Şimdi televizyon var.
Önceleri, sohbetle başlayan, muhabbetle yoğunlaşan akşamlarımız vardı. Sonraları radyolu akşamlarımız oldu. Eğlenceli, öğretici, zevkli. Şimdi televizyonlu akşamlarımız var. Daha yalnız ve daha sıkıntılı. Televizyon artık gündüzleri de var. Gün boyu televizyon, ömür boyu televizyon.
Televizyon ilk olarak, büyük merak uyandıran büyülü bir lüks olarak girdi evlerimize. Televizyonu olanlar ayrıcalık kazandı, ünlendi. Sonra yavaş yavaş yaygınlaştı büyü kutusu. Yaygınlaştıkça büyüsü azaldı, sırları çözüldü. Alışkanlık haline geldi. Daha sonraları da yorgan gibi, süpürge gibi evin temel bir ihtiyacı oldu çıktı. Daha daha ötesi de, aileden biri oldu neredeyse. Her akşam selâmlaştığımız, oturup muhabbet ettiğimiz bir fert oldu.
Nasıl İzliyoruz?
Televizyonun sunduğu içerik üzerine yapılan araştırmalar, programların büyük bir bölümünün açıkça eğlence amacına dayandığını gösteriyor. Televizyon programlarının yaklaşık yüzde 75'ini eğlence içerikli programlar oluşturuyor. Bu programlar içerisinde, televizyonun temel amaçlarından birisi olan eğitim tarafını bulmak ise oldukça zor. Doğrusu izleyici de televizyonu, daha çok eğlenmek için seyrediyor.
Araştırmacılar kitap okumayı bireysel bir faaliyet, sinemayı bir arkadaş olayı, televizyonu ise aile olayı olarak değerlendiriyorlar. Televizyon izlemenin daha çok aile içinde bir eylem olduğu gerçek.. Ancak televizyon yayınlarının içeriği ve televizyonu izleme şekli, aileyi bir araya getirmekten çok aileyi bölen ya da bozan bir konu olarak karşımıza çıkıyor.
Televizyon genellikle, rastgele seçtiğimiz bir zaman öldürme aracı. Ona "açıl" komutunu aklımızla değil, daha çok gönlümüzle veriyoruz. Evdeki asıl işlerimizi bitirdiğimizde, yaptığımız işten bunalıp birkaç dakika ara vermek gerektiğinde ya da sinir bozucu bir sessizliği bozmak için televizyonun düğmesine basıyoruz.
Televizyondaki programın içeriği genellikle fazla bir şey ifade etmiyor. Ancak özel durumlarda, haberler, sürekli izlenen diziler ya da sinema filmleri gibi programlarda bir tercih söz konusu olabiliyor.
Televizyonu, bir program dahilinde değil, vakit, ruh hali gibi faktörlerin verdiği fırsatlarla izliyoruz. Fakat çoğu zaman farkında olmadan, televizyon programlarının güdümünde yaşıyoruz. Günlük konuşmalarımızdan yemek seçimlerimize, sanat zevkimizden dünyaya bakış açımıza kadar bir çok konuda televizyon programlarının yönlendirmesiyle yaşıyoruz.
Televizyonu savunmasızca izliyoruz. Karşısına oturduğumuz andan itibaren onun büyüsüne kapılarak, neredeyse gözlerimizle ekrandan içeri girip oradakileri yaşayarak seyrediyoruz. Bize yönlendirilen bütün ışıkları, sesleri, renkleri alıyoruz. Gönderilen etkiler arasından bir tercih yapamıyoruz. Televizyon karşısında mantığımız adeta iflâs ediyor. Ondaki her şey gözlerimizden ve kulaklarımızdan girip ruhumuzu ve bedenimizi sarıp kuşatıyor.
Maddi durumumuz, toplum içindeki statümüz, fikir yapımız ne olursa olsun televizyonu, yaşadığımız dünyanın önemli bir parçası olarak düşünüyoruz. O, daha cisim olarak hayatımızın demirbaşları arasında yer alıyor. Sonra, dünyaya açılan penceremiz, sıkıntımızı paylaştığımız dostumuz ve modern olmanın kaçınılmaz bir gereği olarak görüyoruz onu.
Alıntı : Altınoluk Dergisi