Siyahgulsevdalisi
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 20 Haz 2006
- Mesajlar
- 2,046
- Tepki puanı
- 0
- Puanları
- 0
AYNiYET PSİKOLOJİSİ ve ÇAĞIMIZIN FİRAVUN ve SAMİRİLERİ
Rahman ve Rahim olan Allah’ın adı ile başlarım.
Allah’ın selamı, rahmeti ve bereketi, ebedi ve daimi üzerinize olsun.
Aziz, sıddık ve hakiki kardeşlerim; “Asya’nın bahtının miftahı, meşveret ve şuradır”, alem şümul tespiti, Uhud Savaşı öncesi örneği gösterilen, bir Sünnet-i Seniyye kuralının çağımıza yansımış ifadesi olması hasebiyle, bizler de bu şahs-ı maneviye ortamında, bu kuralı zerre miktar ihmal etmemeliyiz. Allah’ın bize lütuf, ihsan ve keremiyle nasip ve müyesser eylediği açılımlarımızı, bu ortamda birbirimizle paylaşıp, bu meşveret ve şura ortamında değerlendirmeliyiz. Bu açılımlar hangi konuda ise, o konuda ehil olan kardeşlerimiz fikir beyan etmeli ve bunlar eğer birer teşhis, tespit, kural vd. ise temsil ve tebliğ yaparken kullanmalıyız.
Toplumsal bir davranış bozukluğu olan Ayniyet Psikolojisi nasıl oluşur ve oluşturulur?
Topluma yön verenler ve toplum arasında yüzlerce yıldır oluşan veya oluşturulan bir alış veriş veya bir kısır döngü şeklinde cereyan eden ilişkiler neticesinde aynı model tek tip insan yetiştirme son raddeye gelmiştir. Bulundukları asrın sahibi durumundaki müçtehid imamları anlayıp, onlara tabi olanlar dışında kalanların çoğunluğu, bu ayniyet içinde olmuşlardır.
Bu acize göre; Ayniyet Psikolojisinin ilk adımı, başkalarına benzemek isteği ile atılır.
İnsan kendine model olarak seçtiği veya kendinden üstün olarak kabul ettiği, her hangi bir kimse veya kimselere benzemek ister, buna çaba sarf eder ve akabinde onun gibi olmak ister.
Bir insan çocukluk yaşlarında erkekse babasına, kadınsa annesine, okula başladıktan sonra ise öğretmenine benzemek ve onun gibi olmak isteyebilir. Daha ileri gidildikçe gençliğin ilk adımlarında bu modeller çeşitlenir, toplumda meşhur olmuş veya meşhur edilmiş kimselerden siyasetçilere, san’atçılardan din büyüklerine ve hatta başka toplumların meşhurlarına kadar yelpaze genişler. Bu modelleme hayata yeni başlayan bir bireyde karakter oluşumu için gerekli ve faydalıdır, fakat modeli örnekleyip tecrübe kazanarak kendi kişiliğini oluşturamadığı, yani kendi olamadığı zaman modele benzer ve ardından ona takılır kalırsa Ayniyet Psikolojisi alarmının çalmaya başlaması demektir.
Söz konusu model ister kişinin bulunduğu toplumun bir önderi veya bir kahramanı, ister bir san’atçı, ister bir mürşit veya isterse bir peygamber olsun, kişi onunla ayniyet kazandığına emin olacak şekilde inanır. Aslında hiç kimse, kendine model aldığı kişi ile tıpa tıp aynı, yani kendinden başkası gibi olamaz, ama olduğunu sanır ve bunun adı özdeşleşmedir. Sonsuz bir varlığa ayine ve O’nun gibi olmak için yapılandırılmış bir varlık, sonlu ve fani bir varlığa takılıp kalırsa onu ilahlaştırır ve ardından çok zaman geçmeden de kendini ilahlaştırır. Çünkü ilahlaştırdığı faninin ilahlaşmasından kendine de bir yol bulur, her ne kadar ilahlaştırdığı kişiye geniş bir ilahlık pozisyonu ve kendine ondan daha dar bir ilahlık pozisyonu ön görmüşse de, ona göre ilahlaştırdığı kişinin ilahlığı geçmişte kalmış ve günümüze tesiri az olmasını düşünerek, kendisinin hem onun bir temsilcisi ve hem kendine de kısmi bir ilahlık pozisyonu biçer. Bu hal marifet eksikliğinden, eşyanın hakikatini bilememesinden dolayı kendi karakter ve kişiliğine uyan Allah’ın bir kısım sıfatlarını bilmeyerek kendine verir, çünkü o fani bir varlıkta fena olmuş, Sonsuz Varlık’ta fena olamadığı için bu sapma, yani Toplumsal Davranış Bozukluğu meydana gelmiştir.
Bu Toplumsal Davranış Bozukluğu içinde olanlar genellikle şahsiyet kazanma açısından ikiye ayrılırlar:
1 – Şahsında fena olduğu kişiyi aşabilenler. 2 – Şahsında fena olduğu kişiyi aşamayanlar.
1 – Şahsında fena olduğu kişiyi aşabilenler: Kısmen bağımsız olmakla beraber kendilerine göre fakat yinede kısmi bir şahsiyet kazanabilenlerdir: Metafiziğe inanmayan, genellikle üniversite tahsili görmüş, materyalist toplum felsefesini benimsemiş ve varlığa fizik gözlüğü ile bakanlardır. Bunlar her biri ayrı bir birey olarak idealleri nispetinde ve ideallerini gerçekleştirme aşamasında ve asgari müşterekler çerçevesinde bir araya gelerek bir şahs-ı manevi oluştururlar. Bulundukları toplumda, bilhassa bizim toplumumuz gibi eğitim seviyesi düşük toplumlarda, kendilerine toplum üstü bir konum verirler ve psikolojileri, davranışları ve yaptıkları işlerle onlara bakıldığında; sanki adeta Kur’an’da bahsi geçen, tarih-i kadim-i Mısır’ın meşhur firavunun sosyalleşmiş, şahs-ı manevileşmiş halini veya İsa (as.) dönemindeki Sadukileri ve yahut ta eski paganist toplumlardaki, özellikle eski Yunan’da ki mitolojik tanrılar gurubunu hatıra getirirler, fakat bu kendilerine söylendiğinde kesinlikle reddederler ve bunu asla kabul etmezler. Zira onlar metafiziğe inanmadıkları ve Şeytanda kendi varlığını onlara reddettirdiği için, bu hallerinin Şeytanın kendilerine verdiği vesvesesi ile olduğunu bilemezler.
Her şeyin helezonik döngüsel bir hareket içinde olması ve bunun mantığa yansıması olan: “Bir şeyin yüzüne gidildikçe tersine, tersine gidildikçe de yüzüne varılır”, mantık kuralından yola çıkılarak, onların metafiziğe inanmaya inanmaya, kendilerine vesvese veren Şeytanın varlığını da giderek sonunda reddettikleri sonucuna varılabilir.
2 – Şahsında fena oldukları kişiyi aşamayanlar: Bunlar da kısmen bağımsız olmakla beraber, kendilerine göre bir şahsiyet yerine bağımlı bir şahsiyet kazananlardır: Metafiziğe inanan, marifeti; madde ve mana dengesini kurmaya yeterli olamayan ve marifeti eşyanın hakikatinin yansımasından öteye geçemeyenlerdir. Eğitim durumları; ilk okuldan üniversiteye kadar çeşitlilik arz eder. Onlar bir şahs-ı manevi oluşturamazlar, zira onlar eşyanın hakikatinin yansımalarını eşyanın hakikati sanıp, ayrı birer birey olamamışlardır, ancak manevi lider olarak kabul ettikleri kişiler etrafında toplanabilir ve bir taklidi şahs-ı manevi olan cemaat oluşturabilirler.
Fani oldukları kişilere farkında olmayarak Allah’ın bir kısım sıfatlarını verip, onlara bir nevi ilahlık izafe ederler. Bu, fani oldukları kişilere farkında olmadan ilahlık izafe etmeleri, onların bir adım ötede; kendilerinden bir alt konumda yer alan aileleri, çocukları, yanlarında çalışan hizmetlileri vb.leri gibi olan diğer kimselere karşı, kendilerine de farkında olmadan bir ilahlık izafesi yolunu açar. Bu hal müşahede edilip teşhis edildiğinde, şöyle bir ilahlık şeması karşımıza çıkar:
Birinci ilah Allah, İkinci ilah fani oldukları kişi ve Üçüncü ilah kendileri. Psikolojileri, davranışları ve yaptıkları işlerle bunlara bakıldığında ise; yine Kur’an’da bahsedilen Samiri’yi veya İsa (as.) zamanındaki Ferisileri ve yahut ta eski topluluklardaki pagan rahiplerini (büyücüleri), Asr-ı Saadet’teki hatıra getirirler.
Bu her iki gurubun ortak özellikleri; herkesin kendileri gibi olmalarını ve herkesi kendileri gibi yapmak istemeleridir. Bu isteğin, her iki gurupta da aynı olmakla beraber, daha çok ikinci guruptakilerde daha bariz olan, yön verenlerin en tepesinden yön verilenlerin en aşağısına kadar büyük bir inatla uygulanması şaşırtıcıdır. Yön verilenlerin daha henüz buluğ çağına ermemiş ve hatta 4-5 yaşlarındaki çocuklarında bile, güçlerinin yettiklerini kendilerine göre değiştirme çabası, küçük bir gözlemle teşhis edilebilir.
Acizane bana göre bu Ayniyet Psikolojisine gönüllü yönelimin kaynağı değişim korkusu, geçmiş yaşantıları tekrarlama, geçmişten koparsa boşlukta kalacak korkusu gibi kaygı ve alışkanlıklar olsa gerektir.
Allah, bütün Kendi Güzel isimlerini ve sıfatlarını, her bir insanın kendinde tecelli ettirmesini istiyor, fakat, ayrıca her bir insanın kendi fıtratına uygun olan, Allah’ın her hangi bir veya birkaç güzel ismini ağırlıklı olarak, yani ism-i azam olarak kendinde tecelli ettirip, her bir insanın ayrı bir birey olmasını, ayrı bir kişilik oluşturmasını ve bu bireylerin bir üst bilinç boyutunda bir araya gelerek bir şahs-ı maneviye oluşturmasını istiyor. Birbirinin kopyası olmayı, robotlaşmayı ve bu robotlardan meydana gelmiş bir topluluğu istemiyor. Allah eğer insanların sonuçta böyle bir varlık olmasını isteseydi, ayrıca insanları yaratması abes olurdu, çünkü hem sonsuz çeşitlilikte ve hem de insanların uğraşları ile gelebileceklerinden çok daha mükemmel olan varlıklar zaten vardır, onlar da meleklerdir.
En doğrusunu Sevgili Rabbim bilir. O’nun bize öğrettiğinden başka bir bilgimiz yoktur. O her şeyi hakkıyla bilir, her işi hikmetle yapar.
Dualarınıza muhtaç kardeşiniz "
Rahman ve Rahim olan Allah’ın adı ile başlarım.
Allah’ın selamı, rahmeti ve bereketi, ebedi ve daimi üzerinize olsun.
Aziz, sıddık ve hakiki kardeşlerim; “Asya’nın bahtının miftahı, meşveret ve şuradır”, alem şümul tespiti, Uhud Savaşı öncesi örneği gösterilen, bir Sünnet-i Seniyye kuralının çağımıza yansımış ifadesi olması hasebiyle, bizler de bu şahs-ı maneviye ortamında, bu kuralı zerre miktar ihmal etmemeliyiz. Allah’ın bize lütuf, ihsan ve keremiyle nasip ve müyesser eylediği açılımlarımızı, bu ortamda birbirimizle paylaşıp, bu meşveret ve şura ortamında değerlendirmeliyiz. Bu açılımlar hangi konuda ise, o konuda ehil olan kardeşlerimiz fikir beyan etmeli ve bunlar eğer birer teşhis, tespit, kural vd. ise temsil ve tebliğ yaparken kullanmalıyız.
Toplumsal bir davranış bozukluğu olan Ayniyet Psikolojisi nasıl oluşur ve oluşturulur?
Topluma yön verenler ve toplum arasında yüzlerce yıldır oluşan veya oluşturulan bir alış veriş veya bir kısır döngü şeklinde cereyan eden ilişkiler neticesinde aynı model tek tip insan yetiştirme son raddeye gelmiştir. Bulundukları asrın sahibi durumundaki müçtehid imamları anlayıp, onlara tabi olanlar dışında kalanların çoğunluğu, bu ayniyet içinde olmuşlardır.
Bu acize göre; Ayniyet Psikolojisinin ilk adımı, başkalarına benzemek isteği ile atılır.
İnsan kendine model olarak seçtiği veya kendinden üstün olarak kabul ettiği, her hangi bir kimse veya kimselere benzemek ister, buna çaba sarf eder ve akabinde onun gibi olmak ister.
Bir insan çocukluk yaşlarında erkekse babasına, kadınsa annesine, okula başladıktan sonra ise öğretmenine benzemek ve onun gibi olmak isteyebilir. Daha ileri gidildikçe gençliğin ilk adımlarında bu modeller çeşitlenir, toplumda meşhur olmuş veya meşhur edilmiş kimselerden siyasetçilere, san’atçılardan din büyüklerine ve hatta başka toplumların meşhurlarına kadar yelpaze genişler. Bu modelleme hayata yeni başlayan bir bireyde karakter oluşumu için gerekli ve faydalıdır, fakat modeli örnekleyip tecrübe kazanarak kendi kişiliğini oluşturamadığı, yani kendi olamadığı zaman modele benzer ve ardından ona takılır kalırsa Ayniyet Psikolojisi alarmının çalmaya başlaması demektir.
Söz konusu model ister kişinin bulunduğu toplumun bir önderi veya bir kahramanı, ister bir san’atçı, ister bir mürşit veya isterse bir peygamber olsun, kişi onunla ayniyet kazandığına emin olacak şekilde inanır. Aslında hiç kimse, kendine model aldığı kişi ile tıpa tıp aynı, yani kendinden başkası gibi olamaz, ama olduğunu sanır ve bunun adı özdeşleşmedir. Sonsuz bir varlığa ayine ve O’nun gibi olmak için yapılandırılmış bir varlık, sonlu ve fani bir varlığa takılıp kalırsa onu ilahlaştırır ve ardından çok zaman geçmeden de kendini ilahlaştırır. Çünkü ilahlaştırdığı faninin ilahlaşmasından kendine de bir yol bulur, her ne kadar ilahlaştırdığı kişiye geniş bir ilahlık pozisyonu ve kendine ondan daha dar bir ilahlık pozisyonu ön görmüşse de, ona göre ilahlaştırdığı kişinin ilahlığı geçmişte kalmış ve günümüze tesiri az olmasını düşünerek, kendisinin hem onun bir temsilcisi ve hem kendine de kısmi bir ilahlık pozisyonu biçer. Bu hal marifet eksikliğinden, eşyanın hakikatini bilememesinden dolayı kendi karakter ve kişiliğine uyan Allah’ın bir kısım sıfatlarını bilmeyerek kendine verir, çünkü o fani bir varlıkta fena olmuş, Sonsuz Varlık’ta fena olamadığı için bu sapma, yani Toplumsal Davranış Bozukluğu meydana gelmiştir.
Bu Toplumsal Davranış Bozukluğu içinde olanlar genellikle şahsiyet kazanma açısından ikiye ayrılırlar:
1 – Şahsında fena olduğu kişiyi aşabilenler. 2 – Şahsında fena olduğu kişiyi aşamayanlar.
1 – Şahsında fena olduğu kişiyi aşabilenler: Kısmen bağımsız olmakla beraber kendilerine göre fakat yinede kısmi bir şahsiyet kazanabilenlerdir: Metafiziğe inanmayan, genellikle üniversite tahsili görmüş, materyalist toplum felsefesini benimsemiş ve varlığa fizik gözlüğü ile bakanlardır. Bunlar her biri ayrı bir birey olarak idealleri nispetinde ve ideallerini gerçekleştirme aşamasında ve asgari müşterekler çerçevesinde bir araya gelerek bir şahs-ı manevi oluştururlar. Bulundukları toplumda, bilhassa bizim toplumumuz gibi eğitim seviyesi düşük toplumlarda, kendilerine toplum üstü bir konum verirler ve psikolojileri, davranışları ve yaptıkları işlerle onlara bakıldığında; sanki adeta Kur’an’da bahsi geçen, tarih-i kadim-i Mısır’ın meşhur firavunun sosyalleşmiş, şahs-ı manevileşmiş halini veya İsa (as.) dönemindeki Sadukileri ve yahut ta eski paganist toplumlardaki, özellikle eski Yunan’da ki mitolojik tanrılar gurubunu hatıra getirirler, fakat bu kendilerine söylendiğinde kesinlikle reddederler ve bunu asla kabul etmezler. Zira onlar metafiziğe inanmadıkları ve Şeytanda kendi varlığını onlara reddettirdiği için, bu hallerinin Şeytanın kendilerine verdiği vesvesesi ile olduğunu bilemezler.
Her şeyin helezonik döngüsel bir hareket içinde olması ve bunun mantığa yansıması olan: “Bir şeyin yüzüne gidildikçe tersine, tersine gidildikçe de yüzüne varılır”, mantık kuralından yola çıkılarak, onların metafiziğe inanmaya inanmaya, kendilerine vesvese veren Şeytanın varlığını da giderek sonunda reddettikleri sonucuna varılabilir.
2 – Şahsında fena oldukları kişiyi aşamayanlar: Bunlar da kısmen bağımsız olmakla beraber, kendilerine göre bir şahsiyet yerine bağımlı bir şahsiyet kazananlardır: Metafiziğe inanan, marifeti; madde ve mana dengesini kurmaya yeterli olamayan ve marifeti eşyanın hakikatinin yansımasından öteye geçemeyenlerdir. Eğitim durumları; ilk okuldan üniversiteye kadar çeşitlilik arz eder. Onlar bir şahs-ı manevi oluşturamazlar, zira onlar eşyanın hakikatinin yansımalarını eşyanın hakikati sanıp, ayrı birer birey olamamışlardır, ancak manevi lider olarak kabul ettikleri kişiler etrafında toplanabilir ve bir taklidi şahs-ı manevi olan cemaat oluşturabilirler.
Fani oldukları kişilere farkında olmayarak Allah’ın bir kısım sıfatlarını verip, onlara bir nevi ilahlık izafe ederler. Bu, fani oldukları kişilere farkında olmadan ilahlık izafe etmeleri, onların bir adım ötede; kendilerinden bir alt konumda yer alan aileleri, çocukları, yanlarında çalışan hizmetlileri vb.leri gibi olan diğer kimselere karşı, kendilerine de farkında olmadan bir ilahlık izafesi yolunu açar. Bu hal müşahede edilip teşhis edildiğinde, şöyle bir ilahlık şeması karşımıza çıkar:
Birinci ilah Allah, İkinci ilah fani oldukları kişi ve Üçüncü ilah kendileri. Psikolojileri, davranışları ve yaptıkları işlerle bunlara bakıldığında ise; yine Kur’an’da bahsedilen Samiri’yi veya İsa (as.) zamanındaki Ferisileri ve yahut ta eski topluluklardaki pagan rahiplerini (büyücüleri), Asr-ı Saadet’teki hatıra getirirler.
Bu her iki gurubun ortak özellikleri; herkesin kendileri gibi olmalarını ve herkesi kendileri gibi yapmak istemeleridir. Bu isteğin, her iki gurupta da aynı olmakla beraber, daha çok ikinci guruptakilerde daha bariz olan, yön verenlerin en tepesinden yön verilenlerin en aşağısına kadar büyük bir inatla uygulanması şaşırtıcıdır. Yön verilenlerin daha henüz buluğ çağına ermemiş ve hatta 4-5 yaşlarındaki çocuklarında bile, güçlerinin yettiklerini kendilerine göre değiştirme çabası, küçük bir gözlemle teşhis edilebilir.
Acizane bana göre bu Ayniyet Psikolojisine gönüllü yönelimin kaynağı değişim korkusu, geçmiş yaşantıları tekrarlama, geçmişten koparsa boşlukta kalacak korkusu gibi kaygı ve alışkanlıklar olsa gerektir.
Allah, bütün Kendi Güzel isimlerini ve sıfatlarını, her bir insanın kendinde tecelli ettirmesini istiyor, fakat, ayrıca her bir insanın kendi fıtratına uygun olan, Allah’ın her hangi bir veya birkaç güzel ismini ağırlıklı olarak, yani ism-i azam olarak kendinde tecelli ettirip, her bir insanın ayrı bir birey olmasını, ayrı bir kişilik oluşturmasını ve bu bireylerin bir üst bilinç boyutunda bir araya gelerek bir şahs-ı maneviye oluşturmasını istiyor. Birbirinin kopyası olmayı, robotlaşmayı ve bu robotlardan meydana gelmiş bir topluluğu istemiyor. Allah eğer insanların sonuçta böyle bir varlık olmasını isteseydi, ayrıca insanları yaratması abes olurdu, çünkü hem sonsuz çeşitlilikte ve hem de insanların uğraşları ile gelebileceklerinden çok daha mükemmel olan varlıklar zaten vardır, onlar da meleklerdir.
En doğrusunu Sevgili Rabbim bilir. O’nun bize öğrettiğinden başka bir bilgimiz yoktur. O her şeyi hakkıyla bilir, her işi hikmetle yapar.
Dualarınıza muhtaç kardeşiniz "