meryem-hanne
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 16 Kas 2007
- Mesajlar
- 105
- Tepki puanı
- 0
- Puanları
- 0
- Yaş
- 49
Alnı Secdede Donmuştu
Hz. Mevlânâ’da Hz. Peygamber (s.a.)’in Hayatından Bazı Yansımalar
Hazreti Mevlânâ her Allah dostu gibi Hz. Peygamber (sav)’e meftûn idi.
“Men hâk-i reh-i Muhammed Muhterem; Eğer çi cân dârem”
“Hayatta olduğum sürece ben, Hz. Muhammed (sav)’in yolunun toprağıyım” özlü sözleriyle bu keyfiyeti billurlaştırmıştı.
Şüphesiz Abdulhakim Arvâsi Hazretlerinin de ifadesiyle; “Hz. Muhammed (s.)’i sevenler, O’nun çektiğini çekerler,” dediği gibi, hayatında gerçekleşen bazı olaylar O’nu sevenlere de bir şekilde nasibkâr olarak yansır. Fakir buna; “seven, sevdiğinin kaderini paylaşır” ifadesiyle açıklık getirmek isterim. Bu yazımda Hz. Mevlânâ’dan Hz. Peygamber Efendimiz (s.)’in yaşadıklarına paralellik arz eden çarpıcı olduğuna inandığım bazı örnekleri arz etmek istiyorum. Şimdi bu örnekleri bereketini umarak görelim.
1. Sultan Veled, babasının gece Rabbiyle baş başa kalmaktan çok hoşlandığını kaydeder. Tıpkı Hz. Peygamber Efendimiz (sav) gibi O yüce Rasül’ün günlük 5 vakit namazı vasatî 1.5-2 saati bulurdu. Kendisine farz, ümmetine müekked sünnet olan Teheccüd namazını da 3-6 saat kadar bir zaman zarfı içinde kılardı. Yani teheccüdü günlük beş vaktin en azından iki misli daha uzundu. Uzun uzun ayakta durur, mübarek ayakları şişerdi. Secdelerde uzun uzun kalırdı. Bir keresinde annemiz Hz. Aişe (r.anha), uzun bir süre alnını secdeye koymuş hareketsiz duran Hz. Rasülüllah (sav)’i vefat mı etti endişesiyle, O’na doğru eğilip eliyle dokunduğunu ve “Ümmetî” duasıyla için için ağladığını ve secde yerinin ıslandığını görür.
O’nun manevi mirasçısı Hz. Mevlânâ da soğuk Konya kışlarından birinde gece Karatay Medresesine gider orada sabah namazına kadar teheccüd namazı kılar. Oğlu Sultan Veled, babasının biraz gecikmesi üzerine endişelenerek hemen medreseye gider. Orada gördüğü manzarayla irkilir. Babası, alnını medresenin taş zeminine koymuş için için ağlamakta derin derin niyazlar etmektedir. Omzundan tutup kaldırmak ister; fakat kaldıramaz; başı yere yapışmış gibidir sanki.
Biraz dikkatli bakınca kandil ışığı altında hayretle, Mevlânâ’nın gözyaşlarının donarak alnını taşa yapıştırdığını görür. Hemen bir ibrikle ılık su getirip secde yerine dökerek buzları çözer ve “Babacığım, sabah namazı vakti geldi” diyerek onu yavaşça ve hürmetle yerden kaldırır. O sırada derin bir vecdle kendinden geçmiş Mevlânâ dalgın gözlerle oğluna, “Yavrum beni Rabbimden ayırdın” anlamında “Yavrum bize kıydın” der. Çünkü Mevlânâ, Mesnevî’de seher vaktinde dökülen ihlaslı gözyaşlarının kalbe hayat veren nisan yağmurları misâli olduğunu belirtir. Daha çok ağlayanların kalplerinin daha diri olacağını ifade eder.
Bugün her üç Amerikalıdan birinin evinde Mevlânâ’nın seçme şiirlerinin bulunduğu kaydedilir. Amerika’da Rûmi Merkezlerinden birinde Mesnevî dersleri veren ama ibadet yönü, dindarlığı hemen hemen sıfır olan Türk asıllı bir Amerikalı derse gelen Amerikalı bir öğrencisine hayretle şu itirafta bulunur:
“Ben Mevlânâ’nın dini yönünü, ibadetini, Kur’an’a ve Peygamber’e olan inancını hiçbir zaman anlatmamama rağmen, derslerime gelenler, nasıl oluyor bir türlü anlamıyorum, Mevlânâ’nın dinine girip Müslüman oluyorlar.”
2. Bir gün Peygamber Efendimiz (sav) Medine sokaklarından birinde gezmektedir. Birden sokakta oynayan çocuklar şakacıktan Peygamber Efendimiz (s.)’in etrafını kuşatıp bir halka içine alırlar; “Seni esir aldık; artık bizim esirimizsin” derler. Rahmet Peygamberi (sav) bu yavruların oyununu bozmaz. O da onlara katılır;
“Tüh” der “Şimdi Ben esirim; halim nice olacak, vah Bana!”
Çocuklar; “Esirlikten bir şartla kurtulabilirsin” deyince O mânâ abidesi Peygamber (sav)
“Kurtulmam için ne yapmam gerekiyorsa söyleyin yapayım” karşılığını verir. Çocuklar
“Ya Rasulullah ancak fidye verirsen kurtulursun” diye şartlarını söylerler.
O da “Ama üzerimde verecek pek fazla şey yok” diye mukabele eder. Çocuklar:
“Ne varsa üzerinde ver, razıyız” derler.
Hz. Rasulullah üstünü başını yoklayıp çocuklara yetecek kadar hurma çıkarır ve onlara verir. Onlar da “Artık tamam hürsün” deyip Rasulullah (sav)’ı serbest bırakırlar.
Peygamberimiz bu durum karşısında tebessüm ederek:
“Kardeşim Yusuf gibi pek ucuza gittim” der. “Onu yanlarında alıkoymak istemedikleri için ucuz bir fiyata, birkaç dirheme sattılar.” (Yusuf, 12/20).
Bu olayın aynısı Hz. Mevlânâ’nın da başından geçmiştir. Hz. Mevlânâ bir gün Medreseden dönerken, sokakta oynayan çocuklar hemen onu daireye alırlar ve
“Tamam, artık bizim esirimizsin kurtuluş yok” derler.
Hazret, hafifçe bir tebessümle ellerini kaldırarak onların bu oyununa katılır.
“Vah bana! Esir düştüm” der. Sanki üzülmüş gibi yaparak;
“Peki kurtulmam için ne yapmam gerek, esaretten nasıl kurtulabilirim?” der. Çocuklar “Ancak fidye verirsen seni serbest bırakırız; yoksa esirimiz olarak kalırsın” derler.
Hz. Mevlânâ üstünü başını yoklar cebinden dokuz ceviz çıkarır.
“Bunları versem kurtulur muyum?” diye karşılık verir.
Çocukların da hedefi zaten böyle bir şey olduğundan hemen cevizleri alarak Mevlânâ’nın yanından ayrılırlar. Hazret onların ardından tebessümle bakarak aynen Hz. Rasul (s.) gibi “Yusuf Peygamber gibi ucuza gittik” diyerek Yusuf sûresi 20. ayete telmihte bulunur. “Onu yanlarında alıkoymak istemedikleri için ucuz bir fiyata, birkaç dirheme sattılar.” (Yusuf, 12/20).
3. Hz. Rasûlallah (s.) bir gün Mescid-i Nebevî’de ashabıyla sohbetteyken, ansızın içeri bir deve girer. Çiğnenmemek için herkes bir kenara kaçar. Peygamber Efendimiz sükûnetini bozmaz, yerinde oturmaya devam eder. Deve soluk soluğa, gözlerinden yaşlar akarak hemen Peygamberimiz (s.)’in önüne gelir diz çöker, başını saadet burcu Hz. Peygamber’in dizlerine koyar. Hz. Rasulûllah (s.) nurlu ve huzur dolu mübarek elleriyle korktuğu belli olan hayvancağızı teselli edercesine tatlı tatlı okşar.
Ashab “Ya Rasûlallah! Devenin sıkıntısı nedir?” diye sorar. O da
“Sahipleri kesecekmiş, korkup kaçmış. Gördüğünüz gibi bize sığındı!” der.
Tam o sırada ellerinde bıçakla devenin sahipleri mescide gelirler. Rasulullah (sav)’dan develerini isterler. O da
“Niçin keseceksiniz?” diye sorar. “Kesip etini satacağız!” derler. Peygamberimiz
“Etini satınca elinize ne kadar geçer?” diye sorar. Onlar da “Şu kadar miktar!” diye miktarını söylerler.
Bunun üzerine Efendimiz onlara o kadar para ödeyerek hayvanı satın alır. O hayvan ölene kadar Medine ovalarında özgürce yaşar ve otlar. İnşallah Rabbim de bizlere deve gibi şefaat tacıyla taçlanmak nasip eder. Amin.
Hz. Mevlânâ’nın da başından benzer bir olay geçer. Medresede ders verirken birden içeri korku içinde bir sığır girer. Herkes kaçışır. Sığır doğruca Mevlânâ’nın önüne gidip diz çöker ve başını onun kutlu dizlerine kor. Mevlânâ bu korku içindeki hayvanın başını elleriyle tatlı tatlı okşayarak teskin eder. Talebeleri ne olduğunu sorduklarında “Sahipleri kesmek istemiş o da korkup kaçmış, bize sığındı” der. Çok geçmeden Medrese’ye ellerinde bıçaklarıyla, hayvanın sahipleri çıkagelir. Özür dileyerek Mevlânâ’dan hayvanlarını isterler. O da
“Ne yapacaksınız kesince?” diye sorar. Sahipleri
“Ey Mevlânâ! Kesip etini satıp para kazanacağız” derler.
Mevlânâ hayvanın etini sattıklarında ellerine ne kadar para geçeceğini sorar. “Şu kadar akçe!” diye bir meblağ söylerler. Mevlânâ
“O ücreti size ödesem, bu mübareği bana bırakır mısınız?” diye hayvanı satın almak ister. Onlar da bu teklifi kabul ederler. Hz. Mevlânâ, Peygamber Efendimiz (s.)’in deveyi satın alarak kurtardığı gibi, o sığırı para ödeyerek satın alır ve azâd eder. O hayvan ölene kadar Konya ovasında özgürce dolaşır.
Bu üç olaydan çıkarılacak sonuç bizce şudur: Bir kimse, sevdiğinin kaderini paylaşır kabilinden olmak üzere sevenle, sevilenin hayatında ortak olarak bazı hadiseler yaşanır. Bu, bizce sevgideki sadakatin bir göstergesidir. Hz. Mevlânâ çok sevdiği Hz. Peygamber (sav)’in başından geçen olayların bir kısmını az çok benzeriyle yaşamıştır. Biz burada bunlardan çarpıcı bulduğumuz sadece üçünü naklettik. Bu durum Hz. Mevlânâ’nın, Hz. Peygamber (sav)’e bağlılığının ve sadakatinin hangi seviyede olduğunu gösterir. Çünkü Mevlânâ’ya göre âşık, her yönüyle maşukunda fenâ bulmadıktan sonra henüz aşkın hakikatine yükselebilmiş değildir. Sevgideki bu tür sırrî tecelliler dikkate alınarak, Allah ve Rasulullah (sav) sevgisini artırmanın yollarını aramalıyız. Allaha kul ve Peygamberine (s.) ümmet olmanın kaçınılmaz şartı sanırım budur. Zira sonunda “Kişi ahirette sevdiğiyle beraber olacaktır.” Vesselam.
(Altınoluk ocak 2007)
Hz. Mevlânâ’da Hz. Peygamber (s.a.)’in Hayatından Bazı Yansımalar
Hazreti Mevlânâ her Allah dostu gibi Hz. Peygamber (sav)’e meftûn idi.
“Men hâk-i reh-i Muhammed Muhterem; Eğer çi cân dârem”
“Hayatta olduğum sürece ben, Hz. Muhammed (sav)’in yolunun toprağıyım” özlü sözleriyle bu keyfiyeti billurlaştırmıştı.
Şüphesiz Abdulhakim Arvâsi Hazretlerinin de ifadesiyle; “Hz. Muhammed (s.)’i sevenler, O’nun çektiğini çekerler,” dediği gibi, hayatında gerçekleşen bazı olaylar O’nu sevenlere de bir şekilde nasibkâr olarak yansır. Fakir buna; “seven, sevdiğinin kaderini paylaşır” ifadesiyle açıklık getirmek isterim. Bu yazımda Hz. Mevlânâ’dan Hz. Peygamber Efendimiz (s.)’in yaşadıklarına paralellik arz eden çarpıcı olduğuna inandığım bazı örnekleri arz etmek istiyorum. Şimdi bu örnekleri bereketini umarak görelim.
1. Sultan Veled, babasının gece Rabbiyle baş başa kalmaktan çok hoşlandığını kaydeder. Tıpkı Hz. Peygamber Efendimiz (sav) gibi O yüce Rasül’ün günlük 5 vakit namazı vasatî 1.5-2 saati bulurdu. Kendisine farz, ümmetine müekked sünnet olan Teheccüd namazını da 3-6 saat kadar bir zaman zarfı içinde kılardı. Yani teheccüdü günlük beş vaktin en azından iki misli daha uzundu. Uzun uzun ayakta durur, mübarek ayakları şişerdi. Secdelerde uzun uzun kalırdı. Bir keresinde annemiz Hz. Aişe (r.anha), uzun bir süre alnını secdeye koymuş hareketsiz duran Hz. Rasülüllah (sav)’i vefat mı etti endişesiyle, O’na doğru eğilip eliyle dokunduğunu ve “Ümmetî” duasıyla için için ağladığını ve secde yerinin ıslandığını görür.
O’nun manevi mirasçısı Hz. Mevlânâ da soğuk Konya kışlarından birinde gece Karatay Medresesine gider orada sabah namazına kadar teheccüd namazı kılar. Oğlu Sultan Veled, babasının biraz gecikmesi üzerine endişelenerek hemen medreseye gider. Orada gördüğü manzarayla irkilir. Babası, alnını medresenin taş zeminine koymuş için için ağlamakta derin derin niyazlar etmektedir. Omzundan tutup kaldırmak ister; fakat kaldıramaz; başı yere yapışmış gibidir sanki.
Biraz dikkatli bakınca kandil ışığı altında hayretle, Mevlânâ’nın gözyaşlarının donarak alnını taşa yapıştırdığını görür. Hemen bir ibrikle ılık su getirip secde yerine dökerek buzları çözer ve “Babacığım, sabah namazı vakti geldi” diyerek onu yavaşça ve hürmetle yerden kaldırır. O sırada derin bir vecdle kendinden geçmiş Mevlânâ dalgın gözlerle oğluna, “Yavrum beni Rabbimden ayırdın” anlamında “Yavrum bize kıydın” der. Çünkü Mevlânâ, Mesnevî’de seher vaktinde dökülen ihlaslı gözyaşlarının kalbe hayat veren nisan yağmurları misâli olduğunu belirtir. Daha çok ağlayanların kalplerinin daha diri olacağını ifade eder.
Bugün her üç Amerikalıdan birinin evinde Mevlânâ’nın seçme şiirlerinin bulunduğu kaydedilir. Amerika’da Rûmi Merkezlerinden birinde Mesnevî dersleri veren ama ibadet yönü, dindarlığı hemen hemen sıfır olan Türk asıllı bir Amerikalı derse gelen Amerikalı bir öğrencisine hayretle şu itirafta bulunur:
“Ben Mevlânâ’nın dini yönünü, ibadetini, Kur’an’a ve Peygamber’e olan inancını hiçbir zaman anlatmamama rağmen, derslerime gelenler, nasıl oluyor bir türlü anlamıyorum, Mevlânâ’nın dinine girip Müslüman oluyorlar.”
2. Bir gün Peygamber Efendimiz (sav) Medine sokaklarından birinde gezmektedir. Birden sokakta oynayan çocuklar şakacıktan Peygamber Efendimiz (s.)’in etrafını kuşatıp bir halka içine alırlar; “Seni esir aldık; artık bizim esirimizsin” derler. Rahmet Peygamberi (sav) bu yavruların oyununu bozmaz. O da onlara katılır;
“Tüh” der “Şimdi Ben esirim; halim nice olacak, vah Bana!”
Çocuklar; “Esirlikten bir şartla kurtulabilirsin” deyince O mânâ abidesi Peygamber (sav)
“Kurtulmam için ne yapmam gerekiyorsa söyleyin yapayım” karşılığını verir. Çocuklar
“Ya Rasulullah ancak fidye verirsen kurtulursun” diye şartlarını söylerler.
O da “Ama üzerimde verecek pek fazla şey yok” diye mukabele eder. Çocuklar:
“Ne varsa üzerinde ver, razıyız” derler.
Hz. Rasulullah üstünü başını yoklayıp çocuklara yetecek kadar hurma çıkarır ve onlara verir. Onlar da “Artık tamam hürsün” deyip Rasulullah (sav)’ı serbest bırakırlar.
Peygamberimiz bu durum karşısında tebessüm ederek:
“Kardeşim Yusuf gibi pek ucuza gittim” der. “Onu yanlarında alıkoymak istemedikleri için ucuz bir fiyata, birkaç dirheme sattılar.” (Yusuf, 12/20).
Bu olayın aynısı Hz. Mevlânâ’nın da başından geçmiştir. Hz. Mevlânâ bir gün Medreseden dönerken, sokakta oynayan çocuklar hemen onu daireye alırlar ve
“Tamam, artık bizim esirimizsin kurtuluş yok” derler.
Hazret, hafifçe bir tebessümle ellerini kaldırarak onların bu oyununa katılır.
“Vah bana! Esir düştüm” der. Sanki üzülmüş gibi yaparak;
“Peki kurtulmam için ne yapmam gerek, esaretten nasıl kurtulabilirim?” der. Çocuklar “Ancak fidye verirsen seni serbest bırakırız; yoksa esirimiz olarak kalırsın” derler.
Hz. Mevlânâ üstünü başını yoklar cebinden dokuz ceviz çıkarır.
“Bunları versem kurtulur muyum?” diye karşılık verir.
Çocukların da hedefi zaten böyle bir şey olduğundan hemen cevizleri alarak Mevlânâ’nın yanından ayrılırlar. Hazret onların ardından tebessümle bakarak aynen Hz. Rasul (s.) gibi “Yusuf Peygamber gibi ucuza gittik” diyerek Yusuf sûresi 20. ayete telmihte bulunur. “Onu yanlarında alıkoymak istemedikleri için ucuz bir fiyata, birkaç dirheme sattılar.” (Yusuf, 12/20).
3. Hz. Rasûlallah (s.) bir gün Mescid-i Nebevî’de ashabıyla sohbetteyken, ansızın içeri bir deve girer. Çiğnenmemek için herkes bir kenara kaçar. Peygamber Efendimiz sükûnetini bozmaz, yerinde oturmaya devam eder. Deve soluk soluğa, gözlerinden yaşlar akarak hemen Peygamberimiz (s.)’in önüne gelir diz çöker, başını saadet burcu Hz. Peygamber’in dizlerine koyar. Hz. Rasulûllah (s.) nurlu ve huzur dolu mübarek elleriyle korktuğu belli olan hayvancağızı teselli edercesine tatlı tatlı okşar.
Ashab “Ya Rasûlallah! Devenin sıkıntısı nedir?” diye sorar. O da
“Sahipleri kesecekmiş, korkup kaçmış. Gördüğünüz gibi bize sığındı!” der.
Tam o sırada ellerinde bıçakla devenin sahipleri mescide gelirler. Rasulullah (sav)’dan develerini isterler. O da
“Niçin keseceksiniz?” diye sorar. “Kesip etini satacağız!” derler. Peygamberimiz
“Etini satınca elinize ne kadar geçer?” diye sorar. Onlar da “Şu kadar miktar!” diye miktarını söylerler.
Bunun üzerine Efendimiz onlara o kadar para ödeyerek hayvanı satın alır. O hayvan ölene kadar Medine ovalarında özgürce yaşar ve otlar. İnşallah Rabbim de bizlere deve gibi şefaat tacıyla taçlanmak nasip eder. Amin.
Hz. Mevlânâ’nın da başından benzer bir olay geçer. Medresede ders verirken birden içeri korku içinde bir sığır girer. Herkes kaçışır. Sığır doğruca Mevlânâ’nın önüne gidip diz çöker ve başını onun kutlu dizlerine kor. Mevlânâ bu korku içindeki hayvanın başını elleriyle tatlı tatlı okşayarak teskin eder. Talebeleri ne olduğunu sorduklarında “Sahipleri kesmek istemiş o da korkup kaçmış, bize sığındı” der. Çok geçmeden Medrese’ye ellerinde bıçaklarıyla, hayvanın sahipleri çıkagelir. Özür dileyerek Mevlânâ’dan hayvanlarını isterler. O da
“Ne yapacaksınız kesince?” diye sorar. Sahipleri
“Ey Mevlânâ! Kesip etini satıp para kazanacağız” derler.
Mevlânâ hayvanın etini sattıklarında ellerine ne kadar para geçeceğini sorar. “Şu kadar akçe!” diye bir meblağ söylerler. Mevlânâ
“O ücreti size ödesem, bu mübareği bana bırakır mısınız?” diye hayvanı satın almak ister. Onlar da bu teklifi kabul ederler. Hz. Mevlânâ, Peygamber Efendimiz (s.)’in deveyi satın alarak kurtardığı gibi, o sığırı para ödeyerek satın alır ve azâd eder. O hayvan ölene kadar Konya ovasında özgürce dolaşır.
Bu üç olaydan çıkarılacak sonuç bizce şudur: Bir kimse, sevdiğinin kaderini paylaşır kabilinden olmak üzere sevenle, sevilenin hayatında ortak olarak bazı hadiseler yaşanır. Bu, bizce sevgideki sadakatin bir göstergesidir. Hz. Mevlânâ çok sevdiği Hz. Peygamber (sav)’in başından geçen olayların bir kısmını az çok benzeriyle yaşamıştır. Biz burada bunlardan çarpıcı bulduğumuz sadece üçünü naklettik. Bu durum Hz. Mevlânâ’nın, Hz. Peygamber (sav)’e bağlılığının ve sadakatinin hangi seviyede olduğunu gösterir. Çünkü Mevlânâ’ya göre âşık, her yönüyle maşukunda fenâ bulmadıktan sonra henüz aşkın hakikatine yükselebilmiş değildir. Sevgideki bu tür sırrî tecelliler dikkate alınarak, Allah ve Rasulullah (sav) sevgisini artırmanın yollarını aramalıyız. Allaha kul ve Peygamberine (s.) ümmet olmanın kaçınılmaz şartı sanırım budur. Zira sonunda “Kişi ahirette sevdiğiyle beraber olacaktır.” Vesselam.
(Altınoluk ocak 2007)