AYRILIK
Ayrılığa hüküm giyen bir mahkûm gibiyim. Sadrımı çatlatacak hasretin, üç beş adımlık git geller de tükeniyorum. Acıyı yutkunan dimağımda, senden kalan bir nebze abıhayat var, onunla yaşamaktayım, onunla kendimi teselli etmekteyim. Artık yüreğime söz geçiremiyorum. Biliyorum, bu hasretin sonu vuslata çıkmaz, bu hasretin vuslatının mahşerde olacağını, ama gel de söz dinlet, şu yangınlarla harabeye dönen yüreğime…
Hasret gülleri ektim artık küçücük gönül bahçeme. Kim bilir belki, hasretini haykırmak isteyen bir bülbülün yanık bağrına derman olur. Kim bilir belki ben onun rayihasını çekerken içime, aramıza zamanın ördüğü mesafeleri bir adımla tüketiveririm. Ve ulaşmak için zamana ve mekâna meydan okurum…
Yine sızlamakta yüreğim, yine harlanmakta gönül yangınlarım, haydi o cennet nefesinle serinlet beni, canhıraş bir şekilde sana doğru koşmaktayım, ne olur bir kez de olsa sen de bana bir adımlık bile olsun yaklaşsan…
Sancılar çekiyorum kimselere halimi bildiremeden. Yüzüm herkese tebessüm ederken, bir yangınla kavrulmakta yüreğim, hiç kimselere anlatamıyorum kendimi. Ah, ah, dilim bir varsa da seni anlatmayı becerebilsem, sana olan hasretimi anlatabilsem, ah elimde olsa da sana bir ulaşabilsem…
Yüreğimin söz dinlemez halini bilmez gibi yakarışlardayım. Yarınlarım sensizliğe mahkûm, hayatım sensizliğe mahkûm. Olmazmıydı sanki bu ayrılık olmasaydı. Ey benim yarınlarımın tatlı hülyası, bir gün seninle bu yaşadığımız ayrılığın vuslatını da yaşayacak mıyız? Kurşunlara geleydi bu ayrılık ta, bana bu ateşten gömleği giydirmeseydi…
Ne zaman aynanın karşısına geçsem, günden güne tükenmekte olan hayatımın emarelerini seyrediyorum, sonra seni düşünüyorum, her zaman en güzel bir halde hayal ediyorum yüzünü. Sonra kahrediyorum ayrılığa, isyanlarım yüzüme yansıyor, tanıyamıyorum karşımda duran beni, ah diyorum, ah, ne yaptın da hasrete mahkûm oldun?
Ah be haylazım, ne vardı gitmeseydin, ya da benide götürseydin yanında. Bir kara hançer sapladın yüreğime. Açıldıkça bu onulmaz yara kanlar sızar, pervasızca bir ateş düşer, her damlanın düştüğü yere. Bu ateş değil düştüğü yeri yakmak, cihanı yakar, ah haylazım, ne vardı bu ateşi yüreğime yakmadan gitseydin…
Anlıyorum ki hasretin sevgimin mihenk taşı. Ayrılıklara vurduğum yüreğimin ayarı. Bilmem duygularımı nasıl dışa vururum. Ferhat’ça dağlarımı delerim, yoksa Mecnun’ca çöllere mi düşerim bilinmez.
Bir deli ırmak gibi çağlamaktayım, duygularım kabardıkça kabarıyor. Bir yarık bulsam taşacak gibiyim. Yaşadığım ayrılık, gecenin karanlığı kadar derin ve gizemli. Her yer zifiri karanlık, her yer renksiz, bütün madde sesiz hissiz, bu dehlizler içinde kendimi bulamıyorum, bir bulabilsem…
Ayrılık yudumladıkça boğazıma düğümlenen hıçkırıklarımdır. Ayrılık, benim sevdaya adadığım köhne yüreğimi, hasret kurşunlarıyla vuranımdır.
Ve bir gün senide vururlar ey ayrılık. Ölüm kadar soğuk, ölüm kadar gerçek olan vuslat kurşunuyla vururlar. Söyle o zaman, hangi örtüyle örteceksin hırçınlığını, geceden başka? Hangi yıldızlara anlatacaksın içini, vuslatla arana koyduğun perdeleri, nasıl yırtacaksın…
Biliyor musun ey can, ben yaşadığım bu hayata, senin adını verdim, ona sen dedim. Her nefeste seni yaşamak, her anımda seni hissetmek içindi. Ama gel gör ki, sen beni sensizliğe mahkûm ettin. Nice zaman seni yaşadım, şimdi ise artık hayatımın adı sensizlik. Evet, artık şimdi sensizliği yaşıyorum.
Öyle feryadı figan ediyor ki yüreğim, yudumladıkça boğazım düğümleniyor, yutkunuyorum ama nafile, çünkü ayrılık dipsiz bir kuyu ve ben, o kuyuya atılan Yusuf gibiyim…
YAKUP ÇAK
Ayrılığa hüküm giyen bir mahkûm gibiyim. Sadrımı çatlatacak hasretin, üç beş adımlık git geller de tükeniyorum. Acıyı yutkunan dimağımda, senden kalan bir nebze abıhayat var, onunla yaşamaktayım, onunla kendimi teselli etmekteyim. Artık yüreğime söz geçiremiyorum. Biliyorum, bu hasretin sonu vuslata çıkmaz, bu hasretin vuslatının mahşerde olacağını, ama gel de söz dinlet, şu yangınlarla harabeye dönen yüreğime…
Hasret gülleri ektim artık küçücük gönül bahçeme. Kim bilir belki, hasretini haykırmak isteyen bir bülbülün yanık bağrına derman olur. Kim bilir belki ben onun rayihasını çekerken içime, aramıza zamanın ördüğü mesafeleri bir adımla tüketiveririm. Ve ulaşmak için zamana ve mekâna meydan okurum…
Yine sızlamakta yüreğim, yine harlanmakta gönül yangınlarım, haydi o cennet nefesinle serinlet beni, canhıraş bir şekilde sana doğru koşmaktayım, ne olur bir kez de olsa sen de bana bir adımlık bile olsun yaklaşsan…
Sancılar çekiyorum kimselere halimi bildiremeden. Yüzüm herkese tebessüm ederken, bir yangınla kavrulmakta yüreğim, hiç kimselere anlatamıyorum kendimi. Ah, ah, dilim bir varsa da seni anlatmayı becerebilsem, sana olan hasretimi anlatabilsem, ah elimde olsa da sana bir ulaşabilsem…
Yüreğimin söz dinlemez halini bilmez gibi yakarışlardayım. Yarınlarım sensizliğe mahkûm, hayatım sensizliğe mahkûm. Olmazmıydı sanki bu ayrılık olmasaydı. Ey benim yarınlarımın tatlı hülyası, bir gün seninle bu yaşadığımız ayrılığın vuslatını da yaşayacak mıyız? Kurşunlara geleydi bu ayrılık ta, bana bu ateşten gömleği giydirmeseydi…
Ne zaman aynanın karşısına geçsem, günden güne tükenmekte olan hayatımın emarelerini seyrediyorum, sonra seni düşünüyorum, her zaman en güzel bir halde hayal ediyorum yüzünü. Sonra kahrediyorum ayrılığa, isyanlarım yüzüme yansıyor, tanıyamıyorum karşımda duran beni, ah diyorum, ah, ne yaptın da hasrete mahkûm oldun?
Ah be haylazım, ne vardı gitmeseydin, ya da benide götürseydin yanında. Bir kara hançer sapladın yüreğime. Açıldıkça bu onulmaz yara kanlar sızar, pervasızca bir ateş düşer, her damlanın düştüğü yere. Bu ateş değil düştüğü yeri yakmak, cihanı yakar, ah haylazım, ne vardı bu ateşi yüreğime yakmadan gitseydin…
Anlıyorum ki hasretin sevgimin mihenk taşı. Ayrılıklara vurduğum yüreğimin ayarı. Bilmem duygularımı nasıl dışa vururum. Ferhat’ça dağlarımı delerim, yoksa Mecnun’ca çöllere mi düşerim bilinmez.
Bir deli ırmak gibi çağlamaktayım, duygularım kabardıkça kabarıyor. Bir yarık bulsam taşacak gibiyim. Yaşadığım ayrılık, gecenin karanlığı kadar derin ve gizemli. Her yer zifiri karanlık, her yer renksiz, bütün madde sesiz hissiz, bu dehlizler içinde kendimi bulamıyorum, bir bulabilsem…
Ayrılık yudumladıkça boğazıma düğümlenen hıçkırıklarımdır. Ayrılık, benim sevdaya adadığım köhne yüreğimi, hasret kurşunlarıyla vuranımdır.
Ve bir gün senide vururlar ey ayrılık. Ölüm kadar soğuk, ölüm kadar gerçek olan vuslat kurşunuyla vururlar. Söyle o zaman, hangi örtüyle örteceksin hırçınlığını, geceden başka? Hangi yıldızlara anlatacaksın içini, vuslatla arana koyduğun perdeleri, nasıl yırtacaksın…
Biliyor musun ey can, ben yaşadığım bu hayata, senin adını verdim, ona sen dedim. Her nefeste seni yaşamak, her anımda seni hissetmek içindi. Ama gel gör ki, sen beni sensizliğe mahkûm ettin. Nice zaman seni yaşadım, şimdi ise artık hayatımın adı sensizlik. Evet, artık şimdi sensizliği yaşıyorum.
Öyle feryadı figan ediyor ki yüreğim, yudumladıkça boğazım düğümleniyor, yutkunuyorum ama nafile, çünkü ayrılık dipsiz bir kuyu ve ben, o kuyuya atılan Yusuf gibiyim…
YAKUP ÇAK