Muhtazaf
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 30 Mar 2008
- Mesajlar
- 9,624
- Tepki puanı
- 989
- Puanları
- 113
- Yaş
- 66
- Web Sitesi
- www.aydin-aydin.com

Önce duyarsın. Girdiğin bir şehri, geliveren zamanı ilk önce duyarsın. Gözünün gördüğü her şey akar gider. Bir sesi kalır sana, bir sesi kalır sende.
İlk önce duyarsın. Geceyi ve sabahı. Zaman birbirine seslerle ulaşır, bilirsin.
Duymak silkinmektir, uyanmaktır, dirilmektir.
Gece, tüm şehirlere aynı sükut, aynı sesle çöküyor. Sabah, tüm şehirlere aynı sesle doğuyor. El ayak çekildiğinde tüm şehirlerde aynı ses duyuluyor: Çekirge sesleri...
ne kadar da aşina! Her şehir senin. Farklı farklı yüzler takınsa da şehir sesi bir tek kendine kalıyor.
İşitmek görmenin önünde. 'Dinle neyden' diye başlıyor Mevlâna... Gördüklerin hızla uzaklaşıp gidiyor, bir trenin camından izlediklerin misali. Bir acı düdüğü kalıyor trenin o yolculuklardan. Gidenlerden geriye bir acı düdük sesi kalıyor.
O düdüğü her duyduğunda geri geliyor yollar, yolculuklar; gittiğin ve geldiğin her yer; giden, uzaklaşan herkes.
Duymak hissetmektir.
Sonra, bir sokak seriliyor önüne. Tanıyıp bilmediğin sokak sesleriyle tanışık kılıyor kendini. Sen o aşina sesleri arıyorsun adımladıkça sokağı. Belki aradığın, çocuklarını eve çağıran bir annenin nidasıdır. Bir babanın eve dönüş sesi belki. Biraz motor, biraz makine, çekiç...
Belki, bir simitçinin simitlerine çağıran gevrek sesi. Simitlerden önce o sözler ısıtıyor içini. Bu sokak senindir.
Ve çocuklar... boş bir arsada top oynayan veya okul çıkışı kravatı ellerinde eve koşan çocuklar.
Kuş cıvıltısı cıvıltılar...
Duymak yaşamaktır.
Şehrinle, sokağınla nihayet evinle yaşarsın. Fakat her şehir, her sokak, her evle yaşanmaz. Hayattaki bir ev olmalı. Dostun olmalı duvarları, merdivenleri, kapısı, pencereleri...
Sesine ses vermeli. İşte bu evdir belki o ev. Rüzgâra engel olmayan, göz göz olmuş çatısıyla yağmuru dört gözle bekleyen...
Kapısı 'buyur' diyen bir gıcırtıyla açılan, tahta merdivenleri her adımına eşlik eden, seninle secdeye kapanan ve seninle kıyama kalkan... Bu ev senindir.
Nice iniş çıkışlardan derlediği hikayeleri anlatır tahta basamaklar, nice giriş çıkışı anlatır o tahta kapı. Her adımdan bir nağme kalmıştır tahtaların bağrında. Her girişin bir çıkışı, her yükselişin bir inişi olduğunu anlatır; 'yükselişine güvenme, giri şine aldanma!' derler.
Biz, hep hızla yükselen ve paldır küldür yuvarlanıveren olduk. Tane tane çıkamadık, tane tane inmeyi bilemedik. Çünkü hissiz duvarların arasında, acemi kapıların önündeydik. Bizimle birlikte girivermiyordu kapı içeriye, bizimle birlikte çıkmıyordu merdivenlerimiz yükseklere.
O kadar hareketiyle, o ağır hikayeleriyle hep yerinde duran, hep orada olan, o kadar da gidene rağmen yine bekleyen, bizi bekleyen kapılarımız, merdivenlerimiz olmadı bizim. Kapı gıcırtıları, merdiven sızlanışları...
Duymak bilmektir.
Dinlersin. Dinlemek durmaktır, beklemektir, alıcı olmaktır.

Yaprakları, rüzgarın titrettiği yaprakları dinlersin, bir ince yüreğin titreyerek titrettiği kitap yapraklarını dinlersin. Yapraklar akar, dökülür, gider serinden. Kanatlıdır, kelebek kanatlıdır, zaman uçar sükûta. Seni de alabilmek için çırpınır zaman ve bir kar tanesidir zaman iniverir eriyiverir. İncitmemek için toprağı, soğuk bilmeyen ellerimizi, iniverir sükût içinde.
Kelebeğin kanat çırpışını, kar tanelerinin toprağa inişini duyan var mıdır? Akıp gidişi, çırpınışı dinleyen, duyan...
Akıp gidiveren, değişiveren karşısında alıcı olan.
Duymak değişmektir.
Ses bir ırmak, bir çağlayan akıyor. Bir kaynak besliyor. Gözlerimizi kapayınca görüntünün, gürültünün çekildiği kıyılarda adeta ses yağıyor üzerimize. Bir ses hepsinden ötede; hepsinden önce varıyor toprağa. Çatlamış toprağa, kıvranan köklere, duada ellere... Bir damla su, bir kar tanesi, bir amin..
Şimdi gönül sesi varıyor toprağına. Aldığımız ve verdiğimiz her nefesin sesi. Ne kadar coşkun, ne kadar yüksek... işte şimdi, ben o nefesim. Zaten ben yalnızca bir nefesim. Bir nefeste saklıyım. Oysa hayatımı o nefesten gayri tüm gürültüler kaplıyor. Hapsindeyim gürültülerin.
Sessizlik ne kadar sesli.
Yere düşen bir yaprak, bir kitap sayfası, bir kar tanesi...
Su, rüzgar, anne, çekirge, bir eski ev, bir eski sokak, şehir....
Ve ân. Bir, iki, üç... Diriliyorsun.