nakşibendi
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 12 Mar 2006
- Mesajlar
- 1,946
- Tepki puanı
- 0
- Puanları
- 0
Ben Leylam’a gidiyorum,
çekil önümden Leyla
Gayrı cennet olsa durmam;
bak, çağırıyor beni...
Hamd kendisini gizlemeyip bütün isim ve sıfatları ile zâtını bize tanıtan Allah (c.c.)’adır. (O Allah ki, çevremizde gördüğümüz herşeyi –bizzat bizleri– varlığına birer alamet kıldı.) Sevdiği ve sevmediği şeyleri yüce kitabımız Kur’ân ve alemlere rahmet olarak gönderilen, söz ve davranışları ile insanlığa örnek, ümmetine önderlik teşkil eden Rasulullah (s.a.v.) aracılığı ile kendisiyle dost olmanın yollarını –esasında tek yol: İSLAM– bizlere bildiren Allah (c.c.)’adır.
“Allah ile dostluk nasıl kurulabilir?” sorusuna cevap verebilmemiz için öncelikle dostluk kavramını incelememiz gerekir. Nedir dostluk?!
Dostluk edinilmesi en zor, ama en sıcak kavramdır. Zira dostluk karşılıklı rıza işidir. Sevdiğinin sevgilisi olabilmek için çaba ve gayret ister. Dünyaya ve olaylara dostunun gözüyle bakmak, “dostum” dediğinin ahlakıyla ahlaklanmaktır. Kendisine baktığında aynada kendini görüyor gibi olmaktır. (Kişi dostunun dinindendir /Ebu Davud-Tirmizi) Kısaca dostluk “dostum” eşittir “ben” işlemidir nefislerde!
Kendisi ile dost olmayı istediğimiz; kullar arasındaki dostluklarımızı dahi rızası üzerine bina ettiğimiz, dostlarımızı O’nu razı etmeye çalışanlardan seçtiğimiz Allah Teâla olunca da yukarıda yazılanların çoğu geçerlidir, ama eksiktir. Zira Halilullah olmanın şifresi İbrahim’dir bizim için! O halde Allah ile dostluğun ilk adımında İbrahim (a.s.)’ı tanımak gerekir. Çünkü İbrahim (Allah’ın selamı üzerine olsun)’in hayatı diğer bütün peygamberlerin mücadelelerinin hülasasıdır. Onların hayatından kareler taşır: Hz. Muhammed (s.a.v) ile Musa (a.s)’ın bütün kapılar kapatıldıktan sonra ki hicretleri, İmran ailesinin kabul edilen adakları, putçuluğu red ve buna bağlı olarak peygamberliğin özü olan politeizmden uzak iman/tevhid inancının O’nun hayatında da var oluşu gibi...
“De ki: Rabbim beni dosdoğru yola; kendisinde eğrilik olmayan dine, hanif İbrahim’in yoluna iletti. O, müşrik değildi.”
(En’âm/161)
Gerçekten İbrahim, Hakk’a yönelen, Allah’a itaat eden bir önder idi. Allah’a ortak koşanlardan değildi. Allah’ın nimetlerine şükrediciydi. Çünkü Allah, O’nu seçmiş ve doğru yola iletmişti. O’na dünyada güzellik verdik, muhakkak ki O, âhirette de salihlerdendir.
(Nahl/120-123)
“Yahudiler ve Hıristiyanlar müslümanlara ‘yahûdi yada hıristiyan olun ki, doğru yolu bulasınız’ dediler. De ki (onlara), ‘Bil’akis biz, hanif olarak (dosdoğru) yaşamış İbrahim’in dinine uyarız. O müşrik değildi.’”
(Bakara/135)
“De ki: Allah doğruyu söylemiştir. Öyle ise, hakka yönelmiş olarak İbrahim’in dinine uyunuz. O, müşriklerden değildi.”
(Àli İmran/95)
İbrahim (a.s.)’ın tefekkür devresi, gerçeği arayışı, put yontucusu olan babası Àzer’in ve kavminin tevhidden sapmış, bozuk akidelerini sorgulaması ile başlar. O, “atalarının dini üzere olma”yı, geleneksel inancı yani taklidi imanı red ile bulmuştur hakiki imanı! Bu süreci Allah-u Teâla En’âm suresinin 74-83. ayetlerinde şöyle zikretmektedir:
“İbrahim, babası Àzer’e demişti ki: Sen bir takım putları tanrılar mı ediniyorsun? Doğrusu ben, seni de kavmini de apaçık bir sapıklık içinde görüyorum.
Böylece biz, (birlik ve kudretimize) kesin iman edenlerden olması için İbrahim’e göklerin ve yerin muhteşem varlıklarını gösteriyorduk.
Gece karanlığını üstüne örtünce bir yıldız gördü, “Rabbim budur” dedi. Yıldız batınca da “batanları sevmem” dedi. Ay’ı doğarken görünce “Rabbim budur” dedi. O da batınca, “Rabbim bana doğru yolu göstermezse elbette (doğru yoldan) sapan topluluklardan olurum” dedi. Güneşi doğarken görünce: “Rabbim budur, zîra bu daha büyük” dedi. O da batınca, dedi ki: “Ey kavmim” Ben sizin (Allah’a) ortak koştuğunuz şeylerden uzağım. Çünkü ben yüzümü gökleri ve yeri yoktan yaratan Allah’a çevirdim ve ben O’na ortak koşanlardan değilim.”
Kavmi (bu hususta) onunla tartışmaya kalkıştı. Onlara dedi ki: Beni doğru yola iletmişken, Allah hakkında benimle tartışıyor musunuz? Ben sizin O’na ortak koştuğunuz şeylerden korkmam. Ancak, Rabbim ne dilerse o olur! Rabbimin ilmi herşeyi kuşatmıştır. Hala ibret almıyor musunuz? Siz, Allah’ın size haklarında hiçbir hüküm göndermediği şeyleri O’na ortak koşmaktan korkmazken, ben sizin ortak koştuğunuz putlardan nasıl korkarım! fiimdi biliyorsanız (söyleyin), iki gruptan hangisi: Allah’ı birleyen mi yoksa putları ona ortak koşanlar mı) güvende olmaya daha layıktır?
İnanıp da imanlarına zulüm karıştırmayanlar (var ya) işte güven onlarındır. Ve doğru yolda olanlar da onlardır. İşte bunlar bizim hüccetimizdir. Biz onu, kavminin karşı koymasına rağmen İbrahim’e verdik. Biz dilediğimiz kimselerin derecelerini yükseltiriz. fiüphesiz ki, Rabbin hikmet sahibidir, hakkıyla bilendir.”
İbrahim (a.s.), bu imanî olgunluğa erer ermez kınayıcıların kınamasından korkmadan mü’min kimliğini açıkça bildirmiş, kavmini imanına şahit kılmıştır. Bu noktada sünnetullah gereği şirke dayanan bâtıl, İbrahim (a.s.)’ın şahsında -ki O tek başına ümmetti!- tevhide dayanan Hakk’ı yargılamış, Allah’ın nurunu O’nu ateşlere atmakla söndürebileceklerini, Hakk’ın sesini zulüm ve işkenceyle kısabileceklerini sanmışlardı. Oysa ki Allah, nurunu tamamlayacaktı:
Andolsun biz, daha önce İbrahim’e de hidayet, dürüstlük ve bilgi gücü vermiştik. Biz onu iyi tanırdık.
O, babasına ve kavmine “şu karşısına geçip tapmakta olduğunuz heykeller nedir böyle? demişti.
Dediler ki: Biz, atalarımızı bunlara tapar kimseler olarak bulduk.
“Doğrusu, siz ve atalarınız açık bir sapıklık içindeymişsiniz” dedi.
Dediler ki: Bize gerçeğimi getirdin, yoksa sen oyunbozanlardan biri misin?
“Hayır, dedi. Sizin Rabbiniz göklerin ve yerin Rabbidir ki, bunları o yaratmıştır ve ben, buna şehadet edenlerdenim. Allah’a yemin ederim ki, siz ayrılıp gittikten sonra putlarınıza bir oyun oynayacağım!”
Sonunda İbrahim onları paramparça etti. Yalnız onların büyüğünü bıraktı; belki ona müracaat ederler diye.
“Bunu tanrılarımıza kim yaptı? Muhakkak o, zalimlerden biridir” dediler.
(Bir kısmı) “Bunları diline dolayan bir genç duyduk; kendisine İbrahim denilirmiş” dediler.
“O halde, dediler, onu hemen insanların gözü önüne getirelim. Belki şahitlik ederler.”
“Bunu ilahlarımıza sen mi yaptın ey İbrahim?” dediler.
“Belki de bu işi şu büyükleri yapmıştır. Hadi onlara sorun; eğer konuşuyorlarsa” dedi.
Bunun üzerine, kendi vicdanlarına dönüp (kendi kendilerine) doğrusu asıl zalimler sizsiniz” dediler.
Sonra tekrar eski kafalarına dönüp: “Sen, bunların konuşmadığını pekala biliyorsun” dediler.
İbrahim, “öyleyse, dedi, Allah’ı bırakıp da hiçbir şekilde size ne fayda, ne de zarar verebilen bir şeye hala tapacak mısınız? Size de, Allah’ı bırakıp tapmakta olduğunuz şeylerede yuh olsun! Siz akıllanmaz mısınız?”
Aralarında bir kısmı, “Eğer iş yapacaksanız, yakın onu da tanrılarınıza yardım edin” dediler.
“Ey ateş! İbrahim için serinlik ve esenlik ol!” dedik. Böylece ona bir tuzak kurmak istediler; fakat biz onları, daha çok hüsrana uğrayanlar durumuna soktuk.”
(Enbiya/51-70)
İbrahim (a.s.) çağın putunu/putlarını bir bir kırmış, bize de tevhid için put kırmayı miras olarak bırakmıştır:
“Bir zaman İbrahim, babasına ve kavmine demişti ki: “Ben sizin taptıklarınızdan uzağım. Ben yalnız beni yaratana taparım. Çünkü O, beni doğru yola iletecektir.” (Zuhruf/26-28) Bu sözün ardından geleceklere devamlı kalacak bir miras olarak bıraktı ki insanlar (dinine) dönsünler.
“İnsanların çoğu şirk koşmaksızın iman etmezler” (Yusuf/106) ayeti gereği putçuluk her devirde varolmuştur; olacaktır da (...) Ancak yer ve zamana göre isim ve şekil değiştirerek! Kimi zaman “tuğyan” eden bir kişi, kimi zaman “ilah”lık taslayan bir topluluk, bazense heva ve heves ürünü “izm”ler vs. olarak kılık değiştirmiş bir şekilde çıkar karşımıza; ama maskenin altında hep aynı tanıdık yüz durur: İbrahim (a.s.)’ın döneminden kalma putlar, hem de bütün çıplaklığıyla!!!
“De ki: Namazım, kulluğum, hayatım ve ölümüm hiçbir ortağı olmayan Allah içindir.”
(En’âm/162)
Evet, Allah’ın dostu olabilmemiz için çaba sarfetmemiz gerekir (kan-gözyaşı-ter!) Dünyaya ve olaylara Allah’ın gözüyle (Kur’an ve sünnet perspektifinden) bakmamız gerekir. Kur’ân ve Rasulullah’ın ahlakıyla ahlaklanmamız gerekir. İBRAHİM OLMAMIZ GEREKİR!
İbrahim (a.s.)’ın çizgisinden gidip Halilullah olunca da şüphesiz hem dünya hem ahiret mutluluğu bizim olacaktır:
“İyi bilin ki Allah’ın dostlarına korku yoktur ve onlar üzülmezler de...”
(Yûnus/62)
Àl-i İmran suresi 68. ayette Allah (c.c.) kimlerin dostu olduğunu dolayısıyla kendisi ile nasıl dostluk kurulabileceğini öz bir biçimde- bildirmiştir:
“İnsanların İbrahim’e en yakın olanı, ona uyanlar, şu peygamber (Muhammed) ve ona iman edenlerdir. ALLAH, MÜ’MİNLERİN DOSTUDUR!” Gön: Dilek DELİKAYA
Allah, hepimizin muîni olsun!...İnşaAllahü Teala devam edeceğiz..Es-Selamun Aleyküm.