Tevhid Davası
Yasaklı Kullanıcı
Azerbaycan halkının İslâmî değerlerine sahip çıkma ve kimliğine geri dönme çabaları ülkedeki baskı rejimini uzun süreden beri rahatsız ediyor. İnsanların imanî duyarlılığının güçlenmesinden ve güncel hayatlarına yansımasından rahatsız olurken onları çekebileceği bir ideolojik ve fikrî alternatifinin de bulunmadığını biliyor. Bu yüzden devletin gücünü kullanarak, yani darbeci zihniyetin balyozunu devreye sokarak yasaklara başvuruyor.
Azerbaycan diktası İslâmî bilinçlenmeden ve onun hayata yansımasından duyduğu rahatsızlığı ezan yasağıyla çok belirgin bir şekilde dışa vurmaya başlamıştı. Ondan önce de İslâmî öğretim ve bilgilenmenin önüne engeller çıkararak yahut daha başka uygulamalarla belli ediyordu. Fakat ezan yasağı doğrudan halkın Müslüman kimliğini ve İslâmî hassasiyetini karşısına alan bir savaşın ilanı anlamına geliyordu. Özellikle başkent Bakü'deki camilerde ezan okunmasını engellemek için talimatlar gönderdi.
İslâm'a karşı savaş halindeki uluslararası güçlerle de doğrudan ilişki ve işbirliği içinde olan Azerbaycan diktatörü İlham Aliyev'in ezan yasağı gerek ülke içinde ve gerekse dışında sert tepkilere neden oldu. Bunun alelade bir yasak değil doğrudan İslâm'a ve Azerbaycan'ın Müslüman halkının dinî kimliğine karşı savaş olduğu ortaya kondu. Aliyev açtığı savaşın geniş alanda yankı uyandırdığını ve sert tepkilere yol açtığını görünce biraz geri adım atma ve ezan yasağını kaldırma ihtiyacı duydu.
Fakat biraz olayların durulmasını, tepkilerin sükûnet bulmasını bekledikten sonra savaşı daha da derine indirerek doğrudan ezanın okunduğu mekânları ortadan kaldırmaya yani camileri yıkmaya başladı. Minareyi çalanın kılıfı uydurması gibi camiyi ortadan kaldırmak için elindeki polis gücünü kullanabilen, devlet zorbalığına başvuran dikta rejiminin bahane uydurması da mümkündü. Fakat asıl amaç camileri ortadan kaldırarak ezan meselesini temelden halletmekti. Onun arkasında duran amaç da Azerbaycan halkının Müslüman kimliğine, imanî duyarlılığını yeniden hayatına yansıtma çabalarına karşı savaştı.
İşte bu zihniyet ve zorbalık şimdi de örtüye, Müslüman kadının hicabına karşı savaş başlatmış bulunuyor. Müslüman kadının hicab, tesettür konusundaki hassasiyetinden ciddi şekilde rahatsız olan dikta rejimi yasaklarla, devletin polis gücünü kullanarak bunun önüne geçmeye çalışıyor. Müslüman kadının örtüsünü yasal yönden "suç", dinî açıdan da gereksiz kabul ettirmek için yoğun çaba harcıyor.
Son dönemde bu şekilde İslâm'a, İslâmî değerlere ve bilinçlenmeye karşı savaş açanların uluslararası siyonizmle ve siyonist işgal devletiyle sıkı münasebet içine girmeleri de dikkat çekici. İşgal devletinin Gazze saldırısı sebebiyle bütün dünyada kötülendiği ve siyonist katillerin, özellikle ırkçı görüşleriyle öne çıkan Dışişleri Bakanı Liberman'ın Avrupa ülkeleri tarafından bile istenmediği dönemde Azerbaycan onlara kapılarını açtı. Siyonist saldırganlara dünyada kapıların kapandığı sırada Azerbaycan, katil Liberman'ı Bakü'ye davet edip ağırladı. Diktatör Aliyev aynı günlerde Bakü'de ezanları susturmaya çalışıyordu.
Aliyev aynı küstahlığı siyonistlerin Mavi Marmara katliamından sonra da yaptı. Türkiye'yi asıl sırtından hançerleyenler de işte bu şekilde, insanlarımızı katledenleri adeta ödüllendirici tarzda onlarla ilişkilerini güçlendiren ve kendilerine kapılarını açanlardır.
Aliyev'in İslâmî bilinçlenmeye karşı verdiği savaşta siyonistlerin taktiklerini kullanması da bu savaşta onlardan akıl aldığını ortaya koymaktadır. Örneğin ezana karşı savaşında göstermelik bir şekilde geri adım atarken bir sonraki merhalede camileri yıkma yoluna giderek ezanların okunduğu yerleri ortadan kaldırmaya kalkışması siyonistlerin savaşlarındaki taktiklere çok benziyor.
Böyle bir yönetimin, Ermenistan tehdidine karşı "vatan" masalı okuması samimiyetten son derece uzaktır. Vatan, üzerindeki halkla ve onun değerleriyle anlam kazanır. Bu halka ve değerlerine karşı savaşanın vatana sahip çıktığı söylenemez. Çünkü vatana sahip çıkan gücün en başta o vatan üzerinde yaşayan halkın canını, malını, dinini, neslini ve ırzını koruması gerekir. Doğrudan bunlara karşı savaş açanın vatana sahip çıktığı söylenebilir mi? Bir işgal gücünün de neticede yapacağı budur.
Azerbaycan diktası İslâmî bilinçlenmeden ve onun hayata yansımasından duyduğu rahatsızlığı ezan yasağıyla çok belirgin bir şekilde dışa vurmaya başlamıştı. Ondan önce de İslâmî öğretim ve bilgilenmenin önüne engeller çıkararak yahut daha başka uygulamalarla belli ediyordu. Fakat ezan yasağı doğrudan halkın Müslüman kimliğini ve İslâmî hassasiyetini karşısına alan bir savaşın ilanı anlamına geliyordu. Özellikle başkent Bakü'deki camilerde ezan okunmasını engellemek için talimatlar gönderdi.
İslâm'a karşı savaş halindeki uluslararası güçlerle de doğrudan ilişki ve işbirliği içinde olan Azerbaycan diktatörü İlham Aliyev'in ezan yasağı gerek ülke içinde ve gerekse dışında sert tepkilere neden oldu. Bunun alelade bir yasak değil doğrudan İslâm'a ve Azerbaycan'ın Müslüman halkının dinî kimliğine karşı savaş olduğu ortaya kondu. Aliyev açtığı savaşın geniş alanda yankı uyandırdığını ve sert tepkilere yol açtığını görünce biraz geri adım atma ve ezan yasağını kaldırma ihtiyacı duydu.
Fakat biraz olayların durulmasını, tepkilerin sükûnet bulmasını bekledikten sonra savaşı daha da derine indirerek doğrudan ezanın okunduğu mekânları ortadan kaldırmaya yani camileri yıkmaya başladı. Minareyi çalanın kılıfı uydurması gibi camiyi ortadan kaldırmak için elindeki polis gücünü kullanabilen, devlet zorbalığına başvuran dikta rejiminin bahane uydurması da mümkündü. Fakat asıl amaç camileri ortadan kaldırarak ezan meselesini temelden halletmekti. Onun arkasında duran amaç da Azerbaycan halkının Müslüman kimliğine, imanî duyarlılığını yeniden hayatına yansıtma çabalarına karşı savaştı.
İşte bu zihniyet ve zorbalık şimdi de örtüye, Müslüman kadının hicabına karşı savaş başlatmış bulunuyor. Müslüman kadının hicab, tesettür konusundaki hassasiyetinden ciddi şekilde rahatsız olan dikta rejimi yasaklarla, devletin polis gücünü kullanarak bunun önüne geçmeye çalışıyor. Müslüman kadının örtüsünü yasal yönden "suç", dinî açıdan da gereksiz kabul ettirmek için yoğun çaba harcıyor.
Son dönemde bu şekilde İslâm'a, İslâmî değerlere ve bilinçlenmeye karşı savaş açanların uluslararası siyonizmle ve siyonist işgal devletiyle sıkı münasebet içine girmeleri de dikkat çekici. İşgal devletinin Gazze saldırısı sebebiyle bütün dünyada kötülendiği ve siyonist katillerin, özellikle ırkçı görüşleriyle öne çıkan Dışişleri Bakanı Liberman'ın Avrupa ülkeleri tarafından bile istenmediği dönemde Azerbaycan onlara kapılarını açtı. Siyonist saldırganlara dünyada kapıların kapandığı sırada Azerbaycan, katil Liberman'ı Bakü'ye davet edip ağırladı. Diktatör Aliyev aynı günlerde Bakü'de ezanları susturmaya çalışıyordu.
Aliyev aynı küstahlığı siyonistlerin Mavi Marmara katliamından sonra da yaptı. Türkiye'yi asıl sırtından hançerleyenler de işte bu şekilde, insanlarımızı katledenleri adeta ödüllendirici tarzda onlarla ilişkilerini güçlendiren ve kendilerine kapılarını açanlardır.
Aliyev'in İslâmî bilinçlenmeye karşı verdiği savaşta siyonistlerin taktiklerini kullanması da bu savaşta onlardan akıl aldığını ortaya koymaktadır. Örneğin ezana karşı savaşında göstermelik bir şekilde geri adım atarken bir sonraki merhalede camileri yıkma yoluna giderek ezanların okunduğu yerleri ortadan kaldırmaya kalkışması siyonistlerin savaşlarındaki taktiklere çok benziyor.
Böyle bir yönetimin, Ermenistan tehdidine karşı "vatan" masalı okuması samimiyetten son derece uzaktır. Vatan, üzerindeki halkla ve onun değerleriyle anlam kazanır. Bu halka ve değerlerine karşı savaşanın vatana sahip çıktığı söylenemez. Çünkü vatana sahip çıkan gücün en başta o vatan üzerinde yaşayan halkın canını, malını, dinini, neslini ve ırzını koruması gerekir. Doğrudan bunlara karşı savaş açanın vatana sahip çıktığı söylenebilir mi? Bir işgal gücünün de neticede yapacağı budur.