Fatih Turplu
VESİLE KİMDİR ?
1. BÖLÜM
ZİNCİR
Her şey nasıl başlamıştı? Ha, evet! Tarihini bile tam olarak hatırlıyorum. Doğrusu, bunu bana böyle hatırlatan günlüklerim oldu. 1 Aralık 2005… Dokuz gün sonra gördüğüm rüya, hala harfi harfine hatırımda:
“ Bir kağıtta üç tane telefon numarası yazılı… “Canan” yazıyor ve Canan’ın iki numarası… “Vesile” yazıyor ve bir telefon numarası daha ! ”
Onu, 1 Aralık’ta gördüğümü - ki rüyalara, ruhlarımızın bilinmezden bir şeyler devşirdiği “Aralık” olarak da bakabiliriz sanırım- 10 Aralık’ta fark ediyorum.
İsmi Vesile!
BİR NOT…
“Senin ismin ne?”
“…” Ya senin ki?”
“Canan!”
“Canan ne manaya geliyor?
“ ‘Sevgili’ demek, bir de Allah’ın bir ismi”
“Burcun ne?” falan filan. Onun şirin ve cana yakın tarafları içinde, en beğendiğim yanı girişkenliğiydi. Bu tip insanları seviyorum. Ben Onun ‘. ….’ ağabeyi, o benim ‘prenses kardeşim Canan’ım’. Vesile’nin yanında belki de ‘sevgili’ diye işaret Canan’ın ismi?
Canan-sevgili, sevgili-Vesile! “Sevgili” Vesiledir de!
MUCİZE
“Et le miracle ca complire- Ve harika meydana geldi!” Böyle olmadı. En azından ben böyle zannetmiştim. Şimdi düşünüyorum da, en başından beri onun etkisiyle savrulup duruyormuşum. Çoğu vakit böyle olur, fark etmeyiz!
Çocukluğumdan beridir –ki yirmisekizimdeyim - hep bir mucize bekledim… İşte şimdi kapı açılacak ve …
Bilmiyorum?
Bir şey! Şöyle her şeyi baştan ayağa terse döndüren, insanların akıllarını kullanamaz hale getiren- sanki kullanan varmış gibi! - bir şey…
Bir hareket, bir hayal kadar berrak bir şey ; ne bileyim, hayatımızı alt-üst edecek, kaldığımız yerden devam edemeyeceğimiz, bizi apıştıran, elimizi kolumuzu bağlayan, dillerimizi lal eden …
Aslında neyi beklediğimi bilmediğimden, karşılaşıp karşılaşmadığımı da bilmiyormuşum. Ümidimi yitirmedim. Zamanla öğrendim ki, o ‘mucize’ denen harikalar üstü harika şey gelir sizi bulur da, siz onu fark etmezsiniz.
(Arşimed) ’ in “Evreka! -Buldum! ” deyişinde neyi bulduğunun izahı, belirli kurallarla açıklanabilir olarak kafasında bir ‘var’ dır herhalde? Aynısını (Kolomb) için söyleyebilir miyiz? Vardığı yerin “orası” olduğunu o vakit biliyor muydu acaba?
Bir akşam masamın üzerindeki kitabın sayfalarından bir sayfayı rastgele açıp gözüme görünen ilk satırları okumaya koyuldum;
“Dedi ki; ‘Aşkı seç, aşkı ki, sende seçilmiş bir insan olasın… Sana en sağlam fikri aşk verir!’’
Gerçekten aşkı seçip seçmediğimi bilmiyorum; bir aşık olmayı becerebildiğimi de? Ama onu seçtim; Vesile’yi. Ondan başka bir şey düşünemediğimi gördüğüm zaman (Tarkowsky) gibi mırıldandım:
“Aşkı bilmiyorum, Aşkın ne olduğunu değil, onu nasıl tarif edeceğimi bilmiyorum.”
KARŞILAŞMA - 1 ARALIK 2005 PERŞEMBE -
“Mim… 40 … Sonradan dönmek üzere bırakmak… Mim koymak …Cennet ?”
Böyle yazmışım bu tarihli günlüğüme. Nereden bilebilirdim ki mim koyduğum bu noktaya geri döndüğümde ona ait bir sürü hatıranın başımda dönüp duracağını?
Filanca hatırlı tanıdığın vasıtasıyla gittiğim için iş başvurum hemencecik kabul edildi. Ne de olsa şef Kemal bey yollamıştı; hem de ‘akrabam’ kaydıyla …
Bendeniz , ne biliyorsam , ne öğrendiysem - Şairin “Ne okudun, ne öğrendin, ne bildinse berhava!” deyişini anlayamamanın kibri içinde- siyah montumun iç cebine boca edip ‘işbaşı’ yaptım.
İçimde fırtınalar kopuyordu, bilmem yüzümden okunuyor muydu?
Yetiş ey hayal dünyası, yetiş düşüncenin kudreti !..
( Prust )’un, düşünme gücünü bir nevi zırha benzetmesi ne kadar şahanedir; hayal dünyasının bir fanusa benzer o iklimi, fildişinden dünyaların düşünce kudreti tam da, konfeksiyon atölyelerinde ihtiyaç duyacağınız, sığınacağınız yerlerdir. Aksi halde, ‘ Gog ’ un kendini kaptırdığı anaforun içinde kaybolabilirsiniz.
“Çay paydosu!”
Nihayet . İşte kalabalıklar her zamanki bildik hareketleriyle ilerliyorlar gidecekleri yere. ‘Tek yalpalayan ben miydim? ’ Beş dakika sonra kendimi yemekhanede çay ve sigara içerken buluyorum. Bir de arkadaş edinmişim; Ne çabuk? Karşımdaki çocuk bir şeyler anlatıyor ya farkında değilim. Her nasılsa dalmışım, ama mümkün mü dalmamak?
Sağ çaprazımdaki masada “ Bir melek!”
BİR MELEK
Bir misaldir o!
Onu çoğu geceler uğraştıran bir çok yüzün içinde, apayrı bir tabloda sakladığı, deyimi yerindeyse bakmaktan çekindiği bir yüz; bir nişan… Nişane…
V, bir çok yüzün artık seyredile seyredile kendisi olduğu, bakanın o olduğunu gördüğü vakit kaçırdığı, kaçırıp ta yandığı…
Yandığı, yanamadığı, kanamadığı, kaçamadığı… Sonra? Van Gogh’ un dediği gibi“Sonrası ne kim bilir?” Bakamadığı! Bir örümcek… ona öyle musallat olmuş ki, Roma’nın yolları nasıl her yolu kendine çıkartıyorsa -Nizam!- o da öyle!
Hangi mutluluğa erse yahut pişmanlığa hep V ’ye çatıyor. İncecik ağlarını öyle atmış ki, ne vakit bir karabasan görse, bir umacı masalı dinlese, geceleyin belli belirsiz bir endişe duysa, penceresine bir canavar dadansa, sevinse, saadetten korksa, velhasıl, yani ne olursa olsun, hep bu ince ağların içinde buluyor kendini…
(Bodler) ’in ‘Bense hükmedeceğim dehşetle!’ deyişi gibi bu ağın hiçbir zaman bırakmayacağını vehmediyor. -Kurtulmak isteyen kim?-
Ve vehimleri sırasında -içinde bile- bu ağın kendisini çekip çevirdiğini görmesiyle bir başka kuruntuya kapılıyor;
“Yoksa baştan aşağı hepsi birer vehim mi?”
Bir hayal! Ama nasıl bir hayal?
‘Gerçek’ zannettiklerimizin bir kuruntu olduğunu ‘eşyanın biz ona ‘var’ gözüyle baktığımız için ‘var’ olduğunu düşünürsek, bu hakikatten azıcık bir pay kapabilirsek bu hayal anlaşılabilir belki?
Ama yok. Şair’in dediğiyle o ‘Kaskatı bir Vakıa-Realite!’
Bir gün, (V)’ nin bir hatırasında kurduğu hayali, kendimin hayal ettiği üzerinde yakaladım kendimi… Hayalinde böylesi? Kaldı ki -ve kim bilir- asıl hayal-hayal kuvveti, bir başkasının hayali içinde hayal kurabilmektir belki de?
Ne diyordu (Borges)?
“Bir adamın rüyası, herkesin hafızasının bir parçası olur!”
Bana rüyamda söylediği gibi bir sandıktır o! Anahtarı kimde bilinmez? İçinde ne vardır çözülmez?
Kamburumsu kapağı öyle bir yokuştur ki, git git, çık çık bitmez!
İşte bu kapaktan yokuş yahut yokuştan kapak koskoca bir dağdır.
“Kaf”tır adı.
Oysa dağları delmeye Ferhat olmak gerek, Leyla’yı sevmeye delilik, Zühre’yi çözmeye Tahirlik gerek! Aslı’nı bulmaya da Kerem’lik!
Temiz, Büyük, Delilik. Üç şart!
(Jülyet)’tir o! ama nerede (Romeo)?
(V), A la recherce du temps perdu- Geçmiş zamanın peşindedir!
(V) Bir melek midir?
Ah Dostoyevski’nin dediğiyle:
“C’etaut plus gu’un ange pour moi!- Benim için melekten de öte!”
Vesile!
Kime vesiledir, kendi bilmez Vesile!
VESİLE KİMDİR ?
1. BÖLÜM
ZİNCİR
Her şey nasıl başlamıştı? Ha, evet! Tarihini bile tam olarak hatırlıyorum. Doğrusu, bunu bana böyle hatırlatan günlüklerim oldu. 1 Aralık 2005… Dokuz gün sonra gördüğüm rüya, hala harfi harfine hatırımda:
“ Bir kağıtta üç tane telefon numarası yazılı… “Canan” yazıyor ve Canan’ın iki numarası… “Vesile” yazıyor ve bir telefon numarası daha ! ”
Onu, 1 Aralık’ta gördüğümü - ki rüyalara, ruhlarımızın bilinmezden bir şeyler devşirdiği “Aralık” olarak da bakabiliriz sanırım- 10 Aralık’ta fark ediyorum.
İsmi Vesile!
BİR NOT…
“Senin ismin ne?”
“…” Ya senin ki?”
“Canan!”
“Canan ne manaya geliyor?
“ ‘Sevgili’ demek, bir de Allah’ın bir ismi”
“Burcun ne?” falan filan. Onun şirin ve cana yakın tarafları içinde, en beğendiğim yanı girişkenliğiydi. Bu tip insanları seviyorum. Ben Onun ‘. ….’ ağabeyi, o benim ‘prenses kardeşim Canan’ım’. Vesile’nin yanında belki de ‘sevgili’ diye işaret Canan’ın ismi?
Canan-sevgili, sevgili-Vesile! “Sevgili” Vesiledir de!
MUCİZE
“Et le miracle ca complire- Ve harika meydana geldi!” Böyle olmadı. En azından ben böyle zannetmiştim. Şimdi düşünüyorum da, en başından beri onun etkisiyle savrulup duruyormuşum. Çoğu vakit böyle olur, fark etmeyiz!
Çocukluğumdan beridir –ki yirmisekizimdeyim - hep bir mucize bekledim… İşte şimdi kapı açılacak ve …
Bilmiyorum?
Bir şey! Şöyle her şeyi baştan ayağa terse döndüren, insanların akıllarını kullanamaz hale getiren- sanki kullanan varmış gibi! - bir şey…
Bir hareket, bir hayal kadar berrak bir şey ; ne bileyim, hayatımızı alt-üst edecek, kaldığımız yerden devam edemeyeceğimiz, bizi apıştıran, elimizi kolumuzu bağlayan, dillerimizi lal eden …
Aslında neyi beklediğimi bilmediğimden, karşılaşıp karşılaşmadığımı da bilmiyormuşum. Ümidimi yitirmedim. Zamanla öğrendim ki, o ‘mucize’ denen harikalar üstü harika şey gelir sizi bulur da, siz onu fark etmezsiniz.
(Arşimed) ’ in “Evreka! -Buldum! ” deyişinde neyi bulduğunun izahı, belirli kurallarla açıklanabilir olarak kafasında bir ‘var’ dır herhalde? Aynısını (Kolomb) için söyleyebilir miyiz? Vardığı yerin “orası” olduğunu o vakit biliyor muydu acaba?
Bir akşam masamın üzerindeki kitabın sayfalarından bir sayfayı rastgele açıp gözüme görünen ilk satırları okumaya koyuldum;
“Dedi ki; ‘Aşkı seç, aşkı ki, sende seçilmiş bir insan olasın… Sana en sağlam fikri aşk verir!’’
Gerçekten aşkı seçip seçmediğimi bilmiyorum; bir aşık olmayı becerebildiğimi de? Ama onu seçtim; Vesile’yi. Ondan başka bir şey düşünemediğimi gördüğüm zaman (Tarkowsky) gibi mırıldandım:
“Aşkı bilmiyorum, Aşkın ne olduğunu değil, onu nasıl tarif edeceğimi bilmiyorum.”
KARŞILAŞMA - 1 ARALIK 2005 PERŞEMBE -
“Mim… 40 … Sonradan dönmek üzere bırakmak… Mim koymak …Cennet ?”
Böyle yazmışım bu tarihli günlüğüme. Nereden bilebilirdim ki mim koyduğum bu noktaya geri döndüğümde ona ait bir sürü hatıranın başımda dönüp duracağını?
Filanca hatırlı tanıdığın vasıtasıyla gittiğim için iş başvurum hemencecik kabul edildi. Ne de olsa şef Kemal bey yollamıştı; hem de ‘akrabam’ kaydıyla …
Bendeniz , ne biliyorsam , ne öğrendiysem - Şairin “Ne okudun, ne öğrendin, ne bildinse berhava!” deyişini anlayamamanın kibri içinde- siyah montumun iç cebine boca edip ‘işbaşı’ yaptım.
İçimde fırtınalar kopuyordu, bilmem yüzümden okunuyor muydu?
Yetiş ey hayal dünyası, yetiş düşüncenin kudreti !..
( Prust )’un, düşünme gücünü bir nevi zırha benzetmesi ne kadar şahanedir; hayal dünyasının bir fanusa benzer o iklimi, fildişinden dünyaların düşünce kudreti tam da, konfeksiyon atölyelerinde ihtiyaç duyacağınız, sığınacağınız yerlerdir. Aksi halde, ‘ Gog ’ un kendini kaptırdığı anaforun içinde kaybolabilirsiniz.
“Çay paydosu!”
Nihayet . İşte kalabalıklar her zamanki bildik hareketleriyle ilerliyorlar gidecekleri yere. ‘Tek yalpalayan ben miydim? ’ Beş dakika sonra kendimi yemekhanede çay ve sigara içerken buluyorum. Bir de arkadaş edinmişim; Ne çabuk? Karşımdaki çocuk bir şeyler anlatıyor ya farkında değilim. Her nasılsa dalmışım, ama mümkün mü dalmamak?
Sağ çaprazımdaki masada “ Bir melek!”
BİR MELEK
Bir misaldir o!
Onu çoğu geceler uğraştıran bir çok yüzün içinde, apayrı bir tabloda sakladığı, deyimi yerindeyse bakmaktan çekindiği bir yüz; bir nişan… Nişane…
V, bir çok yüzün artık seyredile seyredile kendisi olduğu, bakanın o olduğunu gördüğü vakit kaçırdığı, kaçırıp ta yandığı…
Yandığı, yanamadığı, kanamadığı, kaçamadığı… Sonra? Van Gogh’ un dediği gibi“Sonrası ne kim bilir?” Bakamadığı! Bir örümcek… ona öyle musallat olmuş ki, Roma’nın yolları nasıl her yolu kendine çıkartıyorsa -Nizam!- o da öyle!
Hangi mutluluğa erse yahut pişmanlığa hep V ’ye çatıyor. İncecik ağlarını öyle atmış ki, ne vakit bir karabasan görse, bir umacı masalı dinlese, geceleyin belli belirsiz bir endişe duysa, penceresine bir canavar dadansa, sevinse, saadetten korksa, velhasıl, yani ne olursa olsun, hep bu ince ağların içinde buluyor kendini…
(Bodler) ’in ‘Bense hükmedeceğim dehşetle!’ deyişi gibi bu ağın hiçbir zaman bırakmayacağını vehmediyor. -Kurtulmak isteyen kim?-
Ve vehimleri sırasında -içinde bile- bu ağın kendisini çekip çevirdiğini görmesiyle bir başka kuruntuya kapılıyor;
“Yoksa baştan aşağı hepsi birer vehim mi?”
Bir hayal! Ama nasıl bir hayal?
‘Gerçek’ zannettiklerimizin bir kuruntu olduğunu ‘eşyanın biz ona ‘var’ gözüyle baktığımız için ‘var’ olduğunu düşünürsek, bu hakikatten azıcık bir pay kapabilirsek bu hayal anlaşılabilir belki?
Ama yok. Şair’in dediğiyle o ‘Kaskatı bir Vakıa-Realite!’
Bir gün, (V)’ nin bir hatırasında kurduğu hayali, kendimin hayal ettiği üzerinde yakaladım kendimi… Hayalinde böylesi? Kaldı ki -ve kim bilir- asıl hayal-hayal kuvveti, bir başkasının hayali içinde hayal kurabilmektir belki de?
Ne diyordu (Borges)?
“Bir adamın rüyası, herkesin hafızasının bir parçası olur!”
Bana rüyamda söylediği gibi bir sandıktır o! Anahtarı kimde bilinmez? İçinde ne vardır çözülmez?
Kamburumsu kapağı öyle bir yokuştur ki, git git, çık çık bitmez!
İşte bu kapaktan yokuş yahut yokuştan kapak koskoca bir dağdır.
“Kaf”tır adı.
Oysa dağları delmeye Ferhat olmak gerek, Leyla’yı sevmeye delilik, Zühre’yi çözmeye Tahirlik gerek! Aslı’nı bulmaya da Kerem’lik!
Temiz, Büyük, Delilik. Üç şart!
(Jülyet)’tir o! ama nerede (Romeo)?
(V), A la recherce du temps perdu- Geçmiş zamanın peşindedir!
(V) Bir melek midir?
Ah Dostoyevski’nin dediğiyle:
“C’etaut plus gu’un ange pour moi!- Benim için melekten de öte!”
Vesile!
Kime vesiledir, kendi bilmez Vesile!