Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Baharın ölümü[TEFEKKÜR] (1 Kullanıcı)

RiSaLei-NuR

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Eki 2007
Mesajlar
301
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
38
Web Sitesi
www.powereglence.com
Baharın ölümü


BİR YAPRAK düştü toprağa.

Sonra bir başkası.

Sonra peş peşe döküldü bütün yapraklar.

Ağaçlar soyundukça toprak giyindi: Önce altın sarısına döndü, sonra altınlarıyla beraber beyaz kefenine büründü.

***

ÇİÇEKLERDEN eser yok. Kelebekler uçup gitmiş. Güller kurumuş, bülbüller susmuş. Sevilenler, elveda demeden se­venleri terk edip gitmiş. Yemyeşil ormanlar iskeletlerle dol­muş. Daha dün cıvıl cıvıl hayat kaynayan bu yerlerde, şimdi firak hıçkırıkları bile yankılanmıyor. Çünkü geride ağlayacak kimse de kalmamış.

Hani, nerde o güzelim gelincikler?

Nerde elma çiçeklerine doluşan arıcıklar?

Nerde gün âşıkı çiçekler?

Gün nereye koşturuyor sahi?

***

KOŞAN günler, kaybolan günler, âşıklarını ardından ağla­tan günler... Hepsi, her gelişinde birşeyleri beraberinde geti­rirler, ama “Tadına doyan var mı?” demeden, getirdiklerini alır götürürler. Günlerden nice ömürler olur; günlerle bera­ber nice ömürler ölür.


Gönlümde hüzün var, yaklaştı akşam
Ömrümün güneşi zevale döndü.
Akşamları sevmek belki çare olurdu—şafakla beraber o da çekip gitmeseydi!

Ama dünyada beni bırakıp gitmeyecek ne var, söyler misi­niz dünya âşıkları?

En güzeli bahardı; şimdi kefenine bürünmüş yatıyor.

Niye durmadı buralarda? Durmayacaksa niye geldi? Ar­dından ağlatacaksa eğer, niye yüzüme gülüp durdu çiçekleriyle? Öyle bir gaddarlık, böyle bir güzelliğin arkasında ken­dini nasıl sakladı?

Yeşil tomurcuğun içinden fışkıran pembe gül, solacağını niye haber vermedi?

Penceremin önünde cıvıl cıvıl öten serçecik, öleceğini niye söylemedi?

Yoksa söyledi de ben mi işitmedim?

***

YAPRAKLAR peş peşe döküldü toprağa. Çiçekler birbiri ardınca soldu. Kuşlar ve kelebekler birer birer öldü. Şimdi yalnız iskeletler var dağ eteklerinde. Ve onların ayaklarını örten bembeyaz bir kefen.

Günler, beraberinde getirdiklerini alıp götürdüler. Günlerle gidenler ise...

Durun bir dakika!

Onlar aslında hiçbir şey götürmedi, götüremedi. Çünkü kendilerine ait hiçbir şeyleri yoktu.

Irmağın üzerinde hızla akıp giden damlacıkların parıltıları kendilerinden olsaydı, arkadan gelenler nasıl parlayacaktı? Halbuki o damlacıklar karanlıklardan çıkıp gelmişlerdi.

Gülün fidanında da o pembe tebessüm yoktu. Serçe yu­murtasında o sevimlilik yoktu. Gelincik tohumlarında o nazenin güzellik yoktu. Elma çiçeklerinin iskeletinde kuru bir odun yığınından başka hiçbir şey yoktu.

Onlar geldiler ve gittiler. Gitmek istediklerinden gitmedi­ler. Gitmek zorundaydılar.

Çünkü onlarda görünen güzellik, başka başka aynalar iste­di.

Çünkü öyle bir güzellik bir güle, bir bülbüle, bir bahara razı olmazdı.

Öyleyse sen de bir güle, bir bülbüle, bir bahara, bir dünya­ya razı olma. Eskimiş aynalar, bırak, kırılsın gitsin. Sen yeni aynalarda seyret güzelliği.

Sabret; şu kefenin koynunda uyuyan bahar, yeniden gülleriyle yüzüne gülecek. Serçeler yine cıvıldaşacak. Dağ yamaç­ları yakında gelinciklerle dolacak, iskeletler canlanıp gelinliklerini giyecekler. Gurup secdesine kapanmış yüz binler çeşit güzeller, yine dirilip karşında belirecekler. Onlarda cilvele­nen Esmâyı, bu sefer tazelenmiş ve özlenmiş olarak bulacak­sın.

Ve o Esmânın cilvelerinde, sevilenlerin sevenleri asla terk etmediği âlemlere bir çağrı okuyacaksın.

İstersen, şimdiden zevk edebilirsin o âlemleri. Cismin ye­rinde dursa da hayalin, ruhun ve kalbin geçmiş ve gelecek bütün baharlarla beraber o âlemlerden de dilediğin kadar çi­çek toplar ve koklar.

Bak, soldu dediğin güller, öldü dediğin bülbüller, asıl ve nesilleriyle el ele vermiş, tesbihatlarıyla süslenmiş, misâl âleminin levhalarında, gayb âleminin derinliklerinde, âhiret âlemlerinin menzillerinde hâlâ diriler ve diri kalacaklar.

Onun için, sen aynayı bırak, Esmâyı bul.

Leylâ’yı bırak, Mevlâ’yı bul.

Yoksa Leylâ’yı arayan ancak belâyı bulur.

Mevlâ’yı arayan ise, bütün fâni sevgililerin arkasından dö­külen gözyaşlarını bir anlık sohbetiyle ebedî sürurlara çevi­ren bir Habîbu’l-Bekkâîn ile beraber olur.

Gülün açmasında ve solmasında, bülbülün ötmesinde ve susmasında, baharın doğmasında ve ölmesinde hep Onun se­ninle baş başa bir sohbeti var.

Hâlâ cevap vermeyecek misin?

***

YAPRAKLAR birbiri ardınca koştu Onun çağrısına.

“Lebbeyk” dedi ve toprağın koynuna düştü.

Çiçekler, kuşlar, kelebekler, böcekler, birer birer Ona dön­dü.

Hepsi de tesbihatlarını ve bütün hayatlarının mahsulâtını Ona sunarak resmigeçitteki yerlerinden ayrıldı.

Toprak onları Rabbinin emriyle bağrına bastı, yorganını üzerine çekti.

Yeni bir baharda yeni bir şevkle dirilmek için uykuya dal­dı.

Dün cemâl tecellileriyle kaynayan bu yerlerde şimdi bir iz­zet ve celâl tecellîsi hüküm sürüyor.
İkisi de aynı yerden geliyor.

Öyleyse giden yok, ölen yok, ayrılan yok, kaybolan yok...

Ezelî Esmânın bir Müsemmâsının değişik tecellîleri var sa­dece.

Merhaba kış!

Dünyamıza hoş geldin.
 

RiSaLei-NuR

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Eki 2007
Mesajlar
301
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
38
Web Sitesi
www.powereglence.com
Baharın ardından


“BAHAR BAHÇESİNDEN bir bahar kadar bir güldeste-i marifet ve iman alıp gelirken…”

Âyetü’l-Kübrâ yolcusu, seyahatinin altıncı mertebesinden, elinde böyle bir demetle dönüyor. Biz de bir bahar mevsiminden henüz çıkmış bulunuyoruz; elimizde nasıl bir demetle o kapıdan döndüğümüzü iyice düşünmenin vaktidir.

Aslında mevsimlerin hepsi kendi güzellikleriyle gelip geçer dünyamızdan; onların herbiri, kaçırılmaya gelmeyecek kadar muhteşem bir âlemdir. Üstelik, geldiği zaman, herbiri özlenmiş olarak gelir. Fakat baharın bütün mevsimler içinde ayrı bir yeri vardır. O bir diriliştir, bir başlangıçtır, her yıl tekrarlanan bir haşir provasıdır. Onda yeryüzünün canlanışını görmek ve rahmet eserlerini seyretmek için Yer ve Gökler Rabbinden bize ulaşmış bir emir ve bir davet vardır. Ne çare ki, bu emre uymak ve bu davete icabet etmek, zamanımızda rağbet gören bir iş değildir. Onun için, en dindar olanlarımıza bile “Baharınız nasıl geçti?” diye sormak pek aklımıza gelmiyor; gelse de ne cevap alacağımızı bildiğimiz için böyle sorular pek anlam taşımıyor.

Aslında, kâinatta olup bitenleri Risale-i Nur bize anlatıncaya kadar, bizim mevsimlerle, tabiatla, etrafımızdaki âlemle çok fazla alışverişimiz yoktu. Barla’da bir bahar günü başlayan Risale-i Nur telifatı, birden, dünyayı aydınlatan bir ışık gibi, yerdeki ve gökteki İlâhî sanat mucizelerini gözlerimizin önüne seriverdi. Ruhlarımız birden ısındı yazılanlara. Onu okudukça kendimizi tanıdık, kâinatı okumasını öğrendik. Dağlar, taşlar, kuşlar, ağaçlar, yıldızlar, gezegenler bizimle konuşmaya başladı. Artık nereye baksak zikir halkaları, fesahatli yapraklar, cezaletli çiçekler, belâgatli meyveler görüyorduk. Memleket bir büyük diriliş yaşadı yazılan ve okunan risalelerle. Gönüllerde bir iman inkılâbı gerçekleşti. “İnandık” demekle biten bir iş değildi bu; imanı soluyor, imanı içiyor, imanın neş’esini yaşıyorduk.

Bugün bulunduğumuz yerden geriye bakıp da Risale-i Nur’dan önceki mahrumiyet günlerini hayal etmek hiç kolay değildir; onun ışığı, bütün bir toplumun hayatına şu veya bu ölçüde sızmış bulunuyor. Onun bize gösterdiği dünya ile hemhal olmuş kimselere ise, Risale-i Nur’suz bir günü tasavvur etmek bile güç gelir. Baharın sözü edilince içinde birşeylerin kaynadığını fark etmezse insan; yurdun dağlarında ve ovalarında rahmetin nasıl tebessüm ettiğini görmez yahut görmeye iştiyak duymazsa; akşam vakti çıkacak yıldızı, sabah açacak çiçeği, gecenin sükût ve sükûnetinde sohbete başlayacak tatlı sözlü nutukhanları bir zikir neş’esi içinde seyredip dinlemezse; ve bunlardan herhangi birini kaçırdığında yüreğinden birşeylerin koptuğunu hissetmezse, o hayata yaşamak mı denir?

Lâkin bugünlerde insanların gerçek bir hayatı yaşamak için vakitleri yok! Daha da acısı şu ki, Risale-i Nur’u okuyanlar içinde de böyle bir hayatın artık eskisi kadar heyecanla yaşandığını söyleyemiyoruz. Onun yerine, şimdi bizim vatan kurtarmak gibi büyük meşgalelerimiz var. Bazılarımız ise bununla da yetinmiyor, dünyayı kurtarmaya koşuyor! Eğer bu iddia size abartılı geliyorsa bir düşünün: İzlediğiniz yayın organlarınızdan, geride bıraktığımız bahar hakkında kaç haber aldınız?

Bahar geride kaldı. Fakat kâinatta olup bitenler yine güncelliğini koruyor. Bitkiler, çiçekler, hayvanat ve tuyur âlemi, gökler, denizler, geceler, gündüzler, kâinatın mütefekkir yolcularına seslenmeye devam ediyor. En azından, yeni bir mevsime açılan ve müştak seyircilerini bekleyen başka pencereler var önümüzde:

“Zemin yüzünü yaz zamanında temâşâ edip görüyoruz ki…”
 

Kaan Erdem

Yönetici
Katılım
9 Ara 2006
Mesajlar
11,197
Tepki puanı
230
Puanları
63
selamünaleyküm kardeşim..çok güzel paylaşımlar...manalı ve insanı alıp götüren düşündüren hissiyatlara büründüren...paylaşımınız için t.ederim...

kısa bir eleştiri yada fikir paylaşımı:yazılar renkten kaynaklı belirsiz...ayrıca büyük oluyor ben şahsım adına bu tür konulara girince okumadan çıkıyorum...yazılar büyük ve belirsiz olunca....

selam ve dua ile kalın selametle....
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt