[B]GÜNÜMÜZDE HZ. PEYGAMBERİ NASIL ANLATMALIYIZ[/B]?
Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı
İstanbul Müftüsü
İslâm dünyasının geçtiğimiz 200-300 yıl içinde çok ciddi gerileme süreci yaşadığını ve hâlâ bunu aşamadığını biliyoruz. Bu büyük sorunu ortaya çıkaran yüzlerce sebep sıralanabilirse de, kanımca bunların en önemlisi ve diğerlerini de besleyen bir ana sebep, İslâm dünyasının bir dönemden itibaren, kendi dininin ve peygamberinin mesajlarıyla insanların yaşadığı gerçekler arasındaki bağı koparması, bu mesajların yaşanan hayat için ne anlam ifade ettiğini değil de, geçmiş nesillerin gerçekleriyle ilişkisini dikkate alan bir anlamlandırma tarzını yüzyıllar boyunca tekrarlayıp durmalarıdır. Hayat kendi mecrasında, kendi gerçekleriyle değişerek ve farklılaşarak akıp giderken, İslâm âlimleri dinin yüzyıllar öncesine ait yorumlarına, anlama şekillerine dair bilgileri tekrar edip durmuşlardır.
Oysa, gayet tabii olarak insanlar kendileriyle alakalı olana, kendi gerçekleriyle bir şekilde bağlantısı bulunana ilgi gösterirler. Bu sebeple günümüz insanına Peygamber efendimizi doğru ve etkili anlatmanın ve tanıtmanın belki de birinci şartı, onun mesajını modern insanın ve insanlığın yaşadığı, çok büyük bir kısmı manevî ve ahlâkî içerik taşıyan sorunlarla buluşturmaktır. Mesajının günümüz insanlığının yaşadığı sorunlar bakımından ne anlam taşıdığını, ne tür çözümler içerdiğini, yaşanan gerçeklerle Peygamberimizin getirdiği çözümlerin ne ölçüde örtüştüğünü açık seçik ortaya koymaktır.
Bu yöntem din ile hayat arasında, tıpkı İslâm’ın başlangıcında ve sonraki parlak dönemlerde olduğu gibi dinamik bir ilişki kuracaktır. Nitekim birçok bakımdan ele alınabilecek olan bu ilişkiyi, meselâ yaklaşık 23 yıllık peygamberlik döneminde inen âyetlerle, yaşanan olaylar arasındaki irtibatta açıkça görmekteyiz. Hatta bu konuda bir de “esbâb-ı nüzûl” denilen bilgi alanı oluşmuştur. Keza, âyet ve hadislerde Hz. Peygamber ve Kur’an için kullanılan, bir şekilde onları tanımlayıcı mahiyette olan kavramlara da bakmamız gerekir. Bu kavramlarda Kur’an’ın ve Peygamber’in birey ve toplumun varlığını ve hayatını geliştiren, zenginleştiren, ahlâkîleştiren yönü dikkatleri çeker. Bu anlamda insana hayat veren (Enfâl 8/24) kaynaklar olduğuna işaret eden, işlev ve özelliklerinin ifade edildiğini görürüz. Meselâ Kur’an hikmet yüklü bir kitaptır. Kendisine inanıp yönelenler için şifa ve rahmettir, kurtarıcıdır. Onları en düzgün ve en güvenilir hedefe doğru götürür. Müjdeler ve uyarır (bkz., Bakara 185; En‘âm 6/157; İsrâ 17/9, 82; Yâsîn 36/2).
Aynı şekilde Peygamber de, insanlara şâhiddir. (onları doğru yoldan haberdar etmek ve yapıp ettiklerini izleyip düzelme çabası göstertmekten sorumludur.); hem Kur’an âyetlerini tebliğ etmesi hem de onları açıklayan beyanlarıyla müjdeleyici ve uyarıcıdır; Allah’ın verdiği izin ve yetkiye dayalı olarak O’nun yolunun davetçisidir. Peygamber, beşer bilgisinin yetersiz kaldığı iman, ibadetler, helaller ve haramlar ile en yüksek erdemler ve nihaî kurtuluşun en güvenilir çarelerini gösterir; her türlü saptırıcı şeytanî ve nefsanî kışkırtmalar ile bunları alt etmenin yollarını açıklar. O insanın kendi insanî özünü bulmasını ve geliştirmesini sağlayan ilâhî kaynaklı bilgilerle, insanlık için bir yol gösterici, ışık saçan bir kandildir (Ahzâb 33/45-47). Bu bakımdan Allah’ın ve Peygamber’in sözlerini içeren bilgiler, insan ve insanlık için anlamlı ve kullanılabilir bilgilerdir; hayatta uygulama alanı bulunan, sorunlara çözüm iddiası taşıyan, yalnız ve çaresiz durumlarda insanın elinden tutup esenlik ve mutluluğa götüren kurtarıcı değerlerdir.
Bu açıdan baktığımızda Kur’an ve Peygamber dar anlamda soyut dinî bilgi kaynağı değil, bilakis insanlar için birer hayat rehberi, vazgeçilmez rahmet ve kurtuluş vasıtalarıdır. Aslında ilâhî inayet dinamiktir. Hz. Peygamber’in bu inayetten nasıl pay aldığını gösteren birçok âyetler vardır. Peygamberliğin ilk zamanlarında, muhtemelen ilk günlerinde inen Duhâ sûresindeki şu ifadeler bunun güzel bir örneğidir:
“Allah seni yetim bulup da himaye etmedi mi? Ve sana henüz ne yapacağını bilmez iken yol göstermedi mi? Ve seni fakir bulup zenginleştirmedi mi? Öyleyse sakın yetimi ezme. Yardım isteyeni azarlama. Ve Rabbinin nimetini minnet ve şükranla an.”
Bu âyetlerdeki “yetim” ve “yardım isteyen” örneklerinden açıkça anlaşılmaktadır ki, ilâhî rahmet ve inâyetin Peygamber’e yönelik bu tecellisi, Peygamber’den de başka insanlara, kimsesizlere, çaresizlere rahmet, şefkat, rehberlik ve erdem modeli olarak taşmalıdır, taşmıştır da…
Hz. Peygamber’in Hira’da gelen ilk vahyin büyük dehşetini ve sarsıntısını yaşadığı sırada sevgili eşi Hz. Hatice’nin onu teselli ederken söylediği aşağıdaki duygulu ifadeler, Allah Resûlü’nün, -Kur’an’da da belirtildiği gibi (Kalem 68/4)- üstün ahlâkının, ulaşabildiği herkes için rahmet ve şefkat kaynağı olduğunu anlatmaktadır:
"Korkma ey Muhammed, Allah sana zarar vermez. Çünkü sen dürüst bir insansın. Sözün doğrusunu söylersin. Emanete hıyanet etmezsin. Yakınlarınla ilgilenirsin. Güzel ahlâklısın... Korkma! Allah seni asla utandırmaz, üzmez. Çünkü sen akrabana yardım edersin. Çaresizlerin, güçsüzlerin yükünü taşırsın. Yoksullara kimsenin vermediğini verir, herkesten daha çok iyilik edersin. Misafir ağırlar, felakete uğrayanlara yardım edersin.”
Bu sözler, herkesi yakından ilgilendiren, insanoğlunun insan olma özelliğini, sorumluluğunu ve onurunu kaybetmeden var olmaya devam edebilmesi için her çağda muhtaç bulunduğu temel erdemlerin Peygamber’deki örneğidir. Bunlar, Peygamber’in Kur’an’da “üstün ahlâk sahibi”, “âlemlere rahmet” ve “güzel örnek” olarak nitelenen yüce kişiliğinin her çağa hitap eden boyutudur. Herhalde günümüz müslümanlarının yaşadığı onca sorunun temelinde de şu üzücü gerçek bulunmaktadır: Bugünün Müslümanları bilgi, ahlâk ve yaşayış bakımından peygamberlerinin uzağında kaldıkları için, onu doğru anlayamıyor, anlatamıyor ve temsil edemiyorlar.
Biçimi ve tezahürü farklı da olsa, özü itibariyle inkâr, şirk ve bunlarla çok yakın ilgisi bulunan ahlâkî sapmalar her devirde görülmüştür. Bugün de az çok yeni şekiller alarak devam etmekte, üstelik çağın şartları gereğince küresel insanlık sorunları doğurmaktadır.
Açıkça ve büyük bir üzüntüyle görüyoruz ki, insanoğlunun maddî, biyolojik, cinsel, siyasal vb. tutkularını dizginleyip düzene sokan dinî ve ahlâkî sınırların zayıflamasıyla, bugün aşırı tüketim ve israf, cinsel sapkınlık ve cinsel istismar, savaş ve şiddet gibi çok ağır problemleri doğurmuştur. Takdir edersiniz ki bunların her biri artık doğal dengeleri bozacak, binlerce yıllık insanlığın birikimleri olan kültürel zenginlikleri yok edecek düzeyde büyük tehlikeler içeren sorunlardır. Bu aşamada insanlığın elinden tutup, küresel sorunlara o boyutta çareler gösteren tek kaynak ancak “evrensel rahmet” olabilir (“rahmeten li’l-âlemîn” anlamı tam da budur). Hz. Muhammed de, “âlemlere rahmet” olarak gönderilmiştir. Tarihsel tecrübe gösteriyor ki, insanoğlu gönlünü, zihnini, iradesini, hayatını o rahmete açmış, onu anlama, yaşama ve yaşatma çabasını içtenlikle göstermiştir. Kendi insanlığının, topyekun varlığın ve hayatın anlamını ve amacını kavramıştır. Sınırlı ömrünü, boş hevesler için tüketmek yerine hayır ve bereketi ebediyetlere ulaşan “salih ameller”e (Kehf 18/46; Meryem 19/76) yöneltmeyi ve böylece yaşamını “güzel hayat” (Nah16/97) haline dönüştürmeyi başarmıştır.
Oysa günümüzdeki küresel sorunları çözmek için ihtiyaç duyulan global etik arayışı, o rahmet peygamberini dışarıda bıraktığı sürece başarı şansı olmayacaktır. Bu bakımdan aşağıdaki anekdot, Allah Resûlü’nün, ağır insanî ve ahlâkî sorunlar yaşayan günümüz dünyası için de kurtarıcı ve rahmet olan kişiliğini yansıtan çok ilgi çekici belge değeri taşımaktadır:
Mekke’de müşriklerin müslümanlar üzerindeki baskısı dayanılmaz boyutlara ulaşınca bir kısım müslümanlar, Allah Resulünün izniyle Habeşistan'a sığındılar. Fakat Mekke müşriklerinin gönderdiği heyet Habeşistan hükümdarından sığınanları iade etmesini istedi. Hükümdar önce tarafları dinlemeyi uygun gördü. Müslümanların sözcüsü Cafer b. Ebu Talib'in yaptığı konuşmada şu çarpıcı ifadeler yer alıyordu:
"Biz vaktiyle Câhiliye halkı olarak putlara tapar, ölü eti yerdik. Daha birçok çirkin işler yapardık. Yakınlarımıza ilgisiz kalır, komşularımıza kötülük ederdik. Güçlü olanlarımız zayıfları ezerdi. İşte Allah bize Peygamberimizi göndermezden önceki halimiz bu idi... O Peygamber bize doğruluğu öğretti. Emanete sadık kalmayı, akrabamıza ilgi göstermeyi, komşularımıza iyi davranmayı, insanların haklarına ve hayatlarına saygılı olmayı emretti. Çirkin davranışları, yalancı şahitliği, yetim malı yemeyi, namuslu kadınlara iftira atmaya yasakladı."
Sonuç olarak biz müslümanlar bugün kendi insanımızın ve insanlık âleminin yaşadığı küresel sorunları doğru anlar ve doğru anlatırsak, aynı şekilde bu Peygamber’i doğru tanır ve tanıtırsak, emin olmalıyız ki, yüce Allah da engin sevgisi ve rahmetiyle bize umulmadık kapılar açacaktır. (Talâk 65/3) Bu sayede Rahmet Peygamberi’nin tarihte gerçekleştirdiği büyük dönüşümü yeniden gerçekleştirebilir; bireysel, toplumsal ve küresel planda yeni bir inşa projesi üreterek insanlığa sunabiliriz.