قَالَ رَسُولُ اللهِ صَلَّّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ:
إِنَّمَا اْلأَعْمَالُ بُالنِّيَّاتِ، وَإِنَّمَا لِكُلِّ امْرِىءٍ مَانَــوَى،
فَمَنْ كَانَتْ هِجْرَتُهُ إِلَــى اللهِ وَرَسُــولِهِ فَهِجْرَتُهُ
إِلَى اللهِ وَرَسولِهِ، وَمَنْ كَانَتْ هِجْرَتُهُ إِلَى دُنْيَا يُصِيبُهَا،
أَوِ امْرَاَةٍ يَنْكِحُهَا فَهِجْرَتُهُ إِلَى مَا هَاجَرَ إِلَيْهِ.
إِنَّمَا اْلأَعْمَالُ بُالنِّيَّاتِ، وَإِنَّمَا لِكُلِّ امْرِىءٍ مَانَــوَى،
فَمَنْ كَانَتْ هِجْرَتُهُ إِلَــى اللهِ وَرَسُــولِهِ فَهِجْرَتُهُ
إِلَى اللهِ وَرَسولِهِ، وَمَنْ كَانَتْ هِجْرَتُهُ إِلَى دُنْيَا يُصِيبُهَا،
أَوِ امْرَاَةٍ يَنْكِحُهَا فَهِجْرَتُهُ إِلَى مَا هَاجَرَ إِلَيْهِ.
HADÎS-İ ŞERÎFİN MANÂSI
Rasûlüllah Sallallâhü Aleyhi Vesellem şöyle buyurmuştur.
''Ameller niyetlere göredir. Herkese ancak, niyet ettiği şey vardır. Her kimin hicreti Allah'a ve Rasûlü'ne müteveccih ise hicreti Allah'a ve Rasûlü'ne olmuştur. Kim de nâil olacağı bir dünya veya nikâh edeceği bir kadından dolayı hicret etmiş ise hicreti (Allah'ın ve Rasûlü'nün rızası için değil)' hicretine sebeb olan şeye olmuştur.''
(Buhâri, Kitâbü'l-İmân: 50)
AMELLER NİYETLERE GÖREDİR
Zikredilen hadîs-i şerîf İslâm'da en sağlam bir esas ve en yüksek bir hakikat olan niyet mes'elesi ile alâkalıdır.
Niyet lügat olarak kasdetmek, bir şeye kalb ile yönelmek demektir. Terim olarak ise, bir fiili yapmaya yakın, onu kasdetmek ve bütün kalbi ile ona yönelmektir. Buna göre niyetin zamanı fiilin ve ibadetin başı olup, niyetin amele yakın olması gerekmektedir.
İlâhî ve beşerî en mu'teber kitablar niyet mes'elesine son derece önem vermiş ve üzerinde titizlikle durmuşlardır. Nitekim, Buhârî Hazretleri de yazdığı Sahih-i Buhârî'nin başına ilk hadîs olarak, niyetle alâkalı olan mezkûr hadîs-i şerîfi koymuştur.
Niyetin en bâriz özelliği ve faydası, normal bir hareketi sevabsız bir âdet olmaktan kurtarıp, onu kıymetli ve sevablı bir ibâdet derecesine çıkarmasıdır. Bu itibarla niyet, kuvvetli bir iksir ve te'sirli bir ilâçtır. Şöyle ki:
1. Niyet, normal âdetleri sevablı ibâdete çevirir. Yani, bir amel Allah'ın yüce rızasını kazanmak ve karşılığını sadece Allah'tan beklemek niyetiyle yapılırsa gayet mu'teber ve çok sevablı bir ibâdet hükmünü aldığı hâlde; aynı amel böyle bir niyet olmaksızın yapılırsa normal bir âdet hükmünü alır ve sevabı da olmaz. Şâyet aynı amel Allah'tan başkası için yapılırsa o zaman da riyâ olmuş olur. Meselâ:
a. Sabahtan akşama kadar aç kalmak, eğer Allah için oruç tutmak niyetiyle olursa kıymetli bir ibâdet ve sevablı bir amel olduğu hâlde; bu açlık, sâdece nefsi şımarmaktan kurtarmak ve onu behîmî arzulardan uzak tutmak veya perhiz yapmak gayesiyle olursa, normal bir âdet olup onun sevabı yoktur ve insan bununla sadece aç kalmış olur.
b. Yemek, içmek ve uyumak gibi âdetler Allah'a karşı vazifelerini daha dikkatli ve daha sağlam yapmak için olursa ibâdet hükmünü alır ve kişiye sevab kazandırırlar. Aksi takdirde bunlar normal birer âdet olmaktan öteye gidemezler.
c. Uykudan fedâkârlık yaparak geceyi namaz ve Kur'ân'la ihya etmek Allah için olduğu takdirde ibâdet olup son derece bir fazilet ve sevabı pek büyük bir amel olduğu hâlde; böyle bir maksad için olmaksızın uykudan yapılan fedâkârlık, insana bir fayda sağlamaz ve insan bununla sadece uykusuz kalmış olur. Uyumamak ise bir fazilet olmadığı gibi bir ibâdet de değildir.
d. Mescide kapanıp orada durmak da böyledir. İbâdet niyetiyle olursa i'tikâf hükmünü aldığı hâlde; istirahat niyetiyle olursa normal bir âdet hükmünü alır.
2. Ameller niyetlere göredir. Meselâ:
a. Yıkanmak bir ameldir. Farz veya sünnet olduğu için yıkanmak ibâdet sayıldığı hâlde; sadece temizlik için yıkanmak normal bir ameldir. Bunun ise sevabı yoktur.
b. İlimle uğraşmak, pek çok masrafa girerek bir sürü kitap alıp okumak, şâyet Allah'ın rızasını kazanmak hesâbına, nefsi ve nesli terbiye etmek uğruna ve hakikatleri müsâit gönüllere tebliğ ve irşâd etmek istikâmetinde ise; çok güzel bir amel, pek faydalı bir meşgale ve gâyet semereli bir ibâdettir. O kadar ki, İmam Şâfiî Hazretleri'nin tabiriyle gerçek bir ilim talebesinin hattâ uykusu dahî ibâdettir. Aksi takdirde hayatını ilimle geçiren kimsenin yanına kâr olarak, faydasız bir kültür birikimi ve amelsiz bilgi kırıntıları kalmış olur. Zira bilmek için okumak ne bir ibâdettir, ne de bir fazilet... Şâyet ilim tahsîli başkalarının takdiri için veya bir kısım meselelerin münâkaşasında karşı tarafı susturmak hesabına olursa böyle bir ilim tahsîli bir riyâdır ve büyük bir günahtır. Zira böyle bir hareketin gizli şirk olması kuvvetle muhtemeldir.
c. Örtünmek de böyledir. Allah'ın emri olduğu için veya cuma ve bayram namazlarında olduğu gibi Allah'ın huzurunda daha güzel bir vaziyette bulunmak için olursa ibâdettir. Rüzgârdan veya güneşten korunmak için örtünmek veya başkalarına çalım satmak için süslenmek ise bir ibâdet değildir. Sevabı da yoktur.
d. Nikâh muâmelesi de böyledir. Kendini haramlardan korumak, neslinin ve müslümanların çoğalmasını sağlamak, iffetli bir hayat sürdürmek ve İslâm'a daha güzel ve daha rahat hizmet verebilmek için evlenmek ibâdettir. Bunlar düşünülmeden yapılan meşru evlilikler ise normal bir muâmeledir.
3. Niyet, hasenâtı seyyiâta, seyyiâtı da hasenâta çevirir. Yani bir kısım iyi hareketler kötü niyetle yapılınca kötü hareketlere dönüşürken bir kısım kötü hareketler de zarûrete mebnî iyi bir niyetle yapıldığında, hayırlı bir amele dönüşür. Nitekim, vurulup kanlar içinde ölen nice kimseler vardır ki, haklarında verilecek hükümler niyetlerine göredir. Ölmeleri dini yaymak ve yükseltmek içinse, şehit hükmünü alırlar. Yoksa sadece birer ölüdürler.
Hem şeytan insanla uğraşması neticesinde pek çok kimsenin cennete girmesine sebep oluyor. Fakat şeytanın niyeti bozuk olduğu için cehennemde ebediyyen ceza çekecektir.
Kişinin amelini sırf Allah için yapmasına aynı zamanda ihlâs da denilir. Bunun ma'nâsı ise yapılan ameli sadece Allah için yapmak ve karşılığını O'ndan beklemektir. Buna göre amellerin mu'teber sayılıp sahibine ebedî saadeti kazandırması için farz olanların Allah emrettiği için yapılmış olması, haram olanların Allah yasakladığı için terk edilmiş olması, sünnet olanların da Rasûlüllâh Sallallâhü Aleyhi Vesellem'in sünneti olduğu için yerine getirilmiş olması şarttır. Bununla beraber, yapılan amelin neticesinde hasıl olacak bir kısım hikmetlerin asıl maksad olmamak şartıyla düşünülmesi, o ameli tamamen iptal etmez ve kişi onun sevabından tamamen mahrum kalmaz. Şâyet İlâhî emirlere imtisal, yasaklardan içtinâb ve sünnet-i seniyyeye ittibâ böyle bir şuurla olmazsa; veya sıhhate aykırı diye sigara ve şarabı terk etmek, bedene faydalı diye aç kalıp perhiz yapmak, sıcağa veya soğuğa karşı korusun diye örtünmek kabîlinden davranışlar olursa; bunlar ibâdet olmaktan çıkarlar ve sevabları da yoktur. Ancak insan bu şekilde hareket etmekle kendini günâha girmekten korumuş olur.
Niyet çok mühimdir ve küçük-büyük her türlü hayırlı işin ve faydalı amelin başında iyi bir niyet vardır. O hâlde insanın yaşamasının da bir niyeti ve bir gayesi olmalıdır.
İnsanın tek düşüncesi kendi îmanını ve kendisine durumlarına göre en yakın olanların îmanlarını, bilvesile kurtarmaya çalışmak olmalıdır. Hatta her hâdiseye bu nazarla bakmalı, her meseleyi bu zâviyeden mütâlâa etmelidir.
Bir kişi için gözünü dikip bir lâhza ayırmayacağı en isâbetli hedef ve elde etmek istediği en semereli netice, bir tek îman hakîkatini dünyâ saltanatı ile dahî değiştirmeyecek bir nesil yetiştirmek olmalıdır. Bu durumda gaye birdir. Harpler, esir edinmeler, okumalar, idare etmeler vs. şeyler hep birer vasıtadan ibarettirler. O hâlde bizim de hayatımızın bir gayesi ve bu gaye istikâmetinde bir ahd ü peymânımız olmalıdır.
Bizim ahd ü peymânımız, Yüce ve yüksek olan Allah kelimesini herkese duyurmak ve Rasûl-i Ekrem Sallallâhü Aleyhi Vesellem'in adını her tarafa yaymaktır. Zira huzurun her türlüsü tevhid hakîkatinin her tarafa hâkim olmasında ve Rasûl-i Ekrem Sallallâhü Aleyhi Vesellem'in getirdiği yüce Kur'ân dâvâsının her tarafta bütün hakîkatleriyle şehbâl açıp kabul edilmesindedir.
Nitekim, bunalımdan kurtulup huzurlu yaşamanın da tek çaresi O'nu tanımak, sevmek ve getirdiği esaslara harfiyyen sarılmaktır.
Hâsılı, insan her hareketini iyi bir niyet çerçevesi dâhilinde yapar ve bu şekilde yaşarsa; o zaman insanın ömrünün sâniyeleri âhirette seneler hükmünü alır, normal âdetleri gayet semereli ibâdet derecesine çıkar ve insan bu şekilde normal bir varlık olmaktan kurtulup ahsen-i takvime sâhip, ebedî saadetlere namzed ve Cenâb-ı Hakk'a muhâtap olmaya lâyık bir kıymete yükselir.
Kendisinden beklenileni yapma gayretini gösteren ve Kur'ân hakikatlerini neşretmeyi hayatının gayesi bilen böyle mübarek bir tâifeye, değer ölçüsünün alt-üst olduğu günümüzde çok daha fazla ihtiyaç duyulduğu su götürmez bir hakîkattır.
Cenâb-ı Hakk'tan niyaz ediyoruz ki, bizleri de böyle ebrâr olan bir cemaat içerisinde yaşatsın ve bizleri ebrârla beraber haşretsin. Âmin.
اَللّهُمَّ أَحْيِنِي مَا كَانَتِ الْحَيَاةُ خَيْراً لِي وَتَوَفَّنِي إِذَا كَانَتِ الْوَفَاةُ
خَيْراً لِي وَاجْعَلِ الْحَيَاةَ زِيَادَةً لِي فِي كُلِّ خَيْرٍ وَاجْعَلِ الْمَوْتَ
رَاحَةً لِي مِنْ كُلِّ شَرٍّ
اَللَّهُمَّ اجْعَلْ سَرِيرَتِي خَيْراً مِنْ عَلاَنِيَتِي وَاجْعَلْ عَلاَنِيَتِي صَالِحَة
خَيْراً لِي وَاجْعَلِ الْحَيَاةَ زِيَادَةً لِي فِي كُلِّ خَيْرٍ وَاجْعَلِ الْمَوْتَ
رَاحَةً لِي مِنْ كُلِّ شَرٍّ
اَللَّهُمَّ اجْعَلْ سَرِيرَتِي خَيْراً مِنْ عَلاَنِيَتِي وَاجْعَلْ عَلاَنِيَتِي صَالِحَة