Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

AZİZ MAHMUT HÜDAYİ H.Z. (1 Kullanıcı)

hafize

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
24 Tem 2006
Mesajlar
14,020
Tepki puanı
23
Puanları
36
Yaş
69
Konum
BURSA
AZÎZ MAHMÛD HÜDÂYÎ HAZRETLERİ 1. BÖLÜM

Hüdâyî Hazretleri, talebelik yıllarında ciddî bir ilim tahsîli yanında tasavvufî bir alâka ile gönül âlemini de az-çok yoğurmuştu. Gayret ve çalışkanlığı sebebiyle de medresede kendisiyle husûsî bir şekilde ilgilenen hocası Nâzırzâde'nin muîdi olmuştu. Sonraki yıllarda hocası Nâzırzâde ile birlikte muhtelif kadılık vazîfelerinde bulundu. Son olarak da Bursa'ya tâyin edildiler. Hocası başkadı, kendisi de Ferhâdiye medresesinde müderrisliğin yanında Câmi-i Atîk mahkemesinde kadı nâibi oldu.
Onun kâmil mânâda tasavvufa sülûk edip mârifetullâha nâil olması da işte bu zamana rastlar. Şöyle ki:
Her türlü ilmî liyâkat ve makamına rağmen Hüdâyî Hazretleri, o zamanlar Bursa kadılığı vazîfesini yürüten Kadı Mahmûd Efendi adında sayısız kadıdan sadece biriydi. Birgün karşısına o güne kadar hiç rastlamadığı türden pek farklı bir dâvâ çıktı. İki gözünden sel gibi yaşlar akıtan bir kadıncağız, kocasından şikâyetle mahkemeye mürâcaat etmişti. Kendisini dinleyen Kadı Mahmûd'a şunları söyledi:
"-Kadı Efendi! Kocam her sene hacca gitmeye niyet eder, fakat bir türlü fakirlikten dolayı gidemez. Bu sene de hacca gideceğim diye tutturdu. Hattâ: "-Eğer bu sene hacca gidemezsem seni boşayacağım!" dedi. Daha sonra kurban bayramına yakın ortalıktan kayboluverdi. Beş altı gün sonra da ortaya çıkıp hacca gidip geldiğini söyledi. Hiç böyle birşey olur mu? Kadı Efendi! Artık bu yalancı adamdan boşanmak istiyorum!.."
Kadı Mahmûd Efendi, yapılan şikâyetin tahkîki için kadının kocasını çağırttı ve ona hanımının söylediklerinin doğru olup olmadığını sordu. Adam cevaben:
"-Kadı Efendi! Hanımımın söyledikleri de doğrudur, benim söylediklerim de. Bilesiniz ki ben gerçekten hacca gidip gelmiş bulunmaktayım. Hattâ o mübârek beldelerde bazı Bursalı hacılarla da görüştüm ve kendilerine getirmeleri için birtakım hediyeler emânet ettim.." dedi.
Kadı Mahmûd Efendi, şaşırdı:
"-Bu nasıl olur efendi?!." diye sordu.
Adamcağız da anlatmaya başladı:
"-Efendim, her sene olduğu gibi bu sene de hacca gidemeyince, büyük bir üzüntüyle Eskici Mehmed Dede'ye gittim. O da, benim elimi tutarak gözümü yummamı istedi. Gözümü açtığımda ise Kâbe'deydim!.." dedi.
Böyle bir mânevî hâdiseye ilk defa şâhid olan Kadı Efendi, bunun mümkün olamayacağını söyleyerek adamın ifâdelerini kabul etmedi.
Bunun üzerine hâlâ mukaddes topraklardaki rûhâniyet ve mâneviyat iklîminin taze hissiyâtı içinde olan adamcağız, saf, fakat mânidar bir cevapla haykırdı:
"-Kadı efendi! Allâh Teâlâ'nın düşmanı olan şeytan bir anda bütün dünyâyı dolaşıyor da, Allâh dostu olan has bir kul niçin bir anda Kâbe'ye gidemesin?" dedi.
Kadı Mahmûd Efendi de, bu cevabı gâyet mânidar bularak kararı Bursalı hacıların dönüşüne tehir etti. Bursalı hacılar döndüğünde de yaptığı tahkîkat neticesinde mes'eleyi olduğu gibi öğrendi ve büyük bir hayret ve şaşkınlık içerisinde dâvâyı iptal etmek zorunda kaldı.
Fakat, yüreğine muammalı bir kor düşmüş, zihni karmakarışık olmuştu. Rûh ve irâde çağlayanı, sarhoş bir halde akmaya başladı. Ne yapacağını düşünürken gönlüne damlayan bir ilhâmla derhal Eskici Mehmed Dede'ye koştu. Hakîkat ve esrâr deryâsına dalabilmek için ona intisâb etmek istedi. Ancak Eskici Dede:
"-Kadı Efendi! Nasîbiniz benden değil, zamanın mürşid-i kâmili Muhammed Üftâde Hazretlerindendir." dedi.
Bu defa Kadı Mahmûd, aynı niyet ve sâikle Üftâde Hazretleri'nin dergâhına yöneldi. Fakat hikmet-i ilâhî olarak dergâha yaklaştığında atının ayakları kayalara saplandı. O da, atından indi ve yürüyerek dergâha vardı. Pîr'in önünde el bağlayıp onun talebesi olmak istedi.
Meşhûr Bursa kadısı Mahmûd Efendi'yi şaşaalı kaftanlar içinde gören Hazret-i Pîr, gelişen ahvâlden mânen haberdardı. Ancak Kadı Efendi'nin niyet ve samîmiyet derecesini iyice ölçmek istercesine talebeliğe hemen kabul etmedi:
"-Gidin Kadı Efendi! Sizin şöhrete boğulmuş, mal ve makâm debdebesi içinde şaşaalı bir hayâtınız var. Bu kapı ise, yokluk kapısıdır. Zaten atınız bile buraya gelmek istemediğinden kayalara saplanmadı mı?" dedi ve dergâhın kapısına doğru yürüdü.
 

hafize

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
24 Tem 2006
Mesajlar
14,020
Tepki puanı
23
Puanları
36
Yaş
69
Konum
BURSA
RE: AZİZ MAHMUT HÜDAYİ H.Z.

B)B)B) 2. BÖLÜM B)B)B)

Bir yandan şeyhin mânevî câzibesi, diğer yandan da gördüğü açık kerâmetler karşısında hayret vâdîlerinde dolaşan Kadı Mahmûd Efendi, hakîkati idrak etmişti. Kararı kesindi. Zîrâ nefs engelini aşıp vâsıl-ı ilâllâh olabilmesi için vakit geçirmeden artık böyle bir kapıya teslim olması zarûrî idi. Hemen şeyhin arkasından koşup boyun büktü ve:
"-Efendim! İrâdesiz ve şaşkın bir vaziyetteyim. Adetâ dipsiz bir uçuruma düşer gibiyim. Ne olur bana himmet ve yardım elinizi uzatınız. Bu bîçâreyi talebeniz olmakla şereflendiriniz!" dedi.
Bunun üzerine tebessüm eden Üftâde Hazretleri, talebelik için kadılık ve müderrisliği bırakması, elindeki bütün mal ve mülkü fakirlere dağıtması ve nefsini terbiye edebilmek için sıkı bir riyâzâta girmesi gibi üç büyük şart koştu. Çünkü nefsini tanıyıp terbiye etmesi zarûriydi. Kadı Mahmûd Efendi'nin can ü gönülden teslim olması ile de onu mürîdlerinin arasına dâhil eyledi1.
Sonra da Kadı Mahmûd'un kalbindeki kesâfetin temizlenmesi için, yâni kadılık makamının kendisine verdiği gurur, kibir ve ucûbu imhâ etmek için sırtındaki kaftanıyla Bursa sokaklarında ciğer satmasını emir buyurdu. Ayrıca dergâhın helâ temizleyiciliği vazîfesini yapmasını istedi.
Üftâde Hazretleri'nin huzûruna tam bir teslîmiyyet ve hâlisiyyet içinde gelen Kadı Mahmûd Efendi, üstadının emirlerine can ü gönülden tâbî oldu. Nefsâniyetini besleyen bütün dünyevî alâkalardan el çekti. Kendisini samîmiyetle mürşidinin talimatlarına râm ederek kısa zamanda büyük mesâfeler aldı. Öyle ki, O'nu sırtındaki süslü kaftanıyla ciğer satarken gören ahâlînin:
"-Bizim kadı efendi, delirmiş gâlibâ!"
"-Kadılığı bırakmış ama, kaftanını bırakamamış zavallı!." şeklindeki sözlerine dahî aldırmadan üstadının verdiği vazîfeleri şevkle îfâya çalıştı.
Böylece yüce bir olgunluğa hızlı bir şekilde yol almaya başladı. Şeyhinin gözünde ve gönlünde gittikçe kadr u kıymet sahibi oldu.
Nefsindeki son varlık emâresini bertaraf etmesi ise, pek meşhurdur:
Bir gün Kadı Mahmûd, helâ temizlemekle meşgulken, dışardan kulağına kadar gelen bir nidâ duydu:
"-Ey âhâli! Duyduk-duymadık demeyin; şehrimize yeni kadı geliyor!.."
O an gönlünü zayıf bulan nefsi, birden büyük bir vesvese fırtınası kopardı:
"-Demek yerime yeni bir kadı geliyor!. Âh bîçâre Mahmûd, sen böylesine şerefli bir mesleği bıraktın da, tuttun helâ temizleyiciliği yapıyorsun! Söyle bakalım, bunca yıldır ne kazandın!" dedi.
Nefsinin bu tehlikeli serkeşliği karşısında hemen toparlanan Kadı Mahmûd Efendi, büyük bir iç ürperişiyle hocasını hatırladı. Zîrâ ona kendisine şart koşulan emirleri yerine getireceğine dâir söz vermişti. Derhal tevbe ve istiğfâr ile nefsinin son derece tehlikeli vesvesesine şiddetli bir şekilde müdâhale ve mukâbele etti:
"-Ey Mahmûd! Sen, nefsini ayaklar altına alacağına dâir üstâdına söz vermedin miydi? Nerede şimdi sözün? Söyle bu hâlin nedir?.."
Ancak Kadı Mahmûd, bu hâle o kadar üzülmüştü ki, nefsinin iğfâline karşı birtakım azarlarla tavır koymak, gönlündeki pişmanlık ve teessürü teskîn etmedi. Hiç düşünmeden elindeki süpürgeyi bir tarafa fırlattı ve nefsine cezâ olarak helâ taşlarını sakalıyla temizlemeye karar verdi. Tam bu esnâda Üftâde Hazretleri kapıda göründü. Kadı Mahmûd'a mütebessim bir çehre, yumuşak bir ses ve latîf bir edâyla, hitab etti:
"-Evlâdım Mahmûd! Bilirsin ki sakal mübârek bir sünnet-i seniyyedir." dedi ve yerleri sakalıyla temizlemesine mânî oldu.
Sonra şöyle buyurdu:
"-Evlâdım Mahmûd! Seyr u sülûk yolunda verdiğim hizmetlerin gâyesi, işte bu mertebeyi geçebilmen içindi. Muvaffak kılan Allâh'a hamdolsun! Gayri bundan böyle vazîfen benim abdest suyumu hazırlayıp döküvermendir!.."
Kadı Mahmûd, bu vazîfeyi de kemâl-i gayretle îfâya çalıştı. Hiç aksatmadan her sabah abdest suyunu hazırladı ve hocasına abdest aldırdı.
Bir kış günüydü. Kadı Mahmûd, biraz gecikerek kalkmıştı. Bu sebeple hocasının suyunu ısıtmaya vakit bulamadı. Büyük bir üzüntüye gark oldu ve gözlerinden yaşlar damladı. Gayr-i irâdî bir şekilde su testisini göğsünün üzerine bastırarak "Allâh" lafzını söylemekten başka bir şey yapamadı. O esnâda hocası kapıda göründü. Kendisinden abdest suyunu getirip dökmesini istedi. O da çaresiz ve irâdesiz bir şekilde bu emre baş kesti ve büyük bir endişe içinde suyu hocasının ellerine dökmeye başladı. Su, mübârek ellerine değer değmez Üftâde Hazretleri, yavaşça başını kaldırdı ve talebesinin kaygılı hâline nazar ederek tebessümle:
"-Su biraz fazla ısınmış evlâdım!" dedi.
Buna pek şaşıran Kadı Mahmûd Efendi, hafif bir sesle:
"-Nasıl olur efendim? Suyu ısıtmamıştım ki!.." dedi.
Üftâde Hazretleri de:
"-Evlâdım! Farkında değilsin; bu su, odun ateşiyle değil, gönül ateşiyle ısınmış!.." cevabını verdi.
Zîrâ Hüdâyi Hazretleri, girdiği sıkı bir riyâzâtla nefsinin terbiyesi yolunda helâllerden istifâdeyi bile asgarîye indirmiş ve gönlünü tamamen Hakk'a râm ederek rûhunu kuvvetlendirmeye muvaffak olmuştu. Neticede bu güzel hâlin bereketlerine nâil olmuş, ayrıca dirilerden çok ölülerle görüşüp konuşur bir hâle gelmişti. Bir defasında dergâhın yolu üzerinde daha evvel vefât etmiş bulunan bir müezzine rastlayıp ona selâm verdikten sonra bunu üstâdına arzetti. Hazret-i Üftâde de:
"-Evlâdım! Yapmış olduğun riyâzât sayesinde ruhunu iyice kemâle erdirip kuvvetlendirmişsin. Biz dahî riyâzâtımız zamanında aynı hâl içinde idik." buyurdular.
 

hafize

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
24 Tem 2006
Mesajlar
14,020
Tepki puanı
23
Puanları
36
Yaş
69
Konum
BURSA
RE: AZİZ MAHMUT HÜDAYİ H.Z.

B)B)B) 3. BÖLÜM B)B)B)

Birgün Üftâde Hazretleri, mürîdleri ile beraber bir kır sohbetine çıkmıştı. Emri üzerine bütün dervişler, kırın en güzel yerlerini dolaşarak hocalarına birer demet çiçek getirdiler. Ancak Kadı Mahmûd Efendi'nin elinde sapı kırılmış solgun bir çiçek vardı sadece. Diğerlerinin neş'eyle elindekileri hocalarına takdîminden sonra Kadı Mahmûd, boynunu bükerek bu kırık ve solmuş çiçeği Üftâde Hazretleri'ne takdim etti.
Üftâde Hazretleri, diğer mürîdânın meraklı bakışları arasında sordu:
"-Evlâdım Mahmûd! Herkes demet demet çiçek getirdikleri halde, sen niçin sapı kırık solgun bir çiçek getirdin?.."
Kadı Mahmûd, edeble başını önüne indirerek cevap verdi:
"-Efendim! Size ne takdim etsem, azdır.! Ancak hangi çiçeğe koparmak için elimi uzattıysam onu "Allâh Allâh" diyerek Rabbi'ni tesbîh eder bir halde buldum. Gönlüm onların bu zikirlerine mânî olmaya râzı olmadı. Çaresiz ben de elimdeki şu tesbîhine devam edemeyen çiçeği getirmek zorunda kaldım!.."
Bu güzel ve mânâ dolu cevaba son derece memnûn olan Üftâde Hazretleri'nin dilinden o anda:
"-Hüdâyî, Hüdâyî.. Evlâdım! Bundan sonra ismin Hüdâyî olsun!.. Ey Hüdâyî! Bu kır gezisinden yalnız sen nasîblenmişsin.." ifâdeleri döküldü.
Böylece Kadı Mahmûd, Hüdâyî oldu. Zîrâ o, artık kâinâttaki esrâr-ı ilâhiyyeye ve kudret akışlarına âşinâ olmuştu. Âdetâ kâinât, kendisine sırlarını açan canlı bir kitap hâline gelmişti.
Bundan böyle Hüdâyî diye anılan Kadı Mahmûd Efendi, hâiz bulunduğu üstün ve müstesnâ mânevî mertebesi dolayısıyla hürmeten ismine "Azîz" sıfatı da ilâve edilerek Azîz Mahmûd Hüdâyî diye yâd olundu.



Ancak üç sene gibi kısa bir zamanda Üftâde Hazretleri'nin baş talebesi durumuna gelmiş bulunan Hüdâyî Hazretleri'nin bu yükselişi dolayısıyla eski dervişândan bazılarında hoşnudsuzluk görülmeye başlamıştı. Bunun farkına varan Üftâde Hazretleri, onların gönül âlemlerini tashîh için şu güzel usûle başvurdu:
Bir kış akşamıydı. Üftâde Hazretleri, talebelerine mâneviyat dolu bir sohbet yaptıktan sonra sofranın hazırlanmasını emir buyurdu.
Ardından talebelerinin sofraya getirdikleri nîmetlere nazar ederek mânidar bir şekilde:
"-Evlâdlarım! Acabâ asmasından daha yeni kopmuş taze üzüm bulmak mümkün müdür?" dedi.
Bütün dervişler, bu suâle şaşırarak birbirlerinin yüzlerine baktılar. Hattâ bir kısmı:
"Bu kış mevsiminde taze üzüm olmaz ki!" diye düşündü.
Ancak üstâdına büyük bir teslîmiyyetle bağlı olan ve birçok merhaleyi geçmiş bulunan Mahmûd Hüdâyî Hazretleri, bu talebde bir hikmet olduğunu düşünerek edeble:
"-Hocam! Müsâadeniz olursa, arzunuzu yerine getireyim!" dedi.
Verilen izin üzerine de hemen bağa gitti. Bütün asmalar kar altındaydı. Birini seçip karlarını temizlediğinde salkım salkım taze ve olgun üzümlerle karşılaştı. Bunun üstadının bir kerâmeti olduğunu düşünerek elindeki sepeti doldurdu ve doğruca dergâhın yolunu tuttu. Yolda zikrullâh ile meşgul bir vaziyette gelirken her taraf kar içinde olması sebebiyle farkedemediği bir kuyunun içine düştü. Kuyu derin olduğu için bir türlü de içinden çıkamadı. Çaresiz bir halde idi ki, yukarıdan bir ses duydu:
"-Evlâdım! Uzat elini!"
Baktı; nûr yüzlü bir zâttı. Elini uzattı ve kuyudan çıktı. Hazret-i Hüdâyî, kendisini kurtaran bu zâta, henüz kim olduğunu soracaktı ki, o bir anda ortalıktan kayboldu.
Nihâyet elinde taze üzüm sepeti ile dergâha varan Hüdâyî Hazretleri, başından geçenleri üstâdına nakletti. Üftâde Hazretleri de, onu kuyudan kurtaran kimsenin Hızır -aleyhisselâm- olduğunu beyândan sonra diğer dervişlere:
"-Evlâdımız Hüdâyî'nin kemâli tamam olmuştur. O hilâfeti çoktan hak etmişti zaten." dediler.
Bundan sonra Üftâde Hazretleri, onu halîfesi olarak Sivrihisar'a gönderdi. Bir müddet orada hizmet eden Hüdâyî Hazretleri, bilâhare mânevî bir işâretle Bursa'ya döndü. Son demlerini yaşayan üstâdı Üftâde Hazretleri'ne büyük bir gönül iştiyâkı içinde hizmet etti. Bu hizmetten gâyet memnun kalan Hazret-i Üftâde birgün:
"-Oğlum! Pâdişâhlar rikâbında yürüsün!" diye duâda bulundu1.
Hüdâyî Hazretleri, üstâdı Üftâde'nin vefatından sonra Şeyhülislâm Hoca Sâdeddin Efendi'nin delâletiyle İstanbul'a yerleşti.
O'nun Üsküdar'da kurduğu dergâh, kısa zamanda her tabakadan insana hitab eden mâneviyat ve irfân mektebi hâline geldi. Cihan sultanlarının teveccüh ve alâkasını celb etti. Onları da dergâhın dervişleri arasına kattı. Husûsiyle III. Murâd Han, I. Ahmed Han, II. Genç Osman Han ve IV. Murâd Han, Hüdâyî Hazretleri'nin yakın irşâdına mazhar oldular. Hüdâyî Hazretleri, bunlardan IV. Murâd Han'ın kılıç kuşanma merâsiminde bizzat bulunmuş ve âdet olduğu üzere Ebû Eyyûb el-Ensârî Hazretleri'nin türbe-i seâdetlerinde Hazret-i Ömer'in kılıcını yeni pâdişâha bizzat kuşandırmıştır.
 

hafize

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
24 Tem 2006
Mesajlar
14,020
Tepki puanı
23
Puanları
36
Yaş
69
Konum
BURSA
RE: AZİZ MAHMUT HÜDAYİ H.Z.

B)B)B) 4. BÖLÜM B)B)B)
Yıl bir 1975. Öğle namazına yakın bir vakitte Hazret-i Pîr'in türbesi önüne nûr yüzlü, buğday tenli ve tıknaz boylu bir genç gelmişti. O an tesâdüfen Azîz Mahmûd Hüdâyî Câmii'nin imâmına rastladı ve:
"-Efendim! Ben Azîz Mahmûd Hüdâyî'yi görmeye geldim! Kendisiyle nasıl görüşebilirim? Acabâ şu an burada mıdır?" diye sordu.
Böyle bir suâl karşısında şaşıran imâm Muharrem Efendi:
"-Oğlum! Evet Azîz Mahmûd Hüdâyî burada!" dedi.
Hazret-i Pîr'in orada olduğunu duyan genç, sevinçle:
"-Lütten beni onunla görüştürünüz!" dedi.
Fakat buna bir mânâ veremeyen Muharrem Efendi, türbenin yanında olduklarından tekrar:
"-Oğlum! Azîz Mahmûd Hüdâyî burada!" dedi.
Genç de, talebini tekrarladı:
"-O zaman benimle görüştür! Ben onunla görüşmek istiyorum!" dedi.
Muharrem Efendi, hâlâ gencin hâlinden bir şey anlamadığından mes'eleyi çözebilmek için:
"-Evlâdım! Sen Azîz Mahmûd Hüdâyî'yi tanıyor ve biliyor musun" diye sordu.
Yüzü gibi sînesi sâf olan delikanlı da, lafın böyle uzayıp gitmesine ve muhâtabının kendisini neden Mahmûd Hüdâyî ile görüştürmek istemediğine hayret ederek:
"-Ben Azîz Mahmûd Hüdâyî'yi yakından tanıyorum. Beni buraya o dâvet etti. Biz onunla ziyâret husûsunda sözleşmiştik. Benim geleceğimden haberi var." dedi.

Yıl bir 1975. Öğle namazına yakın bir vakitte Hazret-i Pîr'in türbesi önüne nûr yüzlü, buğday tenli ve tıknaz boylu bir genç gelmişti. O an tesâdüfen Azîz Mahmûd Hüdâyî Câmii'nin imâmına rastladı ve:
"-Efendim! Ben Azîz Mahmûd Hüdâyî'yi görmeye geldim! Kendisiyle nasıl görüşebilirim? Acabâ şu an burada mıdır?" diye sordu.
Böyle bir suâl karşısında şaşıran imâm Muharrem Efendi:
"-Oğlum! Evet Azîz Mahmûd Hüdâyî burada!" dedi.
Hazret-i Pîr'in orada olduğunu duyan genç, sevinçle:
"-Lütten beni onunla görüştürünüz!" dedi.
Fakat buna bir mânâ veremeyen Muharrem Efendi, türbenin yanında olduklarından tekrar:
"-Oğlum! Azîz Mahmûd Hüdâyî burada!" dedi.
Genç de, talebini tekrarladı:
"-O zaman benimle görüştür! Ben onunla görüşmek istiyorum!" dedi.
Muharrem Efendi, hâlâ gencin hâlinden bir şey anlamadığından mes'eleyi çözebilmek için:
"-Evlâdım! Sen Azîz Mahmûd Hüdâyî'yi tanıyor ve biliyor musun" diye sordu.
Yüzü gibi sînesi sâf olan delikanlı da, lafın böyle uzayıp gitmesine ve muhâtabının kendisini neden Mahmûd Hüdâyî ile görüştürmek istemediğine hayret ederek:
"-Ben Azîz Mahmûd Hüdâyî'yi yakından tanıyorum. Beni buraya o dâvet etti. Biz onunla ziyâret husûsunda sözleşmiştik. Benim geleceğimden haberi var." dedi.


--------------------------------------------------------------------------------





--------------------------------------------------------------------------------
 

hafize

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
24 Tem 2006
Mesajlar
14,020
Tepki puanı
23
Puanları
36
Yaş
69
Konum
BURSA
RE: AZİZ MAHMUT HÜDAYİ H.Z.

B)B)B) 5. BÖLÜM B)B)B)

Sözün burasında Muharrem Efendi, mes'elenin farklı bir vechesi ve sırlı bir nüktesi mevcûd olduğunu nihâyet idrâk etti ve merakla sordu:
"-Evlâdım! Nasıl sözleştiniz?"
Genç anlatmaya başladı:
"-Efendim ben 1974 Kıbrıs harekâtında paraşütle indirilen komando grubundandım. Biz, ordumuzun denizden, Rumlar'ın da Beşparmak dağlarından karşılıklı mücâdelelerini sürdürdükleri bir hengâmda paraşütlerle atladık. Ancak hava pek rüzgârlı olduğundan her birimiz bir tarafa savruluyorduk. Ben de düşman hatlarına düştüm. Ağaçlık bir mevkîde iki yandan gelen cehennemî bir ateş altında kaldım. Ne yapacağımı bilemez bir halde büyük bir şaşkınlık içindeyken karşıma uzun boylu, heybetli ve nûr yüzlü ihtiyar bir baba çıktı. Bana tatlı ve mütebessim bir çehre ile baktı ve:
"-Oğlum! Burası düşman hattıdır. Ne işin var burada? Niçin tek başına bu hatta girdin?" dedi.
Ben de:
"-Baba! Ben gelmedim, rüzgâr buraya düşürdü." dedim.
Nûr yüzlü ihtiyâr, hafifçe başını salladı:
"-Ben de harbe geldim. Sizden evvel gönderildim. Buraları çok iyi bilirim. Hangi birliktensin oğlum? Gel seni onların yanına götüreyim!" dedi.
Birlikte müthiş bir ateş topu altında yola koyulduk. O mübârek insan, gâyet sâkin bir yolda yürüyormuşçasına rahattı. Her hâli beni ayrı bir şaşkınlığa sevkediyordu. Bana ismimi, nereli olduğumu v.s. birçok suâller sordu. Ben de istediği cevapları verdikten sonra iyice merak edip kendisini sordum:
"-Baba! Ya sen kimsin?"
O da:
"-Oğlum! Bana Azîz Mahmûd Hüdâyî derler." dedi.
Sonra:
"-Baba! Sen bana çok büyük bir iyilikte bulundun? Şâyet memlekete sağ-sâlim dönersem, bir vefâ borcu olarak seni ziyâret etmek isterim. Adresini verir misin?" dedim.
O güzel yüzlü mübârek insan, adres olarak sadece:
"-Oğlum! Üsküdar'a gelip kime sorsan beni sana gösterirler!" dedi.
Bu arada birliğime gelmiştik. Minnet, muhabbet ve hürmetle bu güzel insanın elini öptüm. Kendisiyle vedâlaştım. Sonra da kumandanımın yanına gittim.
Beni bir anda karşısında gören kumandanım, pek şaşırdı. Benim o ateş çemberinden nasıl olup da kurtularak birliğime ulaştığıma hayretle haykırdı:
"-Buraya nasıl gelebildin?"
Ben de:
"-Beni, yaşlı, güzel bir baba getirdi." dedim.
Harb bittikten sonra memleketime döndüm. Ancak Azîz Mahmûd Hüdâyî'nin bana yapmış olduğu iyilik hiçbir vakit aklımdan çıkmadığı için bir vefâ borcu olarak nihâyet ziyâretine niyetlenip Üsküdar'a geldim. Sorduğum kimseler:
"O mübârek bir zâttır" diyerek burayı târif ettiler."
Bu arada sükût edip derin bir nefes alan genç, Muharrem Efendi'ye önceki talebini tekrarladı:
"-Efendim! İşte Azîz Mahmûd Hüdâyî ile böyle tanıştık. Artık himmet edin de beni kendisiyle görüştürün!" dedi.
Böylece mes'eleyi bütün yönleriyle öğrenen Muharrem Efendi, şâhid olduğu bu mânevî manzara karşısında pek duygulandı. Yalvarırcasına gözlerinin içine bakan delikanlıya bir müddet hiçbir şey diyemedi. Sonra da kendini toparlayıp içli bir sesle âdetâ kekeleyerek hulâsaten:
"-Evlâdım! Azîz Mahmûd Hüdâyî, hayatta olan bir kimse değil, 1543-1628 yılları arasında yaşamış bulunan büyük bir Allâh dostudur. Herhalde seni buraya Fâtiha okuman için çağırmış olmalıdır! İşte türbesi!" diyebildi.
Bu cevabı duyan vefâkâr ve imanlı genç, daha o an öğrendiği hakîkat üzerine son derece müteessir oldu. Kendisini görmek niyet ve hasretiyle geldiği ve hayatını borçlu olduğu büyük velînin sadece türbesiyle karşılaşmıştı. Harp sahasının o müthiş hengâmında yaşadığı mânevî tasarrufun daha yeni yeni farkına vardı ve bir çağlayan hâlinde hıçkırmaya başladı. Ellerini yüzüne kapadı; uzun bir müddet içli içli ağladı.
Hüdâyî mihrabının imâmı da, ağlıyordu...
Bu hâdise, Allâh'ın velî kullarına bahşettiği mânevî tasarrufu ne güzel sergiler. Bu tasarruf, Hazret-i Peygamber sallâllâhü aleyhi ve sellem'den zamanımıza kadar gelen evliyâullâhın mânevî yardımlarından bir misâldir.
Şunu unutmamak lâzımdır ki, fâil-i mutlak, Cenâb-ı Hakk'dır. Onun kullara yardımı, gerek melekler vâsıtasıyla, gerekse Allâh'ın velî kulları vâsıtasıyla günümüze kadar
 

hafize

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
24 Tem 2006
Mesajlar
14,020
Tepki puanı
23
Puanları
36
Yaş
69
Konum
BURSA
RE: AZİZ MAHMUT HÜDAYİ H.Z.

B)B)B) 6. BÖLÜM B)B)B) VE DUASI

Azîz Mahmûd Hüdâyî Hazretleri'nin Sultan I. Ahmed Han'ın talebi üzerine yaptığı şu duâsı ne kadar mânâlı ve güzeldir:
"Yâ Rabbî! Kıyâmete kadar bizim yolumuzda bulunanlar, bizi sevenler ve ömründe bir kerre türbemize gelip rûhumuza Fâtiha okuyanlar bizimdir... Bize mensub olanlar, denizde boğulmasınlar; âhir ömürlerinde fakirlik görmesinler; îmânlarını kurtarmadıkça ölmesinler; öleceklerini bilsinler ve haber versinler ve de ölümleri denizde boğularak olmasın!.."
Bütün ulemâ ve evliyâ, bu duânın kabul olduğunu, bu yola mensub olanların denizde boğulmadıklarını ve pek çok kimsenin vefât günlerine yakın öleceklerini haber verdiklerini bildirdiler.
Zamanında ve daha sonraki yıllarda te'sîr ve nüfûzu devam eden Hüdâyî Hazretleri hakkında son derece ta'zîmli ve hürmetkâr ifâdeler kullanılmıştır. Bunlardan bir kısmı şöyledir:
Zamanın kutbu, Azîz, zamanın müfredi, hakîkat sırlarının hazînesine vâsıl, mücâhede mihrâbının mumu, tarîkat-i Muhammediyye sırlarını şerh eden, hakîkat-i Ahmediyye nûrlarının indiği gönül, sultân-ı sâbit-kadem-i makâm-ı hilâfet ve velâyet.
Yâ Rabbî! Asırlardır gönülleri; kurmuş olduğu vakfı, vermiş olduğu eserleri ve mânevî tasarrufuyla feyiz-yâb eyleyen Hüdâyî Hazretleri'nin himmetinden bizleri de nasibdar eyle!
Âmîn!
 

HUZEYFE_26

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
20 Ağu 2006
Mesajlar
19
Tepki puanı
0
Puanları
0
RE: AZİZ MAHMUT HÜDAYİ H.Z.

yüreğinize sağlık böyle bir büyük zatın duasına bizde nail olurruz allaha emanet olunuz.. selamlar..
 

evindar

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2006
Mesajlar
1,413
Tepki puanı
0
Puanları
0
RE: AZİZ MAHMUT HÜDAYİ H.Z.

AMİN

Bu mübarek günün hürmetine Rabbimiz dualarımızı kabul eder inşaALLAHB)B)B)

selamünaleyküm
 

hafize

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
24 Tem 2006
Mesajlar
14,020
Tepki puanı
23
Puanları
36
Yaş
69
Konum
BURSA
RE: AZİZ MAHMUT HÜDAYİ H.Z.

BEĞENMEDİNİZ Mİ??
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt