Bu ise Resul-u Ekrem döneminde yaşanılmış olay değil günümüzde Mevlüd Kandili ve Kutlu Doğum Haftasının nasıl kutlanacağına dair küçük bir piyes.
Bazı kelimeleri siz değiştirirsiniz yapacağınız programa göre Mevlüd Gecesi yerine Kutlu Doğum haftası gibi.
Selametle.
1.SAHNE
( Arka fonda akşam ezanı okunmaktadır. Ezanın bitimiyle birlikte sahne aydınlanır. Ayşe bir kenarda seccadesinin üzerinde namazının son rekatını kılmaktadır. Diğer tarafta, annesi bir koltuğun üzerinde elindeki Kur’an-ı Kerim’i dudaklarını kıpırtadarak sessizce okumaktadır. Namazını bitiren Ayşe seccadesini toplayarak bir kenara koyar ve annesinin yanına gelir, dizlerinin dibine oturur)
(Kur’an okumasını bitiren anne “sadakallahülazim” diyerek Kur’an’ı öper ve yandaki masanın üzerine koyar ve kızına döner)
Anne: Allah kabul etsin kızım.
Ayşe: Amin anneciğim Allah Razı olsun.
Anne: Kızım biliyorsun bu akşam Mevlid Kandili. Arkadaşlarınla ne yapacağınıza karar verdiniz mi?
Ayşe: Evet anneciğim. İnşallah yatsı namazını kıldıktan sonra Haticelerin evinde toplanıp Kur’an okuyacağız.
Sonra Peygamberimiz(sav)e yüzlerce salatu selam getirip, O’nun hakkında arkadaşlarımızla sohbet edeceğiz.
Anne: Çok güzel kızım Allah gecenizi mübarek eylesin, Sevgili Peygamberimiz(sav) i sizin ve bizim hakkımızda şefaatçi eylesin İnşallah..
Ayşe: Amin.
(Ayşe ayağa kalkar ve çantasından bir kitap çıkararak annesinin yanına gelir tekrar yanına oturur.. Annesi merakla kızına sorar)
Anne: Ne kitabı o kızım?
Ayşe: Bu bir şiir kitabı anneciğim. İçinde Peygamberimiz hakkında çok güzel şiirler var. Bugün okulda bir öğretmenimizin elinde gördüm. Kendisinden müsaade isteyerek kitabı biraz inceledim. İçinde o kadar güzel şiirler vardı ki anneciğim, kitaptan başımı kaldıramadım. Öğretmenim kitaba ilgimi görünce okumam için bana verdi. Ben de düşündüm ki bu akşam arkadaşlarımızla yapacağımız sohbette bu kitaptan istifade edebiliriz.
Anne: Çok güzel düşünmüşsün kızım. Peki Ayşe o kitaptan benim için bir şiir okur musun?
Ayşe: Elbette anneciğim. Hatta bir iki tanesini ezberledim bile. Sana onlardan birini okuyayım.
(Ayşe kitabı annesine verir, oturduğu yerden ayağa kalkar, yüzü salona dönük bir şekilde şiiri okumaya başlar, aynı anda fon müziği çalar-sultanım-)
Derdimendim yâ Rasûlallah, devâ ol derdime,
Destgir ol, yâ Habiballah, bu asî mücrime!..
Sen şefâat kânı varken, yalvarayım ben kime?..
Ben Rasûl-i Kibriyânın, bülbül-ü nâlânıyım.
Mücrimim gerçi, cemâl-i Mustafâ hayrânıyım..
Bûy-i vaslındır, muattar eyleyen sünbülleri,
Nur cemâlinden eserdir, bağ-ı aşkın gülleri,
Gül cemâlindir Habîbim, mesteden bülbülleri,
Ben Rasûl-i Kibriyânın, bülbül-ü nâlânıyım.
Mücrimim gerçi, cemâl-i Mustafâ hayrânıyım
Cânını cânâne kurban eyliyor pervâneler,
Bezm-i vaslın neş’esinden, gaşyolur mestâneler,
Aşıkın gözyaşlarından, doldu hep peymâneler,
Ben Rasûl-i Kibriyânın, bülbül-ü nâlânıyım.
Mücrimim gerçi, cemâl-i Mustafâ hayrânıyım..
Ermek istersen, O şâh’ın himmet-ü imdâdına,
Cânü dilden âşık ol sen; “İsm-i zât” evrâdına,
Ses verir (Ulvî); melekler âteşin feryâdına,
Ben Rasûl-i Kibriyânın, bülbül-ü nâlânıyım.
Mücrimim gerçi, cemâl-i Mustafâ hayrânıyım
(Şiir bittikten sonra sahne kararır ve arka fonda Salat-ı Ümmiye-Itri Tekbir- çalmaya başlar)
2. SAHNE
(Fon müziği yavaşça kesilir.Ayşe annesinin dizine başını yaslamış bir vaziyettedir. Annesi elinde bir mendille gözlerini silmektedir. Ayşe başını kaldırarak annesine sorar)
Ayşe: Anneciğim sana bir şey sorabilir miyim?
Anne: Tabi ki evladım.
Ayşe: Din Kültürü dersinde öğretmenimiz, Yüce Allah’ın Kur’an-ı Kerim’de peygamberimizin alemlere rahmet olarak gönderildiğini belirten ayeti okuyarak bunun ne anlama geldiğini araştırmamızı istemişti. Bana biraz bundan bahseder misin?
Anne: Elbette kızım. Sana bildiğim kadarıyla O’nun niçin alemlere rahmet olarak gönderildiğini anlatmaya çalışayım. Öncelikle bilmelisin ki ayet-i kerimede geçen “alemler” ifadesi çok ama çok önemlidir. Bu ifade O’nun gönderilişinin sadece insanlar için değil bütün canlılar, hayvanlar, bitkiler, hatta cansızlar için yani bütün mevcudat/varlık alemi için bir rahmet olduğuna işarettir.
Sevgili kızım;
O gelmeden önce bütün dünya karanlıklar içindeydi... Adı cahiliyye olan kapkaranlık bir dönem...Buradaki cehalet ilmin karşılığı olan cehalet değildi. Kur’an-ı Kerim’in ifadesiyle; iman ve inancın zıddı olan küfrün yani inkarın adı olan cehalet...Yani karanlık..yani zulüm...
(Sahne kararır.Fonda müzik çalmaya başlar-Çağrı-. Anne ve Ayşe sahneden çekilirler. Sahneye karaltılar içinde insanlar doluşurlar . Gürültüler içerisinde sağa sola koşuşturup dururlar. Anne bir köşeden anlatmaya devam eder. )
Peygamberimiz Aleyhisselâm İslâm Dinini insanlara bildirmek vazifesiyle gelmezden önce, insanlık âlemi iki büyük devletin tesiri altında yaşıyordu. Bunlar Peygamberimizin memleketi olan Arabistan Yarımadasına komşu bulunan Bizans ve İran Devletleri idi.
İnsanların inandıkları, yolunda gittikleri dinler arasında Hıristiyanlık, Musevîlik mecusîlik ve putperestlik hüküm sürüyordu. Fakat Bizanslıların, Romalıların inandıkları din olan Hıristiyanlık, İncil'in eski devirlerden beri değiştirilip aslından uzaklaşılmasıyla İsa Aleyhisselâmın getirdiği dinle büyük ölçüde ilgisini kesmişti.
(Konuşma durur Arada “Lat, Menat, Uzza, Hubel, Ey göklerdeki babamız, Ey Zerdüşt bizi koru, Tanrımız Yehova bize yardım et” sözleri ve inleme sesleri duyulur.)
(Sesler kesilir. Koşuşturma ve konuşma devam eder)
Üstelik Roma medeniyetinin putperestliği, kötü ahlâkı, her türlü perişanlığı da dinî inançlara karıştırılmış, iş çığırından çıkmıştı. Papazların şahsî düşüncelerine göre, din hükümleri çıkarttıkları, para ile Cennet sattıkları, günahkârları afvetme gibi hayâllere daldıkları Hıristiyanlığın bir de üçlü ilâh sapıklığına bulaşmasıyla da hak dinle uzaktan yakından hiç ilgisi kalmamıştı.
Yahudilerin sahip çıktığı Musevîlik ise, yine bu milletin kendi sapıklıklarını din içine sokmalarıyla, Musa Aleyhisselâmın getirdiği şeriattan uzaklaşmıştı. Yahudiler, kendi peygamberlerinden sonra yeni bir şeriatla gelen İsa Aleyhisselâma düşmanlık yapmakla da hak yoldan tamamiyle mahrum olmuşlardı.
İranlılar da, Mecusîlik adı verilen ateşperestlik yani ateşe tapma gibi sapık bir dinin içindeydiler.
(Konuşma durur. Bir kişi koşarak ortaya içinde ateş yanan bir kap getirir ve yere bırakır.. İnsanlar bu ateşin etrafında secdeye kapanır kalkarlar, anlaşılmaz sesler çıkarırlar. Kap daha sonra sahneden çıkarılır. Koşuşturma ve konuşma devam eder.)
Araplar içerisinde İbrahim Aleyhisselâmın şeriatı üzerine devam eden, Allahü Teâlâ'nın birliğine iman eden "Hanifler" de vardı. Ancak bunlar adetleri belli olacak kadar az bir sayıdaydılar.
Arapların bir çoğu ise putlara tapıyorlardı. Dağdan getirdiği odun parçasını yontarak tanrı ediniyor, kendi eliyle yoğurup şekil verdiği helvayı put yaptıktan sonra acıkınca yiyordu. Kabe 360 kadar putla doldurulmuştu. İnsanlar Allah’ı bırakıp bu putlara tapınıyorlar, onlardan yardım istiyorlardı.
(Konuşma durur. Sahneye heykel şekli verilmiş bir karton getirilir, insanlar heykele doğru eğilerek, öper gibi yaparak etrafında dönerler. Ellerini yanlara açarak secdeye kapanır kalkarlar. Anlaşılmaz seslerle “Lat , Menat, Uzza,Hubel bize yardım et, bizi koru” şeklinde yalvarır gibi sesler çıkarırlar. Sesler kesilir.Heykelin etrafında dönmeler ve secdeler sürerken konuşma devam eder. )
Yaratılış gayesi Allah'ı bilip tanımak ve O'na layıkı vechiyle kul olmak olan insanoğlu, tarihin bazı dönemlerinde Peygamberlerin üstün gayretleri ve rehberliği sayesinde tevhid akidesine bağlı kalmış, bazan da zulüm ve haksızlığa dalarak dalalete düşmüştür. Bu gibi durumlarda Cenab-ı Hak Peygamberlerle insanların yardımına yetişmiştir. İşte milâdî 7.asırda da dünyanın her tarafı zulümler, karanlıklar ve sapıklıklar içindeydi. Öyle ki, insan ya vahşi, zalim, merhametsiz ve kaba bir mahluk, yahut esir, mazlum ve mağdur bir varlıktı. Dünyanın her tarafında kötülükler, ahlaksızlıklar zulümler insanlığı inim inim inletiyordu.
O zamanın Arabistanında her şey aslî hüviyetinden uzaklaştırılmış, içki korkunç bir alışkanlık haline gelmiş, yalancılık ve dolandırıcılık alabildiğine yayılmış, faiz alıp vermek servetleri sömürme noktasına varmış, kabalık ve zulüm, ahlaksızlıklar, yol kesmeler, adam öldürmeler, mazlumlara, fakirlere eziyetler tahammül edilemiyecek bir seviyeye ulaşmıştı. Bütün insanî değerler ters yüz edilmiş, fazîletler ayıp; ayıp ve kusurlar ise birer fazîlet gibi itibar görmeye başlamıştı. Canavarlık alkışlanıyor ve insanlık horlanıyordu. Kurtlar çoban olmuş çalım çakıyor; koyunlar bu merhametsiz çobanların elinde inim inim inliyordu. Fuhuş, zina, ahlâksızlık öyle yaygınlaşmıştı ki, çoğu kimse babasını bilmiyor ve tanımıyordu. Haseb ve nesep bütün bütün kuruyup gitmişti. İçki ve kumar hiç de ayıp sayılan şeyler değildi. İhtikâr normal bir hâdise gibi değerlendiriliyor, çeşit çeşit kandırmacalarla insanlığın kanını emmek marifet ve akıllılık sayılıyordu.
Hele bir zulüm vardı ki.. İnsanın kanını donduracak dehşette öyle bir canavarlık vardı ki... Allahım ... Bu ne korkunç, bu ne anlatılmaz bir zulümdü...