizmine ait kurum ve değerleri sokuşturma manasına bir "Milliyetçiliğin" ne kadar şerefli olduğuna işaret ediyor. Turuncu renkli dev Türkiye'li bu dünya aslında sayfanın adının bir parçasıydı:"Dünya, yabancılar ve biz". Parçasıydı diyorum, artık kullanılmıyor.
Sayfaların "hafifliğini", ısmarlama yapısını, yapış yapış "batıcılığını", fikriyle olduğu kadar rengiyle, çizgisiyle de göstermek istediğim için bu ayrıntıların üzerinde duruyorum.
muhabbetlere bayılırlar.