Cenâb-ı Hak bir âyet-i kerîmede şöyle buyurur:
“Allah yolunda mallarını infak edenlerin misâli, yedi başak bitiren bir dane gibidir ki, her başakta yüz dane vardır. Allah dilediğine kat kat fazlasını verir. Allah’ın lûtfu geniştir, O her şeyi bilir.” (Bakara, 261)
* * *
Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuşlardır:
“Yarım hurma ile de olsa cehennemden korunun!” (Buhârî, Zekât, 10; Rikak, 51; Tevhîd, 36; Müslim, Zekât, 66-70)
* * *
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“–Bir dirhem, yüz bin dirhemi geçmiştir” buyurmuştu. Ashâb-ı kirâm:
“–Ey Allah’ın Rasûlü, bu nasıl olur?” diye sordular.
Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şu cevabı verdi:
“–Bir adamın iki dirhemi vardı, bunlardan birini tasadduk etti. Diğerinin ise çok malı vardı, malının kenarından yüz bin dirhem aldı ve onu tasadduk etti.” (Nesâî, Zekât, 49/2526)
Cenâb-ı Hak bir âyet-i kerîmede şöyle buyurur:
“Güzel söz ve affetme, arkasından incitme gelen sadakadan daha hayırlıdır. Allah zengindir, hilim sahibidir, yani cezâ vermekte acele etmez.” (Bakara, 263)
Hanım sahâbîlerden Ümmü Büceyd -radıyallâhu anha- Peygamber Efendimiz’e gelerek:
“–Ya Rasûlullah, Allah’ın salât u selâmı sizin üzerinize olsun! Bazen fakir biri gelip kapımın önünde duruyor da, ona verecek bir şey bulamıyorum?..” demişti.
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ona şöyle buyurdu:
“–Ona vermek için bir koyunun yanmış tırnağından başka bir şey bulamasan bile, onu fakirin eline ver!” (Ebû Dâvûd, Zekât, 33/1667; Tirmizî, Zekât, 29/665; Nesâî, Zekât, 70/2566; Ahmed, VI, 383)
Bir gün fakir biri Hz. Osman’a gelerek:
“–Ey mâl sahibi zenginler! Bütün hayrı alıp götürdünüz; malınızdan sadaka veriyor, köle âzâd ediyor, hacca gidiyor ve infakta bulunuyorsunuz!” dedi. Hz. Osman -radıyallâhu anh-:
“–Siz gerçekten bize gıpta ediyor musunuz?” diye sordu. O zât:
“–Evet, vallâhi size gıpta ediyoruz!” dedi. Bu sefer Hz. Osman -radıyallâhu anh-, şu açıklamada bulundu:
“–Allah’a yemin ederim ki bir kimsenin zorluk çekerek infak ettiği bir dirhem, çok malın bir kısmından infak edilen on bin dirhemden daha hayırlıdır.” (Beyhakî, Şuab, III, 251; Ali el-Müttakî, VI, 612/17098)
“Allah yolunda mallarını infak edenlerin misâli, yedi başak bitiren bir dane gibidir ki, her başakta yüz dane vardır. Allah dilediğine kat kat fazlasını verir. Allah’ın lûtfu geniştir, O her şeyi bilir.” (Bakara, 261)
* * *
Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuşlardır:
“Yarım hurma ile de olsa cehennemden korunun!” (Buhârî, Zekât, 10; Rikak, 51; Tevhîd, 36; Müslim, Zekât, 66-70)
* * *
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“–Bir dirhem, yüz bin dirhemi geçmiştir” buyurmuştu. Ashâb-ı kirâm:
“–Ey Allah’ın Rasûlü, bu nasıl olur?” diye sordular.
Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şu cevabı verdi:
“–Bir adamın iki dirhemi vardı, bunlardan birini tasadduk etti. Diğerinin ise çok malı vardı, malının kenarından yüz bin dirhem aldı ve onu tasadduk etti.” (Nesâî, Zekât, 49/2526)
Cenâb-ı Hak bir âyet-i kerîmede şöyle buyurur:
“Güzel söz ve affetme, arkasından incitme gelen sadakadan daha hayırlıdır. Allah zengindir, hilim sahibidir, yani cezâ vermekte acele etmez.” (Bakara, 263)
* * *
“–Ya Rasûlullah, Allah’ın salât u selâmı sizin üzerinize olsun! Bazen fakir biri gelip kapımın önünde duruyor da, ona verecek bir şey bulamıyorum?..” demişti.
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ona şöyle buyurdu:
“–Ona vermek için bir koyunun yanmış tırnağından başka bir şey bulamasan bile, onu fakirin eline ver!” (Ebû Dâvûd, Zekât, 33/1667; Tirmizî, Zekât, 29/665; Nesâî, Zekât, 70/2566; Ahmed, VI, 383)
* * *
“–Ey mâl sahibi zenginler! Bütün hayrı alıp götürdünüz; malınızdan sadaka veriyor, köle âzâd ediyor, hacca gidiyor ve infakta bulunuyorsunuz!” dedi. Hz. Osman -radıyallâhu anh-:
“–Siz gerçekten bize gıpta ediyor musunuz?” diye sordu. O zât:
“–Evet, vallâhi size gıpta ediyoruz!” dedi. Bu sefer Hz. Osman -radıyallâhu anh-, şu açıklamada bulundu:
“–Allah’a yemin ederim ki bir kimsenin zorluk çekerek infak ettiği bir dirhem, çok malın bir kısmından infak edilen on bin dirhemden daha hayırlıdır.” (Beyhakî, Şuab, III, 251; Ali el-Müttakî, VI, 612/17098)