Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Allah Ile Dostluk Nasil Kurulabilir? (1 Kullanıcı)

nakşibendi

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
12 Mar 2006
Mesajlar
1,946
Tepki puanı
0
Puanları
0
Ben Leylam’a gidiyorum,


çekil önümden Leyla


Gayrı cennet olsa durmam;


bak, çağırıyor beni...


Hamd kendisini gizlemeyip bütün isim ve sıfatları ile zâtını bize tanıtan Allah (c.c.)’adır. (O Allah ki, çevremizde gördüğümüz herşeyi –bizzat bizleri– varlığına birer alamet kıldı.) Sevdiği ve sevmediği şeyleri yüce kitabımız Kur’ân ve alemlere rahmet olarak gönderilen, söz ve davranışları ile insanlığa örnek, ümmetine önderlik teşkil eden Rasulullah (s.a.v.) aracılığı ile kendisiyle dost olmanın yollarını –esasında tek yol: İSLAM– bizlere bildiren Allah (c.c.)’adır.
“Allah ile dostluk nasıl kurulabilir?” sorusuna cevap verebilmemiz için öncelikle dostluk kavramını incelememiz gerekir. Nedir dostluk?!
Dostluk edinilmesi en zor, ama en sıcak kavramdır. Zira dostluk karşılıklı rıza işidir. Sevdiğinin sevgilisi olabilmek için çaba ve gayret ister. Dünyaya ve olaylara dostunun gözüyle bakmak, “dostum” dediğinin ahlakıyla ahlaklanmaktır. Kendisine baktığında aynada kendini görüyor gibi olmaktır. (Kişi dostunun dinindendir /Ebu Davud-Tirmizi) Kısaca dostluk “dostum” eşittir “ben” işlemidir nefislerde!
Kendisi ile dost olmayı istediğimiz; kullar arasındaki dostluklarımızı dahi rızası üzerine bina ettiğimiz, dostlarımızı O’nu razı etmeye çalışanlardan seçtiğimiz Allah Teâla olunca da yukarıda yazılanların çoğu geçerlidir, ama eksiktir. Zira Halilullah olmanın şifresi İbrahim’dir bizim için! O halde Allah ile dostluğun ilk adımında İbrahim (a.s.)’ı tanımak gerekir. Çünkü İbrahim (Allah’ın selamı üzerine olsun)’in hayatı diğer bütün peygamberlerin mücadelelerinin hülasasıdır. Onların hayatından kareler taşır: Hz. Muhammed (s.a.v) ile Musa (a.s)’ın bütün kapılar kapatıldıktan sonra ki hicretleri, İmran ailesinin kabul edilen adakları, putçuluğu red ve buna bağlı olarak peygamberliğin özü olan politeizmden uzak iman/tevhid inancının O’nun hayatında da var oluşu gibi...
“De ki: Rabbim beni dosdoğru yola; kendisinde eğrilik olmayan dine, hanif İbrahim’in yoluna iletti. O, müşrik değildi.”

(En’âm/161)

Gerçekten İbrahim, Hakk’a yönelen, Allah’a itaat eden bir önder idi. Allah’a ortak koşanlardan değildi. Allah’ın nimetlerine şükrediciydi. Çünkü Allah, O’nu seçmiş ve doğru yola iletmişti. O’na dünyada güzellik verdik, muhakkak ki O, âhirette de salihlerdendir.

(Nahl/120-123)

“Yahudiler ve Hıristiyanlar müslümanlara ‘yahûdi yada hıristiyan olun ki, doğru yolu bulasınız’ dediler. De ki (onlara), ‘Bil’akis biz, hanif olarak (dosdoğru) yaşamış İbrahim’in dinine uyarız. O müşrik değildi.’”

(Bakara/135)

“De ki: Allah doğruyu söylemiştir. Öyle ise, hakka yönelmiş olarak İbrahim’in dinine uyunuz. O, müşriklerden değildi.”

(Àli İmran/95)

İbrahim (a.s.)’ın tefekkür devresi, gerçeği arayışı, put yontucusu olan babası Àzer’in ve kavminin tevhidden sapmış, bozuk akidelerini sorgulaması ile başlar. O, “atalarının dini üzere olma”yı, geleneksel inancı yani taklidi imanı red ile bulmuştur hakiki imanı! Bu süreci Allah-u Teâla En’âm suresinin 74-83. ayetlerinde şöyle zikretmektedir:
“İbrahim, babası Àzer’e demişti ki: Sen bir takım putları tanrılar mı ediniyorsun? Doğrusu ben, seni de kavmini de apaçık bir sapıklık içinde görüyorum.
Böylece biz, (birlik ve kudretimize) kesin iman edenlerden olması için İbrahim’e göklerin ve yerin muhteşem varlıklarını gösteriyorduk.
Gece karanlığını üstüne örtünce bir yıldız gördü, “Rabbim budur” dedi. Yıldız batınca da “batanları sevmem” dedi. Ay’ı doğarken görünce “Rabbim budur” dedi. O da batınca, “Rabbim bana doğru yolu göstermezse elbette (doğru yoldan) sapan topluluklardan olurum” dedi. Güneşi doğarken görünce: “Rabbim budur, zîra bu daha büyük” dedi. O da batınca, dedi ki: “Ey kavmim” Ben sizin (Allah’a) ortak koştuğunuz şeylerden uzağım. Çünkü ben yüzümü gökleri ve yeri yoktan yaratan Allah’a çevirdim ve ben O’na ortak koşanlardan değilim.”
Kavmi (bu hususta) onunla tartışmaya kalkıştı. Onlara dedi ki: Beni doğru yola iletmişken, Allah hakkında benimle tartışıyor musunuz? Ben sizin O’na ortak koştuğunuz şeylerden korkmam. Ancak, Rabbim ne dilerse o olur! Rabbimin ilmi herşeyi kuşatmıştır. Hala ibret almıyor musunuz? Siz, Allah’ın size haklarında hiçbir hüküm göndermediği şeyleri O’na ortak koşmaktan korkmazken, ben sizin ortak koştuğunuz putlardan nasıl korkarım! fiimdi biliyorsanız (söyleyin), iki gruptan hangisi: Allah’ı birleyen mi yoksa putları ona ortak koşanlar mı) güvende olmaya daha layıktır?
İnanıp da imanlarına zulüm karıştırmayanlar (var ya) işte güven onlarındır. Ve doğru yolda olanlar da onlardır. İşte bunlar bizim hüccetimizdir. Biz onu, kavminin karşı koymasına rağmen İbrahim’e verdik. Biz dilediğimiz kimselerin derecelerini yükseltiriz. fiüphesiz ki, Rabbin hikmet sahibidir, hakkıyla bilendir.”
İbrahim (a.s.), bu imanî olgunluğa erer ermez kınayıcıların kınamasından korkmadan mü’min kimliğini açıkça bildirmiş, kavmini imanına şahit kılmıştır. Bu noktada sünnetullah gereği şirke dayanan bâtıl, İbrahim (a.s.)’ın şahsında -ki O tek başına ümmetti!- tevhide dayanan Hakk’ı yargılamış, Allah’ın nurunu O’nu ateşlere atmakla söndürebileceklerini, Hakk’ın sesini zulüm ve işkenceyle kısabileceklerini sanmışlardı. Oysa ki Allah, nurunu tamamlayacaktı:
Andolsun biz, daha önce İbrahim’e de hidayet, dürüstlük ve bilgi gücü vermiştik. Biz onu iyi tanırdık.
O, babasına ve kavmine “şu karşısına geçip tapmakta olduğunuz heykeller nedir böyle? demişti.
Dediler ki: Biz, atalarımızı bunlara tapar kimseler olarak bulduk.
“Doğrusu, siz ve atalarınız açık bir sapıklık içindeymişsiniz” dedi.
Dediler ki: Bize gerçeğimi getirdin, yoksa sen oyunbozanlardan biri misin?
“Hayır, dedi. Sizin Rabbiniz göklerin ve yerin Rabbidir ki, bunları o yaratmıştır ve ben, buna şehadet edenlerdenim. Allah’a yemin ederim ki, siz ayrılıp gittikten sonra putlarınıza bir oyun oynayacağım!”
Sonunda İbrahim onları paramparça etti. Yalnız onların büyüğünü bıraktı; belki ona müracaat ederler diye.
“Bunu tanrılarımıza kim yaptı? Muhakkak o, zalimlerden biridir” dediler.
(Bir kısmı) “Bunları diline dolayan bir genç duyduk; kendisine İbrahim denilirmiş” dediler.
“O halde, dediler, onu hemen insanların gözü önüne getirelim. Belki şahitlik ederler.”
“Bunu ilahlarımıza sen mi yaptın ey İbrahim?” dediler.
“Belki de bu işi şu büyükleri yapmıştır. Hadi onlara sorun; eğer konuşuyorlarsa” dedi.
Bunun üzerine, kendi vicdanlarına dönüp (kendi kendilerine) doğrusu asıl zalimler sizsiniz” dediler.
Sonra tekrar eski kafalarına dönüp: “Sen, bunların konuşmadığını pekala biliyorsun” dediler.
İbrahim, “öyleyse, dedi, Allah’ı bırakıp da hiçbir şekilde size ne fayda, ne de zarar verebilen bir şeye hala tapacak mısınız? Size de, Allah’ı bırakıp tapmakta olduğunuz şeylerede yuh olsun! Siz akıllanmaz mısınız?”
Aralarında bir kısmı, “Eğer iş yapacaksanız, yakın onu da tanrılarınıza yardım edin” dediler.
“Ey ateş! İbrahim için serinlik ve esenlik ol!” dedik. Böylece ona bir tuzak kurmak istediler; fakat biz onları, daha çok hüsrana uğrayanlar durumuna soktuk.”

(Enbiya/51-70)

İbrahim (a.s.) çağın putunu/putlarını bir bir kırmış, bize de tevhid için put kırmayı miras olarak bırakmıştır:
“Bir zaman İbrahim, babasına ve kavmine demişti ki: “Ben sizin taptıklarınızdan uzağım. Ben yalnız beni yaratana taparım. Çünkü O, beni doğru yola iletecektir.” (Zuhruf/26-28) Bu sözün ardından geleceklere devamlı kalacak bir miras olarak bıraktı ki insanlar (dinine) dönsünler.
“İnsanların çoğu şirk koşmaksızın iman etmezler” (Yusuf/106) ayeti gereği putçuluk her devirde varolmuştur; olacaktır da (...) Ancak yer ve zamana göre isim ve şekil değiştirerek! Kimi zaman “tuğyan” eden bir kişi, kimi zaman “ilah”lık taslayan bir topluluk, bazense heva ve heves ürünü “izm”ler vs. olarak kılık değiştirmiş bir şekilde çıkar karşımıza; ama maskenin altında hep aynı tanıdık yüz durur: İbrahim (a.s.)’ın döneminden kalma putlar, hem de bütün çıplaklığıyla!!!
“De ki: Namazım, kulluğum, hayatım ve ölümüm hiçbir ortağı olmayan Allah içindir.”

(En’âm/162)

Evet, Allah’ın dostu olabilmemiz için çaba sarfetmemiz gerekir (kan-gözyaşı-ter!) Dünyaya ve olaylara Allah’ın gözüyle (Kur’an ve sünnet perspektifinden) bakmamız gerekir. Kur’ân ve Rasulullah’ın ahlakıyla ahlaklanmamız gerekir. İBRAHİM OLMAMIZ GEREKİR!
İbrahim (a.s.)’ın çizgisinden gidip Halilullah olunca da şüphesiz hem dünya hem ahiret mutluluğu bizim olacaktır:
“İyi bilin ki Allah’ın dostlarına korku yoktur ve onlar üzülmezler de...”

(Yûnus/62)

Àl-i İmran suresi 68. ayette Allah (c.c.) kimlerin dostu olduğunu dolayısıyla kendisi ile nasıl dostluk kurulabileceğini öz bir biçimde- bildirmiştir:
“İnsanların İbrahim’e en yakın olanı, ona uyanlar, şu peygamber (Muhammed) ve ona iman edenlerdir. ALLAH, MÜ’MİNLERİN DOSTUDUR!” Gön: Dilek DELİKAYA
Allah, hepimizin muîni olsun!...İnşaAllahü Teala devam edeceğiz..Es-Selamun Aleyküm.
 

Mekarim-i Ahlak

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 Ocak 2008
Mesajlar
515
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
45
selamünaleyküm kardeşim.

mevlam razı olsun.

selam ve saygılarımla.

Ben Leylam’a gidiyorum,

çekil önümden Leyla

Gayrı cennet olsa durmam;

bak, çağırıyor beni...
 

nakşibendi

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
12 Mar 2006
Mesajlar
1,946
Tepki puanı
0
Puanları
0
selamünaleyküm kardeşim.

mevlam razı olsun.

selam ve saygılarımla.

Ben Leylam’a gidiyorum,

çekil önümden Leyla

Gayrı cennet olsa durmam;

bak, çağırıyor beni...


Ve Aleyna Aleyküm Selam ve Rahmetullahi ve Berekatuhü Mübarek..
Medineli-Beykozlu Osman Efendi şöyle demişti:
-“İlim avâma yakın olduğu kadar, anlatanın çevresi kalabalık olur! Ne zaman ki ilim, öze döner ve mertebesi yükselir, anlayanı da azalır… Pek çok yüksek mertebeli zevâtı ise kendi ailesi bile tanımamıştır!.”
Ehil olmayana inci gerdanlık takılmaz demiş, himmeti üzerimize olsun Seyyid Ahmed Rufai!… Bizde zaten inci gerdanlık yok ki!…
Bizimse zâten fazla bir ilmimiz yok ki, paylaşımımız olsun insanlarla…
Olan kadarındaki paylaşımımızın ne oranda olduğunu da, onların bu alandaki uygulamalarından görüp anlıyoruz zaten!
Hoş görün, duanızı esirgemeyin bizden; elimizden dilimizden gelen ancak bu kadar!..
Bâki Allah!.
 

nakşibendi

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
12 Mar 2006
Mesajlar
1,946
Tepki puanı
0
Puanları
0
...devam edelim inşaAllah

...devam edelim inşaAllah

Bu mektubu Allah (c.c.) ile dostluk bağları kuvvetli iken bir an şeytanın hilesine düşüp bu dostluğu sekteye uğrattığım bir anda yazıyorum. Ruhum sıkkın, düşüncelerim tarumar... Küçüklüğümden bu yana İslâmi terbiye içerisinde büyümüş birisiyim. İslâm’la yoğrulmuşum. 1982 yılında doğdum. İmam Hatip Lisesi mezunu, babası imam olan bir gencim. Vakit Gazetesindeki ilanınızı gördüm ve bir şeyler karalamak istedim. Yazdıklarım aslında bir itiraf... Siz kayda değer bulup değerlendirirseniz benim için şeref olur.
Bundan bir sene önce yaşadığım bir hadiseyi, bir ruhi bunalımı paylaşmak istiyorum sizlerle. Belirttiğim gibi babası imam olan ve İslâm’la yoğrulan birisiyim. Dinimin emirlerini yerine getirmede azami gayret sarfediyordum. Mutluydum, huzurluydum. En sevdiğim ibadetlerden birisi de dua idi. Dua etmek bana tarifsiz bir haz veriyordu. Ve de bu dualar sayesinde kalbim huzur buluyor, Rabbime biraz daha yakın olmanın heyecanı tüm benliğimi kuşatıyordu. Rabbime o kadar dua ediyordum ki, kimisi hemen, kimisi bir müddet sonra gerçekleşiyordu. Ta ki lanet olası şeytan bana bulaşıncaya kadar. Bir şeyi çok arzuladım. Yaşantımda o, rüyalarımda o, hayallerimde yine o. Namazlarımda ve sair vakitlerde o şey için uzun müddet dualar ederdim. Yaptığım her şeyden manevi bir lezzet duyardım. O şey için çok dua ettim, ümitliydim. Dua yaşantımın bir parçasıydı. Bazen bir namaz vakti, bazen de saatler boyunca sürerdi dualarımda Rabbimle olan muhabbetim. O gün geldi ve benim dileğim gerçekleşmedi. Çok üzüldüm, hıçkıra hıçkıra ağladım. Bu boşluğumu fırsat bilen şeytan boş durur mu? Başladı fitnelerini saplamaya “Bak gördün mü Rabbin (haşa) gerçekleştirmedi. Bir de o kadar dua ediyordun. Hiçbir işe yaramadı. Bundan sonra dua etme, istedin istedin de ne oldu? Duayı bırak isteme!” diye zehirli oklarını durmadan saplıyordu. Ne yapacağımı şaşırmış durumdaydım. Hüznümü mü yatıştırayım, şeytana mı laf yetiştireyim? Bir müddet sonra ruhum pes etti. Bunları üzülerek yazıyorum, duayı bıraktım, tüm güzel şeyleri terketmeye başladım. Kıldığım namazlardan haz duyamaz oldum. Bir kaç gün sonra namazı da bıraktım. İsyan derecesine geldim. “Niye, niçin, neden böyle oldu?” soruları ruhumu amansız bir şekilde sardı. Ben, ben değildim adeta. Eski mazbut halimden eser kalmamıştı.
Ağladım, ağladım, ağladım. İçimde müşfik bir ses, benim yalnız olmadığımı, Rabb’in kullarına zulmetmeyeceğini “Duanız olmasa ne ehemmiyetiniz var?” ayet-i celilesini haykırıyordu. Ruhumda bir sarsıntı hissettim. Ve nihayet bu kasvetli durumdan, azab dolu anlardan çok şükür kurtuldum. İlk işim güzel bir abdest alıp secdeye kapanmak oldu. Hem ağlıyor, hem de dua edip yalvarıyordum: “Rabbim beni affet!” diye. Elhamdulillah eski huzurumu, eski ruh özgürlüğümü yeniden kazandım. O günden bu yana şeytan yine boş durmadı. Binbir türlü hilelerle karşıma çıkıyor. İmanımı istiyor, isyan etmemi istiyor. Rabbim bir daha bu hale düşürmesin.
Velhasıl insan dua etmeyi bıraktığı anda Rabbiyle olan bağları kopuyor ve Rabbinden uzaklaşıyor. Ve şu da bir gerçek ki kul Rabbini bıraktığı anda bile, O kulunu bırakmıyor. “Kulum” diyor, “Gel” diyor. Bu ne büyük rahmet, ne büyük merhamet...
Dua acziyetimi, acziyetimizi ifade eden durum. Dua insanı Rabbine yakınlaştıran, kul ile Rabb arasında bir bağ oluşturan sihirli bir formül.
Allah (c.c.) ile dostluk kurmanın yolu duadan geçer.

Kardeşiniz Ümmühan ÖNAL
 

nakşibendi

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
12 Mar 2006
Mesajlar
1,946
Tepki puanı
0
Puanları
0
O’NA DOST OLMAK

Hamd Alemlerin Rabbi olan Allah’adır. Salat ve Selam O’nun Peygamberi olan Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.) ve ashabına ve ona ümmet olmayı hakeden mü’minlerin üzerine olsun.
Allah ile dostluk;
Öncelikle Allah ile dostluk kurmamız için tek nedeni bilmemiz lazım ki; bu da tek kelime ile O’na ait oluşumuz yani kulluğumuzdur.
Allah ile dost olabilmemiz için onu çok çok sevmemiz ve büyüklüğünü bilmemiz gerekir ki; O’nun emirlerini yerine getirmeliyiz. Allah ile dostluğumuz arasında bir duvar olan şeytanı tamamen kendimizden uzaklaştırmalıyız. Bu da nefsimizi terbiye etmemiz ile ilgilidir. Böylelikle ona çok yakın olmalıyız.
Benim Allah ile en yakın olduğum an, O’na teşekkür ve şükrümüzü bildirdiğimiz anlardan biri olan beş vakit namaz ve ardından secdede yaptığım dua anıdır. O’nun büyüklüğünü ve kudretini en iyi anladığım yer ve zamandır.
Biz müslümanlar Allah ile dostluğumuzu öldükten sonraya, Ahirete bırakmışız. Halbuki ben neden yaratıldım? Bu dünyaya neden geldim? Benim kalbim temiz demekle, O’na itaat etmedikçe, yani; şükrümüzü ibadet ile gerçekleştirmedikçe tam anlamıyla iman etmiş olamayacağımızı, bu dünyada ne ekersek öbür dünyada onu biçeceğimizi biliyor muyuz? Bunu ancak gerçek mü’minler bilir.
Kısacası, ben eğer Allah’u Teâlâ’nın kudretini biliyor, O’nun sev dediklerini seviyor, yer dediklerini yeriyorsam, yap dediklerini yapıyor, yapma dediklerini yapmıyorsam, verdiklerine her zaman şükredip bunu yaşantımla gösteriyorsam, her şeyde onun büyüklüğünü anlıyor, bize gönderdiği peygamberi ve ona gönderdiği Kur’an-ı Kerim’i rehber olarak kabul ediyorsam, işte o zaman Allah ile dostluk kurabilirim ve Elhamdulillah ben bunu başarabiliyorsam o zaman sözde değil özde müslümanımdır. Allah cümlemize bunu nasib etsin ve kendisiyle dostluğumuzda bize yardım etsin.
Allah’a emanet olun.
Aslıhan BAYAR
 

nakşibendi

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
12 Mar 2006
Mesajlar
1,946
Tepki puanı
0
Puanları
0
ALLAH İLE DOSTLUK NASIL KURULABİLİR?


Bismillahirrahmanirrahim
Eğer ki biz Allah’ın dostluğunu kazanmak istiyorsak gözümüz ne cennetinde ne de cehenneminde değil sadece onun rızasında olmalı. Onun rızasını kazanacak unsurları iyi bilmeli ve ona göre davranmalıdır. Burada öncelik farz emirlerden gelir, farzları eda ettikten sonra nafile ibadetler sırayı alır. Çünkü kul farzlarla Allah’a yaklaşır, nafile ibadetlerle de aradaki perdeleri bir bir kaldırabilir. Ama bir de öyle şeyler vardır ki Allah emretmiştir, farz değildir ama yaparsak Rabbim bizi sever, hoşuna gideriz, ona daha da çok yaklaşırız.
Örneğin: Allah için sevmek, hastayı Allah rızası için ziyaret etmek, bir yetimin, yoksulun merhametle başını okşamak, sadaka vermek, verdiği rızıkları bulunca dağıtmak, bulamayınca şükretmek, ve bildiğin iki kelime-i amel edip, öğretmek, güler yüzlü olmak, alçak gönüllü olmak, kalp kırmamak, her ağzına gelen sözü lüzumsuz yere söylememek, ve en önemlisi de dünyaya gönül vermemek. Bütün bu davranışlar insanı Allah’a yaklaştıran unsurlardır. Bunların yanı sıra kendimin Allah’a yaklaşmak için gösterdiğim çabalardan bahsetmek istiyorum. fiunu belirtmek gerek ki; Allah ile dost olmak o kadar kolay değil. Ama Allah aşkıyla yanarsak bu engelleri aşabiliriz inşaallah.
Öncelikle dünya ve ehlinin bir sevgisini ne yapıp ne edip kalbimizden çıkarmalıyız. Allah ve Rasulullah sevgisi önce bir yerleşmeli. Nasıl olacak; Onlardan çok bahsetmeli ve Rasulullah’ın yolundan giderek Allah’a yaklaşmalıyız. Ben şöyle anlatayım nasıl yaklaşmaya çalıştığımı. Bir tekstil atölyesinde çalışıyorum. Her gün onbeş dakikalık molalarımda ilimle uğraşmaya yani kitab okumaya çalışıyor ve etrafımdaki insanlarada anlatıyorum. Çünkü Rabbimden bahsetmek beni o kadar memnun ediyor ki kelimelerle anlatamam. Akşamları eve geldiğimde ise akşama kadar işlediğim günahlardan pişman olup odama giriyor ve tevbe etmeye başlıyorum ve tefekküre dalıyorum. O kadar güzel ki, Yaşayan bilir. Çünkü biz erkeklerle beraber çalışıyoruz gerçi bayanların bölümü ayrı ama yinede hatalarımız oluyor. Her akşam belli vakitlerde odamda tefekküre dalmak O’nu anmak, Rabbimle konuşmak, günahlarımı itiraf ederek ağlamak. Bu gibi ibadetler Allah’a dost olmak için birer başlangıçtır. Amma velakin devamlı olanıdır. Nasıl ki bir insan dostuyla samimi olur, sık muhabbet ile, Allah ile muhabbetkar olmalıyız. Her an onun yarattıklarına baktığımızda onu görebiliyorum ve Rabbim sen çok güzel yaratıcısın iyi ki varsın, iyi ki seni tanımışım diye söyleyebiliyorum. Nasıl ki bir insan kul aşkıyla yandığında hep ondan bahseder, ben de kendi aşkımdan (Allah’tan) bahsetmekle mutlu oluyor ve yaşayabiliyorum. Allah’ı çok seviyorum ama ne yapsam bir türlü ona layık olamıyorum. Nefsim çok günah işlediğinde Rabbimle aramızda perdeler çoğalıyor. Günahı az oranda işlediğim zamanda Rabbimi çok yakınımda hissediyorum. Gerçekte öyle, kendimi sürekli kontrol ettiğim için biliyorum. Ve böyle devam etsem inanıyorum Allah’a dost olabilirim.
Ve en önemlisi de ölümü düşündüğüm zaman yani her şeyin fani ve Allah’ın baki olduğunu düşünüpte anladığımda o zaman ona yakınlığım daha da artıyor. O kadar hasretim çoğalıyor ki, bazen ona kavuşmak bile istiyorum. Ama herkesin Allah’a dost olmak isteği farklıdır. Fakat ben yaşayabildiğim kadarını anlatıyorum. Ama hepsi içimden gelen şeyler. Allah’a en yakın olunan vakitten biri de gecedir. Tatlı uykudan kalkıpta Allah’ın huzuruna durduğumda o güzelliği hiçbir şeye değişmem. Seher vaktinde ise huşulanarak makamlı Kur’an-ı Kerim okumak, yine biraz tefekkür yapmak, istiğfar etmek, Allah’a dost olmak için, yaklaşmak için sebep ibadetlerdendir. Bunların yanı sıra Allah’tan gelen musibetlere, felaketlere sabretmek, “Kahrında hoş, lutfunda hoş” diyebilmek. Her işimizde acaba biz bunu gerçekten Allah rızası için mi diye düşünüp öyle yapmak. Riyadan sakınmak gerekir. Allah’a dost olmanın en büyük unsuru günahları azaltmaktır. Haramlardan kaçıp, emirlerine itaat etmektir. Dört elle sarılıp hiçbir emrini küçümsememektir. Hafife almamaktır. Değerli üstadlarımız son cümlelerimize gelmişken şunu belirteyim ki Allah’a dost olmak o kadar kolay değil, anlatmak da kolay değildir. Yaşamak lazımdır. İnşaallah hepimiz gerçekten Allah’a birer dost oluruz. Allah’a emanet olun. Esselamualeykum ve Rahmetullah
Gön: Ayşe GÜLBAHAR
İnşaAllah Yarın devamını getireceğiz..Esselamualeykum ve Rahmetullah
 

nakşibendi

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
12 Mar 2006
Mesajlar
1,946
Tepki puanı
0
Puanları
0
Allah Ile Dostluk Nasil Kurulabilir

Allah Ile Dostluk Nasil Kurulabilir

ALLAH İLE DOSTLUK NASIL KURULABİLİR


Allah Hak yolunda olan yazarlarımıza yardım etsin, istedikleri hedefe doğru koşmalarını nasib etsin. AMİN.
Ben bu mektubu yazarken kazanmak veya yarışma düşüncesi ile yazmadım. Böyle bir iddiam yok.
Genelde her şeyin maddileştiği, kabuğa önem verildiği, özlerin kaybolmaya yüz tuttuğu bir dönemde çok ufak da olsa bazı ayrıntılara değineceğim.
Elbette böyle ciddi ve kutsal bir konuda yazmak beni ve benim gibileri aşar. Çünkü yazmak için yaşamış olmak veya ilim öğrenmiş olmak gerekir. Takdir edersiniz ki, satırlara kitaplara sığmayacak kadar hikmetli ve geniş bir konu.
Ben inandığım ve çok az da olsa yaşamaya çalıştığım konulara değineceğim.
Her şeyden evvel iyi niyet, samimi bir kalb, karşılık beklemeden hizmet etmek, sevmek, sadece Allah Hakk’ın rızasını gözeterek ve onun için vermek ve ilim gerek.
Hangi konumda olursan ol, ister yolcu, ister hancı ol, fakir, zengin, ev sahibi, kiracı, öz, üvey, oğul, kız, gelin, peder, kayınvalide farketmez. Bütün sermayemiz olan ebedi bir hayatı kazanmak için bize verilen şu fani dünyadaki misafirliğimizi imtahan süresini iyi değerlendirmemiz gerekir.
Deyim yerindeyse bize verilen kısacık hayatın rolünü iyi oynamamız gerekir. Bulunduğumuz durumu en iyi şekilde değerlendirmemiz gerekir. Nerede olursak olalım mutlaka birisine iyilik etmemiz için fırsat vardır.
Bir yazar diyor ki; yokken veremeyen varken hiç veremez. Çok yerinde bir söz, herkesin muhakkak infak edeceği bir şey vardır yeter ki istesin. Sende en iyi ne ise dostuna onu ver (yanılmıyorsam Hadis-i fierif)
Hz. Mevlana’nın bir sözü var: Birisine iyilik etmek istediğin zaman acele et, nefsin seni caydırmadan.
Bir yakınımdan benim olan bir şeyi istedim hediye etmek için. Ona sordum ki hangisini versem birisi daha iyiydi. Bana verdiği cevaptan çok etkilenmişdim, hem de utanmışdım da. Kararlı bir sesle cennette hangisini kullanmak istiyorsan onu ver, dedi.
Paylaşmak ne güzeldir. Hasan Basri (k.s.) der ki: Ben verdiğim yemeğin lezzetini alırım.
Paylaşmalıyız varlığı, yokluğu, derdi, sevinci, sevgiyi. Dertler paylaşıldıkça eksilir. Sevinçler, sevgiler paylaşıldıkça artar.
Ne zaman pişirdiğim yemekten birisine vermek isteyip de vazgeçsem mutlaka birazı çöpe gider. Vermekle eksilmez. Komşular arasında muhabbet, sevgi artar.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) hediyeleşiniz, hediyeleşmek sevgiyi artırır, buyurmuştur.
Senin kazanmanla veya almanla acaba senin mi sana mı harcamak kullanmak kısmet olacak. Hiç düşünmediğin birisine kısmet olabilir.
Seninde bir ihtiyacın hiç ummadığın bir yerden gelebilir. Mülk sahibi Allah’tır, taksim eden de odur. İyi niyet, samimiyet, cömertlik, yardım etmek sırf Allah (c.c.) rızası için karşılığında birşey beklemeden yapmak. Çıkara dayanan ilişkiler dostluklar uzun sürmez, dostca bitmez.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) buyurmuş ki:
Cebrail (a.s.) komşu hakkında bana o kadar tenbih de bulundu ki komşuyu komşuya mirascı kılacak sandım.
A.Geylani Hz. buyuruyor ki bir sözünde: Yakınında yardıma muhtac biri varsa onu ganimet bil. Senin kurtuluşuna sebep olabilir.
Hiçbir şey duadan daha kıymetli olamaz. Zahirde kaybediyor görünsende kazanacağına inan. ALLAH mazlumların, iyilerin yanındadır.
Hz. Ali (r.a.) diyor ki: Bir defa zalim olmaktan bin defa mazlum olmak iyidir.
Hastalığa sabret şartlar nasıl olursa olsun. Yoktan vareden varı elbette düzeltmeye muktedirdir. Rahatlık gaflet getirir. Bir musibet bin nasihate bedeldir misali. Hastalık insanı eğitir, acizliğini hiçliğini anlar, dünyanın faniliğini geçici olduğunu daha iyi kavrar, ona göre hayatını düzenlemeye çalışır. Hakk’a hakkıyla kul olmaya azmeder.
Bazı hastalıklara dayanmak sabretmek öylesine zordur ki yaşayan bilir. Ama unutmamalı ki ne kadar ağır olursa olsun mutlaka geçicidir. Hem Hz. Eyyub’u yeniden yaratan, Seni de elbette yeniden inşa edebilir.
Derdin varsa bil ganimet
Olacak günahlarına kefaret
Hak sevdiği kula derdi verirmiş
Mükafatın büyük sabredersen şayet
Dert çekmeyen bilmez hayat kıymetin
Yüzer içinde gönlü gafletin
O çok eksiktir insanlıktan yana
Farkında değildir Hakk’ın rahmetin
Üç günlük dünyayı amaç edinme
Onu hakka giden bir yol bil
Sonsuz hayat için her an hazırlan
Olursun belki de Hakka dost kul.
Sarp yokuş yollar, dikenli çıkmaz sokaklar, sevdiklerimizden gelen darbeler, ömrünü hizmetle geçirdiğin kişilerin zulümleri seni ümitsizliğe sevketmesin. Bilmez misin ki halkın kapısı kapanmamış, Hakkın kapısı açılmaz.
Halktan gelen darbelere sabır, Hakka doğru giden merdivenin basamaklarıdır.
Görünürde şer olanların nice hayırların başlangıcı olduğunu ileride elbette görülecektir, onun için biraz tefekkürle sabredip bekleyelim ümitvar olarak.
Geylani Hz. bir sözünde diyor ki, bütün malını mülkünü aileni bırakıp çöllere hakkı aramaya çıksan dikkat et seni yine imtahana tabi tutabilir. Sakın geriye dönme. En büyük musibetlere Peygamberler maruz kalmışlar. Allah’ın veli kulları musibetlere sabırda yarış ederdiler, geriye bakmaz ileri giderdiler. Hayatı gerçekleriyle olduğu gibi kabul etmek lazım. Hak ve hakikat yolundan ayrılmamak şartlar ne olursa olsun hak ve adaletten ayrılmamak.
Yaradana tefekkür etmek, kendini hesaba çekmek, eleştirmek, ahlakımızı düzeltmesi için ALLAH’a dua etmek, her an dua zikir etmek, iş yaparken bile. Haktan gafil olmamak.
Hayatı paylaşmak, sevgi, hoşgörü çerçevesinde yokluğu, varlığı, sevinci, derdi, güzellikleri beraber yaşamak ufuklara ümitle bakmak.
Dünyanın faniliğini düşünerek dertleri abartmamak aşmaya çalışıp aşmak.
Gönülleri sevgilere açmak, sevgilinin hatırı için dikenleri gül görmek gerek.
Yokuşlar düz, geceler gündüz, fırtınalı denizleri sahil görmek, üzülmemek gerek.
Her derdin sonu, zorluğun kolaylığı, hastalığın ferahlığı vardır.
Fani dünyanın dertleri, sıkıntıları da elbette geçicidir.
Bunlar Allah’a giden yolda ufak çakıl taşları hükmündedir. Zor olsada çaresiz olsan da elbette geçici, çaresiz dert yoktur, yaşıyorsan yine fırsatlar önündedir aldırma.
Gönül bahçendeki çiçekleri sevgiyle, hoşgörü, teslimiyet, tefekkür ve muhabbetle sula, sula ki yeni tomurcuklar açsın. Dostlarımıza çevremizdeki herkese o çiçeklerden demet demet sunalım yerinde yenileri açsın. Saygılarımızla.
Ana baba duası şifadır sana
İnan ki duasını almadan olmaz
Bir defa kalbini kırarsan eğer
Hakk’ın cemalini asla göremez
Elinden geldikce hizmet eyle
Soru sorma deme niye
Onlar sana büyük hediye
Ne deselerde sen yor iyiye

Bahçedeki güller gibi/Elbet bir gün açacaksın
Seherde bülbüller gibi/Gün gelecek öteceksin

Kadere boyun eğersen/Kedere göğüs gerersen
Belalara sabredersen/fiüphesiz sen uçacaksın

Düşenin tut kolundan/Anla onun halinden
Ne koparsa gönlünden/Tereddütsüz vereceksin

Ümitsiz olma bir an/Gerçekleşir bil ki ruyan
Bir gün kabul olur duan/Sen yeniden doğacaksın

Göğüs gerersen her derde/Kalkar hak ile aranda perde
Ahirette ve mahşerde/Kurtulandan olacaksın

Hak Dostu Olacaksın​

İnsan rütbe ile değil Takva ile yükselir.
Kişinin Aklını eğitiyorda Ahlakını eğitmiyorsanız

topluma bela yetiştiriyoruz demektir.​


T. Rozvellt​


Nimet KOÇASLAN

İnşaAllah Yarın devamını getireceğiz..Esselamualeykum ve Rahmetullah
 

nakşibendi

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
12 Mar 2006
Mesajlar
1,946
Tepki puanı
0
Puanları
0
Bismillahirrahmanirrahim

Allah hak subhanehu ve teala ile dostluk kurabilmemiz için devamlı abdestli olup Hak subhanehu ve teala’yı ve Habibullahı alemlere rahmet Muhammed Mustafa (s.a.v.) tesbih edip gece namazlarında dua ve yakarışlarda bulunarak (sır) kapısını aralamaya devam etmeli.
Allah hak subhanehu ve teala’dan korku ile sevinç arası Allah’tan korkup tövbeye devam etmeli ve Allah’a yakarmalı.
 

nakşibendi

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
12 Mar 2006
Mesajlar
1,946
Tepki puanı
0
Puanları
0
İYİ Kİ VARSIN
1986 Bulgaristan doğumlu bir genç kızım. Aslen Türk olmamıza rağmen, annem babam Bulgaristan’da doğup büyümüş ve 1989’da ben üç yaşındayken, yapılan baskılar sonucu Türkiye’ye gelmişiz. Annem babam, sözde müslümanlar ama Bulgaristan’da büyüdükleri için müslümanlığını unutmuşlar diyebilirim.
Günümüzde kendini modern olarak nitelendiren pek çok insan gibi onlar da inançlı kişilere geri kafalı gözüyle bakıyorlar. Öyle ki kapalı biriyle arkadaşlık bile kurmuyorlar. Benim de kapalı biriyle görüşmemi pek istemiyorlar. Kendimi bildim bileli evimizde dinle ilgili bir söz edildiğini hatırlamıyorum. Böyle konular bizim evde hiç konuşulmaz. Ramazanda oruç tutulmaz, namaz kılınmaz. Sıradan bir ay kabul edilerek, günlük yaşantıya devam edilir. fiu ana kadar bir kere bile camiye gitmediklerini size rahatlıkla söyleyebilirim. Evimizin kitaplığında veya herhangi bir yerinde dini bir kitaba rastlamak pek de mümkün değildir. Annem de, babam da ölümden sonra yaşam olduğuna inanmaz. Babam, sürekli dünyaya bir kez geldiğimizi ve bunu iyi değerlendirmemiz gerektiğini söyleyip durur. Annem ise öldükten sonra kemiklerin toprağa karışıp gittiğini ve dolayısıyla her şeyin bittiğini düşünür.
İşte ben, böyle bir ailenin içinde, anne ve babamla aynı değer yargılarına sahip olarak büyüdüm. Allah’ın varlığına inanıyordum. Cennetin ve cehennemin varlığına da inanıyordum ama hepsi bu kadarla sınırlıydı. Allah’a olan inancım bile öyle zayıftı ki orta okulda din öğretmenimle insanların maymundan geldiği konusunda tartışmaya girmiştim.
Okul hayatımda hep başarılı ve örnek bir öğrenciydim. Sekizinci sınıfın sonunda girdiğim Anadolu Liseleri Sınavında da başarılı oldum ve Anadolu Lisesi’ni kazandım. Okulun İstanbul’un en gözde yerlerinden biri olan Kadıköy’de olması, beni serbestliğe ve inançsızlığa biraz daha itti. Okula gittiğim ilk gün, tek kelimeyle şok olmuştum. Kızlar makyajlı, saçlar kuaförden çıkmış gibi ve etekler kısacık, erkeklerin ise saçları uzundu. Okuldaki ilk yılımı bitirdiğimde ise artık kendimi o çevrenin bir parçası olarak hissetmeye başlamıştım. Ama o yaz sahilde bisiklet sürerken tanışacağım birinin tüm hayatımı, düşünceleremi, doğrularımı değiştireceği, aklımın ucundan bile geçmiyordu.
Tanıştığım kişi benden yedi yaş büyüktü ama yine de iyi anlaşıyorduk. Tek sevmediğim yönü, sık sık dini konulardan bahsetmesiydi. O bu konuları açınca rahatsız oluyor, konuyu değiştirmeye çalışıyordum. Ama o hiç yılmadı ve tanışmamızdan üç, dört ay sonra bana okumam için kitaplar vermeye başladı. Kitapların hepsi inançsız kişilerin dönüşlerini konu ediniyordu. Önceleri istemeyerek, yalnızca onu kırmamak için okudum kitapları. Ama okudukça kendimden bir şeyler buldum. Bazen hayretler içinde kaldım, bazen gözyaşlarına boğuldum. Ve sonunda ilk defa bir kandil gecesi namaz kıldım. O an yaşadığım duyguları kelimelerle anlatamam... Hayatımda daha önce hiç bu kadar heyecanlandığımı hatırlamıyorum. Kalbim delicesine çarpıyordu. İlk defa Rabbimin huzuruna çıkacağım için öyle heyecanlanmıştım ki okuyacağım duaları unuttum ve namazımı tam dört kez baştan kıldım. Ama o namaz bana daha önce hiç yaşamadığım duyguları yaşattı. Daha önce içime hiç böylesine huzur dolmamıştı ve hiç kendimi böylesine rahat, böylesine güvende hissetmemiştim. Meğer özgürlük adı altında kendimi korkuya tutsak ediyormuşum senelerdir. Benimsediğim yaşam tarzı, doğru sandığım yanlışlar, beni sonsuz bir mutsuzluğa, çıkmaza götüren bir yolmuş aslında.
Ama şimdi ne için yaşadığımı, mutluluğu nerede aramam gerektiğini çok daha iyi biliyorum. Her sabah ailemden gizli kıldığım namazlar ve her gece yatmadan önce okuduğum dualar sayesinde içime huzur doluyor, kendimi hiç olmadığım kadar güvende hissediyorum. Ve her gece yatağıma yattığımda bana, bir buçuk sene önce tanıştığım o müthiş insanı tanıma fırsatı verdiği için Allah’a şükrediyorum. fiimdi tek istediğim ailemin de değişmesi, inançlı insanlar olması.
Yolunu kaybetmiş herkesin doğru yolu bulması dileğiyle...
Saygılarımla​
Neşe MUTLU
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt