Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Allah'ı görme meselesi (1 Kullanıcı)

Suheda_nur

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
27 Eki 2007
Mesajlar
101
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
34
Konum
izmir
BİSMİHİ TEALA

ruhu'l furkan tefsiri 11.cild


لَا تُدْرِكُهُ الْأَبْصَارُ وَهُوَ يُدْرِكُ الْأَبْصَارَ وَهُوَ اللَّطِيفُ الْخَبِيرُ

ENAM SURESİ 103.AYET-İ KERİME


Gözler O'nu İdrak edemez (O'nu kavrayacak şekilde göremez). Halbuki O, gözleri idrak eder (kuşatacak şekilde görür) ve O, Lâtif (en ince şeyleri bile pek iyi bilen) dir. Habîr (her şeyden ziyade haberdâr olan) dır.


İZAHAT

Bika'î (Rahimehullahın) ın beyanına göre; bundan evvelki ayet-i celile'ler, ALLAH'ın (Celle celaluhu) herşeye kadir olup, O'ndan gayrisinin âciz olduğunu açıklamıştı.

Çocuk ve ortağa ise, âciz ve fakir olanlar muhtaç olur. Güçlü ve zengin olanın âciz ve fakire muhtaç olması, olmayacak bir şeydir. Her baba ve ortak, oğluna ve ortağına bir şekilde mutlaka hemcins olması gerektiğinden, ALLAH (Celle celaluhu), makamın iktiza ettiği tenzih vasfını açıklamak üzere, "Gözler O'nu idrak edemez." buyurmuştur ki bu, şu demektir:

"İsa, Uzeyr (Aleyhimesselâm), putlar, yıldızlar, karanlık ve nur gibi ALLAH'a (Celle celaluhu) evlat veya ortak kabul ettiğiniz şeylerin hepsi, gözlerle idrak edilebilen varlıklardır ki, ALLAH (Celle celaluhu), gözlerle idrak edilemediğinden bu yaratıklarla hiçbir yönden benzerliği yoktur.

Çünkü gözle idrak edilmek, sonradan yaratılanların alâmetlerinden olduğu için, gerçek ilaha yakışmaz. Onlar hakikî ilah olsalardı, elbette gözlerden perdeli olurlardı.

Melekler ve cinler (bilinene göre, her zaman herkes tarafından) görüle-miyorlarsa da, onlara tapanlara şöyle sorulur: Siz onların ALLAh'ın (Celle celaluhu) çocukları olduğuna neye göre hükmettiniz?

Eğer görerek bu kanaate vardıysanız, demek onlar da geridekiler gibi görülen varlıklardır ki, bu durumda görülemeyen ALLAH (Celle celaluhu) ile hiçbir şekilde soy bağları olamaz.

Yok eğer aldığınız haberlere dayalı olarak bu hükme vardıysanız, onların yaratılışları hakkındaki haberler, size veya başkalarına peygamberler dışında kimseden gelmemiştir.

Peygamberlerin hepsi de, onların diğer yaratıklar gibi ALLAH'ın (Celle celaluhu) çocukları değil, kulları olduğunu ye ALLAH'ın (Celle celaluhu) ortak ve evlattan münezzeh olduğunu bildirmişlerdir.

İşte onların kitapları ve sahih haberleri buna şahitlik etmektedir
Herşeyden öte, onlar az da olsa gözlerle idrak edilebilecek niteliktedir. İdrakleri hepten de imkansız değildir. (Nitekim müşrikler, sahralarda ve çöllerde cinlerin kendilerine belirdiğini iddia ediyorlardı.
Ayrıca Yahudilerden aldıkları bazı telakkilere göre, meleklerin bazı insanlara zuhur ettiği vehmine sahiplerdi.)

Azîz olan ilâh'a gelince; O, başkalar gibi gözle görülüpde bir idral ile anlaşılabilecek bir Zat değildir ki, O'nu gören, düşünüp, taşınıp ta ferasetini kullanarak, birtakım alâmetlerin belirtisiyle O'nun hakkında muhakeme yapsın ve böylece rıza ve gazap gibi hallerinden haberdar olabilsin. Çünkü O, ihata olunmaktan çok yücedir."

Tabi ki bu mana, umum-u selb (idrakin nefyinin genel kabul edilmesi) yolu üzere verilmiştir. Fakat selb-i umum (herkes hakkındaki genel mananın nefyedilmesi) kastediliyorsa o zaman mana:

"ALLAH (Celle celaluhu), herkesin göremeyeceği kadar Azîz'dir. Bilakis dilerse seçkin kullarına perdeyi açıp görme sebeplerini yaratır da, onlar O'nu görebilirler." demek olur. Nitekim müminlere ahirette bu sebepleri yaratacaktır.

Vahidî, Ebû Hayyan ve Âlusî tefsirlerinde zikredildiğine göre;

ayet-i celile'de geçen (YUDRİK ), (İDRAK ) kelimesinin cemisi olup, Rağıb(Rahimehullah) in da beyan ettiği üzere lügat olarak iki manaya gelmekteyse de, burada birkaç manaya gelebilir:


1- Göz uzvunun kendisi,

2- Göze konan görme gücü ki, ilm-i kelamla uğraşanların ekserisi bu ayet-i celile'deki (YUDRİK) mefhumunu, görme gücünün yeri olması itibarıyla göz uzvunun kendisi olarak değerlendirmişlerdir.

Zâdü'l-mesîr tefsirinde zikredildiğine göre, Cumhûr'un görüşü de bu doğrultudadır.

3- Basiret ki bu, kalbin anlayış gücünden ibarettir, Ebû Bekr-i Sıddık (RadıyALLAHu Anh) dan rivayet edilen şu söz bu manaya uygun düşmektedir:

1- "Ey O Zat ki, O'nu bilmenin son noktası, tam bilinemeyeceğini itiraf etmektir." Çünkü O'nu bilmenin zirvesi, bütün yaratıkları tanıyıp, O'nun, onlardan hiçbiri olmadığı gibi, eşyadan hiçbirine de benzemediğini, bilakis idrak edilen şeylerin tümünün yaratıcısı olduğunu bilmekdir.

(Rağıb ei-îsfahanî, Müfredat, Sh:189)

4- Akıllar ve vehimlere işaret olabilir ki, bu manayı, Abdurrahman ibni Mehdî (Rahimehullah), Ebû Husayn el-Karî (Rahimehullah) dan nakletmiştir.

(lbn-i Ebî Hatim, No:7739,4/1363)

2 - Hazreti Ali (RadıyALLAHu Anh) ın: "Gerçek tevhid, ALLAH'ı (Celle celaluhu) tevehhümde bulunmaman (öz Zatı itibarıyla hayaline getirmemen) dir."

(Rağıb el-İsfahanî, Müfredat, Sh:59)


"İdrak edebildiğin herşey, ALLAH'dan (Celle celaluhu) başkadır." (Rağıb, ei-isfahanî,Müfredat, Sh:59)

şeklindeki beyanları bu manaya münasip düşmektedir.

Ayet-i celile'de geçen, "Gözler O'nu idrak edemez", cümlesine üç türlü mana verilmiştir:

1- "Gözler O'nu ihata edemez." Burada "İdrak", "Ru'yet (görme)" nin dışında olan bir mana ifade etmektedir. Çünkü, "Onu gördü ama idrak edemedi." sözü doğru bir sözdür.

Taberî (Rahimehullah) in da beyanı veçhile; kişi bazen bir şeyi idrak eder fakat göremez.

Nitekim Mevlâ Tealâ, Firavun hakkında:


حَتَّى إِذَا أَدْرَكَهُ الْغَرَقُ

"...Boğulma, ona idrak edince (ulaşınca)..." (Yunus Sûresi:90'dan)

buyurarak, boğulmanın Firavunu idrak ettiğini açıklamıştır ki, Firavunun, kendisine idrak eden (ulaşan) boğulmayı gördüğü söylenemez.

Çünkü boğulma denen mefhum görülebilen bir şey değildir.

Demek ki, bazen bir şey idrak edilip te görülemiyor, bazen de görüldüğü halde idrak edilemiyor.

Nitekim Firavunun kavmi, Musa (Aleyhisselâm) in kavmini görüp, çok yanaştıklarında, Musa (Aleyhisseiâm) in ümmeti korku ve telaş içinde:


إِنَّا لَمُدْرَكُونَ

"Muhakkak biz idrak olunduk (erişildik)." (Şuara Sûresi:61 'den)

dedikleri vakit, Musa (Aleyhisselâm), iki kavim arasında birbirlerini görme durumu sabit olduğu halde:


كَلَّا

"Hayır!" (Şuara Suresi.62'den)

buyurarak, idraki nefyetmiştir.

Mevlâ Tealâ da evvelce ona:



...أَنْ أَسْرِ بِعِبَادِي فَاضْرِبْ لَهُمْ طَرِيقاً فِي الْبَحْرِ يَبَساً لَّا تَخَافُ دَرَكاً وَلَا تَخْشَى ..

"Kullarımla birlikte geceleyin yola çık ta, yetişilmekten korkmaksızın ve (boğulmaktan) endişe etmeksizin onlara denizde kuru bir yol aç!" (Taha Sûresi:77'den)

buyurarak, düşmanlarının, kendisini ve kavmini idrak edemeyeceklerini vahyetmişti.

Demek oluyor ki, "Ru'yet" ve "İdrak" tabirlerinden her biri diğeriyle birlikte bulunabileceği gibi onsuz da mevcut olabilir. O halde, "Gözler O'nu idrak edemez." kavl-i şerifine, "Gözler O'nu göremez." manasını vermek çok uzak düşmektedir.

Dolayısıyla buradaki "İdrak"; bir şeyin derinliklerine ulaşıp, bütün cihetleriyle onu kuşatıp, künhünü ve hakikatini (öz zatını ve gerçek yüzünü), kendisinden bir şey gizli kalmayacak şekilde kavramaktır ki, böyle bir ihatanın dünyada ve ahırette ALLAH'a (Celle celaluhu) tealluk etmeyeceği aşikârdır.

Çünkü ALLAH'ı (Celle celaluhu), bir şeyin kendisini ihata etmesiyle vasıflamak caiz değildir. "ALLAH (Celle celaluhu) görülür, fakat idrak edilemez." kaidesinin bir nazîri de, "ALLAH (Celle celaluhu) bilinir fakat ilmen ihata edilemez." kuralıdır


Demek oluyor ki "Gözler, ALLAH'ı (Celle celaluhu) görebilirse de, ihata edemez." Nitekim "Kalpler de O'nu tanır fakat ihata edemez."


خَلْفَهُمْ وَلَا يُحِيطُونَ بِهِ عِلْماً

"İlmen O'nu ihata edemezler (O'nu tam manasıyla bilemezler)." (Taha Sûresi:110'dan) ayet-i celile'siyle,


اللَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ الْحَيُّ الْقَيُّومُ لَا تَأْخُذُهُ سِنَةٌ وَلَا نَوْمٌ لَهُ مَا فِي السَّمَوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ مَنْ ذَا الَّذِي يَشْفَعُ عِنْدَهُ إِلَّا بِإِذْنِهِ يَعْلَمُ مَا بَيْنَ أَيْدِيهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ وَلَا يُحِيطُونَ بِش

"O'nun dilediği müstesna, ilminden hiçbir şeyi ihata edemezler." (Bakara Sûresi:255'den)

kavl-i şerifini birlikte değerlendirecek olursak, ALLAH'ın (Celle celaluhu), kendi diledikleri dışında mahlukatınm bir şey bilemiyeceğini ifade buyurması, müsaade ettiği kadar da bilemeyecekleri anlamına gelmez.

"İdrak" tabirini bu mana ile tefsir edenler arasında, İbn-i Abbas, Katade, Atıyye el-Avfî, İbn-i Müseyyeb, Zeccac (RadıyALLAHu Anhum) gibi büyük müfessirler bulunmaktadır.
 

Suheda_nur

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
27 Eki 2007
Mesajlar
101
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
34
Konum
izmir
Buna göre şu hükme varabiliriz ki,

"ALLAH (Celle celaluhu) görülür fakat idrak edilemez."

Çünkü "Görülen şeyi çepeçevre kuşatıp, kavrama" manasına gelen bir idrak, ancak hududu belli olup, yönlere sahip olan bir varlık hakkında düşünülebilir.

Dolayısıyla bu ayet-i kerime, ALLAH'ın (Celle celaluhu) görülemeyeceğini ifade etmemektedir. Çünkü Miraç Gecesi Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Seiiem) in Mevlâ Tealâ'yı gördüğü sahih olarak rivayet edilmiştir.

Hafız İbni Kesir (Rahimehullah):

"Müminlerin, ahiret yurdunda, arasat meydanında ve cennet ravzalarında ALLAH'ı (Celle celaluhu) görecekleri"ne dair, Ebû Said, Ebû Hureyre, Enes, Cerir, Bilâl, Suheyb gibi birçok sahabeden (Radıyaliahu Anhum) mütevatir bir hayli hadis ve haber varid olduğunu, bu ayet-i kerime'nin tefsirinde nakletmiştir. Ehl-i Sünnet'in, ehl-i ilmin ve ehl-i hadisin mezhebi budur.

Ru'yetin isbatıyla, idrakin nefyedilmesi arasında bir çelişki yoktur. Çünkü kavramak, görmekten çok özel bir mefhumdur ki, ziyade hususi bir mananın nefyedilmesiyle, çok genel bir mananın ortadan kalkması gerekmez.

Sonra âlimler burada nefyedilen idrakten ne kastedildiği hakkında iki görüş üzere ihtilaf etmişlerdir:

a) ALLAH'ın (Celle celaluhu) hakikatini bilmektir. Çünkü müminler ahirette O'nu göreceklerse de, kendisinden başka kimse O'nun hakikatini bilemez.

Nitekim ay'ı gören kimse, onun künhü ve mahiyeti itibarıyla hakikatini idrak etmiş değildir. Yüce Mevlâ, hakikati bilinmeme bakımından herşeyden evladır, en yüce sıfatlar O'na mahsustur.

b) Bazılarına göre ise, bu idrakten maksat, ihatadır ki, ALLAH'ı (Celle celaluhu) tam manasıyla kavrayamamak, görülmemesini icap ettirmez.

Nitekim:


خَلْفَهُمْ وَلَا يُحِيطُونَ بِهِ عِلْماً

"İlmen O'nu ihata edemezler (O'nu tam manasıyla bilemezler)." (Taha Sûresi:110'dan)

ayet-i celile'sinden, "ALLAH'ı (Celle celaluhu) hiç bilemezler." manası çıkmaz

Yine böylece Aişe (RadıyALLAHu Anha) dan rivayet edilen:

"...Ben sana övgüyü sayıp bitiremem. Sen, kendini övdüğün gibisin."

(Müslim, Salât-Ai,No:486, 1/352, Tirmizî, De'avât:76, No:3493, 5/524, lbn-i Mace, Dua:3, No:3841, 2/1263)

hadİS-İ şerifinden, Resulullah (SALLAHlahu Aleyhi ve Sellem) in Mevlâ Tealâ'ya hiç senada bulunmaması gibi bir mana çıkarılamayacağı gibi, burada da durum aynıdır.

Bir kere Ikrime (RadıyALLAHu Anh) a, bu ayet-i kerime okunarak, sanki ALLAH (Celle celaluhu) görülemez gibi bir mana îma edilince,

o, karşısındakine: "Sen göğü görmüyor musun?" diye sordu.

O: "Evet!" deyince,

Ikrime (RadıyALLAHu Anh):

"Peki göğün tamamını mı görüyorsun?" diyerek, ALLAH'ın (Celle celaluhu) da görülebileceğini fakat ihata edilemeyeceğini açıklamış Oldu.

(ibn-i Ebi Hatim, No:7737,4/1363)

Taberî (Rahimehullah) burada şu izaha yer vermiştir:

Eğer bir kişi bize, "Bu ayet-i kerime'nin, ALLAH'ın (Celle celaluhu) görülemeyeceği manasına geldiğini niçin kabul etmiyorsunuz?" diye soracak olursa, biz ona şöyle cevap veririz:

Biz, bu manayı kabul edemeyiz.

Çünkü ALLAH (Celle celaluhu), kitabının diğer bir yerinde:"O gün birtakım yüzler parlaktır. Rabblerine nazırdırlar." (Kıyamet s'ûresi:22-23) buyurmuştur ki,

bu ayet-i celile, gözlerin ALLAH'ı (Celle celaluhu) göreceğini açıkça ifade etmektedir.


ALLAH'ın (Celle celaluhu) kitabının ayetleri birbirini tasdik ettiğine göre, bu ayeti tevile kalkışmak caiz olmaz.

Ayrıca bu iki ayetten, birinin diğerini neshetmiş olması da düşünülemez. Çünkü nesh, ancak hükümlerde mevzu bahis olup, haberlerde caiz olmaz.

Ayrıca Kur'an-ı Kerim'i bize en iyi şekilde tefsir eden Resulullah (SallALLAHu Aleyhi ve Sellem) de, ümmetine, kıyamet günü Rab'lerini göreceklerini müjdelemiştir.

Nitekim:

4 - Cerîr (RadıyALLAHu Anh) ŞÖyle demiştir:

Bizler, Peygamber (SallALLAHu Aleyhi ve Sellem) in yanında bulunuyorduk. Peygamber (SallALLAHu Aleyhi ve Sellem) bir gece; yani ayın ondördü olan bedr gecesi aya baktı da, şöyle buyurdu:

"Sizler şu ayı, görülmesinden hiç biriniz mahrum olmaksızın (yahut birbirinize gösterebilmek için sıkışıp üst üste yığılmanıza hacet kalmaksızın) hepiniz zahmetsizce görüyor olduğunuz gibi, Rabbinizi de muhakkak öylece göreceksiniz.."

(Buharı, Mevâkîtü's-Salât:15, No:529, 1/203, Müslim, Mesacid:37, No:633, 1/439, Ebu Davud, Sünnet.20, No:4729,2/646, Tirmizî, Sıfatü'l-Cennet:17, 2554,4/688, ibni Mace, Mukaddime:13, No:177,1/63, Ahmed İbni Hanbel, Müsned, No:19211, 7/62)

ALLAH (Celle celaluhu) kitabında, ahirette görüleceğini bildirmiş, Resulullah (SALLAHlahu Aleyhi ve Sellem) de ümmetine bunu müjdelemişken, biz bu ayet-i celile'yi Kıyamet Sûresi'nin ayetlerine ters düşen bir mana ile nasıl tefsir edebiliriz?


Zaten ifade-i celile'de nefyedilen, ru'yet değil, idraktir.

Dolayısıyla ALLAH'ın (Celle celaluhu) iki surede de indirdiği ayetleri, aralarında çelişki olmayacak şekilde değerlendirip, bütün haberlerinde ALLAH'ı (Celle celaluhu) tasdik etmek üzere vereceğimiz hüküm:

"Cennet ehli, kıyamet günü, ALLAH'a (Celle celaluhu) gözleriyle bakacaklar fakat O'nun hakikatini idrak edemeyeceklerdir." şeklinde olmalıdır.

2- Ikrime (RadıyALLAHu Anh) ın İbn-i Abbas (RadıyALLAHu Anhuma) dan rivayet ettiği diğer bir mana ise:

"ALLAH (Celle celaluhu), gözleri gideren öz Zatının nuruyla tecellî ettiği vakitte, gözler O'nu göremez." şeklindedir. Bu manaya göre idrak, ru'yet (ALLAH'ın (Celle celaluhu görülmesi) anlamına gelir ki, cennette de olsa durum böylecedir.

Çünkü ALLAH'ın (Celle celaluhu) azamet ve celâlinin, hakkıyla müşahedesi ne dünya ne de ahirette hiç kimse için imkan dahilinde değildir.

Nitekim:

5 - Ikrime (RadıyALLAHu Anh) şöyle demiştir:

Bir kere İbni Abbas (RadıyALLAHu Anhuma) nın: "MUHAMMED (SALLAHlahu Aleyhi ve Sellem) Rabbini gördü." dediğini işittiğimde,

"ALLAH (Celle celaluhu), 'Gözler O'nu idrak edemez, O, gözleri idrak eder.' buyurmuyor mu?" deyince, o:

"Yazık sana! O (gözlerin ALLAH'ı (Celle celaluhu) görememesi), hususi nuru olan nuruyla tecellî ettiği zamandır. O, öz nuruyla tecellî ettiği vakit hiçbir şey O'nu İdrak edemez." buyurdu.

(Tirmizî, Tefsir:54, No:3279, 5/395, İbn-i EM Hatim, No:7738,4/1363)

Bu gerçekten böyledir. Nitekim ALLAH (Celle celaluhu), manevî hicabından az bir şey açıp dağa tecellî buyurduğunda, koca dağ, o tecellîye dayanamayarak, yere batmış ve paramparça olmuştur.

İşte bu anlayış, İbni Abbas (RadıyALLAHu Anhuma) nın eşsiz anlayışından ve üstün zekasından naşîdir.

Nasıl böyle olmasın ki, ALLAH'ın (Celle celaluhu) ona, tevil ve tefsir ilmini öğretmesi için Resulullah (SALLAHlahu Aleyhi ve Sellem) dua buyurmuştur.
 

Suheda_nur

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
27 Eki 2007
Mesajlar
101
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
34
Konum
izmir

6 - Ebû Musa el-Eşarî (Radıyallahu Anh) dan rivayet edilen: "...Hicabı, nurdur (ALLAH (Celle celaluhu) öz Zatının nuruyla kullarına tecellî etmez).

Eğer onu (nur perdesini cemalinden) açacak olsaydı, vechinin sübuhatı (Zatının nurları) basarının (görüşünün) ulaştığı bütün yaratıklarını elbette yakardı."

(Müslim, iman:79, No:179,1/162, îbn-i Mace, Mukaddime:13, No:195,196,1/70, 71) hadİS-İ şerifinde geçen "Nur"dan maksat ta budur.


7 - Ebû Zerr (RadıyALLAHu Anh) Resulullah (SallALLAHu Aleyhi ve Sellem) e bir keresinde:


"Rabbini gördün mü?" diye sorunca, Resulullah (Salhilahu Aleyhi ve Sellem): "O bir nurdur. O'nu nasıl görebilirim?"

(Müslim, İman:78, No:178, 1\161, Tirmizi, Tef-sir:54, No:3282, 5/396, Ahmed ibni Hanbel, el-Müsned, No:21450, 8/90) buyurmuştur ki, Ebû Abdillah-i Mazirî (RadıyALLAHu Anh) in beyanına göre bunun manası:


"Işıklar gözleri kaplayarak, bakanla görmek istediği şeyi idrak etmesi arasına girip engel teşkil ettiği gibi, ALLAH'ın (Celle celaluhu) nuru da benim, O'nun öz Zatını görmeme mani oldu." demektir.

Burada görülemeyeceği ifade edilen nur, öz Zatın nurudur ki, buna kimsenin tahammül edemeyeceği aşikârdır.

İşte, Mesruk (RadıyALLAHu Anh) in:

"Ey Anneciğim! Muhammed (SallALLAHu Aleyhi ve Sellem) Rabbini gördü mü?" sorusuna,

Aişe (RadıyALLAHu Anha) nın:

8 - "Senin bu sorundan tüylerim diken diken oldu. Kim sana MUHAMMED(SallALLAHu Aleyhi ve Sellem) in, Rabbini gördüğünü söylerse, muhakkak yalan söylemiştir...."

(Buharî, Tefsir.338, No:4574, 4/1840) şeklindeki cevabından sonra bu ayet-i kerime'yi delil olarak okuması:

"Resulullah (SallALLAHu Aleyhi ve Sellem) in, ALLAH'ın (Celle celaluhu), gözleri gideren nurunu gördüğünü söyleyen büyük bir iftira yapmıştır." manasına hamledilmektedir.

Nitekim geride zikredilen sahih hadis-i şerifin, öz Zatın nurunun görülmesini nefyetmesi, ALLAH'ın (Celle celaluhu) kıyamet günü mümin kullarına dilediği şekilde tecellî buyurup görünmesine zıt düşmez.

Aişe (RadıyALLAHu Anha), cennette ALLAH'ın (Celle celaluhu) görüleceğini kabul etmekle birlikte, bunun dünyada vukuunu reddederken bu ayet-i celile'yi delil getirmiştir ki, onun reddettiği idrak, öz Zatın azamet ve celâlinin hakikatini görmektir.

Zaten bunun ne bir beşer, ne bir melek, ne de hiçbir canlı için kabil-i imkan olmadığı zahirdir.

Fakat yine Ebû Zerr (RadıyALLAHu Anh) dan gelen şu rivayet, gözleri gidermeyen nurun görülebileceğini isbat etmektedir.

Nitekim bir kere Abdullah ibni Şakik (RadıyALLAHu Anh):

9 - EbÛ Zerr (RadıyALLAHu Anh) a, "Resulullah (SallALLAHu Aleyhi ve Sellem) i bir görseydim, ona (bir şey) sorardım." dediğinde,

Ebû Zerr (RadıyALLAHu Anh): "Neyi sorardın?" dedi. O:

"Ona, Rabbini gördün mü diye sorardım?" deyince, Ebû Zerr (RadıyALLAHu Anh) cevaben şöyle dedi: "Ben sordum, o,'Nur gördüm.' buyurdu."

(Müslim,İman:78, No:l 78/292,1/161)
 

Suheda_nur

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
27 Eki 2007
Mesajlar
101
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
34
Konum
izmir
Âlûsî (RahimehuLLAh)ın da beyanı veçhile; ALLAH'ın (Celle celaluhu) nurunda tecellîsi (nuruyla görünmesi) iki kısımdır:

a) Gözlerin görme gücünü gideren nuru ki, "Sahih-i Müslim'de geçen hadis-i şerifte işaret edilen nur, bundan ibarettir.

b) Gözleri gidermeyen nurudur ki, o, Resulullah (SallALLAHu Aleyhi ve sellem) in gördüğünü söylediği nurdur.

İbni Hacer (Rahimehullah) m beyanına göre, Nevevî (Rahimehullah) diğer bazı âlimlere tabi olarak şöyle demiştir:

Aişe (RadıyALLAHu Ariha), Resulullah (SallALLAHu Aleyhi ve Sellem) in, Miraç Gecesi Rabbisini gördüğünü, bildiği bir hadise dayanarak inkâr etmemiştir.

Yanında böyle bir rivayet olsaydı elbette onu açıklardı.

Onun bu görüşü, bu ayet-i kerime'nin zahirî ifadesinden çıkarttığı bir istinbata (içtihada) dayanmaktadır ki, diğer sahabeler bu görüşünde ona muhalif olmuşlardır.

Sahabeden biri bir söz söyler de, yine onlardan bir başkası bu hususta ona muhalefet açıklarsa o söz ittifakla "Hüccet" kabul edilmez.

Ayet-i celile'de nefyedilen "İdrak" tabiri de "Görme" manasında olmayıp, "İhata (kavrama)" anlamına geldiğinden, zaten bu ayet-i kerime'de ru'yete münafî bir delil yoktur.

İbni Huzeyme (Rahimehullah) "Sahih"indeki "Tevhid Kitab"ında şu açıklamayı yapmıştır:

Bir şeyin yok olduğunu söylemek o hususta bir bilgiye dayanmayı gerektirmez.

Aişe (RadıyALLAHu Anha), "Resulullah (SallALLAHu Aleyhi ve Sellem) bana Rabbisini görmediğine dair bir haber verdi." dememiş, ancak bu ayet-i kerime'yi tevil ederek bu kanaate varmıştır.

(İbni Hacer, Fethu'l-Bârî, Necm Sûresi tefsiri, No:4855, 8/473, Buharı, Tefsir:338, No:4574,4/1840)
 

Suheda_nur

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
27 Eki 2007
Mesajlar
101
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
34
Konum
izmir
3- Tefsir ehlinden bir cemaat, bu ayet-i kerime'de nefyedilen görmeyi dünyaya tahsis ederek, "Gözler O'nu dünyada göremez." manası vermişlerdir.

Bu mana, Ebû Salih'in, İbni Abbas (RadıyALLAHu Anhuma) dan rivayeti olup, İmam-ı Hasen ve Mukatil (RadıyALLAHu Anhuma) nın da görüşüdür.

Ayet-i celile'nin dünyaya mahsus oluşunun delili:


وُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ نَّاضِرَةٌ

إِلَى رَبِّهَا نَاظِرَةٌ

"O gün birtakım yüzler parlaktır. Rabbisine nazırdır." (Kıyamet Sûresi-22-23) kavl-i şerifidir ki,

ALLAH (Celle celaluhu), kullarının kendisine bakmasını kıyamet günüyle kayıtlamıştır.

Bu ayet-i celile'de ise görülmemesini mutlak bırakmıştır.

Mutlak ise, mukayyede hamledilir.

10 - İbni Abbas (RadıyALLAHu Anhuma) dan gelen şu rivayet te bu mananın doğruluğuna delil teşkil etmektedir:

Bir kere Resulullah (Saliaüahu Aleyhi ve Sellem), Musa (Aleyhisselâm) ın:

"Ey Rabbim! Bana (kendini) göster de sana bakayım." (A'raf'Sûresi:143'den) sözü geçen ayet-i kerime'yi okuduktan sonra,

Mevlâ Tealâ'nın, Musa (Aleyhisselâm) a hitaben şöyle buyurduğunu nakletmiştir:

"Ey Musa! Asla beni göremezsin. Hangi diri beni görse, mutlaka ölür, hangi kuru beni görse mutlaka yuvarlanır, hangi yaş beni görse mutlaka dağılır. Beni ancak gözleri ölmeyen ve cesetleri çürümeyen cennet ehli görecektir."

(Hakîm-i Tirmizî, Nevâdiru'l-Usûl, Bab:104,2/45, Ebû Nu'aym, Hılye,10/235, İbn-i Kesir, 2/150)
 

Suheda_nur

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
27 Eki 2007
Mesajlar
101
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
34
Konum
izmir
ALLAH'IN (Celle celaluhhu) DÜNYADA GÖRÜLMESİ MESELESİ

ALLAH'ın (Celle celaluhu), dünyada, ayânen veya rüyada ve ahirette görülüp görülmemesiyle ilgili meseleler:


BİRİNCİ MESELE:

ALLAH'ın (Celle celaluhu), dünyada baş gözleriyle ru'yeti:

İbni Hacer(Rahimehullah),

Kurtubî'nin:

"O gün birtakım yüzler parlaktır. Rabbisine nazırdır." (Kıyamet Siiresi:22-23) ayet-i celile'sinin delaletiyle, ALLAH'ın (Celle celaluhu) ahirette görüleceği anlaşılmıştır.

ALLAH (Celle celaluhu) hakkında ahirette caiz olan, dünyada da caizdir. Çünkü görülen zata nisbetle vakit farkı söz konusu değildir." şeklindeki istidlalini beğenerek naklettikten sonra, Kadî İyâd (Rahimehullah) tan şu nakilleri yapmıştır:

"ALLAH'ın (Celle celaluhu) görülmesi aklen caiz olup, sahih ve meşhur haberler ru'yetin, ahirette müminler için vaki olacağını açıklamışlardır.

Dünyaya gelince, bu hususta İmam-ı Malik (Rahimehullah) şöyle demiştir:

'ALLAH (Celle celaluhu) dünyada görülemez. Çünkü O, Bakîdir, Bakî ise fanî ile görülemez. Ahirette kullara bakî gözler verilince, Bakî'yi bakî ile görürler.'

İmam-ı Malik (Rahimehullah) ın bu sözünde, fanînin Bakî'yi görmeye gücü olmadığı anlatılmak istenmiştir, yoksa ALLAH'ın (Celle celaluhu) dünyada görülmesinin imkansızlığı kastedilmemiştir.

Dolayısıyla ALLAH (Celle celaluhu), kullarından dilediğine bu gücü verirse onun görmesi imkansız sayılamaz.

Bu beyandan anlaşıldığı üzere, ALLAH'ın (Celle celaluhu) dünyada görülebilmesi aklen caizse de naklen mümteni (vaki olmadığı sabit)tir.

Nitekim:

11 - Ebû Ümame (RadıyALLAHu Anh) dan rivayet edilen:"...

Siz ölmedikçe Rabbİnizi göremezsiniz..."

(lbn-î Mace, Fiten:33, No:4077, 2/1360, Ahmed ibni Hanbel, el-Müsned, No: 22828,8/4U) hadis-i şerifi bu görüşü teyid eder mahiyettedir.

Lâkin Resulullah (SallALLAHu Aleyhi ve Sellem) in dünyada gördüğünü söyleyenlerin, "Sözün sahibi, hitap ettiği kimseler hakkındaki umumi hükme dahil değildir." deme hakları vardır.

Selef uleması, Resulullah (SallALLAHu Aleyhi ve Sellem) in, Rabbini görüp görmediği hususunda üç görüş üzere ihtilaf etmişlerdir:

1- Aişe ve İbni Mesud (RadıyALLAHu Anhuma) inkâr etmiştir.

İbni Mesud (RadıyALLAHu Anh) in kabul ettiğine dair bir rivayet varsa da, inkâr görüşü daha meşhurdur.

2- Ebû Zerr (RadıyALLAHu Anh) dan iki farklı görüş nakledilmiştir.

3- Bir cemaat ise Resulullah (Sallaiiahu Aleyhi ve Sellem) in gördüğünü kabul etmişlerdir.

İbni Abbas (RadıyALLAHu Anhuma) ın kendisi ve ashabı bu görüştedir.

İbni İshak (Rahimehullah) in nakline göre;

Mervan, Ebû Hureyre (RadıyALLAHu Anh) a:

"MUHAMMED (Sallaiiahu Aleyhi ve Sellem) Rabbini gördü mü?" diye sorduğunda o, "Evet!" diye cevap vermiştir.

Enes, ikrime, Rabîi ibni Enes, Ebu'l-Âliye, Kurazî ve Hasen (RadıyALLAHu Anhum) da ru'yeti kabul etmişler, hatta Hasen (RadıyALLAHu Anh): "Kendisinden başka hiçbir ilah olmayan ALLAH'a (Celle celaluhu) yemin ederim ki, elbette MUHAMMED (Sallaiiahu Aleyhi ve Sellem) Rabbini görmüştür." diyecek kadar kesin konuşmuştur.

Nakkaş (Rahimehullah), Ahmed ibni Hanbel (Rahimehullah) ın,

"Ben, İbni Abbas'ın (RadıyallahuAnhuma) hadisini kabul ediyorum." dedikten sonra, nefesi kesilinceye kadar, "Gözüyle gördü, gördü, gördü..." sözünü tekrar ettiğini nakletmiştir.

Urve ibni Zübeyr (RadıyALLAHu Anh), Aişe (RadıyALLAHu Anha) nın inkârı kendisine anlatıldığında çok sıkılmıştır.

Kâ'bu'l-Ahbar, Zührî ve arkadaşı Ma'mer ile diğer birçok tabi'ûn (RadıyALLAHu Anhum) bu görüşü kesinlikle benimsemişlerdir.

Eş'arî ve etba'ının ekserisinin kavli, "MUHAMMED (Sallaiiahu Aleyhi ve Sellem) in, ALLAH'ı (Celle celaluhu) gözleriyle gördüğü" yönündedir. Sonra bu görüşün sahipleri; "Gözüyle mi", "Kalbiyle mi" gördüğü hususunda ihtilafa düşmüşlerdir.

İbni Abbas (RadıyALLAHu Anhuma) dan bu hususta bazısı mutlak, bir kısmı da mukayyed haberler gelmiştir. Mutlakı mukayyede hamletmek gerekir.

12 - Nitekim Ikrime (RadıyALLAHu Anh) tarikiyle gelen bir rivayette İbni Abbas (RadıyALLAHu Anhuma):

"Hullet makamının İbrahim (Aleyhisselâm) a, kelâm makamının Musa (Aleyhisselâm) a, ru'yet makamının da MUHAMMED (SaLLALLAHu Aleyhi veSellem) e ait olmasından hayret mi ediyorsunuz?"

(Nesâî, es-Sünenü'l-kübrâ, Tefsir:355, No:ii539,6/472) buyurmuştur ki, burada ru'yeti, kalp kaydıyla zikretmemiştir.

13 - Başka bir yolla yine Ikrime (RadıyALLAHu Anh) dan gelen diğer bir rivayette de:

"...Rabbini iki defa gördü."

tirmizi, Tefsir:54, No:3279,5/395) buyurmuştur.

Bir kere İbn-İ Ömer (Radıyaiiahu Anhuma) nın, "Muhammed (SallALLAHu Aleyhi ve Sellem) Rabbini gördü mü?" şeklindeki sorusuna,

İbni Abbas (RadıyALLAHu Anhuma): "Evet!" cevabını göndermiştir ki, bütün bu ifadelerinde, "Kalbiyle mi gözüyle mi?" hususuna temas etmemiştir.


Fakat Ebu'l-Aliye yoluyla:

وَلَقَدْ رَآهُ نَزْلَةً أُخْرَىعِندَ سِدْرَةِ الْمُنْتَهَىعِندَهَا جَنَّةُ الْمَأْوَى

"Gördüğünü kalbi yalanlamadı... Andolsun ki O'nu bir daha gördü."

(Necm Sûresi: 11,13) ayet-i kerime'lerinin tefsirinde:

14 - "MUHAMMED (SallALLAHu Aleyhi ve Sellem) Rabbini, gönlüyle iki kere gördü."

(Müslim, lman:77, No:i75/285,1/158) buyurduğu nakledilmiştir.


Bu hususta en açık ifadeyse, Atâ (Rahimehullah) yoluyla İbni Merdüveyh (Rahimehullah) in tahric ettiği:

"Resulullah (SallALLAHu Aleyhi ve Sellem), Rabbini gözüyle görmemiştir, ancak kalbiyle görmüştür." rivayetidir.

Bu rivayetler göz önüne alındığında İbni Abbas (RadıyALLAHu Anhuma) nın kabulüyle, Aişe (RadıyALLAHu Anha) ın inkârı arasını şu şekilde telif etmek mümkün olabilir:

Aişe (RadıyALLAHu Anha), göz görmesini inkâr etmiş, İbni Abbas (Radıyaiiahu Anhuma) da kalp görmesini kabul etmiştir.

Ancak şunu bilmek gerekir ki, buradaki gönül görüşünden maksat, mücerret bir bilgi olmayıp, kalbin yakînî görüşüdür.

Zira Resulullah (SallALLAHu Aleyhi ve Sellem) in devam üzere ALLAH'ı (Celle celaluhu) bilici olduğu sabittir.


Burada kalp görüşünü kabul edenin maksadı, başkaları için gözde yaratılan görüş gücünün, Resulullah (SallALLAHu Aleyhi ve Sellem) in kalbinde yaratıldığını söylemektir.

Zaten âdet, görmenin gözde yaratılması yönünda câri olsa da aklen görmenin belli bir uzva tahsisi şart değildir.

Böylece Ebû Zerr (Radıyaiiahu Anh) dan gelen: "O, bir nurdur, O'nu nasıl görebilirim?" rivayeti de vuzuha kavuşmuş olmaktadır ki, bu "ALLAH'ın (Celle celaluhu) Zat'mın nuru, benim, O'nu gözümle görmeme mani oldu." diye tefsir edilebilir.


İbni Huzeyme (Rahimehullah) isbat tarafını tercih edip, çok uzun deliller serdetmiş ve İbni Abbas (RadıyALLAHu Anhuma) dan gelen iki görüşün birini göze, birini kalbe hamletmiştir.

İmam-ı Ahmed (Rahimehullah) da Resulullah (SallALLAHu Aleyhi ve Sellem) in gördüğünü söyleyenlerdendir.

el-Hallâl (Rahimehullah) "Kitâbü's-sünne" isimli eserinde Mervezî (Rahimehullah) dan şu nakli yapmıştır:

Bir kere ben Ahmed'e "Aişe (RadıyALLAHu Anha) nın,

'MUHAMMED (SallALLAHu Aleyhi ve Sellem) Rabbini gördü diyen, ALLAH'a (Celle celaluhu)büyük bir iftirada bulunmuştur.' dediğini söylüyorlar.

Onun sözü ne ile reddedilecek?" dedim.

O da, Ebû Raf İ' (RadıyALLAHu Anh) dan rivayetle: "Resulullah (SallALLAHu Aleyhi ve Sellem) İn:

15 - "Rabbİmİ gördüm!..."

(Taberant, el-Mu'cemü'l Kebîr, No:938,1/317, ibni Hacer, Fethu'l Bârt, 8/475, Hatîb, Tarih-u Bağdad, No:5924, U/214, İbni Sa'd, et-Tabekatü'l Kura, 7/438) sözüyle reddedilir.

Resulullah (Sallalahu Aleyhi ve Sellem) in sözü, onun sözünden daha büyüktür." dedi.

Fakat Ahmed ibni Hanbel (Rahimehullah) dan

"Bu görüşün, baş gözleriyle olduğu" nu söylediğine dair yapılan rivayetler, nâkillerin tasarruflarından olsa gerektir.

Çünkü bu hususta kendisine ait sarih bir beyan yoktur

Kurtubî "el-Müfhim" isimli eserinde, bu hususta duraklayanların (Resulullah (SallALLAHu Aleyhi ve Sellem) in, Rabbini gördüğünü kabul edip, gözüyle mi kalbiyle mi konusunda kesin hükme varmayanların) görüşünü tercih etmiş ve muhakkik âlimlerden bir cemaate bu tercihi nisbet ederek şu sözleriyle bu reyini takviye etmiştir:

Bu konuda gözüyle mi kalbiyle mi olduğuna dair kat'î bir delil mevcut olmayıp, iki taifenin de nihaî delilleri, tevili kabil, çelişkili bir takım beyanlardır.

Bu konu, amelle ilgili meselelerden olmadığı için zanna dayalı delillerle yetinilemez. Bu mesele, neye nasıl inanılacağıyla alakalı konulara dahil olduğundan burada zanlara yer yoktur.

Çünkü zarının hakikati; "Düşünülmesi caiz olan iki hükümden birini ağır bastırmak"tan ibaret olduğu için şek ve şüphe mevzusuna girer ki bu da bir şey hakkındaki kesin ilim ve inanca ters düşer.

Dolayısıyla bu mevzuda kesin bir hükme varabilmek için ancak kat'î deliller bulunması gerekir,

(ibni Hacer, Fethu'l-Bârt, Necm Sûresi tefsiri, No:4855, 8/473-475, Buharî, Tefsir:338, No:4574, 4/1840, Kurtubî, Tefsir,7/57- 58, el-Müfhim, 1/401-403)

Tabi ki ALLAH'ın (Celle celaluhu) dünyada Resulullah (SallALLAHu Aleyhi ve Sellem) den başka hiçbir peygamber tarafından başgözleriyle görülmediği konusu ittifakla sabittir.

Zira, bir kişi görecek olsaydı o da, Ülü'l-azm peygamberlerden olan Musa (Aleyhisselâm) olurdu ki, onun ru'yet talebine ALLAH (Cele celaluhu):


لَنْ تَرَانِي


''...Asla beni göremezsin..."

(A'raf Sûresi:143'den) hitabıyla mukabelede bulunmuştur.

Resulullah (SALLAHu Aleyhi ve Sellem) in Miraç Gecesi görmesiyle ilgili bazı farklı rivayetler, geride nakledildiyse de, Kurtubî'nin de beyanı veçhile; kesin bir hükme varılmaması tercihe şayan görüldü.

Ancak; itikatta Müctehid sayılan, ikinci binin Müceddidi, İmam-ı Rabbanî Ahmed el-Farukî es-Serhendî (Kuddise Sırnıhu), Sûfî Kurban'ın "Resulullah (SALLAHlahu Aleyhi ve Sellem) in, Miraç Gecesi, Rabbini görmesi" ile ilgili sorusuna cevaben yazdığı mektubunda bu müşkili çok güzel bir şekilde halletmiştir.

Şöyle ki:

Muhakkak sen bana: "Ehl-i Sünnet ve'l-cemaat, ALLAH'ın (Celle celaluhu) dünyada görülmesinin vukuu olmadığına dair ittifak etmişlerdir.

O derece ki Ehl-i Sünnet ulemasının ekserisi, Resulullah (SaiiALLAHu Aleyhi ve Sellem) in, Miraç Gecesi Rabbini görmesini kabul etmemiş hatta Huccetü'l-İslâm (İmam-ı Gazalî) (Rahimehulah) bu görüşü en doğru kabul etmiştir.

Sen ise, mektuplarında, Resulullah (SaiiALLAHu Aleyhi ve Sellem) in dünyada Rabbini gördüğünü kabul ettiğini açıkladın.

Bunun izahı nasıl olur?" şeklinde bir sual yönelttin.

Ben de buna cevaben derim ki:

"Resulullah (SallALLAHu Aleyhi ve Sellem) in, Miraç Gecesi Rabbini görmesi dünyada olmayıp, bilakis ahirette vuku buldu.

Çünkü Resulullah (SallALLAHu Aleyhi ve Sellem), Miraç Gecesi mekan ve zaman dairesinden çıkıp, âlem-i imkan darlığından kurtulunca, ezel ile ebedi tek an olarak buldu, bidayet ve nihayeti (yaratılışın başını ve sonunu) tek nokta olarak gördü.

Bundan dolayı binlerce sene sonra cennete girecekleri gördü. Hatta fakir sahabîlerden beşyüz sene sonra cennete girecek olan Abdurrahman ibni Avf (Radıyaliahu Anh) in o müddet geçtikten sonra cennete girmiş olduğunu görüp,Ona, gecikmesinin Sirrini sordu.

(Zebidî, İthaf, 9/279, Irakî, el-Muğnî, No:3937,211087)

Dolayısıyla Miraç Gecesi vuku bulan görüş, ahiretteki ru'yete dahil olduğundan, ALLAH'ın (Celle celaluhu) dünyada görülmesinin vaki olmadığına dair olan icmaa zıt düşmez. Bu görüşe, dünya görüşü tabirini kullanmak ise, zahire mebni ve mecaza mahmuldür. Bütün işlerin hakikatlerini hakkıyla bilen ancak ALLAH'dır (Celle celaluhu)."

(Mektub no-283,1/305)

Gerçekten İmam-ı Rabbani Hazretlerinin bu beyanı çok isabetli olup, İbni Abbas (RadıyALLAHu Anhuma) nin, Resulullah (SallALLAHu Aleyhi ve Sellem) İn, Mevlâ Tealâ'yı gördüğünü açıkladığı:

وَلَقَدْ رَآهُ نَزْلَةً أُخْرَىعِندَ سِدْرَةِ الْمُنْتَهَىعِندَهَا جَنَّةُ الْمَأْوَى

"Andolsun kimuhakkak O'nu, Sidretü'l-Müntehâ'nm yanında önceden bir defa daha görmüştü ki, Cennetü'l-Me'vâ da onun yanındaydı."

(Necm Sûresi:13-15) ayet-i kerimelerine tamamen uygun düşmektedir.

Çünkü bu ayet-i kerimelerde ru'yetin, Sidretü'l-Müntehâ'da olduğu açıkça bildirilmiştir ki, Sidretü'l-Müntehâ da Me'vâ Cennetinin içindedir.


Ruhu'l-Beyan sahibi bu makamda şöyle bir izahta bulunmuştur:

ALLAH'ın (Celle celaluhu) görülmesinin ahirete bırakılması, ahiret, dünyanın kalbi olması sebebiyledir. Dünyada basarın (gözün) gördüğü işi ahirette basiret görecektir.

Dolayısıyla dünyada görülen zahirî göz ahirette gizli olacak, dünyada gizli olan basîret ise orada zahir olacak ki böylece her biri kendi durumuna göre, görüşe müsait hal alacaktır.

ALLAH'ın (Celle celaluhu) dünyada görülmesi ise, ikramın zirvesi olduğundan bu sadece Makam-ı Mahmud'un sahibi olan, yaratıkların en şereflisi MUHAMMED (SallALLAHu Aleyhi ve Sellem) e ihsan edilmiştir ki, o, Miraç Gecesi Rabbini, başının gözleriyle müşahede etmiştir.

Yani; sır ve ruh latîfeleriyle Rabbini görmüş, vücûd-u şerifinin tümü göz olmuştur. Çünkü o gece kendisi, evvela unsurlar (bütün cisimlerin kendilerinden derlendiği su, hava, toprak ve ateşten ibaret olan dört temel madde) âlemini, sonra tabiat (cisimler) âlemini daha sonra da ruhlar âlemini geçerek Âlem-i emr (duyuların ulaşmadığı manevî âlem)e ulaşmıştır.

Başta bulunan göz cisimler âlemindendir, Resulullah (SallALLAHu Aleyhi ve Sellem) de bütün bu âlemlerden soyutlandığından dolayı o makamda Rabbini bütün varlığıyla görmüştür.

İyi anla ki, ALLAH (Celle celaluhu) seni yolların en hayırlısına ulaştırsın. Çünkü bu makamda ibare bundan başkasına müsait değildir.
 

Suheda_nur

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
27 Eki 2007
Mesajlar
101
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
34
Konum
izmir
İKİNCİ MESELE

ALLAH'ın (Celle celaluhu) rüyada görülmesi
:

Sa'düddin-i Taftâzânî (Rahimehullah), Ömer-i Nesefî (Rahimehullah) a ait "Akaid metni"ne yazmış olduğu "Şerhi"nde, bu hususta şu açıklamada bulunmuştur:

"ALLAH'ın (Celle celaluhu) rüyada görülmesine gelince; selef-i salihin'in birçoğundan bu ru'yete mazhariyet naklolunmuştur. Tabi ki bunun, gözle değil de kalple olan bir nevi müşahededen ibaret olduğu gizli değildir."

(Taftâzânî,Şerhu'l-Akaid, Sh:134)

Ruhu'l-Beyan sahibi bu görüşü naklettikten sonra, seleften, ALLAH'ı (Celle celaluhu) rüyada görenlere misal olmak üzere, Ebu Hanife'yi (Rahimehullah) zikrettikten sonra bazı isimlere yer vermiştir:

Ebû Hanîfe (RadıyALLAHu Anh) in, ALLAH'ı (Celle celaluhu) rüyada yüz kere gördüğünü ve bunun meşhur bir kıssası bulunduğunu "ed-Dürrü'l-muhtar" sahibi Muhammed Alaaddin el-Haskefî (Rahimehullah) zikretmiş, İbni Abidin (Rahimehullah) da, bu eser üzerine yazdığı "Redd'ül-muhtar" namındaki meşhur haşiyesinde bu kıssayı Hafız Necm el-Gaytî (Rahimehullah) dan şöylece nakletmiştir:

İmam-ı Azam Ebû Hanife (RadıyALLAHu Anh) şöyle demiştir:

"Rüya âleminde Rabbü'l-izzeti doksandokuz kere gördüm. Sonra kendi kendime 'Eğer O'nu yüzüncü defa görürsem, elbette O'na, kıyamet günü, azabından kullarının ne ile kurtulacağını soracağım.' dedim.

Yüce ve münezzeh olan Rabbimi bir daha gördüğümde, "Ey Rabbim! Azametin yüce, övgün ulu ve isimlerin mukaddestir. Kıyamet günü mahlukat azabından ne ile kurtulur?" diye sorunca,

ALLAH (Celle celaluhu):

"Her kim sabah ve akşamdan sonra: 'Ebedî olan, sonu olmayan Zat'ı teşbih ederim! Bir olan, benzeri olmayan Zat'ı teşbih ederim! Tek olan, kimseye muhtaç olmayan Zat'ı teşbih ederim! Gökleri direksiz yükselten Zat'ı teşbih ederim! Yeri donuk su üzerine döşeyen Zat'ı teşbih ederim!

Bütün mahlukatı yaratıp, sayılarını tesbit eden Zat'ı teşbih ederim!

Rızıkları dağıtan ve kimseyi unutmayan Zat'ı tesbih ederim!

Hanım ve çocuk edinmeyen Zat'ı teşbih ederim!

Doğurmayan, doğurulmayan ve kendisi için hiçbir eş bulunmayan Zat'ı tesbih ederim! derse azabımdan kurtulur." buyurdu,

(lbn-i Abidin, Reddu'i-Muhtar, 1/35)

Şeyh Muhammed Ali ibni Hakîm et-Tirmizî (Rahimehulldh) buyurmuştur ki:

ALLAH (Celle celaluhu) Hazretlerini bin kere rüyamda gördüm ve O'na: "Ya Rabbi! Ben imanımı kaybetmekten korkuyorum." dedim. O da. bana: "Sabahın sünneti ile farzı arasında bir kere şu duayı okumamı emretti:

"Ey Hayy ve Kayyûm! Ey celâl ve ikram sahibi! Ey göklerin ve yerin yaratıcısı olan ALLAH'ım (Celle celaluhuh)! Senden kalbimi marifetinin nuruyla ebediyyen diriltmeni isterim. Ya ALLAH! Ya ALLAH! Ya ALLAH! (Celle celaluhu)"

Bir rivayette, bu duanın üç kere, diğer bir rivayette de kırk kere okunması emredilmiştir.

(Molla İlyas, Akaid-ü Taftazânî hamişinde, Sh:134)

Ebû Yezid el-Bestamî (Rahimehuiiah) şöyle demiştir:

"Rüyada Rabbimi gördüm de, O'na, 'Sana varan yol nasıldır?' diye sordum.

O: "Nefsini bırak ta sonra gel!" buyurdu

Rivayete göre, Hamza el-Karî (Rahimehullah), rüyada ALLAH'a (Celle celaluhu) başından sonuna kadar Kur'an-ı Kerim'i okudu. ALLAH'ın (Celle celaluhu):

وَهُوَ الْقَاهِرُ فَوْقَ عِبَادِهِ وَهُوَ الْحَكِيمُ الْخَبِيرُ


"O, kullarının fevkinde Kahir'dir..." (En'am Sûresi:18'den) ayet-i kerime'sine ulaşınca, ALLAH (Celle celaluhu) ona hitaben:

"Ey Hamza! (Huzurumda okuduğun için gaib ifadesini kullanmayı bırak ta) 'Sen Kahir'sin.diye hitap et." buyurdu.

Birçok hadis-i şerifte Resulullah (SallALLAHu Aleyhi ve Sellem) in, ALLAH'ı (Celle celaluhu) rüya âleminde gördüğü sahih olarak varid olmuştur.

Nitekim:

16 - Muaz İbni Cebel (RadıyALLAHu Anh) dan rivayet edildiğine göre, Resulullah (Sallaallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:

"Geceleyin kalkıp abdest aldım ve bana takdir edildiği (nasibim olduğu) kadar namaz kıldım. Derken namazda uyuklamaya başladım o dereceki ağırlaştım (ağır uyku bastırdı). Bir de Ulu ve Yüce olan Rabbimi en güzel surette gördüm."

(Tirmizî, Tefsir:39, No:3235, 5/368, Ahmed İbni Hanbel, Müsned, No:16621, 5/584, Âcûrî, eş-Şerî'a, No:1009, Sh.397, Hakim el-Müstedrek, No:1912-13, 1/702, Hatîb, Tarih-u Bağdâd, No:4253, 8/146, İbni Huzeyme, et-Tevhîd, No:321, 2/542, Ebu Ya'lâ, Müsned, No:2608, 4/475, Darimî, Ru'yâ:12, No:2073, 1/567, Hatîb-i Tebrîzî, Mişkâtü'l-Mesâbîh, No:725,26,1/230)

17 - İbni Abbas (RadıyALLAHu Anhuma) dan rivayet edilen bir hadis-i şerifte Resulullah (SallALLAHu Aleyhi ve Sellem):

"Ben Rabbim Tealâ'yı, üzerinde kırmızı bir elbise bulunan, tüysüz bir genç suretinde gördüm."

(Hatîb, Tarih-u Bağdad, No:5924, u/214) buyurmuştur.

İmam-ı Sübkî (Rahimehullah) bu hadis-i şerifi uydurma kabul etmişse de, Ali el-Muttakî (Rahimehullah) Taberanî (Rahimehullah) in "es-Sünne" isimli eserinden naklen bu manada üç hadis-i şerif zikretmiş ve Ebû Zür'a (Rahimehullah) ın "Bu hadis sahihtir." dediğini naklettikten sonra; bu görüşlerin rüyada görme manasına mahmul olduğunu beyan etmiştir.


(Ali el-Muttakî, Kenzü'l-ummal,No:1152-54,1/228)


Yine böylece Süyutî (Rahimehullah), Ebû Zür'a (Rahimehullah) dan "İbni Abbas (Radıyallahu Anhuma) nın

"bu hadisini ancak, Mutezile fırkasına mensup olanlar inkâr eder." sözünü naklettikten sonra şöyle demiştir:

"Eğer bu hadis-i şerif, rüyada görme manasına hamledilirse, anlaşılmasında bir zorluk yoktur.

Eğer uyanıkken görmesi söz konusuysa, üstadımız Kemaleddin ibni Hümâm (Rahimehullah) a bu sorulduğunda Bu, suret hicabıdır. diye cevap vermiştir."

(Süyutî, el-Leâli'l-masnû'a, 1/34)


 

Suheda_nur

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
27 Eki 2007
Mesajlar
101
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
34
Konum
izmir
Aclûnî (Rahimehullah), bu cevaptaki "Bu, suret hicabıdır." sözünden maksadın, "Tecelli-i sûrî (ALLAH'ın (Celle celaluhu) dilediği bir suret ve şekilde görünmesi)" olduğunu Ali el-Karî (Rahimehullah) dan naklettikten sonra şöyle demiştir:

"ALLAH'ın (Celle celaluhu), Zatı ve sıfatları hasebince birçok tecellîleri vardır. Lâkin Zatı itibarıyla cisim ve suretten münezzehtir."

(Aclûnî, Keşfu'l-hafâ, No:U09,1/436)

Ali el-Karî (Rahimehullah) "Mişkât şerhi"nde şu izahlarda bulunmuştur:

Eğer bu hadise rü'yada ise, o takdirde bir müşkilat yoktur, çünkü rüya gören kişi, şekilli olmayanı şekilli olarak, şekilli olanı da kendi şeklinin dışında bir şekille görebilir ki bu, ne görülen rüyada ne de görenin hafızasında bir bozukluk sayılmaz.

Bilakis bunun, tabir ilminde anlatılan bir takım sebepleri vardır. Eğer bu sebepler olmasaydı peygamberlerin rüyaları tabire muhtaç olmayıp görüldüğü gibi çıkardı. Nitekim Hazreti Ömer (r.a) hakkında gördüğü; entarisinin uzunluğunu, Resulullah (SallALLAHu Aleyhi ve Sellem), din (dininin sağlamlığı) ile tabir etmiştir.

(Buharı, lman:13, No:23,1/17)

Ayrıca Uhud harbine çıkmaya hazırlanırken kılıcının ucunda gördüğü kırıklığı, hezimet (bozgun)a yormuştur.

Yoksa bu rüyalarda görülenlerin aynıyla çıkması söz konusu değildir.

Dolayısıyla ALLAH'ın (Celle celaluhu) rüya âleminde herhangi bir güzel surette görülmesi, Zat'ının suret sahibi olmasını gerektirmediği gibi, şekilden münezzeh olma vasfına da ters düşmez.

Eğer bu görüş uyanıkken ise, nitekim Ahmed İbni Hanbel (Rahimehullah) in:

"Derken namazda uyuklamaya başladım. Uyanınca, bir de Ulu ve Yüce olan Rabbimi en güzel surette gördüm." şeklindeki rivayetinin zahiri buna delalet etmektedir.

Bu gibi hadislerin sıhhati sabit olduğu takdirde, selefin mezhebi üç hususu birleştirmektir:


1- Bunların zahirine inanmak,

2- Mahlukatın sıfatlarına uygun şekilde tefsir etmeyip, bütün keyfiyet ve şekilleri, ALLAH'ın (Celle celaluhu) Zatından nefyetmek (uzak tutmak),

3- Bu husustaki gizli ilmi ALLAH'a (Celle celaluhu) havale etmektir.

Çünkü ALLAH (Celle celaluhu), gayb perdelerinin arkasından Resulüne, dilediği şeyleri gösterebilir ki, bizim akıllarımız için onları anlamaya yol yoktur.


Lâkin bu zamanda sapık inançlar yaygınlaştığı için te'vili terketmek (işi zahirine bırakıp yorum yapmamak) insanların itikadı bakımından fitne mahallidir.

Bu yüzden, kesin hüküm vermemekle birlikte, ihtimalli konuşarak şeriata uygun yorumlarla te'vil yapıp, seran hiç caiz olmayan manalarla yorumlanmasının Önünü kesmeye müsaade vardır.

(Ali el-Karî,Mirkatü'l-mefâtîh, No:725,2/427)

Ruhu'l Beyan tefsirinde zikredildiğine göre;

Rubûbiyyet sıfatına sahip olduğu halde, ALLAH (Celle celaluhu) Hazretlerinin, insanî surette tecellîsinin sırrı şöyle açıklanabilir: İnsanın hakikati (halk ve emir latifelerini bir arada bulundurduğu için), diğer bütün varlıkların hakikatlerinin en camiiyyetlisidir.

Çünkü ALLAH (Celle celaluhu), insanı halife seçip, dünya ve ahiret hazinelerine onu mühürdar (yetkili) kılınca, İlahî isimlerinin tümünün suretleri, unsurî ve ruhanî neşetleri (maddî ve manevî iki ciheti) kendinde toplayan insan bünyesinde zuhur etmiştir.

Nitekim:


18 - Ebû Hureyre (RadıyALLAHu Anh) dan rivayet edilen:

"ALLAH (Celle celaluhu), Âdem'i kendi sureti üzere yarattı..." (Buharî, istizanı, No:5873,5/2299) hadis-i şerifi, bu manaya işaret etmektedir. Hak Tealâ hakkında, "Suret" tabirini kullanmak zahirî ulemaya göre mecazdır.

Çünkü bu tabir gerçek olarak ancak mahsusat (elle tutulup gözle görülen şeyler) hakkında kullanılmakta olup, ma'kulatta istimali (duyularla hissedilmeyip, akılla bilinen şeyler hakkında kullanılması) mecazdır.

Hakikat âlimlerine göreyse;

"Suret" tabiri, hakikaten ALLAH'a (Celle celaluhu) itlak edilebilir. Çünkü âlem-i kebir (bütün yaratıkları içine alan büyük âlem)in tamamı, ALLAH'ın (Celle celaluhu) yüce isimlerinin icmalen ve tafsilen (toplu halde ve ayrıntılı şekilde) mazhar (belirdiği sahalarından ibarettir.

Kâmil insan da, camiiyyeti açısından ALLAH'ın (Celle celaluhu) isim ve sıfatlarının suretlerinin mazharıdır. Eğer sen "İdrak çeşitlerinin en kuvvetlisi görmek midir, yoksa bilmek midir?" diyecek olursan, derim ki: "Görmenin daha kuvvetli olduğu söylenmiştir. Bundan dolayı müminler ALLAH'ı (Celle celaluhu) bilmekten aldıkları lezzetin fevkinde, cemalini görmekle lezzet bulacaklardır.


İmam(-ı Gazalî) "İhya"da şöyle demiştir:

Görmek, bir nevi keşif ve ilimse de, umumi bilgiden daha net ve mükemmeldir. ALLAH'a (Celle celaluhu) cihetsiz olarak ilmin tealluku caiz olduğuna göre, yine hiçbir yön mevzu bahis olmaksızın görmenin tealluku da mümkündür.

Nasıl ki ALLAH (Celle celaluhu), şekilsiz ve sûretsiz olarak bilinebiliyorsa, yine böylece hiçbir keyfiyyet ve suret söz konusu olmadan görülmesi de caizdir.

Meşayıhtan bazısı şöyle demiştir:

Ru'yet marifetten daha evladır. Çünkü arifler, visal menzillerine müştak iseler de, vasıllar marifet makamlarına aşık değillerdir. Bazısı da şöyle demiştir: Marifet, eltaf, ru'yet ise eşreftir (ALLAH'ı (Celle celaluhu) bilme makamı daha latîf ve hoş ise de cemalini görmek daha şereflidir).

Üftâde Efendi (Kuddise Sırruhu) şöyle demiştir:

"Âlimlerin vuslatı, ilim ve istidlallerine göredir. Kâmillerin vuslatı ise, müşahede ve ayanları miktarıncadır. Fakat ALLAH'ı (Celle celaluhu) müşahede, diğer varlıkları görmek gibi değildir.

Çünkü O, şekilden, zamandan ve mekandan münezzehtir. Bilakis O'nu müşahede etmek, görenin varlığı tamamen darmadağın olup, yok olduğu anda, hakikî varlığın zuhur ve inkişafından ibarettir."

Ruhu'l Beyan sahibi İsmail Hakkı Efendi bu nakillerden sonra şöyle demiştir:

Ben derim ki; bu izahlardan anlaşıldığı üzere, kendi öz zatından, sıfatlarından ve fiillerinden fani olup (geçip), beşeriyet ve hüviyet (insanî kimlik)inden ayrılan kişinin, tam bir insilah (maddî alâkalarından sıyrılmas)mdan sonra, dünyada ALLAH'ı (Celle celaluhu) (basarı <kafa gözü> ile değil de) basireti (gönül gözü) ile görmesi caizdir.

"Tecellî, kadim vasıflarla olduğu için, Kelîm'in, hadis vasfına münasip düşmedi."

Bu husus, güneşin ziyası gibi parlak olup, inkâr edenin davası delilsiz kalır. Çünkü kalp âlem-i melekûtten olup, basiret onun gözü gibidir.

Melekût âlemi, zaman, mekan, yön, şekil gibi mülk âleminin ilgi alanına giren vehme dayalı kayıtlardan mutlak ve azade olduğundan birbirine kıyası mümkün değildir. Bu yüce matlabın gerçek zevki, ancak sülük (tasavvuf yoluna girip çalışmak) ile bilinebilir.

Hafız (Kuddise Sırruhu) ne güzel bir ifadeyle:

"Şeker, tadının kemâlini riyazattan sonra buldu, O sebepten dar kamışın içinde yer tuttu." buyurmuştur ki, Sey-yid Muhammed Vehbi Efendi bu beytin işarî manasını şöyle açıklamıştır:


ALLAH'ın (Celle celaluhu), "Muhakkak zorlukla beraber kolaylık vardır." (inşirah Sûresi:6) kâvl-i şerifinin sırrınca, kolaylık güçlükten sonra elde edilir.

Nitekim, leziz şeker bile tadının kemâline, riyazat, bela ve meşakkatten sonra erdi. Bu sebeptendir ki, şeker evvela dar kamışın büklümünde mekan tuttuktan sonra süzülüp, lezzet ve kıymet elde etti.

(Şerh-i Dîvan-ı Hafız, 1/762)

Allâme Savî (Rahimehullah) in beyanına göre;

ariflerin kalplerinin dünyada ALLAH (Celle celaluhu) Hazretlerini görmesi, yani; kalbin herşeyde ALLAH'ı (Celle celaluhu) müşahede etmesi caiz olmaktan öte, onların tek istekleri ve nihaî maksatlarıdır.

Nitekim ariflerden İbnü'l Fârıd (Kuddise Sırruhu):

"Ey Rabbim! Sevgili dostun, peygamberimiz,

Hakkı için ki, senin o resulün, tevazulu bir Seyyiddir.

Dostlarla beraber bizi o ru'yetine nail kıl ki,

Velilerin kalpleri ona koşuşmaktadır.

Kapın, maksuttur, fazlın ise ziyade,

Cömertliğin mevcuttur, affın ise çok geniş."

(ibni Fârıd, Divan, sh:102)

mısralarıyla bu ru'yeti talep etmiştir. ALLAH'ın (Celle celaluhu) rüyada görülmesi de bu kabildendir.


İmam-ı Nablusî (Rahimehullah), İbni Farıd Divanı'na yapmış olduğu şerhte şu nakli yapmıştır:

İbni Farıd (Kuddise Sırruhu) vefat edeceği anda cennet ona göründü de o, ona nazar eder etmez büyük bir nara attı, ah çekti, ağlayarak rengi değişti ve:

"Eğer benim size olan sevgideki makamım.

Bu gördüklerimden ibaretse, muhakkak ki günlerimi zayi etmişim. Birtakım kuruntular ki, ruhum bir zaman onlarla teselli buldu, Bu günse onları karışık rüyalardan ibaret görüyorum." dedi.

Yani, "Sevenin gayesi, sevgilisini görmekten başka bir şey değildir. Eğer başka bir gayesi varsa gerçek sevici değildir, çünkü bir kalp iki şeye tahammül etmez. Dolayısıyla ibni Farıd (Kuddise Sırruhu) şöyle buyurmak istemiştir:

Benim, geçen dünya günlerimde yapmış olduğum bütün mücahede ve ibadetlerin karşılığı, ahiretin yaldızlarına kavuşmaktan ibaret kalacaksa, benim esas gayem ve maksadım olan sevgilimin cemalini görme şerefi elime geçmediğinden günlerimi zayi etmişim demektir.

Benim aradığım makam ve kendisine kavuşmak için Ömrümü yolunda tükettiğim rütbe bu değildi. Çünkü muhabbet lisanı bundan fazlasını ister. Demek ki benim, ALLAH'a (Celle celaluhu) sülük yoluna girdiğimden beri dünyada şeriata uygun surette nefisle mücadelelerim ve makbul hallere nailiyetle geçirdiğim günlerim birtakım temennilerden ibaret kalmış ki, ruhum bir müddet onlarla oyalanmış.

Bu gün ise karşıma: "Canların isteyeceği ve gözlerin hoşlanacağı (herşey), onda (cennette) vardır." (Zuhruf Sûresi:7i'den) ayet-i celile'sinde beyan edildiği üzere, avam müminlerin beşerî nefislerince arzuladıkları şehevanî istekler ve maddî güzelliklerle ilgili bu cennet nimetleri çıkarak, maksadım olmayan ve hiç beklemediğim şeylerle karşılaşınca, geçen günlerimde elde ettiklerimin tümünün bozuk hayallerden ibaret karışık rüyalar olduğunu zannettim.

Çünkü eserde:

"insanlar uykudadır, ölünce uyanırlar."

(Ali el-Karî, el-Esrârü'l Merfûa, No:555, Sh.353, Aclûnî, Keşfü'l Hafâ,No:2795,2/312) varid olmuştur."

Şeyh bunları dedikten sonra, kendisine:

"Ey Ömer! Ne arzu ediyorsun?" diyen bir münâdî işitince:

"Uzun zamandır senden bir bakış temenni ederim,

Amma benim maksadıma ulaşamadan nice kanlar heder oldu." dedi
 

Suheda_nur

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
27 Eki 2007
Mesajlar
101
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
34
Konum
izmir
Yani, "Uzun zamandır seni bir kere görmeyi arzularım ama bunu nasıl elde edebilirim ki? Senin gibi bir sevgiliyi gördüklerini iddia eden nice büyüklerin kanları, zahir ulemasının inkârları yüzünden şeriatın zahirini koruma gereği heder oldu. (Hallaç gibi niceleri bu yüzden öldürüldü.)

Halbuki onlara göre de bunun caiz olup olmadığı hususunda ihtilaf mevcut olup, itimada şayan görüş, dünyada ve ahirette caiz oluşudur." dedikten sonra yüzü ay gibi parlak bir halde tebessüm buyurarak vefat etti. Bunun üzerine hazırûn onun meramına nail olduğunu anladılar.

Demek ki ALLAH (Celle celaluhu) ona, makamına yakışan bir ru'yeti müsamaha
buyurdu.

(Abdülğanî en-Nablusî, Şerh-u Divan-ı Îbni'l-Fand, Sh:163-164,259-260)

Muhyiddîn-i Arabî (Kuddise Sırruhu), "el-Fütûhât"ın dörtyüzondördüncü babında, "ALLAH'ın (Celle celaluhu) rüyada görülmesi" konusunu, eşsiz üslubuyla şöyle izah etmiştir:

Rüyada, Rabbini herhangi bir surette alenen görüp te, "Ben Rabbimi şu surette gördüm." diyen kişi bu sözünde sadık olup:

لَيْسَ كَمِثْلِهِ شَيْءٌ

"...O'nun misli hiçbir şey yoktur..." (Şûra Sûresi:11'den) ayet-i celile'siyle çelişkiye düşmez. Çünkü diğerlerinin aksine, ALLAH'ın (Celle celaluhu), kendi Zatı için dilediği sonsuz suretlerde tecellî edebilme imkanı olduğundan bu hususta da misli yoktur.

Zira değişik suretlere girebilen melekler ve tasarruf sahibi bazı ruhlar ALLAH'ın (Celle celaluhu): "Ol" emriyle meydana gelen özel surete girebilirler.

Nitekim:

فِي أَيِّ صُورَةٍ مَّا شَاء رَكَّبَكَ

"Dilediği herhangi bir surette seni terkib etti." (infitâr Sûresi:8) ayet-i kerime'sinde beyan ettiği üzere; ALLAH (Celle celaluhu) insanı kendi dilemesi şartıyla her sureti kabul edebilecek bir mizaç üzere derleyip bir araya getirdiyse de, bu terkibi insana bırakmayıp, kendine ait kıldı.

Dolayısıyla yaratıkların aldığı suretler hakkında, ALLAH'ın (Celle celaluhu) dilemesi şartı mevcut olup, ALLAH'a (Celle celaluhu) nisbet edilen suretler hakkında ise, hiçbir varlığın etkisi olmaksızın: "O, dilediği surette görünür." denilebileceğinden bu hususta bir karışıklığa mahal yoktur.

ALLAH'ın (Celle celaluhu) yaratıklarına görünmesi ancak bir suretle olursa da, O'nun suretleri her tecellîde farklı olur. Çünkü O, aynı surette iki kere tecellî buyurmayacağı gibi, iki şahsa da aynı surette görünmez. Hal böyle olunca da ne aklın, ne de gözün, işin gerçeğini kavrama imkanı kalmaz.

Zira akıl, O'nu hangi suretle kayıtlamaya kalkarsa, başka bir suretle değişik bir tecellîde zuhur etmesiyle o kayıt bozulur. ALLAH (Celle celaluhu), şanına yakışan bütün suretlerde tecellî buyurduğu vakitte, tecellî sahibinin ALLAH (Celle celaluhu9 olduğunda hiç şek ve şüphe edilemez.

Ancak kişiye inancının dışında bir tecellî yaparsa, o vakit ondan sığınılır. Nitekim sahih hadis-i şeriflerde bu konu geçmektedir.

(Buhari, Rikat.52,No:6204,5/2403, Müslim, lman:81, No:182,1/164)

O halde anlaşılan şudur:

Haddi zatında ve işin gerçeğinde ALLAH'ın (Celle celaluhu) bir olan Zatı vardır ki, farklı suretlerde görünme imkanına sahip olan O Zat'in, ne mahiyeti ne de keyfiyeti asla bilinemez.

İllâ bir keyfiyet konuşulması gerekirse o zaman: "O'nun keyfiyeti, dilediği suretlerde zuhur etmesidir." denilebilir ki, şanına yakışan bütün suretler bu dilemeye tabi olabileceğine göre, (var olanı dilemeye hacet olmadığından) dilenebilecek herşey de şüphesiz yok olduğuna göre, burada belli bir suret ve keyfiyetten bahsedilemez.

(îbni Arabî,el-Fütûhâtü'l-Mekkiyye, 7/27-29)
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt