Her şeyin sebeplerle meydana geldiği bir âlemde yaşıyoruz. Yağmur buluttan, meyve ağaçtan, insanlar anne ve babadan bu âleme geliyorlar. Acaba, bütün bu sebepler, kendileriyle meydana gelen şeylerin yaratıcısı mıdır? Onlar olmasa neticeler olmaz mı? Bu konuda Mevlâna şunları söyler:
Ne Hz. Musanın, ne de Peygamberimizin mucizeleri, sebeplerle değil, Allahın yaratmasıyla olmuştur. Yoklara kabiliyet nereden geliyor?
Allah, arayanlar için bu gök kubbenin altında bir âdet koydu. Sebepler ve yollar yarattı. Olayların pek çoğu o âdete göre olagelir. Fakat bazı da olur ki, kudret o âdeti yırtar, kaldırır. Fakat arayan muradına erişsin diye, çok defa yaptığı işleri sebeple yapar, sebeple yaratır (1)
İlk yaratılış, sebepler olmaksızın meydana gelmiştir. Mevlâna bunu Yoklara kabiliyet nereden geliyor? diye ifade eder. Sonrasında ise, âdetullah, sünnetullah tabir edilen İlâhî kanunlarla, neticeler sebeplerle yaratılmaya başlanmıştır. Fakat bu kanunlar haşa Allahı bağlayıcı değildir. Allah, elbette kendi koyduğu kanunların mahkumu olamaz. Nitekim, Hz. Musanın ve Peygamberimizin ve diğer peygamberlerin mucizeleri, İlâhî iradenin ispatıdır. Cenabı Hak, peygamberlerinin elinde gösterdiği harikulade olaylarla dilediğini, dilediği şekilde yaptığını göstermektedir. Sebepler, ancak birer perdedir (2)
Evliyaullahın kerametleri veya bazı olağanüstü olaylar da, Allahın sebebler kanunuyla değil, hususi irade kanunuyla meydana gelir. Mesela, onuncu kattan düşen bir çocuğun ölmemesi, uçuruma yuvarlanan bir taksideki insanların burunları kanamadan kurtulmaları gibi olaylar, nadiren de olsa vuku bulmaktadır. Mevlâna, bu gibi şeylere Allahın bazen sebepleri tesirsiz bırakmasında ben şaşırmış kalmışım. Hakkı tahayyül ve tasavvur hususunda sofestailer gibi olmuşum(3) diyerek dikkat çeker. Yani, sofestailer eşya ve olaylar hakkında kesin hüküm vermekten kaçındıkları gibi, ben de kesin hüküm veremez hale gelmişim. Yarın güneş doğar mı? Belki doğmayabilir. Ateş yakar mı? Bazen yakmayabilir. Bir avuç toprak, bütün düşmanın gözüne isabet eder mi? Allah dilerse edebilir. (4)
Fakat yanlış anlaşılmasın. Sebeplerin perde olması, sebeplerin ihmali demek değildir. Nitekim, Peygamberimiz (a.s.m.) sebepleri ihmal etmemiş, harpte zırh giymiş, sipere girmiş, hendek kazmıştır. Mevlâna, bu noktayı da şöyle belirtir
Kuru duayı bırak! Ağaç isteyen tohum eker.
Yere tohum ekmek. Ondan, ne yere bir parlaklık gelir, ne yer sahibi zenginleşir. Bu ancak, ‘bunun aslını yokluk âleminden veren sensin. Bundan bana lazım’ diye işarette bulunmaktan ibarettir. Yedim de, tohumunu da nişane olarak getirdim. Bu nimetten yine bize ihsan et’ demektir.(5)
Demek, sebepler ihmal edilmemeli, fakat neticeler de Allah’tan beklenmeli. Tohum ekmeden meyve bekleyen Allah’ın kanununa karşı geldiği gibi tohum ekmekle mutlaka meyve alacağını sanan kişi de, Allah’ın irade ve kudretine karşı geliyor demektir.
Kaynaklar:
1. Mevlana, V, 129 (İzbudak).
2. Mevlana, XIII, 932.
3. Mevlana, II, 350.
4. Nitekim kıyamet evvelinde güneş batıdan doğacaktır. Ateş, Hz. İbrahimi yakmamıştır. (Bkz. Enbiya, 69). Hz. Peygamberin, Bedir savaşında düşmana attığı bir avuç toprak, hepsinin gözüne isabet etmiştir. Bkz. Beydavî, Envaru’t-Tenzîl, I, 378.
5. Mevlana, V, 98 (İzbudak). Şadi Eren (Doç.Dr.)
Ne Hz. Musanın, ne de Peygamberimizin mucizeleri, sebeplerle değil, Allahın yaratmasıyla olmuştur. Yoklara kabiliyet nereden geliyor?
Allah, arayanlar için bu gök kubbenin altında bir âdet koydu. Sebepler ve yollar yarattı. Olayların pek çoğu o âdete göre olagelir. Fakat bazı da olur ki, kudret o âdeti yırtar, kaldırır. Fakat arayan muradına erişsin diye, çok defa yaptığı işleri sebeple yapar, sebeple yaratır (1)
İlk yaratılış, sebepler olmaksızın meydana gelmiştir. Mevlâna bunu Yoklara kabiliyet nereden geliyor? diye ifade eder. Sonrasında ise, âdetullah, sünnetullah tabir edilen İlâhî kanunlarla, neticeler sebeplerle yaratılmaya başlanmıştır. Fakat bu kanunlar haşa Allahı bağlayıcı değildir. Allah, elbette kendi koyduğu kanunların mahkumu olamaz. Nitekim, Hz. Musanın ve Peygamberimizin ve diğer peygamberlerin mucizeleri, İlâhî iradenin ispatıdır. Cenabı Hak, peygamberlerinin elinde gösterdiği harikulade olaylarla dilediğini, dilediği şekilde yaptığını göstermektedir. Sebepler, ancak birer perdedir (2)
Evliyaullahın kerametleri veya bazı olağanüstü olaylar da, Allahın sebebler kanunuyla değil, hususi irade kanunuyla meydana gelir. Mesela, onuncu kattan düşen bir çocuğun ölmemesi, uçuruma yuvarlanan bir taksideki insanların burunları kanamadan kurtulmaları gibi olaylar, nadiren de olsa vuku bulmaktadır. Mevlâna, bu gibi şeylere Allahın bazen sebepleri tesirsiz bırakmasında ben şaşırmış kalmışım. Hakkı tahayyül ve tasavvur hususunda sofestailer gibi olmuşum(3) diyerek dikkat çeker. Yani, sofestailer eşya ve olaylar hakkında kesin hüküm vermekten kaçındıkları gibi, ben de kesin hüküm veremez hale gelmişim. Yarın güneş doğar mı? Belki doğmayabilir. Ateş yakar mı? Bazen yakmayabilir. Bir avuç toprak, bütün düşmanın gözüne isabet eder mi? Allah dilerse edebilir. (4)
Fakat yanlış anlaşılmasın. Sebeplerin perde olması, sebeplerin ihmali demek değildir. Nitekim, Peygamberimiz (a.s.m.) sebepleri ihmal etmemiş, harpte zırh giymiş, sipere girmiş, hendek kazmıştır. Mevlâna, bu noktayı da şöyle belirtir
Kuru duayı bırak! Ağaç isteyen tohum eker.
Yere tohum ekmek. Ondan, ne yere bir parlaklık gelir, ne yer sahibi zenginleşir. Bu ancak, ‘bunun aslını yokluk âleminden veren sensin. Bundan bana lazım’ diye işarette bulunmaktan ibarettir. Yedim de, tohumunu da nişane olarak getirdim. Bu nimetten yine bize ihsan et’ demektir.(5)
Demek, sebepler ihmal edilmemeli, fakat neticeler de Allah’tan beklenmeli. Tohum ekmeden meyve bekleyen Allah’ın kanununa karşı geldiği gibi tohum ekmekle mutlaka meyve alacağını sanan kişi de, Allah’ın irade ve kudretine karşı geliyor demektir.
Kaynaklar:
1. Mevlana, V, 129 (İzbudak).
2. Mevlana, XIII, 932.
3. Mevlana, II, 350.
4. Nitekim kıyamet evvelinde güneş batıdan doğacaktır. Ateş, Hz. İbrahimi yakmamıştır. (Bkz. Enbiya, 69). Hz. Peygamberin, Bedir savaşında düşmana attığı bir avuç toprak, hepsinin gözüne isabet etmiştir. Bkz. Beydavî, Envaru’t-Tenzîl, I, 378.
5. Mevlana, V, 98 (İzbudak). Şadi Eren (Doç.Dr.)