muhammed25
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 7 Kas 2008
- Mesajlar
- 879
- Tepki puanı
- 0
- Puanları
- 0
- Yaş
- 31
M. Latif SALİHOĞLU
"Alo, Bediüzzaman'la görüşebilir miyim?"
Tarih, 1991 yılının bahar ayları. Birinci Körfez Savaşının sona erdiği günler. Gazetemizin merkez binası henüz Cağaloğlu'nda.
Bir gün, vakit ikindi sonrası; yani akşam üzeri. Normal mesai saati bitmiş, ancak bizim o günkü işimiz henüz bitmemişti. Çalışmaya devam ediyoruz. Aynı zamanda, tek başına kalmışız ve gelen telefonlara da bakmak durumundayız.
Gazete binasından ayrılmak ve eve gitmek üzere son hazırlıkları yapıyorduk ki, tam o esnada bir telefon daha geldi. Arayan kişi, kırık bir Türkçe ile konuşuyordu. Belli ki, yabancı biriydi. Kendisini daha bir dikkatlice dinleme ihtiyacını hissettim.
Telefondaki sesin sahibi, kendini şu şekilde tanıttı:
"İyi akşamlar. Benim adım Biyon. Aslen İsveçliyim. İstanbul İkitelli'de Sabah–atv medya grubunda çalışıyorum. Burada tercümanlık (Türkçe–İngilizce) yapıyorum. Sizden bir konuda yardımcı olmanızı istiyorum. Onun için aradım."
Kendini bu şekilde tanıtan ve bir talebi olduğunu ifade eden İsveçli Biyon (Bijon) ile aramızda şu konuşma geçti:
MLS: Sayın Biyon, size nasıl yardımcı olabilirim acaba?
Biyon: Efendim, ben epey zamandır takip ettiğim gazetenizin bir değerli yazarıyla şahsen gelip görüşmek, tanışmak istiyorum. 2. sayfada yazıyor, ismi Bediüzzaman Said Nursî. (Üstad'ı hayatta biliyor...)
MLS: Said Nursî mi dediniz?
Biyon: Evet, evet o; Nursî dedim. Kendisiyle görüşüp–tanışmak için, bana yardımcı olabilir misiniz? Daha doğrusu bir randevu sağlayabilir misiniz?
MLS: Sayın Biyon. Ben size yardımcı olmaya çalışırım da... Ama, doğrusu merak ettim, niçin özellikle Bediüzzaman? Hani, gazetemizin başka yazarları da var. Bunların arasında Bediüzzaman'ı tercih etmenizin özel bir sebebi mi var?
Biyon: Özel bir sebebi var elbette. Anlatayım... En baştan anlatayım, izninizle.
MLS: Estağfirullah... Ne demek... Memnuniyetle... Buyrun sizi dinliyorum.
Biyon: Sabah gazetesi yazı işleri masasına diğer gazeteler gibi Yeni Asya da geliyor. Aylardır, bu gazetelerin hemen hepsini okuyor, takip ediyorum. Fakat, son zamanlarda en çok okuduğum ve istifade ettiğim gazetelerin başında Yeni Asya geliyor. Yeni Asya yazarlarından da birinci sırada Bediüzzaman geliyor.
MLS: Önce, neden Yeni Asya?
Biyon: Her şeyden önce edepli bir gazete. İçinde açık–saçıklık yok. Pespaye reklâmlar da yok. Bu yönüyle, bizim "çöplük" dediğimiz dünyalık gazetelerden ayrılıyor. Ayrıca, gazetenin yayın politikasında dinci radikalizme de yer yok. Hep özgürlükten, demokrasiden yana, dengeli bir düşüncenin varlığını görüyorum.
MLS: Doğru. Peki, yazarlar arasında en çok Bediüzzaman'ın yazılarını takip ve takdir etmenizin sebebi ne? İzah eder misiniz?
Biyon: İzah edeyim... Evet, en çok Bediüzzaman'ın yazdıklarını okuyor ve takdir ediyorum. Hatta, yazılarını hayranlık derecesinde takip ettiğimi söyleyebilirim. Çünkü, o bambaşka yazıyor. O, bir başka türlü yazıyor. Nasıl anlatayım, bilemiyorum...
MLS: Lütfen anlatın. Onun yazılarında sizin ilginizi çeken ne? Okuyunca, neler görüyorsunuz?
Biyon: Neler görmüyorum ki... Bir kere, herşey dine, ilme ve mantığa göre anlatılıyor. Hem din, hem ilim, hem mantığın aynı noktada birleştiği türden yorumlara ilk defa şahit oluyorum. İzahlar ve yorumlar, mükemmel; okuyunca insanın dünyasını sarıyor. İnsanî duygularını harekete geçiriyor. Muazzam bir ufuk açıyor. Çok aydınlık pencereler açıyor. İnsanın aklına gelen bütün sorulara cevap veriyor, kalbine gelen şüpheleri dağıtmakla kalmıyor, kalbi de tatmin ediyor. Hele, benim gibi arayışta olanlara, bu yazılar tam ilâç gibi geliyor.
MLS: Yani, siz Bediüzzaman'ın yazılarını okuyunca aradığınızı bulmuş mu oluyorsunuz? Tam tatmin mi oluyorsunuz?
Biyon: Evet, aynen öyle. Tam tatmin oluyorum. Dahası da var. Şöyle ifade edeyim: Ben, bir konuda Bediüzzaman'ın yazdıklarını okuyunca, kendi kendime diyorum ki: "Bu konu, ancak bu kadar güzel, ancak bu kadar mükemmel ve doyurucu anlatılabilir."
MLS: Dolayısıyla, böylesine mükemmel şeyler yazan bir fikir sahibiyle görüşmek, tanışmak istiyorsunuz. Size hak veriyorum. İnşaallah yardımcı olmaya çalışırız.
Biyon: Yardımcı olursanız, inanın buna çok sevinirim... Hatta, tanışmayı sabırsızlıkla beklediğimi de ifade edebilirim.
MLS: Sabırsızlıkla, diyorsunuz. Neden?
Biyon: Evet, sabırsızlıkla. Çünkü, onun yazılarını okudukça, dünyamın değiştiğini, duygularımın tazelendiğini fark ediyorum. Mutlu oluyorum. Hayatı daha çok sevmeye başlıyorum. Hıristiyanım, ama o yazılar sayesinde İslâm dinini sevmeye başladığımı, Hz. Muhammed'e kalben ısındığımı hissediyorum. İnanın, ezan sesini dahi sevmeye başladım. Hele, sabah ezanları... Sabahları ezan okunur okunmaz, yatağımdan kalkıyor, odamın penceresini açıyor ve ezan bitinceye kadar ayakta saygı duruşunda bekliyorum...
MLS: Dünyanızda büyük değişim var.
Biyon: Hem de nasıl. Tam bir arayış içindeyim ve aradıklarımı Bediüzzaman'ın fikirlerinde buluyorum.
MLS: İnanıyorum size. Zaten, Bediüzzaman da, bir yazısında sizden, sizin gibi hakikati arayan kimselerden bahsediyor.
Biyon: Bizden mi? Ne diyorsunuz?
MLS: Birkaç makalesinde, İsveç, Norveç ve Finlandiya'da, sizin gibi "din–i hakkı arayan" kimselerin varlığından söz ediyor, Bediüzzaman.
Biyon: İnanın şimdi çok duygulandım. Demek bizden bahsediyor. Kendim, aynen onun tarif ettiği kimselerden biriyim. Hak dinini arıyorum... Yalnız, şimdi aklıma geldi: Acaba, Bediüzzaman İsveç'e ne zaman gitti? Yaptığı araştırma için orada ne kadar kaldı? Çünkü...
MLS: Sevgili Biyon. Bütün bunları, in- şaallah geldiğinizde görüşelim, konuşalım. Haftaya, sizi şu gün, şu saatte bekliyoruz.
Biyon: Tamam, memnuniyetle gelirim. Teşekkürler. İyi akşamlar.
M. Latif SALİHOĞLU
"Muhammedin (asm) gemisine yetişmek istiyorum"
Telefonda sohbet ettiğimiz İsveç asıllı genç (Biyon), tam da randevulaştığımız gün ve saatte gazetemizin Cağaloğlu'ndaki merkezine geldi.
Biyon, 25–30 yaşlarında bir delikanlıydı. Siması nur gibi parlıyordu. Kendinden gayet derece emin, vakur ve kararlı bir karakteri canlandırıyordu.
Hoşbeşten sonra asıl mevzuya girdik. Uzun zamandır İstanbul'da olduğunu, Sabah gazetesinde mütercim olarak çalıştığını, Türkiye'de yayınlanan gazetelerin tamamını okuyup tetkik ettiğini, bunların arasında en çok Yeni Asya'yı beğendiğini, Yeni Asya'nın yazarları arasında da en çok Bediüzzaman Said Nursî'yi takdir ettiğini ve yazılarını büyük bir hayranlıkla takip ettiğini şifahî olarak bir kez daha tekrarladı.
Dolayısıyla, buraya da kendisiyle görüşüp tanışmak maksadıyla geldiğini ve tanışma anını sabırsızlıkla beklediğini tekraren ifade etti. Biz de, acele etmemesi, biraz sabretmesi gerektiğini, bu konuda kendisine mutlaka yardımcı olmaya çalışacağımızı anlatarak, masaya Bediüzzaman Said Nursî'nin eserlerini koyarak, öncelikle fikirlerinden ve ardından hayat tarihçesinden söz etmeye başladık.
Onun merak ve ilgi sahasına göre seçtiğimiz her mevzuyu pür dikkatle dinliyor, zaman zaman hislerini dizginleyemez hale geliyordu: "Hah, tamam işte. İnanın, ben de aynen öyle düşünüyorum. Bunlar ne kadar güzel, ne kadar isabetli fikirler" demekten alamıyordu kendini.
Bir ara, telefonda kendisine bahsettiğimiz Said Nursî'nin İsveç, Norveç, Finlandiya hakkındaki mektuplarını merak ettiğini söyledi. "Onları da bulup okuyabilir misiniz?" dedi.
Memnuniyetle açtık ve o mektupları da okumaya başladık. Dinledikçe hislenen ve renkten renge giren İsveçli genç, tekrar şunları sormadan edemedi: "Said Nursî, bizim ülkemize ne zaman gitmiş. Bu araştırma yazılarından niçin bizim haberimiz olmadı?
Hakikaten, bizi tam olduğu gibi anlatmış. İşte ben de o bahsettiği kimselerden biriyim. Kur'ân'ı merak ediyorum, Muhammed'in (asm) insanlığa mesajını cidden merak ediyorum. Öğrendikçe de saygı duyuyorum. Hatta, bunlardan çok yararlandığımı söyleyebilirim... Said Nursî, İsveç'e ne zaman gitmiş, bu araştırmayı ne zaman yapmış; acaba, o tarihlerde biz orada değil miydik, niçin hiç haberimiz olmadı, onunla neden hiç rastlaşmadık? İstiyorum ki, kendisiyle görüşmeden önce, bu gibi hususlarda da azçok bilgimiz olsun. Acaba, bu konularda da bizi biza aydınlatabilir misiniz?
Memnuniyetle deyip, Üstad Bediüzzaman'ın hayat tarihçesinden bölümler okumaya başladık.
Lâkin, Üstad Bediüzzaman'ın doğum tarihini atlayarak okuduğumuz için, ilk anda hayatta olup olmadığını fark edemedi. Pür dikkat, dinlemeye devam etti.
Fakat, ne zaman ki, Meşrûtiyet yıllarına geldik, onun hürriyet ve meşrûtiyet hakkındaki fikirlerini ve savunmalarını mecburiyetle zikretmeye geçtik, muhatabımızın rengi büsbütün değişmeye başladı. Kendini tutamadı ve "Bir dakika durur musunuz?" diyerek, şu mukabelede bulundu: "Latif Bey, siz ne diyorsunuz. 1900'ün ilk yıllarından bahsediyorsunuz. Aradan seksen–doksan sene geçmiş. O tarihte Meşrûtiyet'ten bahseden, hürriyeti savunan bir insan, şimdi kaç yaşındadır?"
İşte, tam bu esnada ben de kendimi tutamadım. İster istemez renk vermeye başladım. Boğazım düğümlendi, gözlerim doldu, artık konuşamaz hale geldim...
Bu halimi gören İsveçli genç de kendini tutamadı ve başını tutarak söylenmeye başladı: "Aman Allah'ım!.. Yoksa bu insan hayatta değil mi? "Aman Allah'ım! Yoksa ben onu göremeyecek miyim? Onunla tanışamayacak mıyım?
O anda ikimiz de hiç konuşamaz hale geldik. Gözyaşlarına hakim olamadık.
Bir süre sonra kendimizi toparlayarak sohbetimize devam ettik. Said Nursî'nin hayatta olmadığını, otuz sene kadar evvel bu dünyadan göçtüğünü, ancak fikirlerinin yaşamaya devam ettiğini, Yeni Asya'nın da onun dâvâsını yaymak için var olduğunu, dilimiz döndüğünce anlatmaya çalıştık.
Vakit bir hayli ilerlemişti. Ancak, bu pırlanta ruhlu insan, bizden ayrılmak, bırakıp gitmek istemiyordu. Günü birlikte geçirdiğimiz gibi, akşam da aynı minval üzere sohbete devam etmek istiyorduk.
Kendisini eve dâvet ile misafir etmek istediğimizi söyledik. Şayet zahmet vermeyecekse, yük olmayacaksa memnuniyetle kabul edeceğini ifade etti.
Birlikte eve gittik, yemek yedik, çay içtik... İsveçli genç, herşeyi takdir ve hayranlıkla karşılıyor ve aklına takılan herşeyi sorarak cevabını istiyor. Biz de, elimizden geldiğince yardımcı olmaya çalışıyoruz.
Bir ara, kendisine şunları söyledik: "Biz bu Nur Risâlelerini tek başına okuduğumuz gibi, ayrıca cemaat halinde de okuyup dersler yapıyoruz."
Bunu da yine büyük bir sürpriz şeklinde değerlendiren misafirimiz, tam bir samimiyetle "Keşke ben de böyle bir cemaati görsem, onlarla birlikte ders dinlesem" diyerek, buna da iştiyaklı olduğunu ifade etti.
Onun bu şiddetli arzusu üzerine birlikte gidip Fatih'teki Risâle–i Nur dersine katıldık. Dersten sonra misafirimizi tanıttık. Herkes sevinçle, memnuniyetle karşıladı ve umumi olarak kendisini dinlemek arzusu doğdu.
Misafirimiz, burada sözünü ettiğimiz macerasını özetledi, Kur'ân'ı ve İslâm dinini Bediüzzaman'ın yazıları sayesinde biraz öğrendiğini, bunların hepsine katıldığını ve Müslüman olmak için iç dünyasında hiçbir engel kalmadığını, ancak bu dini tam öğrenmeden Müslüman oluşunu duyurmak istemediğini ve son olarak da cemaatten kendisi için bir duâ talebinde bulunacağını ifade ederek, sözlerini şu şekilde bitirdi: "Lütfen, Muhammedin (asm) gemisine yetişmem için bana duâ edin. Zira, gerçek kurtuluşun orada olacağına inanıyorum."
Cemaatin içtenlikle duâ ettiği bu genç, kısa süre sonra Türkiye'den ayrıldı, ülkesine gitti. Aradan birkaç ay geçmişti ki, bizi Van'dan arayan bir Nur Talebesi, Pakistan'dan geldiğini, orada hizmetlerle meşgul olduğunu ve aynı hizmetin içinde bulunun Beşir isimli bir gencin selâmını getirdiğini söyledi.
Meğerse, İsveçli Biyon "Muhammed'in (asm) gemisine yetişmiş, Müslüman olup Beşir (Bişr–i Hafi'den mülhemen) ismini almış, Nur dairesine girmiş ve Pakistan'da Nur hizmetleriyle alâkadar olmaya başlamış. Tebrikler, duâlar Beşir kardeş. Aradan seneler geçti ki, haberleşemedik. Şu an nerede ve ne durumda olduğunu bilemiyorum. Şayet bu yazıdan haberdar olursan, mutlaka bizimle bir irtibat kurmanı hasretle bekliyorum.
"Alo, Bediüzzaman'la görüşebilir miyim?"
Tarih, 1991 yılının bahar ayları. Birinci Körfez Savaşının sona erdiği günler. Gazetemizin merkez binası henüz Cağaloğlu'nda.
Bir gün, vakit ikindi sonrası; yani akşam üzeri. Normal mesai saati bitmiş, ancak bizim o günkü işimiz henüz bitmemişti. Çalışmaya devam ediyoruz. Aynı zamanda, tek başına kalmışız ve gelen telefonlara da bakmak durumundayız.
Gazete binasından ayrılmak ve eve gitmek üzere son hazırlıkları yapıyorduk ki, tam o esnada bir telefon daha geldi. Arayan kişi, kırık bir Türkçe ile konuşuyordu. Belli ki, yabancı biriydi. Kendisini daha bir dikkatlice dinleme ihtiyacını hissettim.
Telefondaki sesin sahibi, kendini şu şekilde tanıttı:
"İyi akşamlar. Benim adım Biyon. Aslen İsveçliyim. İstanbul İkitelli'de Sabah–atv medya grubunda çalışıyorum. Burada tercümanlık (Türkçe–İngilizce) yapıyorum. Sizden bir konuda yardımcı olmanızı istiyorum. Onun için aradım."
Kendini bu şekilde tanıtan ve bir talebi olduğunu ifade eden İsveçli Biyon (Bijon) ile aramızda şu konuşma geçti:
MLS: Sayın Biyon, size nasıl yardımcı olabilirim acaba?
Biyon: Efendim, ben epey zamandır takip ettiğim gazetenizin bir değerli yazarıyla şahsen gelip görüşmek, tanışmak istiyorum. 2. sayfada yazıyor, ismi Bediüzzaman Said Nursî. (Üstad'ı hayatta biliyor...)
MLS: Said Nursî mi dediniz?
Biyon: Evet, evet o; Nursî dedim. Kendisiyle görüşüp–tanışmak için, bana yardımcı olabilir misiniz? Daha doğrusu bir randevu sağlayabilir misiniz?
MLS: Sayın Biyon. Ben size yardımcı olmaya çalışırım da... Ama, doğrusu merak ettim, niçin özellikle Bediüzzaman? Hani, gazetemizin başka yazarları da var. Bunların arasında Bediüzzaman'ı tercih etmenizin özel bir sebebi mi var?
Biyon: Özel bir sebebi var elbette. Anlatayım... En baştan anlatayım, izninizle.
MLS: Estağfirullah... Ne demek... Memnuniyetle... Buyrun sizi dinliyorum.
Biyon: Sabah gazetesi yazı işleri masasına diğer gazeteler gibi Yeni Asya da geliyor. Aylardır, bu gazetelerin hemen hepsini okuyor, takip ediyorum. Fakat, son zamanlarda en çok okuduğum ve istifade ettiğim gazetelerin başında Yeni Asya geliyor. Yeni Asya yazarlarından da birinci sırada Bediüzzaman geliyor.
MLS: Önce, neden Yeni Asya?
Biyon: Her şeyden önce edepli bir gazete. İçinde açık–saçıklık yok. Pespaye reklâmlar da yok. Bu yönüyle, bizim "çöplük" dediğimiz dünyalık gazetelerden ayrılıyor. Ayrıca, gazetenin yayın politikasında dinci radikalizme de yer yok. Hep özgürlükten, demokrasiden yana, dengeli bir düşüncenin varlığını görüyorum.
MLS: Doğru. Peki, yazarlar arasında en çok Bediüzzaman'ın yazılarını takip ve takdir etmenizin sebebi ne? İzah eder misiniz?
Biyon: İzah edeyim... Evet, en çok Bediüzzaman'ın yazdıklarını okuyor ve takdir ediyorum. Hatta, yazılarını hayranlık derecesinde takip ettiğimi söyleyebilirim. Çünkü, o bambaşka yazıyor. O, bir başka türlü yazıyor. Nasıl anlatayım, bilemiyorum...
MLS: Lütfen anlatın. Onun yazılarında sizin ilginizi çeken ne? Okuyunca, neler görüyorsunuz?
Biyon: Neler görmüyorum ki... Bir kere, herşey dine, ilme ve mantığa göre anlatılıyor. Hem din, hem ilim, hem mantığın aynı noktada birleştiği türden yorumlara ilk defa şahit oluyorum. İzahlar ve yorumlar, mükemmel; okuyunca insanın dünyasını sarıyor. İnsanî duygularını harekete geçiriyor. Muazzam bir ufuk açıyor. Çok aydınlık pencereler açıyor. İnsanın aklına gelen bütün sorulara cevap veriyor, kalbine gelen şüpheleri dağıtmakla kalmıyor, kalbi de tatmin ediyor. Hele, benim gibi arayışta olanlara, bu yazılar tam ilâç gibi geliyor.
MLS: Yani, siz Bediüzzaman'ın yazılarını okuyunca aradığınızı bulmuş mu oluyorsunuz? Tam tatmin mi oluyorsunuz?
Biyon: Evet, aynen öyle. Tam tatmin oluyorum. Dahası da var. Şöyle ifade edeyim: Ben, bir konuda Bediüzzaman'ın yazdıklarını okuyunca, kendi kendime diyorum ki: "Bu konu, ancak bu kadar güzel, ancak bu kadar mükemmel ve doyurucu anlatılabilir."
MLS: Dolayısıyla, böylesine mükemmel şeyler yazan bir fikir sahibiyle görüşmek, tanışmak istiyorsunuz. Size hak veriyorum. İnşaallah yardımcı olmaya çalışırız.
Biyon: Yardımcı olursanız, inanın buna çok sevinirim... Hatta, tanışmayı sabırsızlıkla beklediğimi de ifade edebilirim.
MLS: Sabırsızlıkla, diyorsunuz. Neden?
Biyon: Evet, sabırsızlıkla. Çünkü, onun yazılarını okudukça, dünyamın değiştiğini, duygularımın tazelendiğini fark ediyorum. Mutlu oluyorum. Hayatı daha çok sevmeye başlıyorum. Hıristiyanım, ama o yazılar sayesinde İslâm dinini sevmeye başladığımı, Hz. Muhammed'e kalben ısındığımı hissediyorum. İnanın, ezan sesini dahi sevmeye başladım. Hele, sabah ezanları... Sabahları ezan okunur okunmaz, yatağımdan kalkıyor, odamın penceresini açıyor ve ezan bitinceye kadar ayakta saygı duruşunda bekliyorum...
MLS: Dünyanızda büyük değişim var.
Biyon: Hem de nasıl. Tam bir arayış içindeyim ve aradıklarımı Bediüzzaman'ın fikirlerinde buluyorum.
MLS: İnanıyorum size. Zaten, Bediüzzaman da, bir yazısında sizden, sizin gibi hakikati arayan kimselerden bahsediyor.
Biyon: Bizden mi? Ne diyorsunuz?
MLS: Birkaç makalesinde, İsveç, Norveç ve Finlandiya'da, sizin gibi "din–i hakkı arayan" kimselerin varlığından söz ediyor, Bediüzzaman.
Biyon: İnanın şimdi çok duygulandım. Demek bizden bahsediyor. Kendim, aynen onun tarif ettiği kimselerden biriyim. Hak dinini arıyorum... Yalnız, şimdi aklıma geldi: Acaba, Bediüzzaman İsveç'e ne zaman gitti? Yaptığı araştırma için orada ne kadar kaldı? Çünkü...
MLS: Sevgili Biyon. Bütün bunları, in- şaallah geldiğinizde görüşelim, konuşalım. Haftaya, sizi şu gün, şu saatte bekliyoruz.
Biyon: Tamam, memnuniyetle gelirim. Teşekkürler. İyi akşamlar.
M. Latif SALİHOĞLU
"Muhammedin (asm) gemisine yetişmek istiyorum"
Telefonda sohbet ettiğimiz İsveç asıllı genç (Biyon), tam da randevulaştığımız gün ve saatte gazetemizin Cağaloğlu'ndaki merkezine geldi.
Biyon, 25–30 yaşlarında bir delikanlıydı. Siması nur gibi parlıyordu. Kendinden gayet derece emin, vakur ve kararlı bir karakteri canlandırıyordu.
Hoşbeşten sonra asıl mevzuya girdik. Uzun zamandır İstanbul'da olduğunu, Sabah gazetesinde mütercim olarak çalıştığını, Türkiye'de yayınlanan gazetelerin tamamını okuyup tetkik ettiğini, bunların arasında en çok Yeni Asya'yı beğendiğini, Yeni Asya'nın yazarları arasında da en çok Bediüzzaman Said Nursî'yi takdir ettiğini ve yazılarını büyük bir hayranlıkla takip ettiğini şifahî olarak bir kez daha tekrarladı.
Dolayısıyla, buraya da kendisiyle görüşüp tanışmak maksadıyla geldiğini ve tanışma anını sabırsızlıkla beklediğini tekraren ifade etti. Biz de, acele etmemesi, biraz sabretmesi gerektiğini, bu konuda kendisine mutlaka yardımcı olmaya çalışacağımızı anlatarak, masaya Bediüzzaman Said Nursî'nin eserlerini koyarak, öncelikle fikirlerinden ve ardından hayat tarihçesinden söz etmeye başladık.
Onun merak ve ilgi sahasına göre seçtiğimiz her mevzuyu pür dikkatle dinliyor, zaman zaman hislerini dizginleyemez hale geliyordu: "Hah, tamam işte. İnanın, ben de aynen öyle düşünüyorum. Bunlar ne kadar güzel, ne kadar isabetli fikirler" demekten alamıyordu kendini.
Bir ara, telefonda kendisine bahsettiğimiz Said Nursî'nin İsveç, Norveç, Finlandiya hakkındaki mektuplarını merak ettiğini söyledi. "Onları da bulup okuyabilir misiniz?" dedi.
Memnuniyetle açtık ve o mektupları da okumaya başladık. Dinledikçe hislenen ve renkten renge giren İsveçli genç, tekrar şunları sormadan edemedi: "Said Nursî, bizim ülkemize ne zaman gitmiş. Bu araştırma yazılarından niçin bizim haberimiz olmadı?
Hakikaten, bizi tam olduğu gibi anlatmış. İşte ben de o bahsettiği kimselerden biriyim. Kur'ân'ı merak ediyorum, Muhammed'in (asm) insanlığa mesajını cidden merak ediyorum. Öğrendikçe de saygı duyuyorum. Hatta, bunlardan çok yararlandığımı söyleyebilirim... Said Nursî, İsveç'e ne zaman gitmiş, bu araştırmayı ne zaman yapmış; acaba, o tarihlerde biz orada değil miydik, niçin hiç haberimiz olmadı, onunla neden hiç rastlaşmadık? İstiyorum ki, kendisiyle görüşmeden önce, bu gibi hususlarda da azçok bilgimiz olsun. Acaba, bu konularda da bizi biza aydınlatabilir misiniz?
Memnuniyetle deyip, Üstad Bediüzzaman'ın hayat tarihçesinden bölümler okumaya başladık.
Lâkin, Üstad Bediüzzaman'ın doğum tarihini atlayarak okuduğumuz için, ilk anda hayatta olup olmadığını fark edemedi. Pür dikkat, dinlemeye devam etti.
Fakat, ne zaman ki, Meşrûtiyet yıllarına geldik, onun hürriyet ve meşrûtiyet hakkındaki fikirlerini ve savunmalarını mecburiyetle zikretmeye geçtik, muhatabımızın rengi büsbütün değişmeye başladı. Kendini tutamadı ve "Bir dakika durur musunuz?" diyerek, şu mukabelede bulundu: "Latif Bey, siz ne diyorsunuz. 1900'ün ilk yıllarından bahsediyorsunuz. Aradan seksen–doksan sene geçmiş. O tarihte Meşrûtiyet'ten bahseden, hürriyeti savunan bir insan, şimdi kaç yaşındadır?"
İşte, tam bu esnada ben de kendimi tutamadım. İster istemez renk vermeye başladım. Boğazım düğümlendi, gözlerim doldu, artık konuşamaz hale geldim...
Bu halimi gören İsveçli genç de kendini tutamadı ve başını tutarak söylenmeye başladı: "Aman Allah'ım!.. Yoksa bu insan hayatta değil mi? "Aman Allah'ım! Yoksa ben onu göremeyecek miyim? Onunla tanışamayacak mıyım?
O anda ikimiz de hiç konuşamaz hale geldik. Gözyaşlarına hakim olamadık.
Bir süre sonra kendimizi toparlayarak sohbetimize devam ettik. Said Nursî'nin hayatta olmadığını, otuz sene kadar evvel bu dünyadan göçtüğünü, ancak fikirlerinin yaşamaya devam ettiğini, Yeni Asya'nın da onun dâvâsını yaymak için var olduğunu, dilimiz döndüğünce anlatmaya çalıştık.
Vakit bir hayli ilerlemişti. Ancak, bu pırlanta ruhlu insan, bizden ayrılmak, bırakıp gitmek istemiyordu. Günü birlikte geçirdiğimiz gibi, akşam da aynı minval üzere sohbete devam etmek istiyorduk.
Kendisini eve dâvet ile misafir etmek istediğimizi söyledik. Şayet zahmet vermeyecekse, yük olmayacaksa memnuniyetle kabul edeceğini ifade etti.
Birlikte eve gittik, yemek yedik, çay içtik... İsveçli genç, herşeyi takdir ve hayranlıkla karşılıyor ve aklına takılan herşeyi sorarak cevabını istiyor. Biz de, elimizden geldiğince yardımcı olmaya çalışıyoruz.
Bir ara, kendisine şunları söyledik: "Biz bu Nur Risâlelerini tek başına okuduğumuz gibi, ayrıca cemaat halinde de okuyup dersler yapıyoruz."
Bunu da yine büyük bir sürpriz şeklinde değerlendiren misafirimiz, tam bir samimiyetle "Keşke ben de böyle bir cemaati görsem, onlarla birlikte ders dinlesem" diyerek, buna da iştiyaklı olduğunu ifade etti.
Onun bu şiddetli arzusu üzerine birlikte gidip Fatih'teki Risâle–i Nur dersine katıldık. Dersten sonra misafirimizi tanıttık. Herkes sevinçle, memnuniyetle karşıladı ve umumi olarak kendisini dinlemek arzusu doğdu.
Misafirimiz, burada sözünü ettiğimiz macerasını özetledi, Kur'ân'ı ve İslâm dinini Bediüzzaman'ın yazıları sayesinde biraz öğrendiğini, bunların hepsine katıldığını ve Müslüman olmak için iç dünyasında hiçbir engel kalmadığını, ancak bu dini tam öğrenmeden Müslüman oluşunu duyurmak istemediğini ve son olarak da cemaatten kendisi için bir duâ talebinde bulunacağını ifade ederek, sözlerini şu şekilde bitirdi: "Lütfen, Muhammedin (asm) gemisine yetişmem için bana duâ edin. Zira, gerçek kurtuluşun orada olacağına inanıyorum."
Cemaatin içtenlikle duâ ettiği bu genç, kısa süre sonra Türkiye'den ayrıldı, ülkesine gitti. Aradan birkaç ay geçmişti ki, bizi Van'dan arayan bir Nur Talebesi, Pakistan'dan geldiğini, orada hizmetlerle meşgul olduğunu ve aynı hizmetin içinde bulunun Beşir isimli bir gencin selâmını getirdiğini söyledi.
Meğerse, İsveçli Biyon "Muhammed'in (asm) gemisine yetişmiş, Müslüman olup Beşir (Bişr–i Hafi'den mülhemen) ismini almış, Nur dairesine girmiş ve Pakistan'da Nur hizmetleriyle alâkadar olmaya başlamış. Tebrikler, duâlar Beşir kardeş. Aradan seneler geçti ki, haberleşemedik. Şu an nerede ve ne durumda olduğunu bilemiyorum. Şayet bu yazıdan haberdar olursan, mutlaka bizimle bir irtibat kurmanı hasretle bekliyorum.