Seviyorsunuz, âşık oluyorsunuz. Görüyor, tanıyor, biliyorsunuz. Sevdiğinize gönül veriyor, onun için yaşar hale geliyorsunuz. Ama ya sevdiğiniz çok uzaklardaysa... Yıllar değil asırlarca ötelerdeyse ve hiç görme ihtimaliniz yoksa. Hep “neden seveyim ki!” diye bir soru boğazınıza gelip düğümleniyorsa ya da sevdiğinizi söylediğiniz halde bunun emarelerini üzerinizde göremiyorsanız, bu sevgi neyin sevgisi sizce?
Bir vicdanın iç hesaplaşmasıyla karşı karşıyayız. “Sevdim” dediği; inandığını, gönül verdiğini, peygamber olarak kabul ettiğini söylediği bir insansa bu; yani Allah Resulü Hz. Muhammed Mustafa (sas) ise...
Sevgi sorgulanabilir mi bilinmez; ama bunun ifade edilmediği bir gerçek. Gönüllere gömülmüş, bir mezar mı yoksa bu sevgi…
Bir peygamberi sevmek nasıl bir şeydir? Hasret duymak mıdır, O’nu görmek arzusu mudur, sanki O’nunla birlikte yaşıyormuş gibi davranmak mıdır?.. Yoksa sadece öyle olduğunu zannetmek midir? “Seviyorum”un arkasından “galiba!” diye bir düşünce mi hasıl oluyor? Bu sevgi yoksa sanal bir sevgi mi?
Yüreğim neden kıpır kıpır olmuyor? Aşk insanın mutluluk hormonlarını arttırırmış, ben neden mutlu değilim o zaman? “Peygamberim”, “Efendim” diyemiyorum… Neden? İnanıyorum; ama galiba sevmesini bilmiyorum. Peygamber aşkını kalbimde filizlendiremiyorum! İnanmakla sevmeyi nasıl bir araya getirebilirim?
O’nun güzide arkadaşları yani ashab gözünün içine bakarmış. Yanında otururken sanki başlarında bir kuş varmış da uçacakmış gibi dururlarmış. Ne söylerse, yürekten “evet” derlermiş. Bu hassasiyet yıllara, asırlara yayılmış sonra. Şimdi Allah Resulü (sas) yok. Ama kimi gönüller sanki O’nun karşısındaymış gibi hissedebiliyor. Kimin başında kuş olduğunu bilmiyoruz; ama bizde sahabe efendilerimiz gibi başımıza o kuşların konmasını istiyoruz
Sevgimizi tüm içtenliğimizle sunabilmeliyiz ki bizim de başımıza kuşlar konabilsin. Aşkı arayan bizler, sevgilinin gözünün içine bakabilecek cesareti yüreğimizde büyütmenin çabasında olmalıyız.
AİLEM DERGİSİ (SERHAT ŞEFTALİ)
Aklım uzakta kaldığı günleri saymakta.
Ruhuma sisli, dumanlı bir kasvet yaymakta.
Göster çehreni ki güneş gurûba kaymakta.
Aklım uzakta kaldığı günleri saymakta.”
Bir vicdanın iç hesaplaşmasıyla karşı karşıyayız. “Sevdim” dediği; inandığını, gönül verdiğini, peygamber olarak kabul ettiğini söylediği bir insansa bu; yani Allah Resulü Hz. Muhammed Mustafa (sas) ise...
Sevgi sorgulanabilir mi bilinmez; ama bunun ifade edilmediği bir gerçek. Gönüllere gömülmüş, bir mezar mı yoksa bu sevgi…
Bir peygamberi sevmek nasıl bir şeydir? Hasret duymak mıdır, O’nu görmek arzusu mudur, sanki O’nunla birlikte yaşıyormuş gibi davranmak mıdır?.. Yoksa sadece öyle olduğunu zannetmek midir? “Seviyorum”un arkasından “galiba!” diye bir düşünce mi hasıl oluyor? Bu sevgi yoksa sanal bir sevgi mi?
Yüreğim neden kıpır kıpır olmuyor? Aşk insanın mutluluk hormonlarını arttırırmış, ben neden mutlu değilim o zaman? “Peygamberim”, “Efendim” diyemiyorum… Neden? İnanıyorum; ama galiba sevmesini bilmiyorum. Peygamber aşkını kalbimde filizlendiremiyorum! İnanmakla sevmeyi nasıl bir araya getirebilirim?
O’nun güzide arkadaşları yani ashab gözünün içine bakarmış. Yanında otururken sanki başlarında bir kuş varmış da uçacakmış gibi dururlarmış. Ne söylerse, yürekten “evet” derlermiş. Bu hassasiyet yıllara, asırlara yayılmış sonra. Şimdi Allah Resulü (sas) yok. Ama kimi gönüller sanki O’nun karşısındaymış gibi hissedebiliyor. Kimin başında kuş olduğunu bilmiyoruz; ama bizde sahabe efendilerimiz gibi başımıza o kuşların konmasını istiyoruz
Sevgimizi tüm içtenliğimizle sunabilmeliyiz ki bizim de başımıza kuşlar konabilsin. Aşkı arayan bizler, sevgilinin gözünün içine bakabilecek cesareti yüreğimizde büyütmenin çabasında olmalıyız.
AİLEM DERGİSİ (SERHAT ŞEFTALİ)
Aklım uzakta kaldığı günleri saymakta.
Ruhuma sisli, dumanlı bir kasvet yaymakta.
Göster çehreni ki güneş gurûba kaymakta.
Aklım uzakta kaldığı günleri saymakta.”