" Allah'ım! Bizim Sana karşı olan alaka ve sevgimiz hatırına değil, Senin bize karşı muhabbetin hürmetine bizi affet ve işlerimizi âsân eyle.” amin
Allah ve Resûlü'nü Ne Kadar Seviyoruz?
Her mümin, Allah'ı ve Resûl-ü Ekrem(sav)'i sevdiğini ifade eder. Vâkıa bu sevgi, anne ve babanın evladını sevmesi gibi değildir.
Çünkü, anne ve babanın evladına karşı derin alakası ve şefkati fıtridir, yaratılıştan gelen bir şefkattir. Allah, daha baştan bu şefkati onların mahiyetlerine koymuştur. Bu itibarla, sevmemek onların ellerinde değildir.
Bizim Allah'ı ve Resûlullah(sav)'ı sevmemize gelince, o, önce irade ile başlar. Biz idrakimize açılan kapılarla ve şuurumuzla bu sevgiyi elde ederiz. Yani Allah'ı bilmesek, irfanına eremesek, Fahr-i Kâinat Efendimiz(sav)'i büyük icraatları ve muhteşem davetiyle tanımasak sevemeyiz. Şuur, bir kapı aralar ve biz onunla onları tanıma lütfuna erer ve severiz.
Tanıma ve bilme, irfan haline gelince irade de silinir gider. Mesela, Fahr-i Kâinat Efendimiz(sav)'i bize getirdiği esaslarla tanırız. O'nun neşrettiği nur sayesinde kâinatın şenlikle dolduğunu müşahede ederiz. Önümüzü aydınlatan beyanları ve örnek hayatı karşısında dize gelir ve Resûlullah(sav)'ı severiz. Bu noktadan sonra mesele iradi olmaktan çıkar, artık bir aşk-meşk devri başlar ve elimizde olmayarak Nebiler Serveri(sav)'e bağlanırız.
Diğer taraftan, kalbimizin O'nunla ciddi bir irtibatı varsa, Fahr-i Kâinat Efendimiz(sav)'in de bizimle güçlü bir münasebeti olacaktır. Şayet gönlümüz O'nunla bağlantıya geçmiş ise, zaten her zaman ümmetiyle alakadar olan Allah Resûlü (sav) de bizim frekansımızdan bize bir şeyler verecektir; O'ndan gelen her esinti bizde ma'kes bulacak, bizdeki bir hava da O'nun atmosferine aksedecektir.
Duası Arşı Titretmişti
Bu sevgi bağına nâil olmuş öyle Hak dostları vardır ki, Efendimiz(sav)'in huzurunda her zaman onların nazı geçer. Hadis âlimlerinden bir zat bu mevzuyla alakalı şöyle bir hâdise anlatır: Uzun zamandır Haremeyn-i Şerifeyn'e yağmur yağmıyordu. Bu sebeple herkes yağmur duasına çıkıyordu. Onların içerisinde ben de vardım. Yapılan bütün dualara rağmen gökten rahmet inmiyor, yakarışlara icabet edilmiyordu. Bir gece Ravza-i Tâhire'deyken üzerinde eski elbiseler olan siyahi bir insan gördüm. Allah Resûlü(sav)'in mübarek ravzasında, huzur-u Risâlet Penâhî'de oturdu. Ridasını omuzuna atıp ulu dergahta bir dilenci edasına büründü ve " Ya Resûlallah! Ne zamana kadar ümmet-i Muhammed böyle dağidar ve perişan olacak? Re'fet ve şefkatin buna müsaade edecek mi? Yemin ediyorum ki, şayet yağmur yağmazsa buradan başımı kaldırmayacağım. Ne olur, ümmetine medet et ve Hak nezdinde rahmete vesile ol!" deyip O'na tevessül ederek Allah'a yalvardı. Bu insan, başını kaldırmadan şakır şakır yağmur yağmaya başladı. Ertesi gün arayıp evini buldum ve içeriye girdim. O şahsa bir evvelki gece kendisini gördüğümü ve yaptığı duasına muttali olduğumu anlattım. Beni dinleyince birdenbire o Hak aşığının rengi kaçtı ve benzi sararıp soldu. Ertesi gün yeniden evine gittiğim zaman ev sahipleri bana, " Allah senin hayrını versin Yâ İmam! Sen bizim aziz misafirimizi kaçırdın. O, gizli bir hazine olarak kalmak istiyordu. " Halime nigehban oldular! " düşüncesiyle çekti gitti. Nereye gittiğini bilmiyoruz." dediler.
Evet, bir de, Allah ve Resûlullah(sav)'ı bu denli seven naz makamının insanları vardır. Bu kutlular, iradelerinin hakkını çoktan vermiş ve irfan serhaddine ulaşmış kahramanlardır ki, onlar Allah'ı hakiki mahbub, yegane maksud ve mutlak mâbud olduğu için severler, Resûlullah(sav)'a da O'nun en güzel kulu ve yanıltmayan tercümanı olduğu için muhabbet beslerler. Sevgileri için bundan başka da sebep aramazlar. Resûl-ü Ekrem Efendimiz(sav), "Eğer yemin etse Allah onu yalancı çıkartmaz." diyerek o türlü insanlardan bahsetmiştir. Bu mertebe, o âlemle bu âlem arasında, yani kalb ve ruh ufkunda güçlü bir irtibatın teessüsüdür ki, bunun sahih bir hadiste izah ve ifade edildiğini görürüz. Kudsi bir hadiste Allah (celle celâluhu) Cibril’e şöyle buyurur: " Ben falanı seviyorum, sen de sev. O da gökte durup sema ehline seslenir: " Allah falanı seviyor, ben de seviyorum, siz de sevin! " der.
Seven, Sevdiğine İtaat Eder
Bu ufku yakalayan mübarek zatlardan birisi de Râbia Adeviye Hazretleri'dir. " Rabbim, yemin ederim ki, Sana Cennet talebiyle kulluk yapmadım; Seni sevdim ve kulluğumu ona bağladım. " diyen bu azize kadın bir keresinde şöyle niyaz eder: " Allah'ım! Benim Sana karşı olan alaka ve sevgim hatırına değil, Senin bana karşı muhabbetin hürmetine beni affet ve işlerimi âsân eyle." O, öyle mualla bir mevkiye çıkmıştır ki, kendi sevgisinden ve o sevginin karşılıksız kalmayacağından emindir; Allah'ın kendisine olan muhabbet ve alakasının derinliğini müşahede etmiş ve duasına onu vesile yapmıştır.
İşte konunun hülasası, Hakk'a âşık bu kadının şu sözlerinde gizlidir: " Allah'a isyan edip durduğun halde O'nun muhabbetinden dem vuruyorsun ... Kasem ederim bu anlaşılır gibi değil! Eğer muhabbetinde sâdık olsaydın O'na itâat ederdin; çünkü seven sevdiğine itâat eder." Evet, sevginin iki önemli esası vardır: Biri, her zaman Sevgili'nin hoşnutluğunu takip etmektir; diğeri ise kalbi, O'nunla alâkalı olmayan her şeye karşı bütün bütün kapamaya çalışmaktır.
Cenab-ı Hak, dilerse, gedaya sultanlık bahşeder. Liyakatimiz olmamasına rağmen, Allah bizi de kendi kapısında birer mecnun kılsın; bizi sevsin ve ruhlarımızı sevgi iksiriyle şenlendirsin.
Allah ve Resûlü'nü Ne Kadar Seviyoruz?
Her mümin, Allah'ı ve Resûl-ü Ekrem(sav)'i sevdiğini ifade eder. Vâkıa bu sevgi, anne ve babanın evladını sevmesi gibi değildir.
Çünkü, anne ve babanın evladına karşı derin alakası ve şefkati fıtridir, yaratılıştan gelen bir şefkattir. Allah, daha baştan bu şefkati onların mahiyetlerine koymuştur. Bu itibarla, sevmemek onların ellerinde değildir.
Bizim Allah'ı ve Resûlullah(sav)'ı sevmemize gelince, o, önce irade ile başlar. Biz idrakimize açılan kapılarla ve şuurumuzla bu sevgiyi elde ederiz. Yani Allah'ı bilmesek, irfanına eremesek, Fahr-i Kâinat Efendimiz(sav)'i büyük icraatları ve muhteşem davetiyle tanımasak sevemeyiz. Şuur, bir kapı aralar ve biz onunla onları tanıma lütfuna erer ve severiz.
Tanıma ve bilme, irfan haline gelince irade de silinir gider. Mesela, Fahr-i Kâinat Efendimiz(sav)'i bize getirdiği esaslarla tanırız. O'nun neşrettiği nur sayesinde kâinatın şenlikle dolduğunu müşahede ederiz. Önümüzü aydınlatan beyanları ve örnek hayatı karşısında dize gelir ve Resûlullah(sav)'ı severiz. Bu noktadan sonra mesele iradi olmaktan çıkar, artık bir aşk-meşk devri başlar ve elimizde olmayarak Nebiler Serveri(sav)'e bağlanırız.
Diğer taraftan, kalbimizin O'nunla ciddi bir irtibatı varsa, Fahr-i Kâinat Efendimiz(sav)'in de bizimle güçlü bir münasebeti olacaktır. Şayet gönlümüz O'nunla bağlantıya geçmiş ise, zaten her zaman ümmetiyle alakadar olan Allah Resûlü (sav) de bizim frekansımızdan bize bir şeyler verecektir; O'ndan gelen her esinti bizde ma'kes bulacak, bizdeki bir hava da O'nun atmosferine aksedecektir.
Duası Arşı Titretmişti
Bu sevgi bağına nâil olmuş öyle Hak dostları vardır ki, Efendimiz(sav)'in huzurunda her zaman onların nazı geçer. Hadis âlimlerinden bir zat bu mevzuyla alakalı şöyle bir hâdise anlatır: Uzun zamandır Haremeyn-i Şerifeyn'e yağmur yağmıyordu. Bu sebeple herkes yağmur duasına çıkıyordu. Onların içerisinde ben de vardım. Yapılan bütün dualara rağmen gökten rahmet inmiyor, yakarışlara icabet edilmiyordu. Bir gece Ravza-i Tâhire'deyken üzerinde eski elbiseler olan siyahi bir insan gördüm. Allah Resûlü(sav)'in mübarek ravzasında, huzur-u Risâlet Penâhî'de oturdu. Ridasını omuzuna atıp ulu dergahta bir dilenci edasına büründü ve " Ya Resûlallah! Ne zamana kadar ümmet-i Muhammed böyle dağidar ve perişan olacak? Re'fet ve şefkatin buna müsaade edecek mi? Yemin ediyorum ki, şayet yağmur yağmazsa buradan başımı kaldırmayacağım. Ne olur, ümmetine medet et ve Hak nezdinde rahmete vesile ol!" deyip O'na tevessül ederek Allah'a yalvardı. Bu insan, başını kaldırmadan şakır şakır yağmur yağmaya başladı. Ertesi gün arayıp evini buldum ve içeriye girdim. O şahsa bir evvelki gece kendisini gördüğümü ve yaptığı duasına muttali olduğumu anlattım. Beni dinleyince birdenbire o Hak aşığının rengi kaçtı ve benzi sararıp soldu. Ertesi gün yeniden evine gittiğim zaman ev sahipleri bana, " Allah senin hayrını versin Yâ İmam! Sen bizim aziz misafirimizi kaçırdın. O, gizli bir hazine olarak kalmak istiyordu. " Halime nigehban oldular! " düşüncesiyle çekti gitti. Nereye gittiğini bilmiyoruz." dediler.
Evet, bir de, Allah ve Resûlullah(sav)'ı bu denli seven naz makamının insanları vardır. Bu kutlular, iradelerinin hakkını çoktan vermiş ve irfan serhaddine ulaşmış kahramanlardır ki, onlar Allah'ı hakiki mahbub, yegane maksud ve mutlak mâbud olduğu için severler, Resûlullah(sav)'a da O'nun en güzel kulu ve yanıltmayan tercümanı olduğu için muhabbet beslerler. Sevgileri için bundan başka da sebep aramazlar. Resûl-ü Ekrem Efendimiz(sav), "Eğer yemin etse Allah onu yalancı çıkartmaz." diyerek o türlü insanlardan bahsetmiştir. Bu mertebe, o âlemle bu âlem arasında, yani kalb ve ruh ufkunda güçlü bir irtibatın teessüsüdür ki, bunun sahih bir hadiste izah ve ifade edildiğini görürüz. Kudsi bir hadiste Allah (celle celâluhu) Cibril’e şöyle buyurur: " Ben falanı seviyorum, sen de sev. O da gökte durup sema ehline seslenir: " Allah falanı seviyor, ben de seviyorum, siz de sevin! " der.
Seven, Sevdiğine İtaat Eder
Bu ufku yakalayan mübarek zatlardan birisi de Râbia Adeviye Hazretleri'dir. " Rabbim, yemin ederim ki, Sana Cennet talebiyle kulluk yapmadım; Seni sevdim ve kulluğumu ona bağladım. " diyen bu azize kadın bir keresinde şöyle niyaz eder: " Allah'ım! Benim Sana karşı olan alaka ve sevgim hatırına değil, Senin bana karşı muhabbetin hürmetine beni affet ve işlerimi âsân eyle." O, öyle mualla bir mevkiye çıkmıştır ki, kendi sevgisinden ve o sevginin karşılıksız kalmayacağından emindir; Allah'ın kendisine olan muhabbet ve alakasının derinliğini müşahede etmiş ve duasına onu vesile yapmıştır.
İşte konunun hülasası, Hakk'a âşık bu kadının şu sözlerinde gizlidir: " Allah'a isyan edip durduğun halde O'nun muhabbetinden dem vuruyorsun ... Kasem ederim bu anlaşılır gibi değil! Eğer muhabbetinde sâdık olsaydın O'na itâat ederdin; çünkü seven sevdiğine itâat eder." Evet, sevginin iki önemli esası vardır: Biri, her zaman Sevgili'nin hoşnutluğunu takip etmektir; diğeri ise kalbi, O'nunla alâkalı olmayan her şeye karşı bütün bütün kapamaya çalışmaktır.
Cenab-ı Hak, dilerse, gedaya sultanlık bahşeder. Liyakatimiz olmamasına rağmen, Allah bizi de kendi kapısında birer mecnun kılsın; bizi sevsin ve ruhlarımızı sevgi iksiriyle şenlendirsin.