/// Bağ Bozumu ///
Üsküdar Fıstıkağacında bir sokak...
Adı: Bestekür Behlül sokağı...
Yıllarca yaşadım bu sokakta...Ta 1979’dan 1990’na kadar...
Güzel günlerdi... Her yer cıvıl cıvıldı...
Özellikle ilkyaz ve sonbahar ayları muhteşem güzelliklere sahne olurdu ...
Karşımda annemlerin evi...
Penceresinden Marmara Denizinin efsunlu suları.... Ayasofya’nın sisli minareleri...
Akşamları İstanbul’u karanlığın kollarına terk eden güneş... Bu ayrılık acısıyla ağlamaktan kızaran gözleriyle derin bir uykuya dalan gurup. Minareler arasından nazlı bir edayla süzülen hilal... Uzaklardan bu güzel tabloyu selamlayan tek tük yıldızlar....
Sokağın sonuna kadar salkım söğütler, iğde ağaçları ... Tepelerinde yüzlerce minik serçelerin sesleri...
Özellikle ikindi sonraları...
Babalar işlerinden döner... Çocuklar okullarından...
Sokağın başındaki bakkal amcadan sakız ve çikolata almak için koşuşan çocuklar... Çocukların sevgilisi hoşgörülü ve sevimli “Kemal’in babası” olarak tanıdıkları bakkal amcaları...
Sabahları kapı kapı süt dağıtan sütçü dede...
Ev sahibim,yan komşum, annemlerin alt katlarındaki teyze, kocası, karşı komşusu.... Ev sahibimin kız kardeşiyle kocası....
Sokakta her gün gördüğüm yakından tanıdığım simalar...
Özellikle eylül günleri çocuklar sokağın ayrı bir çeşnisi...
Okula yeni başlayanlar... Annelerinin ellerinden tutarak ürkek ürkek yürüyenler... Servis aracını telaşlı yüzlerle bekleyenler... Anneanne, babaanne bazen de dedeyle okul yollarını tutanlar... Sırtlarında çantaları ellerinde beslenmeleriyle koşuşanlar...
Tekrar akşam üzeri neşeyle evlerine dönüşler...
Bu sokakta her an mutluluk meltemi eserdi. Burası benim için mutluluk beldesiydi. Güzel günlerdi vesselam.
Ama soğuk bir kış günü sokağımıza bir samyeli esti.
Penceremden sokağı seyrediyorum. O da ne!
Annemlerin evinin önünde telaşlı bir kalabalık. Kalabalık giderek artıyor. Evin önüne yaklaşan bir araba ve içeriden çıkarılan bir cenaze!
Annemlerin alt kat komşusuydu bu...
Sokakta ilk defa çok yakından tanıdığım birisi hayata veda ediyordu...
Derken üç-beş ay sonra aynı hanımın beyi bu ayrılığa dayanamamış olacak ki o da sokağa veda etmişti.
Bağ bozumu, yaprak dökümü başlamıştı bir kere.
Bir yıl geçti geçmedi, o hanımın alt katındaki teyze de sokağımıza veda etti.
šimdi de çocukların sevimli bakkal amcası tası tarağı toplayıp gitti.
Bir sabah sütçü amca ”Sütçü” diye seslenmedi. Kapıların zilini çalıp süt ister misiniz diye sormadı. Meğer o da sokağımıza veda etmişti.
Ezanın sesiyle arabasını sokağa terk edip camiye koşuşu hala gözlerimin önünde...
Sıra ev sahibim Rezzan hanıma geldi. Evet, o da gitti.
Sonra yan komşum Sülfiye Hanıma, o da gitti.
Ve annem...
Ardından ev sahibimin kız kardeşinin beyi. O da gitti.
Annemin karşı ve alt kat komşusunun beyi. O da gitti.
Meral ablamızın kızı Esra o da bir ilkyaz günü hayatının ilk yazına veda etti.
Gazel düşmüştü bahçemize...Sokağımızın tadı kaçmıştı anlayacağınız.
Bağ bozumu başlamıştı bir kez... šair sanki bizim için ”bağımıza düştü gazel” diyordu...
Bağımıza gazel düşmüştü...
Sokak boşalmaya yüz tutmuştu...
Ben de taşınmıştım sokaktan.
Ama zaman zaman yolum uğrar bu sokağa. Kopamam o hatıralardan...
Sokağın başında durur düşünürüm. Hayalen o güzel günlere giderim. Annemi eski evlerinin salon penceresinde hayal ederim... Ama elimden bir şey gelmez... Ne annemi geri getirebilirim. Ne de o sokaktan gidenleri... Hayallerimle bir müddet öylece kalakalırım. Hüzünlenir, öbek öbek hatıra harmanlarının arasında oradan oraya savrulur dururum...
Sorarım kendi kendime:
“Bir zamanlar bu sokak ne şen ne şakraktı, ne insanlarla doluydu.?”
Onlar da bir zamanlar bizim gibi canlıydılar. Gülüyor, konuşuyor, yiyor, içiyor, uyuyor ve eğleniyorlardı.
Peki ne oldu onlara?
Nereye gittiler?
Kaç tanesi bu dünyada rahat etti?
Kaç tanesinin istek ve arzuları yerine geldi?
Kim bilir bu sokakta kaç akşam sıkıntıyla sabahladılar?
Kaç akşam sonuçsuz istek ve arzuların pençesinde kıvran-dılar?
Ne hayaller uğruna tatlı dünyalarına zehir kattılar.
Emel ve arzuları bu dünyaya sığmadı.
Peki insan dünyaya sığdıramadığı istek ve arzuların peşinde niye koşuyor?
Bu tabloyu görüp istek ve arzularımızdan vazgeçiyor muyuz?..
Neden acaba neden?
Neden dünyayı daimi, kendimizi de ölümsüz sanıyoruz?
Zaten onlar da öyle sanmadılar mı?
Onların kaç tanesi gün gelip her şeyi burada bırakıp oraya gideceklerini hayal etti ki?
Ne zaman annemin evine varsam düşünürüm. Tatile giderken bize hep tembih ederdi:
“Sakın güneşlikleri açmayın. Onları sıkı sıkı kapayın. Koltuklar ve halı solmasın”
Ama şimdi perdeler de açık, koltuklar da halılar da solmuş, sararmış...
O sokaktan geçenlerin hepsi de aynı şeyi yapmadılar mı?
Onlar öyle yaptı ve gitti... Peki biz ne yapıyoruz?
Dünya bize, “Allahaısmarladık” demeden, biz ona “Eyvallah” deyip sırtımızı dönebiliyor muyuz?
“Biz gidiyoruz, aldanmakta fayda yok. Gözümüzü kapa-makla bizi burada durdurmazlar; sevkıyat var.” “sözlerine kulak asıyor muyuz?
Nerede?...
Hala bitmeyen isteklerimiz var...
Hala tükenmeyen arzularımız var...
Ama bir gün kulağımıza gelecek bir ses:
“Ahirete bir yolcu var!”