ALLAH SENİ GÖRÜYOR
Allah adamlarından olan bu mübârek zât,
Bir gün “Şükür” hakkında şöyle etti nasîhat:
(Sâdece ağız ile şükretmek, şükür olmaz.
Yâhut da kifâyetsiz şükür olur, gâyet az.
Asıl “Şükür” odur ki, vücûdun her âzâsı,
“Günâh”tan kaçmalıdır, budur işin esâsı.
Meselâ “Göz”ün şükrü, bakmamaktır “Haram”a.
Yâni haram önünde, olmalı sanki âmâ.
Diğer âzâlar dahî işlemezse tek “Haram”,
Ancak böyle yapanlar şükretmiş olurlar tam.)
Yine bir sohbetinde buyurdu ki: (Bir kimse,
“Günâh” işlediğine pişmânlık duyar ise,
Bu hâli, onun için bulunmaz bir nîmettir.
Zîrâ bu pişmânlığı, onun “Tövbe” demektir.
Küçük günâha devam, olur “Günâh-ı ekber”.
Büyük günâha devam, kulu küfre sürükler.)
Bir gün de, bir genç geldi bu “Velî”nin yanına.
Dedi ki: (Ey efendim, duâ ediniz bana.
Gözlerimi, yabancı kadınlara bakmaktan,
Hiç men edemiyorum, korkuyorum yanmaktan.
Ne olur, bu hususta bana yardım ediniz.
Bu babta nedir bana tavsiye ve emriniz?)
Buyurdu ki: (Evlâdım, sen ona baktığın an,
Bil ki, Hak teâlâ da sana bakar o zaman.
Ve senin, o kadını görmenden daha fazla,
Rabbin seni görüyor, unutma bunu aslâ.
Sen O’nu görmesen de, görüyor seni Allah.
Öyleyse O görürken, işlenir mi hiç günâh?)
Bu söz, ziyâdesiyle tesir etti o gence.
Bütün “Günâh”larına tövbe etti hemence.
Artık çirkinliğini gördü her bir “Günâh”ın.
Rabbânî tesir vardır sözünde evliyânın.
Bir gün de buyurdu ki: (Hâlis olan müslümân,
Sarılır emirlere, kaçınır her “Günâh”tan.
Bilir ki, imtihâna gelmiştir bu dünyâya.
Eğiktir boynu her an Allahü teâlâya.
Kaçınır her “Günâh”tan, aslâ uymaz nefsine.
Bilir ki kendi nefsi, düşmandır kendisine.
Ey insanlar, “Haram”dan kaçın tam hakkı ile.
Zîrâ kulun kıymeti, ölçülür “Takvâ” ile.
“Nefis”, bir canavardır, aslâ doymaz “Günâh”tan.
Karşı gelmekten başka, kurtuluş olmaz ondan.)
Bir gün de buyurdu ki: (Sevin birbirinizi.
Eğer ki bir müslümân, üzerse bir gün sizi,
Kusûru, kendinizde arayın önce hemen.
Hiç onda aramaya kalkışmayın kat’iyyen.
Deyin: “Ben yapmışım ki bir günâhı muhakkak,
O kişi üzdü beni bu ameli yaparak.”)
Allah adamlarından olan bu mübârek zât,
Bir gün “Şükür” hakkında şöyle etti nasîhat:
(Sâdece ağız ile şükretmek, şükür olmaz.
Yâhut da kifâyetsiz şükür olur, gâyet az.
Asıl “Şükür” odur ki, vücûdun her âzâsı,
“Günâh”tan kaçmalıdır, budur işin esâsı.
Meselâ “Göz”ün şükrü, bakmamaktır “Haram”a.
Yâni haram önünde, olmalı sanki âmâ.
Diğer âzâlar dahî işlemezse tek “Haram”,
Ancak böyle yapanlar şükretmiş olurlar tam.)
Yine bir sohbetinde buyurdu ki: (Bir kimse,
“Günâh” işlediğine pişmânlık duyar ise,
Bu hâli, onun için bulunmaz bir nîmettir.
Zîrâ bu pişmânlığı, onun “Tövbe” demektir.
Küçük günâha devam, olur “Günâh-ı ekber”.
Büyük günâha devam, kulu küfre sürükler.)
Bir gün de, bir genç geldi bu “Velî”nin yanına.
Dedi ki: (Ey efendim, duâ ediniz bana.
Gözlerimi, yabancı kadınlara bakmaktan,
Hiç men edemiyorum, korkuyorum yanmaktan.
Ne olur, bu hususta bana yardım ediniz.
Bu babta nedir bana tavsiye ve emriniz?)
Buyurdu ki: (Evlâdım, sen ona baktığın an,
Bil ki, Hak teâlâ da sana bakar o zaman.
Ve senin, o kadını görmenden daha fazla,
Rabbin seni görüyor, unutma bunu aslâ.
Sen O’nu görmesen de, görüyor seni Allah.
Öyleyse O görürken, işlenir mi hiç günâh?)
Bu söz, ziyâdesiyle tesir etti o gence.
Bütün “Günâh”larına tövbe etti hemence.
Artık çirkinliğini gördü her bir “Günâh”ın.
Rabbânî tesir vardır sözünde evliyânın.
Bir gün de buyurdu ki: (Hâlis olan müslümân,
Sarılır emirlere, kaçınır her “Günâh”tan.
Bilir ki, imtihâna gelmiştir bu dünyâya.
Eğiktir boynu her an Allahü teâlâya.
Kaçınır her “Günâh”tan, aslâ uymaz nefsine.
Bilir ki kendi nefsi, düşmandır kendisine.
Ey insanlar, “Haram”dan kaçın tam hakkı ile.
Zîrâ kulun kıymeti, ölçülür “Takvâ” ile.
“Nefis”, bir canavardır, aslâ doymaz “Günâh”tan.
Karşı gelmekten başka, kurtuluş olmaz ondan.)
Bir gün de buyurdu ki: (Sevin birbirinizi.
Eğer ki bir müslümân, üzerse bir gün sizi,
Kusûru, kendinizde arayın önce hemen.
Hiç onda aramaya kalkışmayın kat’iyyen.
Deyin: “Ben yapmışım ki bir günâhı muhakkak,
O kişi üzdü beni bu ameli yaparak.”)