Ölüm; doğduğum ilk andan beri alnıma yazılmış, rengini bilmediğim bir yazı. Nasıl
oluyor da hayat akıp gidiyor avuçlarımızdan, geçmez dediğimiz anlar bile yılların arasına sıkışıp gidiyor. Hep bir yerlere yetişmenin peşinde koşmaktan, ölüme koştuğumuzu anlayamıyoruz
Nice ölümler vardır ki hasretle beklenir…
Nice ölümler vardır ki sevda ateşi gibidir…
Nice ölümler vardır ki sevgiliye kavuşmaktır…
Öyle bir an gelecek ki, biz daldığımız dipsiz kuyunun karanlığındayken, ölümün gözleri parlayacak; o an ya çok korkacağız ya da kurtuluş en büyük sevincimiz olacak. Necip Fazıl ne güzel de dillendirmiş bu hâli:
"O dem ki perdeler kalkar, perdeler iner,
Azrail'e hoş geldin diyebilmek de hüner"
Ölümü unutmam diyemem; ama unutmamak için elimden geleni yapmam gerekiyor. Eğer bir gün Azrail'in gelişi şaşırtırsa beni ve bu şaşkınlığın yanında, eşantiyonu korkuysa eğer, Eyvah! demek gelir içimden geçen ömrüme. Ama şaşkınlığın yanında bir demet gül, bir taş zemzem getirirse Azrail, dilimde şahadet, kalbimde imanım ve karşımda Resûl olursa eğer, başıma taçlar takarsa, dilimde ve kalbimde bir hamd DEĞMEYİN KEYFİME
Alıntıdır...
Bir oda, yerde bir mum, perdeler indirilmiş;
Yerde çıplak bir gömlek, korkusundan dirilmiş.
Sütbeyaz duvarlarda, çivilerin gölgesi;
Artık ne bir çıtırtı, ne de bir ayak sesi...
Yatıyor yatağında, dimdik, upuzun, ölü;
Üstü, boynuna kadar bir çarsafla örtülü.
Bezin üstünde, ayak parmaklarının izi;
Mum alevinden sarı, baygın ve donuk benzi.
Son nefesle göğsü boş, eli uzanmış yana;
Gözleri renkli bir cam, mıhlı ahşap tavana.
Sarkık dudaklarının ucunda bir çizgi var;
Küçük bir çizgi, küçük, titreyen bir an kadar.
Sarkık dudaklarında asılı titrek bir an;
Belli ki, birdenbire gitmiş çırpınamadan.
Bu benim kendi ölüm, bu benim kendi ölüm;
Bana geldiği zaman, böyle gelecek ölüm...
oluyor da hayat akıp gidiyor avuçlarımızdan, geçmez dediğimiz anlar bile yılların arasına sıkışıp gidiyor. Hep bir yerlere yetişmenin peşinde koşmaktan, ölüme koştuğumuzu anlayamıyoruz
Nice ölümler vardır ki hasretle beklenir…
Nice ölümler vardır ki sevda ateşi gibidir…
Nice ölümler vardır ki sevgiliye kavuşmaktır…
Öyle bir an gelecek ki, biz daldığımız dipsiz kuyunun karanlığındayken, ölümün gözleri parlayacak; o an ya çok korkacağız ya da kurtuluş en büyük sevincimiz olacak. Necip Fazıl ne güzel de dillendirmiş bu hâli:
"O dem ki perdeler kalkar, perdeler iner,
Azrail'e hoş geldin diyebilmek de hüner"
Ölümü unutmam diyemem; ama unutmamak için elimden geleni yapmam gerekiyor. Eğer bir gün Azrail'in gelişi şaşırtırsa beni ve bu şaşkınlığın yanında, eşantiyonu korkuysa eğer, Eyvah! demek gelir içimden geçen ömrüme. Ama şaşkınlığın yanında bir demet gül, bir taş zemzem getirirse Azrail, dilimde şahadet, kalbimde imanım ve karşımda Resûl olursa eğer, başıma taçlar takarsa, dilimde ve kalbimde bir hamd DEĞMEYİN KEYFİME
Alıntıdır...
Bir oda, yerde bir mum, perdeler indirilmiş;
Yerde çıplak bir gömlek, korkusundan dirilmiş.
Sütbeyaz duvarlarda, çivilerin gölgesi;
Artık ne bir çıtırtı, ne de bir ayak sesi...
Yatıyor yatağında, dimdik, upuzun, ölü;
Üstü, boynuna kadar bir çarsafla örtülü.
Bezin üstünde, ayak parmaklarının izi;
Mum alevinden sarı, baygın ve donuk benzi.
Son nefesle göğsü boş, eli uzanmış yana;
Gözleri renkli bir cam, mıhlı ahşap tavana.
Sarkık dudaklarının ucunda bir çizgi var;
Küçük bir çizgi, küçük, titreyen bir an kadar.
Sarkık dudaklarında asılı titrek bir an;
Belli ki, birdenbire gitmiş çırpınamadan.
Bu benim kendi ölüm, bu benim kendi ölüm;
Bana geldiği zaman, böyle gelecek ölüm...