Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Batı çamurunda debelenenler: Reha muhtar (1 Kullanıcı)

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
BATI ÇAMURUNDA DEBELENENLER: REHA MUHTAR


Murad Doğu

Yeni yetme parya ilk kez Nokta Dergisinin 22 Eylül 91 tarihli sayısında boy gösterdi.
Son derece yılışık bir üslubu var. Al ayağının altına çiğne!.. El attığı konular ve bunları işleyiş biçimi kesinlikle "kaşındığını" gösteriyor.
"Yabancılar ve Biz"... Kendisine "tahsis edilen" iki sayfaya bu adı uygun görmüş... "Yabancılar"... Yani o herşeyi bizden daha iyi "bilen", "beceren" yabancılar!.. "Biz" ise tüm "batılılaşma" yanlılarının ima etmekten tuhaf bir zevk duyduğu "gelişmemişliği" anlatıyor... "Biz", yani "geri zekalı doğulular!.."
"Amerikan pazarı" gibi "göz alıcı" ıvır-zıvır iki sayfa... Hacı Bekir lokumu latifliğinde bir anlatım tarzı... Sabun köpüğü hafifliğinde bir "fikrî" düzey...
Her vesileyle batının maddî üstünlüğüne, doğunun -dolayısıyla İslâm'ın- "çözümsüzlüğüne" göndermeler yapan tanzimatçı sığ bir mantığın iki yüz yıllık kompleksini ele vermektedir "Yabancılar ve Biz" adı... Paranoya değil, öküz altında buzağı arayan da yok. Ama başka şartlarda pek "masum" sayılabilecek bu adı, Reha Muhtar'ın "mobilya gibi sayfaları" ışığında tercüme edecek olursanız paryalığın o mahut saplantısıyla yüz yüze gelirsiniz... "Yabancılar ve Biz" bu işin görünen kısmı, adı..."Üstün batı(lı) ve geri doğu(lu)"... Bu da Muhtar'ın "kasdı"...
Reha Muhtar "batılılaşma" (paryalaşma) yanlısı "iki yüzlü demokratlar cephesi"nin Çetin Altan ekolüne mensup bir üyesi... (Muhtar'a kıyasla daha seviyeli yazılarla "babasının ekolünü" götüren Mehmet Altan da ayna dergide yazıyor)... "Belge-Birikim" ekolü Muhtar'ın yakın olduğu diğer batılılaşma hareketi...
Muhtar batılılaşma propagandasını, İlhan Selçuk-Uğur Mumcu gibi "sertlik yanlısı" batılılaşma yanlılarını "kıyasıya eleştirmek" stratejisi üzerine kurmuş... SHP ile "acımasızca" kafa bulması da bu yüzden.
Muhtar; "batılılaşma kampının" Selçuk-Mumcu ve HEP'siz SHP ögelerine karşı, ("batılılaşmayı" üretim-tüketim artışı çerçevesinde değerlendiren) Altan ekolüyle, (konuya daha "felsefî" daha "siyasî" yaklaşan) Belge-Birikim ekolü arasındaki "doğal ittifakın" argümanlarını kullanarak, "çözüm" önerilerini tekrarlayarak dikilmektedir. Ama ağırlıklı olarak Altan ekolünün... Öyle ki kimi zaman kaba bir kopyacılığa vardırmaktadır işi... Çetin Altan'a hayran, bu kesin...
Mesela bizlere "batının nimetlerini öğretmeye" soyunduğunun üçüncü haftasında tutmuş "Erbakan'ın joggingi" başlıklı bir yazı yazmış. "Siz hiç Ecevit'i tenis oynarken, Demirel'i sopayla golf topuna vururken düşlediniz mi, Erbakan'ı jogging yaparken gördünüz mü? diye sorduktan sonra şöyle devam ediyor; "Halbuki Amerikan Başkanı Bush'u tenis ve golf oynarken, Körfez Krizinin en can alıcı günlerinde koşarken gördüğümüzde hiç şaşırmıyoruz. Hiç birimizin aklına Bush'un Körfez Krizini düşüneceği yerde neden golf topuna vurduğu sorusu gelmiyor". Mitterand'ın ayağında lastik botları, hemen her gün Paris dışında yürüyüşe çıktığını da söylüyor Muhtar...(13 Ekim 91)
Çetin Altan'ın "Şeytanın Gör Dediği" köşesinde 80'lerin başında sık sık sorduğu bir sorudur bu; "İran'daki mollalar tenis oynasa acaba İran'da bu kadar idam cezası verilir miydi?" hikayesi.
Çetin Altan'ın 10 yıl önceki yazılarını konuları ve sözleriyle ısıtıp ısıtıp niye önümüze kor Reha Muhtar?.. Yeni yetişen gençliğe hitap ediyor ya; ondan... Nasıl olsa hatırlayan çıkmaz hesabı...
Yeri gelmişken cevap verelim: Bak Reha Muhtar; şimdi bu tenis, golf, jogging, yürüyüş mürüyüş hikayelerinin "uygarlıkla" falan bir ilgisi yok. Batıda o kadar sürtmüş adamsın, bilmen lazım. Oralarda "halkla ilişkiler" diye çok gelişmiş bir sektör var. Hani "public relations" dediğiniz numara... Bush niye mi Körfez Krizinin en can alıcı günlerinde tenis, golf oynuyor?.. Söyleyeyim; dünyanın parasını ödediği reklam şirketi öyle uygun görüyor da ondan. Bush'un, Mitterand'ın ve daha birçok batılı liderin çay bardağını tutuş şeklinden, uçak merdivenlerini tırmanış tempolarına kadar herşeyleri en ince ayrıntısına kadar bu işle görevli şirketler tarafından planlanıyor. Batıda "imajı" olmayan adam lider olamaz. Yani bir batılı lider, etiyle, kemiğiyle değil de profesyonelce kotarılan "imajlarıyla" vardırlar. Bush, mesela uçak merdivenlerini her seferinde koşarak çıkar. "Enerjik" başkan "imajı" bakımından böyle yapması gerekiyor da ondan. Yine Bush, Beyaz Saray bahçesine inen helikopterinden çıkarak Beyaz Saray'a yürümeye başladığı her seferinde "sevimli, sadık bir köpek" tarafından karşılanır. Ve Bush adeta bir öncekinin kopyası bir el hareketiyle bu köpeğin başını okşar, kalabalığa el sallar, sıçrayıp hoplayan köpeğe fazla yüz vermeden dönüp "ofisine" doğru yürür. Yanında karısı olduğu halde elbette. Bu da "köpeğiyle, hanımıyla mutlu bir hayat" süren ortalama Amerikan ailesi reisi "imajıdır"... Yok sağlıkmış, şuymuş buymuş; bırak bu ayakları. Sen de pekala domuz gibi biliyorsun ortada "siyasi pazarlama" olduğunu... "Yok, gerçekten bilmiyorum" inadındaysan, Özal'a sor, o anlatır sana 80 sonrasında nasıl "yaratıldığını"...10 yıl önceki Özal resimlerini bul, bugünkülerle karşılaştır. Saçının şeklinden, gözlüğüne kadar nasıl "dekore" edildiğini iyice gör.
Muhtar'ın Çetin Altan "taklitçiliğine" bir-iki örnek daha vereyim: Paris "tutkusu" ve bıyık düşmanlığı... Muhtar "Parisin Dayanılmaz Hafiliği" başlıklı yazısında bu iki konuyu da Çetin Altanvarî bir yaklaşımla işliyor (19 Ocak 92 tarihli NOKTA)
Muhtar'ın "kusuru" Çetin Altan'ın "favori konularını" seçmesi değil, ama bu konuları Çetin Altan yorumlarını bazan kelimesi kelimesine tekrarlayarak "güya" anlatmasıdır...
Muhtar, Paris'i Çetin Altan-varî anlatır. Yine aynı şekilde bıyık düşmanıdır. "Erkek kılına" takıntısı vardır. Bu "kıl düşmanlığı" öyle bir boyuttadır ki, Paris'le İstanbul'u Altan-varî bir ağızla "mukayese ettiği" (elbette Paris daha ağır basıyor) "Paris'in Dayanılmaz Hafifliği" başlıklı yazısında tutar bir de "kıl bakımından" karşılaştırır iki şehri!.. Sonuç biz İstanbullular için tam bir hüsrandır!.. Şöyle diyor:"Paris'de kızlı erkekli cafe'ler, İstanbul'da kıllı erkekli kahveler vardır"
Aferin! Çetin Altan'ın "pabuç bıyıklı Türk erkeklerine" açtığı savaşı güzel götürüyorsun. Yalnız biraz "haksızlık" ediyorsun. Çetin Altan, Belge ve senin gibi "batının kültür ajanları" sayesinde müslüman doğulu Türkiye toplumunun özellikle İstanbul, İzmir, Ankara gibi büyük şehirlerde yaşayan bölümü epeyi kendinize benzettiniz.
Yalnız kafeteryalarda değil, televizyon reklamlarından gazetelerdeki ilanlara kadar her yerde bol bol rastlanmaktadır sakalsız, bıyıksız Amerikan kopyası "sütlaç" tiplere... Yine aynı kafeteryalardaki ******, ibne, pezevenk bolluğu son 10 yılın eseridir bu biliniyor.(1)
Altan-Belge "batılılaşma" ekollerinin "müsamaha" gösterebilecekleri bir Atatürkçülük anlayışı var Muhtar'ın... Selçuk-Mumcu Atatürkçülüğünün tersine "serbest piyasacı" bir Atatürkçülük edebiyatı yapıyor. Şüphesiz her "batılılaşma" yanlısı parya gibi "laikliğin" yılmaz bekçisi!.. Askeri darbelere kesinlikle karşı. Eğer askeri darbe Yeltsin'e karşı yapılmışsa "demokrat"... O zaman tank tepelerine çıkıp çiçekler savuranları destekliyor. Demokratlık formülü şu; eğer bir askeri darbe "serbest piyasa" yanlısı rejimler, karşı yapılmışsa o askeri darbe "gericiliktir, despotizmdir, militarizmdir" falan, filan... Ama iktidardaki veya iktidara yürüyen bir İslâm yanlısı partiye karşı yapılmışsa "iyidir". Bunu da açık açık söylüyor. ("İnsan hakları, demokrasi, barış" kavramlarının Hristiyan-Yahudi batı emperyalizminin tüm dünyaya kendi pis gerçeğini "diktatörce" dayatmasının araçları olduğuna hâlâ inanmayanlar varsa, 26 Ocak 92 tarihli Nokta Dergisindeki "Demokrat ve Teokrat" başlıklı Reha Muhtar yazısını okusunlar. Adam gayet pişkin bir ifadeyle "ülkelerin içişleri diye birşey kalmadığını" söylüyor. Batı demokrasilerinin kurallarına uymayan bir ülkenin "uluslararası yaptırımlara" tabî olacağını da açık açık ifade ediyor. Şimdi Muhtar benzeri tiplerin neden yüzbinlerce Iraklı müslümanın katledilmesine ses çıkarmadığını anlıyor muyuz?.. Sakalsız, bıyıksız, karı mı erkek mi olduğu belirsiz bu tiplerin "insan hakları, barış, demokrasi" edebiyatlarının nasıl bir Amerikan köpekliği olduğunu kavrayabiliyor muyuz?.. Muhtar, Belge, Altan sülalesi, Türker Alkan, Haluk Şahin, Adalet Ağaoğlu, Selçuk Erez, Laçiner, Şahin Alpay, Cengiz Çandar, Hasan Cemal, Yağmur Atsız, Duygu Asena...ve topunun nasıl birer "canavar" olduklarını hissedebiliyor muyuz?.. Kısaca "batılılaşmanın" hangi ekolüne bağlı olurlarsa olsunlar tüm "iki yüzlü demokratlar cephesi" üyeleri özünde son derece ilkeli İslâm düşmanıdırlar. Bir it yavrusu, bir çiçek için gözyaşı ve para döken bu sefiller ellerine fırsat geçti mi hiç dinlemez onbinlerce müslümanı katleder ya da hapislere doldurur. İşte Irak, işte Cezayir.
Muhtar "milliyetçi" de geçinmektedir. Acaba!.. Biraz dikkat edilirse bu miliyetçilik ABD ve Avrupa tarafından Türkiye'ye biçilen müslüman Ortaasya Cumhuriyetlerine model olma misyonu çerçevesi içerisinde hava basmaktadır. Batı için sorun, bu cumhuriyetlerin "serbest piyasa" sistemine entegrasyonu ve İslâm yolundan uzaklaştırılmasıdır.
Muhtar'ınki Hristiyan-Yahudi batı emperyalizmi tarafından yazılan bu senaryonun hamallığını yapmaktan ibaret. "Doğunun yıldızı Türkiye" edebiyatının sırrı bu... Batılı böyle bir könjönktürde Türkiye'ye "hasta adam" diyecek değil ya!.. Sapına kadar milliyetçilik davası güden adam şu sıralar Ermeniler tarafından gözümüzün önünde katledilen binlerce Azerinin çığlıklarına kulaklarını tıkar. Ama n'apsın Muhtar, Ermenileri destekleyen, hem de Türkiye üzerinden -alay edercesine- sevkettiği silahlarla donatan "çağdaş ve uygar batı"nın ta kendisi. Bu batıya "tapan" bir adamın batıdan "izin" almadan milliyetçilik yapması imkansızdır. Öyle kağıt üzerinde "güçlü Türkiye, aslan, kaplan Türkiye" edebiyatı yapmak kolay... Azerbaycan burunumuzun dibinde. Durdurabiliyor musun Ermeniyi? Sen buna cevap ver. Milliyetçiliği de vitrindir.
Muhtar'ın "Yeni Dünya Düzenini" hatırlatan iki sayfasına yakından bakalım.
Sol sayfada -az önce tercüme ettiğim - "yabancılar ve biz" ibaresi yer alıyor.Bu ibarenin hemen yanında bir Reha Muhtar resmi... İnce bıyıklı... Bu resim 2 şubat 1992 tarihinde yerini bıyıksız bir Muhtar resmine bıraktı.
Yine sol sayfada, üst köşede "yeşil" bir dünya ve o dünyada olduğundan çok daha fazla yer kaplayan Türkiye görülmektedir. Büyütülmüş Türkiye herhalde Orta Asya cumhuriyetlerine HristiyanYyahudi batı emperyalizmine ait kurum ve değerleri sokuşturma manasına bir "Milliyetçiliğin" ne kadar şerefli olduğuna işaret ediyor. Turuncu renkli dev Türkiye'li bu dünya aslında sayfanın adının bir parçasıydı:"Dünya, yabancılar ve biz". Parçasıydı diyorum, artık kullanılmıyor.
Sayfaların "hafifliğini", ısmarlama yapısını, yapış yapış "batıcılığını", fikriyle olduğu kadar rengiyle, çizgisiyle de göstermek istediğim için bu ayrıntıların üzerinde duruyorum.
muhabbetlere bayılırlar.
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Rezillik o boyutta ki, Muhtar "Yolunuz Düşerse" adını verdiği bu "kalın bağırsak" köşesinde bazan hızını alamayıp İngiltere'de hangi kuaförde bir yandan saçınızı kestirirken, diğer yandan çayınızı içip, reçelli, ballı ekmekler yiyebileceğiniz meselesine açıklık getiriyor. Adresine, ücretine varıncaya kadar yardımcı oluyor. Kimi zaman Atina'ya bilmem ne tavernasına gitmenizi salık veriyor.
Muhtar'ın "kıl takıntısı" muaazzam. Tam dört kez bu konuya "değinmiş".
Her konuda demokrat ayakları atan bir tipin "durup dururken" erkeklerin bıyıklarına "takması" çok tuhaf. Şimdi burada "kıl-tüy" üzerine muhabbet açmayı çok istediğimden değil ama öyle dangalakça laflar ediyor ki Muhtar, illet olmamak elde değil.
Bıyık bırakıp bırakmamak ister kişisel bir tutum ister toplumsal bir alışkanlık deyin, nihayetinde belli bir yaşama biçiminin simgelerinden birisidir. Büyük laf etmeye gerek yok; adam ister bıyık bırakır, ister bırakmaz. Bu onun bileceği bir şey. Bir simge yanı var elbette. Mesela Amerikalılar kısa favorili, sakalsız, bıyıksız adamlardır. Genel olarak doğuda ise -ki Balkanlarıyla, Ortadoğusuyla, Akdeniziyle, Asyasıyla- erkekler bıyık bırakmayı tercih ederler.
Muhtar ise bıyıkla insan zekası arasında ters ilişki kuruyor. Bir takım laflarla bıyıklıların kafası çalışmaz manasında imalarda bulunuyor. Bir başka seferde Türk erkeklerinin ağızlarını ayıp yer kabul ettiklerini, bu yüzden bıyık bırakarak bu ayıbı gizlemeye çalıştıklarını söylüyor.
İki satır Freud okuyan her "iki yüzlü demokrat" cinsellik uzmanı kesilir bilindiği gibi. Muhtar'ınki de bir bakıma böyle bir tatmin işte. Ayıp yerle bıyık arasında ilişki kurduğu bir başka hafta yine bir kaltak resmi koymuş adeti olduğu üzere. Güya bu Hollandalı karı "bıyıksız erkekler daha etkileyici oluyor" demiş. Muhtar durur mu, manşeti çekmiş:"Avrupalı kadınlar bıyık sevmiyorlar"... Aynı hafta Dışişleri Bakanına da bıyıklarını kesmesini tavsiye ediyor.
Son olarak "pazar Sakalı" başlığı altında bıyıklı erkeklerin pazar günleri traş olmamasını "işlemiş"... Bu yazısında insanların haftanın hangi günleri traş olması gerektiği ve hafta sonu hangi elbiseyle dolaşması lazım geldiği üzerine ders veriyor. Elbise takım olmayacak, "griden bozma" hiç olmayacak. Kravat takılmayacak. Ya?.. "Çağdaş ülkelerdeki gibi giyinilecek" diyor Muhtar.(8 Mart 92)
"Tüketim peygamberi" Çetin Altan da sık sık babasının evde terlik giydiğini, pijamayla dolaştığını anlatırdı. Hâlâ da anlatıyor. En küçük bir meselede, bir "kıl-tüy" konusunda dahi biraz eşelediniz mi insanların başından fesi, çarşafı "efendiler!.. Buna şapka derler... Medeni milletler kullanır... Biz de kullanmaya mecburuz" diyerek zorla çekip alan "Tanzimatçı-teslimiyetçi" aşağılık kompleksinin "buyurucu" karakteri meydana çıkıyor.
Dün, 70 yıl önce ayağında postalları, sırtında üniforması (sonra "smokin" giymeyi akletti) müslüman doğulu Türkiye toplumunu "kafasına vura vura" iyilik olsun diye dilinden, dininden, kılığından, kıyafetinden koparan "baş öğretmenle", bugün "aynı görevi" "insan hakları, barış, demokrasi" edebiyatıyla sürdüren sakalsız-bıyıksız kısa favorili "baş öğretmenler" arasındaki mesafe, sanıldığından daha azdır. Ve eğer 200 yıllık "batılılaşma" ihanetinin çimentosu İslâm düşmanlığı ölçü alınacak olursa, Altanlarla, Belgelerle, Muhtarlarla Mustafa Kemal'in "idealleri" arasında hiç bir stratejik ihtilaf yoktur. Ama bu adamlar "Kemalizmi" eleştiriyor dediniz!.. Olabilir. Ama onlar "esas olarak" Kemalizm'den daha "öteye", T.C.'den daha gerilere, Osmanlı'ya vurmak hesabı içerisindedirler.
"Batılılaşma" yanlısı "iki yüzlü demokratlar cephesi"nin "Kemalizm" eleştirileri, Atatürkçülüğü Osmanlı'ya saldırabilmek için "kum torbası" niyetine kullanır. Bu manada "Kemalizm" eleştirileri bir dolayımdır; Osmanlılığı barındırdığı, ya da Osmanlı eleştirilerine "girizgah" teşkil etmeye yaradığı için "hesabı görülür". M. Kemal gökten düşmedi, Osmanlı'nın içinden çıkıp geldi. Bu yanıyla "tenkid" edilir. Ama Osmanlı'yı da bitiren yine o. Bu yanıyla da göklere çıkarılır.
Kemalizmi red yarışına girmiş bulunan günümüz "batıcılarının" esasında Atatürkçülüğün tarihi misyonuyla nasıl bir anlaşma içinde olduğu çok iyi bilinmektedir. 70 yıl önce ninelerimizi, dedelerimizi sokak ortasında soyup, giydiren zihniyetle bugün erkeklerin bıyığından, elbisesinden, sakalından utanan "kemiksiz çağdaş" zihniyet aynı soydandır; İslâm-Osmanlı düşmanları soyundan.
Muhtar "Pazar Sakalı" yazısının hemen yanında yeralan bir başka yazısında şöyle diyor; "Halbuki Türkiye'nin; arkasında bir sürü rezillik bırakarak çöken Osmanlı'nın mehter marşıyla yürümemesi gerek... Cumhuriyet'in 70 yıllık gençliğinde dinamik olarak koşması gerek..." (arkasında bir sürü rezillik bırakarak çöken Osmanlı... kısmını vurgulu yazmış; anlam kuvvetli olsun diye.)
Osmanlı'nın "arkasında bir sürü rezillik bırakarak çöktüğünü" iddia eden bu "batı mikrobu", müslüman doğulu Türkiye toplumunu ayakta tutan kurum ve geleneklere sistematik olarak saldırmaya devam etmektedir.
Ele aldığı konulara bakılacak olursa hayatı "yatak odası, içki masası ve kenef" arasında geçmektedir. Birinden diğerine dolaşmakla dolduruyor ömrünü. Bunu yaşamak falan sanıyor.
Bıyıklar kesilecek... Ermeni mezesiyle "kafa çekmenin" zevkine varılacak... Bir yandan saç kestirirken diğer yandan ballı ekmek yemek için İngiltere'ye gidilecek... Arada bir Yunan müziği dinlemek için Atina'ya gidilecek...vs.
Her hafta onca "şirinliği" bunları "öğretmek" için yapıyor... Osmanlı'ya bu nedenle pislik atıyor, atabiliyor...
Cesaretten ileri gelmiyor bu "gözüpeklik"... Ya?.. Sayı saymasını biliyor ama dayak yememiş!..
TEDAİLER
Dallama... Keferelik... Karı gibi dedikodu yapmak... Yağ çekmek... İnsanım diye ortalıkta dolaşmak... Kütlük...
EK: Bu yazıyı 92 kışında kaleme almıştık... Aradan geçen süre içerisinde REHA MUHTAR cephesinde bir vitrin değişikliği yaşandı... 4 Temmuzdan itibaren Muhtar, "Yabancılar ve Biz" adını "Sınır Ötesi" olarak değiştirdi... Aynı adda bir TV proğramı da hazırlıyor. Bu proğramın, tanıtımı ABDA televizyonu CNN'de yayınlanan CROSSFİRE adlı TV proğramının reklam filminden "esinlenmiş"... Araklamaya yakın bir esinlenme... "Sınır Ötesi" adı aynı zamanda bizim ikide bir Irak sınırını aşıp gövde gösterisi yapan "kahramanları"da hatırlatıyor...
Pislik saçmanın "sınır ötesi" yok... Eskisi gibi devam ediyor Muhtar... Hangi birini konuşacağını şaşırıyor insan. Bir örnek verip bitirelim şu işkenceyi. "Sınır Ötelerine" meraklı bu "yeni yetme" emperyalist bozuntuları hakkında yazmak gerçek bir işkence...
7 Haziran 92 tarihli Nokta'daki yazısı TERÖR üzerine... Akıl veriyor Muhtar, diyor i; (yani demek istiyor ki) "Bu demokrasi işini çok ciddiye alan arkadaşlarımız var... Bunlar zannediyorlar ki Avrupa'da "ideal demokrasi" var. Yok canım! Mesela İngiltere... Adamlar İRA'nın anasını belliyorlar... Bu örgütün liderlerini ne televizyona ne de radyoya çıkarıyorlar... Halbuki bizde? Apo her yerde... TV'de, magazinlerde... Olmaz! Demokrasi bu değil... Apo'nun resmini, mesmene göstermek yok... Bu açık propagandaya girer... Demokrasi dediğin, adamın anasını belleyip, bunu özgürlük diye yutturma ustalığıdır... Anlayın artık şunu yahu!.. Demokrasi diye oramızı buramızı yırtıyorsak, "sahiden" ciddiye alın diye yapmıyoruz... İşler böyle yürüyor! Anlayın artık şunu yahu!.. Demokrasi diye yapmıyoruz... İşler böyle yürüyor! Anlayın artık ha! Hadi, bakalım doğru bıyıkları kazımaya..."
Şu Reha Muhtar'ı okuyun derim... Okuyun ki "batı usulü demokrasinin de, demokratlığın da" ne olduğunu anlayın...
Not: 1991-1994 yılları arasında Taraf Dergisi'nde yayınlanan "Batı Çamurunda Debelenenler" başlıklı seriden seçilmiştir.
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Kemalizmi red yarışına girmiş bulunan günümüz "batıcılarının" esasında Atatürkçülüğün tarihi misyonuyla nasıl bir anlaşma içinde olduğu çok iyi bilinmektedir. 70 yıl önce ninelerimizi, dedelerimizi sokak ortasında soyup, giydiren zihniyetle bugün erkeklerin bıyığından, elbisesinden, sakalından utanan "kemiksiz çağdaş" zihniyet aynı soydandır; İslâm-Osmanlı düşmanları soyundan.
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Meğer Mini Etek Gelmiş...
reha.jpg

"Yazık bize...

İspanya’ya Madrid’e maça gitmesem, Avrupa’daki mini etek modasından bile haberdan olmayacaktım...

Madrid’e indik bir de ne göreyim... Genç kızlarda, kadınlarda, orta yaşlı hanımlarda bir mini etek modası almış başını gitmiş ki sormayın...

Aval aval bakınmaktayım...

Çünkü Türkiye’de artık böyle modalar yoktur ve olamazlar...


***

Hayır mahalle baskısının güçlü olduğu, Fatih’ten, Üsküdar’dan, Sultanbeyli’den bahsetmiyorum...

Oralarda tamamamen muhafazakâr bir tarz var biliyorum...

mesele o değil...

Mesele şehrin göbeğinde, Nişantaşı’nda, Etiler’de, Ankara Kızılay’da Tunalıhalmi’de artık mini etek modasının görülmeyecek olmasıdır...

Muhafazakârlaşma öyle bir noktada ki, moder giyim de kapalılaşıyor...

Etek boyları zorunlu olarak uzuyor...

Psikolojik muhafazakârlaşma baskısı, dekoltelteleri sınırlıyor, in modaları es geçiyor, modernlik sadece etek giymek, başı açık gezmekten ibaret bir hal alıyor...

Buna Nişantaşı’nın muhafazakârlaşması veya sıkı sıkıya örtünmesi denir ki, bu durumu ancak bir Avrupa ülkesine gittiğinizde fark edersiniz...

Bir zamanlar Avrupa modasının Türkiye’de aynı gün, aynı ay, bazen aynı saatten yayıldığını bilenler artık modayı izlemek için, Avrupa’ya gidecekler...

Tabii bu krizden gidecek paraları ve olanakları varsa...

Hazin bir hüzün vardı Madrid’de üzerimde..." (Reha Muhtar, 01.04.2009, Vatan)

fur2logo.jpg

Herkesin bir derdi var durur içerisine, diye bir şarkı var… Reha Muhtar’ın içindeki dertte bayağı acıklı bir dert; BAYAĞI…
Adamın tuzu kuru, keyifler keko, eh derdi de tabiî olarak mini etek derdi olacak… Fakat Muhtar aslında bize güzel bir şey hatırlatıyor; GELEN İSLÂM’dır, durdurulamaz, engellenemez…
Muhtar’ı da rahat edeceği mini etekliler memleketinde rahat bırakırız, merak etmesin… İlginç olan şu; dünya kan revan içinde, ekonomik kriz, küresel ısınma felâketleri kapıda iken, adam ne kadar rahat şekilde böylesine boş işlere temas edebiliyor ve bir gazete de kendisine yarım sayfa yer ayrılıyor… Kimbilir kendisi ne kadar ciddi şeyler söylediğini zannediyor ve düşünüyordur?.. Dünya işte!...
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
Adamın tuzu kuru, keyifler keko, eh derdi de tabiî olarak mini etek derdi olacak… Fakat Muhtar aslında bize güzel bir şey hatırlatıyor; GELEN İSLÂM’dır, durdurulamaz, engellenemez…
 

Islamasigi

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
16 Tem 2006
Mesajlar
128
Tepki puanı
0
Puanları
0
Emeğine sağlık kardeşim...
bunlar kızılmayacak kadar zavallı ya...
"ALLAH C.C." cümlesine hidayet versin..
"ALLAH C.C." hidayet vermemişse biz ne yapabilirizki..?
dua ile...
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
Avrupa'da Yeni Moda: Boynuz


Resmi büyütmek için tıklayın

İngiltere'nin başkenti Londra'da yapılan Uluslararası Dövme Festivali'ne dünyanın her tarafından binlerce kişi akın etti. VÜCUDLARINI GÖSTERMEK İÇİN GELDİLER Festival'de kendi dövmelerini sergilemek için Londra'ya akın eden dövme fanatikleri yoğun ilgi gördü. Festivala katılan bir çok kişi de yeni dövme yaptırdı. Festivalde en ilginç görüntü ise bir kadının alnında boynuz şeklinde iki şişlik olması. Deri altına bir sıvı enjekte edilerek alında çıkıntı oluşturuluyor. Festivalin bir diğer özelliği ise aynı anda binlerce kişinin dövme yaptırarak dünya rekoru kırmak için mücadele etmesi oldu.
İngiltere'nin Başkenti Londra'da Yapılan Uluslararası Dövme Festivali'ne Dünyanın Her Tarafından Binlerce Kişi Akın Etti.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt