Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Aziz Mahmut Hüdayi Türbesi ve Camii (1 Kullanıcı)

mustafa11

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
18 Ocak 2007
Mesajlar
3,063
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
62
Konum
istanbul-maltepe
Web Sitesi
www.mobilyaonarim.com
AZİZ MAHMUD HÜDAYİ (1541 - 1628)

Şerefli Koçhisar'da doğdu. Çocukluğu Sivrihisar'da geçti. Medrese eğitimini istanbul'da tamamladı. Edirne, Mısır, Şam ve Bursa'da Kadılık ve Müderrislik yaptı. Bursa'da Üftade Hazretleri'nin müridi ve halifesiydi. İstanbulda halka şeyh, sultanlara mürşid oldu. Üsküdar'da vefat etti. Külliyesi içinde bulunan bu türbeye defnedildi. Eserleri, sohbetleri, şiirleri, vaaz ve nasihatları ile padişahtan halka kadar herkese yol gösterdi. Devrini idrak ettiği sekiz padişahtan bilhassa Sultan III. Murad ve I. Ahmed'in saygısını kazandı.
Yedisi Türkçe, otuz kadar eser yazdı. Zengin vakıflar ve manevi miraslar bırakarak ebediyet alemine göçtü.

Sevenleri için şu duası meşhurdur: "Sağlığımızda bizi, vefatımızdan sonra kabrimizi ziyaret edenler ve türbemizin önünden geçtiğinde Fatiha okuyanlar bizimdir. Bizi sevenler denizde boğulmasın ahir ömürlerinde fakirlik çekmesin, imanlarını kurtarmadıkça göçmesin."
 

mustafa11

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
18 Ocak 2007
Mesajlar
3,063
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
62
Konum
istanbul-maltepe
Web Sitesi
www.mobilyaonarim.com
Aziz Mahmut Hüdayi hazretlerinin bu duayı yapmasının nedeni ; Bir Cuma günü , Ayasofya camii'nde vaaz vermesi sırası onda imiş...
İstanbul'da fırtına , yağmur neredeyse kıyamet kopacakmış...
Üsküdar'dan Avrupa yakasına giden hiç bir gemi , sandal vs. yokmuş...
Fakat ne yapıp edip gitmek zorunda imiş Hüdayi hazretleri...
Hiç bir tekneci yanaşmıyormuş hüdayi hazretlerini karşıya geçirmede...
Hüdayi hazretleri son çare toplamış üç-beş talebesini ve inmiş sahile...
Bir sandalcıdan sandalını istemiş , her ne kadar vermek istemesede hüdayi hazretlerini düşündüğünden...
Sonunda vermiş sandalını , Hüdayi hazretlerine ve talebelerine...
Talebeleri kürekleri çektikce çektikleri yer günlük-güneşlik olmuş ve tezce geçmişler karşıya sağ-salim...
İşte fırtınalı günlerde , hüdayi hazretlerinin geçtiği bu yer hala günlük-güneşlik imiş...
Hüdayi yolu derler bu yola...
ve Hüdayi hazretleride bu hadiseden sonra kabrimi ziyaret edenler ve bir Fatiha okuyanlar denizde boğulmasın diye dua etmiş Allah(cc)'a...

Kabul olur inşallah...
 

mustafa11

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
18 Ocak 2007
Mesajlar
3,063
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
62
Konum
istanbul-maltepe
Web Sitesi
www.mobilyaonarim.com
Merak edip gitmek isteyen arkadaşlar için Büyükşehir Belediyesi'nin sitesinden bir kroki

yasinylnz_Aziz_Mahmut_Hudayi_Turbe_ve_Camii.jpg




(Bahçedeki mezar taşları)




 

mustafa11

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
18 Ocak 2007
Mesajlar
3,063
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
62
Konum
istanbul-maltepe
Web Sitesi
www.mobilyaonarim.com
Caminin içinden...
yasinylnz_Aziz_Mahmut_Hudayi__10.jpg
Eskici MEHMET DEDE (MENKIBE)
Eskici Mehmet Dede’nin ebedi istirahatgâhı Bursa'da Tezveren Hz. giderken dar sokakların hemen kenarındaki yol üzerinde bulunmaktadır Sokakta bir adam, başını iki eli arasına almış, ağlıyordu. Binek taşının üzerine oturmuştu! Hava iyice ayazlamıştı, neredeyse sabah ezanları okunacaktı. Ağlayan adam, birden dizi dibinde bir kimsenin belirdiğini gördü. Gelen çok sessiz gelmişti. Onun zuhur anında, ağlayan, içinde en ufak bir kederi, bir sıkıntısı kalmadığını anlayıverdi. Başını kaldırıp gelenin yüzüne baktı çocuksu çocuksu, gözlerini, gözyaşlarından ıslanan sakalını sildi. —Neden ağlıyorsun? —Karım evden kovdu? —Kimsin Sen? —Ben mi? Eskici Baba! Şu köşedeki küçücük dükkânda... Beni hiç görmedin mi? -Gördüm. Ben kimim. Biliyor musun? —Şeyh Üftade'sin. Seni tanımayan varmı? —Neden evden kovuldun? —Hacca gidemediğim için... Karım hacı karısı olmak istiyor... Yıllardır başımın etini yer, ama ben fukara bir eskiciyim, iki kuruşu bir araya getiremiyorum ki! —Şimdi hacca gitmek istermisin? —Neye yarar? Yarın hacılar Arafat'ta olacaklar, onlara yetişmemin imkânı yok ki! — İstersen sen de yarın Arafat'ta olabilirsin. —Benimle şaka etme Üftade! —Hayır, şaka etmiyorum, kapa gözünü! Haydi, Allah selamet versin! Davacı kadını, Bursa’nın en ünlü kadısı Aziz Mahmut Hüdaî Efendinin önüne getirdiler; nefes almadan belki bir saat konuştu. "Artık bu adamla oturamam Kadı Efendi!" diyordu. "Kurban bayramından iki gün evvel Bursa'da olduğunu herkes biliyor. Hâlbuki ona sorun Hacca gitmiş, Arafat'a çıkmış, şeytan taşlamış, zemzemler, sürmeler getirmiş... Beni aldatıyor, nasıl gidermiş? Bir alayda yalancı şahit bulmuş. Hepsi, Eskici Baba orada bizimle beraberdi diye yemin üstüne yemin basıyorlar. Kadı Şahitleri dinledi: Evet! Eskici Baba Hicaz'a gitmiş hacı olmuştu. Bursa'daki şahitleri dinledi: Evet Eskici Baba Kurban bayramından iki gün evvel Bursa'daydı. Bursa'nın ünlü kadısı şahitlerin sözüne göre, Eskici Babayı Hac yapmış kabul ederek kadının boşanma isteğini geri çevirdi. Fetvayı vermişti ama bu işte anlayamadığı bir yan vardı. Zaten son zamanlarda her işte ona iki yan görünüyordu; bir akıl erdirebildiği, bir de akıl erdiremediği yan! Bilgindi, develer yükü kitap okumuştu. Aklı her şeye erer zannediyordu. Fakat bir gece rüyasında cehennemi görmüş, rahatını huzurunu kaybedivermişti. O günden sonra Ferhadiye medresesinde kürsüdeyken ya da bir davayı halle uğraşırken aklına gelse soğuk terler döküyordu. Bozulmuş düzenini yerine getirecek, kaybettiği huzurunu ona geri verecek bir şey arıyordu. Bu aradığı neydi? Kimdi? Sorsanız ünlü kadı cevabını veremezdi. Aziz Mahmut Efendi, Eskici Baba'yı dükkânında buldu: -Bana bak eskici! Diye başladı. "Fetvayı aldın. Şahitlerin seni kurtardı Şimdi söyle bakalım bu işin iç yüzünde ne var?" Eskici saflık kapısından girdi, hangi işti, ne olabilirdi? İç yüzü falan yoktu... diye kem küm etti, kadıyı kandıramadı. İnkâr kapısından girdi: gittim işte geldim işte... Diye kem küm etti. kadıyı kandıramadı. Yalanı, dolanı beceremezde... Oturdu, o sabah ezanı başına gelenleri bir bir anlattı. Lakırdısının sonu yarım kalmıştı. Kadı Üftade’nin adını duyunca yerinden fırladı. Aradığı oydu işte! Daha adını duyar duymaz gönlüne bir aydınlık gelmiş, kalbinin üstündeki ağır yük kalkmıştı. Şeyh Üftade, Aziz Mahmut Hüdai'yi dinledi, dinledi, dinledi. Sonra nazlı nazlı boynunu büktü: "Yazık Kadı Efendi!" dedi "Yanlış kapı çaldın. Burası yokluk kapısıdır, biz yokluk kapısının kuluyuz. Sen ise varlık kapısının adamısın, ikimiz bağdaşamayız. Senin ilmin var bilgin var şanın, şerefin, malın, mülkün... Kısaca Allah'tan başka her şeyin, yani dünyan var Bizim hiç, hiç bir şeyimiz yok! Allah'tan başka! Aziz Mahmut'un gözlerinden iki sıra yaş iniyordu. "Her şeyimi, bu kapının önünde bırakıyorum. Şanımı şerefimi, malımı, mülkümü... Her şeyimi. Yeter ki sen elini üzerimden çekme!" dedi. Ertesi gün ve daha sonraki günler Bursa Şer'iye mahkemesi'nin en ünlü kadısı, görevi başına gelmedi, makamı boş kaldı. İşini gücünü, kitabını defterini, adını şanını bırakmış bir aba bir asâ, Üftade’nin kapısına kul olmuştu. Halkın nazarında veli ile deli arasında büyük fark yoktur. Aziz Mahmut Hüdai'nin adı tez vakitte Bursa'da Deli Kadı oluverdi. Şehir çalkalandı, çalkalandı, günlerce bu olayı konuştu. Sonra her zaman olduğu gibi usandı, peşini bırakıverdi. Mürşit ve mürit baş başa, can cana kaldılar. Aziz Mahmut Hüdai mürşidini aşktan üstün bir duyguyla seviyordu. Develer yükü kitabın ona öğretemediğini Üftade'nin bir bakışı öğretiyor, gönlünden geçen bir sualine bin cevap birden geliyor, müşküller müşkülden çözülüyor, imkânsızlar mümkün oluyordu. Üftade müridine "Hakkı sevmek ancak Halkı sevmekle mümkün olur" diye öğretiyordu. "Her zerrede Hakkı göreceksin, Her zerreye Hak muamelesi yapacaksın, başka yolu yok bu böyledir." Aziz Mahmut, Hak tecellisiyle içi nur kesilmiş, mürşidinin yüzüne baktıkça gerçekten Hakkı görüyor ve "Ne doğru söylüyor" diyordu. Bir kış sabahıydı, gözlerini açtı ki mürşidin abdest alma vakti gelmiş, ama o abdest suyunu ısıtmaya geç kalmıştı. Bu gafletini affedemedi, ateş yakmaya vakit yoktu, bakır ibriği kalbinin üstüne koydu cübbesiyle sardı, içten zikre başladı"Allah! Allah!" diye inliyor, suyu ateşiyle ısıtmaya çalışıyordu. Üftade abdest alırken başını kaldırıp eline su döken ünlü Kadı'ya baktı. " Aziz'im!" dedi, "Bu su odun ateşiyle ısınmış suya benzemiyor, aşkının ateşiyle kaynamış bu su... Bizide yaktı."
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt