Resul Aydın
Kayıtlı Kullanıcı
Eşi uyuyunca yataktan yavaşça çıkıp salona geçti. Elinde sigara paketi koltuğa oturup bir sigara yaktı. Bir nefes aldı ki ciğerleri delercesine, bir nefes bir nefes daha...
ikinci sigarasını ilk sigarasıyla yaktı, yine peş peşe derin nefesler, sigarasını yarılamıştı ki annesi lambayı açtı. Telaşla ayağa kalktı. Annesi oğluna yaklaştı, sarıldı boynuna, başını öptü “otur” dedi. Beraber oturdular. Annesi her zamanki şefkatle sözlerine başladı;
- Ne oldu oğlum işten mi ayrıldın ?”
Söz vermişti kendine, kimseye söylemeyecekti. Eşi hamileydi, annesi hasta, kardeşi asker... Söz vermişti kendine, yeni bir iş bulmadan işten çıkarıldığını kimseye söylemeyecekti. Sesi çıkmayınca annesi devam etti;
- Canını sıkma yavrum her işte bir hayır vardır. Cenab-ı Allah Azze ve Celle Bakara suresi 216. Ayette ne diyor hatırlasana.”
Ferhat eğik başını kaldırıp annesine baktı. “Boş ver ne diyorsa diyor” diyecekti vazgeçti. Usulca oturduğu yerden kalkıp duyulur duyulmaz bir sesle;
- Ben yatayım anne, sende yat”
- Allah rahatlık versin oğlum”
Ferhat “sana da” deyip odasına gitti. Uzandı Zehra’ nın yanına... Kardeşini düşündü. Ne demişti babası son nefesinde “annenle kardeşin sana emanet” babasının bu sözleriyle kardeşinin “Abi son paramla kart alıp seni aradım bana acil para gönder” sözleri aklını allak bullak ediyordu. Mazot işini kabul mü etmeli, düşün, düşün...
Sabaha doğru uykusuzluğa daha fazla dayanamayıp kapattı gözlerini. Saat sekizde Zehra dolaptaki üç beş zeytinle son peynir dilimini çay ve ekmekle masaya koyup Ferhat’ a seslendi;
- Canım hadi uyan, bak saat sekiz oldu, işe geç kalacaksın”
Ferhat uykusuz gözlerini açıp zehra’ ya baktı. Bu nasıl bir bakıştı, ne umutsuzluktu, ne mahmurluktu... Zehra bu çaresiz bakışı hiç bir zaman unutmayacaktı.
Sesini çıkarmadan yataktan çıkıp lavaboya gitti. Lavaboya giriş ve çıkışı bir olmuştu. Sofraya oturdu, masaya baktı, önce annesiyle peşinden eşiyle göz göze geldi. Burnuna belen çay kokusuna aldırmadan sofradan kalktı. Zehra;
- Ne oldu, kahvaltını yapta öyle git işe geç kalmazsın henüz...”
Zehra sözünü bitirmemişti ki kapıyı açıp kendini dışarı attı.
Akşam düşündüğü tüm lokantalara gidip iş isteyecekti, nede de olsa çoğu onu tanırdı. Temiz ve çalışkan olduğundan, dürüst olduğunda hepsi hemfikirdi.
Düşündüğü ilk lokantadan içeri girdi. Lokanta sahibi yazar kasanın olduğu masada oturmuş, elinde kürdan dişlerinin arasını temizlemeye çalışıyordu. Ferhat çaresizliğini gösteren ses tonuyla;
- Selamün Aleyküm Neşet abi”
- Ali iş arıyorum da aşçıya ihtiyacın var mı ?”
- Aşçıya ihtiyacım yokta bulaşıkçıya var”
Ferhat sesini çıkarmadan lokantadan çıktı. Neşet’ in böyle hakaret etmesinin sebebi daha önce Ferhat’ a iş teklif etmesi; Ferhat’ ın ise olumsuz cevap vermesinden di. Ferhat ikinci lokantaya gitti.
Lokanta sahibi önceki işyerinden neden ayrıldığını sordu Ferhat; “patronun daha ucuza çalışacak bir aşçı bulduğu” cevabını verdi. İkinci lokantanın işletmecisi; “Kardeşim o lokantaya pahalı gelen bize hayli hayli pahalı gelir” deyince Ferhat ikinci lokantadan da ayrılmak zorunda kaldı. Öğlene kadar tüm lokantaları gezmiş hepsinden de eli boş ayrılmıştı.
Cebine baktı altı milyonu vardı. Paketinde son sigara. Hanım gebe, her gün süt içmesi gerek, evde bir şey yok. Derin düşünceler içinde şehrin çıkışına doğru yürüdüğünden habersiz... Son sigarasını bir yakmak istiyor, bir vazgeçiyordu. Yok yakma, yok yakma... sigara paketini cebinden çıkarıp yakıverdi son sigarayı, paketi buruşturup attı. Sigarasını yarılamadan “abi bakar mısın ?” sesine başını çevirdi.
Nereye geldiğinin farkına şimdi varıyordu. Ses ikinci defa gelince sese yürüyüp;
- Buyur, ne istiyorsun ?”
Tel örgülerin arkasında ki bir gurup askerin hepsi Ferhat’ a yaklaşmıştı. İlk konuşan;
- Abi ya biz burdan dışarı çıkamıyoruz, bize şu karşı büfeden sigarayla içecek bir şeyler alabilir misin ?
Ferhat hiç düşünmeden “evet” dedi. Askerler kendisine para uzatıp siparişlerini verirken o askerlerde kardeşi Serhat’ ı görüyor, hüzünleniyordu.
Sekiz asker para vermişti. Üçü yirmi milyonluk, beşi ise onar milyonluk. Büfeye yürürken şeytan aklına girdi. “Bırak askeri maskeri, para sana lazım, çekip git asker ne yapacak... 110 milyon... yatır kardeşine 100 milyon, ya 50 sini yatır 50 siyle eşine süt al, bal al, et al hadi boş ver askeri” Büfeden adımını içeri atmıştı ki telefonu çaldı.
Korkarak telefonu açtı duyulur duyulmaz bir sesle;
- Alo”
- Alo abi, benim Serhat”
- Serhat sana henüz havale yapamadım ama birazdan”
Serhat yerinde donakaldı. 60 lık kartı arkadaşından ödünç almıştı. Sesini çıkarmadan telefonun ahizesini indirdi. Ferhat cebindeki asker paralarını bankaya götürüp yatırmaya niyetlenmişti ki, büfeci;
- Buyur delikanlı ne istedin ?”
İçinden bir ses git, biri kal diyordu. Siparişleri söylerken Murat’ ın arayacağı ihtimali gönlüne ferahlık verdi. Askerlere emanetini iade edip geri dönüyordu ki telefonu yeniden çaldı. Şükürler olsun dedi içinden.
Ekranda görünen numara Murat’ ın dı. Murat asker arkadaşıydı. “Bir ihtiyacın olduğunda ara demişti” İşte ihtiyacı vardı ve aramıştı. Murat “sana dönecem” demişti. İşte dönmüştü. Heyecanla telefonu açıp;
- Alo Murat”- Benim Ferhat nasılsın ?”
- İyiyim abi, sen nasılsın ?”
- Ya pek iyi değilim”
Ferhat cümlenin devamını tahmin etmişti. Murat;
- Kusura bakma kardeş bir alacağım vardı onu alıp sana ondan havale yapacaktım, ama maalesef alacağımı alamadım kusura bakma.”
- Neyse önemli değil canın sağ olsun”
- Sağol kardeş, Haa bir ara görüşelim geçmiş günleri anarız ne dersin ?”
- Olur abi bir ara olur, şimdilik hoşçakal”
Dizlerinin bağı çözülüyordu. Gördüğü ilk banka oturdu. Ne yapmalı, ne yapmalı ? “Tüm dünya bana hasım, denizin önüne gidip bir damla su almaya kalksam deniz kuruyacak” dedi mırıltıyla. Büyük amcası aklına geldi. Gitmeli mi, gitmemeli mi ? Gitmeli dedi annem istemese de gitmeli. Ne de olsa amca baba yarısıydı. Dizlerine biraz takat gelmişti. Amcasının evi biraz uzaktı ama olsun yarım saatte giderdi. İnceden yağmur yağmaya başlamıştı. Üşüyordu ama olsun. Birazdan amcasıyla görüşecek, amcası ihtiyaçlarını karşılayacaktı. 25 dakika sonra amcasının oturduğu apartmanın önündeydi.
Apartmana girer girmez asansörden inen amcasıyla karşılaştı.
Amcası;
- Ooo yeğenim hoş gelmişsin”
Ferhat amcasının eline uzanırken “hoş bulduk” diyordu. Amcası elini geri çekmeyip öptürdükten sonra;
- Yengeni göreceksen yukarı çık ama beni görmeye geldiysen hadi gelde sana ne gösterecem, bakalım beğenecek misin ?”
- Seni görmeye geldim amca”
- iyi o zaman gel”Amca önde Ferhat arkada apartmanın oto parkına gittiler. Amca yeni aldığı sıfır kilometre arabasını Ferhat’ a gösterip;
- Bak bunu yeni aldım nasıl ?”
Ferhat’ ta arabayı görecek göz kalmamış, yine de ;
- Çok güzel amca hayırlı olsun.”
- Sağol yeğenim. Amcana yakışır değil mi?”
- Yakışır amca çok güzel”
- Yakışır, yakışır hadi gel binde araba gör, hem de diyeceğin varsa...”
İkisi arabaya binip ana yola girince Ferhat eğik başını birazcık kaldırıp;
- Amca senden bir ricam olacak”
- Buyur yeğenim ne ricası elimden gelen bir şey olsun yeter”
- Amca biliyorsun Serhat asker, hanımda annem de rahatsızlar, benide işten çıkardılar, hani mümkünse bana borç olarak 1000 dolar versen”
Amca bir iki derin nefes alıp;
- Valla yeğenim bende 1000 dolar yok ki benim etim ne budum ne ? Ben kendi yağında kavrulan bir emekliyim, kusura bakma, hani olsa şerefsizim bir dediğini iki etmem”
Geldiğine geleceğine bin pişman Ferhat;
- Doğru amca bir dediğimi iki etmezsin, sana zahmet müsait bir yerde durda...” - Ne oldu yeğenim nereye gideceksin seni bırakayım”
- Buralar iyi amca, beni buralara bırak”
Umutsuzca amcasının arabasından indi. Cengiz’ in söylediği mazot işini düşündü. “iyi ki gelirim dedim” diye mırıldandı. Ne olacaktı hırsızlıksa hırsızlık kendi çalmamıştı ya o yanlızca satımını yapacaktı. Hem petrol sahibini çocukluğundan beri tanıyordu.
Yağmur biraz daha hızlanmıştı. Yeniden kardeşini düşündü. Askerliğini düşündü. Kendinden utandı. Kardeşi onu bir gün olsun parasız bırakmamıştı. Damarlarına hırs, bir gazap, bir öfke doldu. Gözleri bir şeyi görmez olmuştu. Bir şeyler yapmalı, bir şeyler yapmalı Serhat’ a para göndermeliydi. Bir kaç adım önünde yürüyen genç kız dikkatini çekti. Elinde en pahalılarından bir telefon, telefonu kulağına götürüyor. Sokağa atsan 500 - 600 eder. İçinde ki şeytan saldırmaya başladı. Hadi kapta kaç, hadi kaçır telefonu götür sat hem kardeşine para gönder, hem hamile eşine yiyecek al, hemde taksitini öde, kiranı öde... Yok dedi ben gaspçı değilim, ben hırsızlık yapamam, kimsenin malını gasp edemem. Edemezsin de ne oldu, al, amcan bile senden yüz çeviriyor.
ikinci sigarasını ilk sigarasıyla yaktı, yine peş peşe derin nefesler, sigarasını yarılamıştı ki annesi lambayı açtı. Telaşla ayağa kalktı. Annesi oğluna yaklaştı, sarıldı boynuna, başını öptü “otur” dedi. Beraber oturdular. Annesi her zamanki şefkatle sözlerine başladı;
- Ne oldu oğlum işten mi ayrıldın ?”
Söz vermişti kendine, kimseye söylemeyecekti. Eşi hamileydi, annesi hasta, kardeşi asker... Söz vermişti kendine, yeni bir iş bulmadan işten çıkarıldığını kimseye söylemeyecekti. Sesi çıkmayınca annesi devam etti;
- Canını sıkma yavrum her işte bir hayır vardır. Cenab-ı Allah Azze ve Celle Bakara suresi 216. Ayette ne diyor hatırlasana.”
Ferhat eğik başını kaldırıp annesine baktı. “Boş ver ne diyorsa diyor” diyecekti vazgeçti. Usulca oturduğu yerden kalkıp duyulur duyulmaz bir sesle;
- Ben yatayım anne, sende yat”
- Allah rahatlık versin oğlum”
Ferhat “sana da” deyip odasına gitti. Uzandı Zehra’ nın yanına... Kardeşini düşündü. Ne demişti babası son nefesinde “annenle kardeşin sana emanet” babasının bu sözleriyle kardeşinin “Abi son paramla kart alıp seni aradım bana acil para gönder” sözleri aklını allak bullak ediyordu. Mazot işini kabul mü etmeli, düşün, düşün...
Sabaha doğru uykusuzluğa daha fazla dayanamayıp kapattı gözlerini. Saat sekizde Zehra dolaptaki üç beş zeytinle son peynir dilimini çay ve ekmekle masaya koyup Ferhat’ a seslendi;
- Canım hadi uyan, bak saat sekiz oldu, işe geç kalacaksın”
Ferhat uykusuz gözlerini açıp zehra’ ya baktı. Bu nasıl bir bakıştı, ne umutsuzluktu, ne mahmurluktu... Zehra bu çaresiz bakışı hiç bir zaman unutmayacaktı.
Sesini çıkarmadan yataktan çıkıp lavaboya gitti. Lavaboya giriş ve çıkışı bir olmuştu. Sofraya oturdu, masaya baktı, önce annesiyle peşinden eşiyle göz göze geldi. Burnuna belen çay kokusuna aldırmadan sofradan kalktı. Zehra;
- Ne oldu, kahvaltını yapta öyle git işe geç kalmazsın henüz...”
Zehra sözünü bitirmemişti ki kapıyı açıp kendini dışarı attı.
Akşam düşündüğü tüm lokantalara gidip iş isteyecekti, nede de olsa çoğu onu tanırdı. Temiz ve çalışkan olduğundan, dürüst olduğunda hepsi hemfikirdi.
Düşündüğü ilk lokantadan içeri girdi. Lokanta sahibi yazar kasanın olduğu masada oturmuş, elinde kürdan dişlerinin arasını temizlemeye çalışıyordu. Ferhat çaresizliğini gösteren ses tonuyla;
- Selamün Aleyküm Neşet abi”
- Ali iş arıyorum da aşçıya ihtiyacın var mı ?”
- Aşçıya ihtiyacım yokta bulaşıkçıya var”
Ferhat sesini çıkarmadan lokantadan çıktı. Neşet’ in böyle hakaret etmesinin sebebi daha önce Ferhat’ a iş teklif etmesi; Ferhat’ ın ise olumsuz cevap vermesinden di. Ferhat ikinci lokantaya gitti.
Lokanta sahibi önceki işyerinden neden ayrıldığını sordu Ferhat; “patronun daha ucuza çalışacak bir aşçı bulduğu” cevabını verdi. İkinci lokantanın işletmecisi; “Kardeşim o lokantaya pahalı gelen bize hayli hayli pahalı gelir” deyince Ferhat ikinci lokantadan da ayrılmak zorunda kaldı. Öğlene kadar tüm lokantaları gezmiş hepsinden de eli boş ayrılmıştı.
Cebine baktı altı milyonu vardı. Paketinde son sigara. Hanım gebe, her gün süt içmesi gerek, evde bir şey yok. Derin düşünceler içinde şehrin çıkışına doğru yürüdüğünden habersiz... Son sigarasını bir yakmak istiyor, bir vazgeçiyordu. Yok yakma, yok yakma... sigara paketini cebinden çıkarıp yakıverdi son sigarayı, paketi buruşturup attı. Sigarasını yarılamadan “abi bakar mısın ?” sesine başını çevirdi.
Nereye geldiğinin farkına şimdi varıyordu. Ses ikinci defa gelince sese yürüyüp;
- Buyur, ne istiyorsun ?”
Tel örgülerin arkasında ki bir gurup askerin hepsi Ferhat’ a yaklaşmıştı. İlk konuşan;
- Abi ya biz burdan dışarı çıkamıyoruz, bize şu karşı büfeden sigarayla içecek bir şeyler alabilir misin ?
Ferhat hiç düşünmeden “evet” dedi. Askerler kendisine para uzatıp siparişlerini verirken o askerlerde kardeşi Serhat’ ı görüyor, hüzünleniyordu.
Sekiz asker para vermişti. Üçü yirmi milyonluk, beşi ise onar milyonluk. Büfeye yürürken şeytan aklına girdi. “Bırak askeri maskeri, para sana lazım, çekip git asker ne yapacak... 110 milyon... yatır kardeşine 100 milyon, ya 50 sini yatır 50 siyle eşine süt al, bal al, et al hadi boş ver askeri” Büfeden adımını içeri atmıştı ki telefonu çaldı.
Korkarak telefonu açtı duyulur duyulmaz bir sesle;
- Alo”
- Alo abi, benim Serhat”
- Serhat sana henüz havale yapamadım ama birazdan”
Serhat yerinde donakaldı. 60 lık kartı arkadaşından ödünç almıştı. Sesini çıkarmadan telefonun ahizesini indirdi. Ferhat cebindeki asker paralarını bankaya götürüp yatırmaya niyetlenmişti ki, büfeci;
- Buyur delikanlı ne istedin ?”
İçinden bir ses git, biri kal diyordu. Siparişleri söylerken Murat’ ın arayacağı ihtimali gönlüne ferahlık verdi. Askerlere emanetini iade edip geri dönüyordu ki telefonu yeniden çaldı. Şükürler olsun dedi içinden.
Ekranda görünen numara Murat’ ın dı. Murat asker arkadaşıydı. “Bir ihtiyacın olduğunda ara demişti” İşte ihtiyacı vardı ve aramıştı. Murat “sana dönecem” demişti. İşte dönmüştü. Heyecanla telefonu açıp;
- Alo Murat”- Benim Ferhat nasılsın ?”
- İyiyim abi, sen nasılsın ?”
- Ya pek iyi değilim”
Ferhat cümlenin devamını tahmin etmişti. Murat;
- Kusura bakma kardeş bir alacağım vardı onu alıp sana ondan havale yapacaktım, ama maalesef alacağımı alamadım kusura bakma.”
- Neyse önemli değil canın sağ olsun”
- Sağol kardeş, Haa bir ara görüşelim geçmiş günleri anarız ne dersin ?”
- Olur abi bir ara olur, şimdilik hoşçakal”
Dizlerinin bağı çözülüyordu. Gördüğü ilk banka oturdu. Ne yapmalı, ne yapmalı ? “Tüm dünya bana hasım, denizin önüne gidip bir damla su almaya kalksam deniz kuruyacak” dedi mırıltıyla. Büyük amcası aklına geldi. Gitmeli mi, gitmemeli mi ? Gitmeli dedi annem istemese de gitmeli. Ne de olsa amca baba yarısıydı. Dizlerine biraz takat gelmişti. Amcasının evi biraz uzaktı ama olsun yarım saatte giderdi. İnceden yağmur yağmaya başlamıştı. Üşüyordu ama olsun. Birazdan amcasıyla görüşecek, amcası ihtiyaçlarını karşılayacaktı. 25 dakika sonra amcasının oturduğu apartmanın önündeydi.
Apartmana girer girmez asansörden inen amcasıyla karşılaştı.
Amcası;
- Ooo yeğenim hoş gelmişsin”
Ferhat amcasının eline uzanırken “hoş bulduk” diyordu. Amcası elini geri çekmeyip öptürdükten sonra;
- Yengeni göreceksen yukarı çık ama beni görmeye geldiysen hadi gelde sana ne gösterecem, bakalım beğenecek misin ?”
- Seni görmeye geldim amca”
- iyi o zaman gel”Amca önde Ferhat arkada apartmanın oto parkına gittiler. Amca yeni aldığı sıfır kilometre arabasını Ferhat’ a gösterip;
- Bak bunu yeni aldım nasıl ?”
Ferhat’ ta arabayı görecek göz kalmamış, yine de ;
- Çok güzel amca hayırlı olsun.”
- Sağol yeğenim. Amcana yakışır değil mi?”
- Yakışır amca çok güzel”
- Yakışır, yakışır hadi gel binde araba gör, hem de diyeceğin varsa...”
İkisi arabaya binip ana yola girince Ferhat eğik başını birazcık kaldırıp;
- Amca senden bir ricam olacak”
- Buyur yeğenim ne ricası elimden gelen bir şey olsun yeter”
- Amca biliyorsun Serhat asker, hanımda annem de rahatsızlar, benide işten çıkardılar, hani mümkünse bana borç olarak 1000 dolar versen”
Amca bir iki derin nefes alıp;
- Valla yeğenim bende 1000 dolar yok ki benim etim ne budum ne ? Ben kendi yağında kavrulan bir emekliyim, kusura bakma, hani olsa şerefsizim bir dediğini iki etmem”
Geldiğine geleceğine bin pişman Ferhat;
- Doğru amca bir dediğimi iki etmezsin, sana zahmet müsait bir yerde durda...” - Ne oldu yeğenim nereye gideceksin seni bırakayım”
- Buralar iyi amca, beni buralara bırak”
Umutsuzca amcasının arabasından indi. Cengiz’ in söylediği mazot işini düşündü. “iyi ki gelirim dedim” diye mırıldandı. Ne olacaktı hırsızlıksa hırsızlık kendi çalmamıştı ya o yanlızca satımını yapacaktı. Hem petrol sahibini çocukluğundan beri tanıyordu.
Yağmur biraz daha hızlanmıştı. Yeniden kardeşini düşündü. Askerliğini düşündü. Kendinden utandı. Kardeşi onu bir gün olsun parasız bırakmamıştı. Damarlarına hırs, bir gazap, bir öfke doldu. Gözleri bir şeyi görmez olmuştu. Bir şeyler yapmalı, bir şeyler yapmalı Serhat’ a para göndermeliydi. Bir kaç adım önünde yürüyen genç kız dikkatini çekti. Elinde en pahalılarından bir telefon, telefonu kulağına götürüyor. Sokağa atsan 500 - 600 eder. İçinde ki şeytan saldırmaya başladı. Hadi kapta kaç, hadi kaçır telefonu götür sat hem kardeşine para gönder, hem hamile eşine yiyecek al, hemde taksitini öde, kiranı öde... Yok dedi ben gaspçı değilim, ben hırsızlık yapamam, kimsenin malını gasp edemem. Edemezsin de ne oldu, al, amcan bile senden yüz çeviriyor.