Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Allah Dostlarının Menkıbelerinden Bazıları... (1 Kullanıcı)

Siyahgulsevdalisi

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
20 Haz 2006
Mesajlar
2,046
Tepki puanı
0
Puanları
0
ANKA KUŞU GİBİDİR
Aziz Mahmud Hüdai Hazretleri, bir gün Sultan Ahmed'in gönderdiği hediyeyi kabul etmeyip, geri iâde etmiş. Bunun üzerine Padişah da o hediyeyi bir başka âlim, Abdülmecid Sivasi'ye göndermiş. Abdülmecid Sivasi ise Padişah'ın gönderdiği aynı hediyeyi kabul etmiş. Aradan zaman geçmiş, bir gün ulemanın toplantısında Padişah bu hadiseyi hatırlatıp sebebini sormuş:
–Abdülmecid Efendi! Aziz Mahmud senin kabul ettiğin hediyeyi kabul etmemişti. Abdülmecid Efendi şöyle demiş:
–Aziz Mahmud, anka kuşu gibidir. O böyle şeylere îtibar etmez." Sultan Ahmed, bu kez de Aziz Mahmud'a:
–Senin kabul etmediğin hediyeyi Abdülmecid Sivasi kabul etti, dediğinde, Aziz Mahmud Hüdai Hazretleri şöyle demiş:
–O deniz gibidir; içine bir damla necâsetin düşmesiyle pislenmez.


MUSİBETİN BENİM İÇİN GELİYORDU
Sultan Bayezid döneminde İstanbul iki büyük musibet ile karşı karşıya kalmıştı. Bunlardan biri büyük bir deprem meydana geldi, ardından da artçı depremler uzun sure devam etti. Deprem korkusu ile yaşayan halk birde taun hastalığı ile karşılaştı.
Her gün birkaç kişi taun hastalığından dolayı hayatını kaybederken, kısa aralıklarla da İstanbul sallanmaya devam ediyordu. Bu durum bir yıldan fazla sürünce, halktaki korku ve panik en üst seviyeye ulaştı.
Devrin İslam âlimleri, İstanbul'da geniş katılımlı bir toplantı yaptılar. Toplantıdan şöyle bir sonuç çıktı.
"Umumi bela ve musibetlerin gelemsine sebep, ekseriyetin hatalarıdır. Hataların af edilmesi için istiğfar gerekir, halk topluca tövbe istiğfarda bulunacak."
Bu toplantıda alınan bir başka kararda; devrin tasavvuf büyüklerinden Cemal Halveti Hazretleri dua ile görevlendirilir. Halveti hazretleri dua için Medine'ye gönderilecek, Rasûlallah'ın manevi huzurunda dua edecektir.
Cemal Halveti Hazretleri hazırlıklarını tamamlayarak yola çıkar. Yolculuğunu bir kervan ile yapmaktadır. Kervan Gebze'de mola vererek son, civardan katılacakları beklerken, kervandakilerde son hazırlıklarını yerine getirir. Bir hafta kadar Gebze'de kalınır. Tam hareket edecekleri sırada, İstanbul'dan Bursa'ya gitmekte olan ulak kervanın yanından geçerken selam verir aralarında şöyle bir konuşma geçer.
Kervancı başı ulak'a sorar:
–İstanbul'dan yeni bir haber var mı? Ulak:
–Son bir hafta içinde İstanbul'da zelzele olmadı. Taun hastalığı da hız kesti, daha önce bir günde ölen insan, şimdi haftada öldü, musibetler İstanbul'un üzerinden kalkıyor.
Bu haber kervanda duyulunca, sevinç meydana getirir. Cemal Halveti hazretleri haberi duyunca, secdeye kapandı. Uzun secdesini göz yaşarı ile süslüyor, hıçkırıkları çadırının dışından duyuluyordu. Kervancı başı Cemal Halveti Hazretlerinin yanına gider:
–Efendi Hazretleri! Niçin ağlıyorsun, ne güzel haber aldık. Sevineceğin yerde ağlıyorsun. Halveti Hazretleri:
–Bende o haber için ağlıyorum. Ben ne günahkâr adamım ki şehirden ayrılınca musibetler durmuş. Demek ki bela ve musibetlerin sebebi bu günahkârmış, günahlarım için ağlıyorum.
Kervan Medine'ye varır, Cemal halveti Hazretleri Rasûlallah'ın huzurunda gözyaşı döker. Bir daha geri dönmez ve Medine'de vefat eder.

ÖMRÜNÜN YARISINI BOŞA GEÇİRDİN
Arapça dilbilgisi ilminde derinleşmiş bir nahiv alimi bir kayığa binmişti. Bu kendini beğenmiş gramerci, kayıkçıya dönüp:
–Sen hiç nahiv okudun mu, diye sordu.
–Hayır, diye cevap verdi kayıkçı.
Nahivci:
–Ömrünün yarısı boşa gitmiş, dedi.
Kayıkçı bu söze gücendi, gönlü kırıldı, fakat cevap vermedi sustu. Derken rüzgâr kayığı bir girdaba sürükledi. Kayıkçı o gramer âlimine bağırdı:
–Yüzmeyi biliyor musun?
–Hayır, dedi nahivci.
–Öyleyse bütün ömrün boşa gitmiş, çünkü kayık burada batacak. Burada mahiv bilgisi lazım, nahiv bilgisi değil. Eğer bunu biliyorsan korkusuzca denize atla!

İKİ SULTAN ARASINDAKİ FARK
Selçuklu Sultanlarından biri Mev-lâna Hazretlerini ziyaret etmek istemiş. Ziyaret esnasında Selçuklu sultanı sorar:
–İkimizde sultanız. İki sultanlık arasından en önemli fark nedir?
Mevlâna Hazretleri bu soruya şu cevabı verdi:
–Senin saltanatın gözlerin açık olduğu müddetçe vardır. Oysa benim saltanatım, gözlerimi kapadığımda başlar.

MUSHAF BALTA VE İP İSTİYORUM
Gazneli Sultan Mahmut, kurduğu Gazneli devletinin kurucusudur. Sultan Mahmut İslam tarihi içinde çok önemli bir yere sahiptir. Maneviyatı, ihlâsı ve cihat şuuru çok yüksek seviyededir. Gazneli Mahmut ile ilgili anlatılan menkıbelerde ismi sıkça geçen, Ayaz sultanın nedimesidir.
Bir gün Sultan Mahmut nedimi ayaz ile Gazne şehrinin dışında bağ–bahçelerde gezintiye çıkar. Gezinti esnasında, yol kenarında gördükleri armutta koparıp yerler. Yedikten sonrada akılları başlarına gelir.
–Biz ne yaptık, sahibinin izni olmadan armut yedik. Bu bize helal değildir. Bahçenin sahibini bulup ondan helallik isteyelim.
Bahçenin sahibi bulunur yedikleri armutlar için ondan helallik istenir. Bahçe sahibi:
–Sultan Mahmut'un bahçemizden armut yemesi bizim için bir şereftir. Helal olsun, der. Sultan Mahmut adamın bu sıcak ilgisinden duygulanır:
–Bizden bir isteğin olursa sarayımızın kapıları sonuna kadar sana açıktır, diyerek oradan ayrılır.
Bahçe sahibinin komşusu ile başı derttedir. Bir arazı nedeni ile mahkemelik olmuştu. Adamın hanımı, kocasını Sultan'dan yardım istemek için sıkıştırıp duruyordu. Adam bizim işimiz mahkemenin mahkeme iledir, sultana bu meseleyi götüremem, demesine rağmen hanımının ısrarlarına dayanamaz ve yanına bir sepet armut alarak Sultan Mahmut'u görmek için saraya gider. Adam sarayın kapısına geldiği anda, bir kargaşa ile karşılaşır. Bir ihbar alınmış, sultana Suikast yapılacaktır. Görevliler bu adamı suikastçı diye yakalayıp zindana tarlar.
Adamcağız bir yıla yakın bir sure zindanda kalır. Sonuçta suçsuz olduğu anlaşılarak serbest bırakılır. Sultan Mahmut adamdan özür dilemek için onu huzuruna çağırır. Adamdan özür diler:
–Benden bir dileğin, isteğin var mı, söyle yerine getireyim?
Canı yanmış adam şöyle bir talepte bulunur:
–Benim sizden isteğim bir Mushaf, bir balta, birde iptir. Başka bir talebim yoktur. Sultan Mahmut adamın bu istekleri karşısında şaşırır:
–Başka bir isteğin yok mu? Bunları ne yapacaksın? Adam:
–Sultanım! İple beni sana zorla gönderen hanımımı asacağım. Balta ile de seninle tanışmamıza sebep olan armut ağacını keseceğim. Mushaf üzerinde, bundan böyle Mahmut isminde olanlara selam dahi vermeyeceğime dair yemin edeceğim.


SAÇINIZ NEDEN AĞARDI?
Üsküdar kadılarından biri olan Molla Hüsameddin Efendi yaşlılığı hiç sevmediği gibi kendisine yaşlılık merkezli sorulan soruları farklı bir şekilde cevaplandırırmış. Yine bir gün kendisine biri sordu:
–Söyler misiniz, saçınız neden ağardı?
Molla Hüsameddin:
–Nezleden.
–Beliniz niçin iki büklüm oldu?
Molla Hüsameddin:
–Gezmeden.
–Dizleriniz neden titriyor? Molla Hüsameddin:
–Çizmeden.
–Peki, dişleriniz niçin dökülmüş? Molla Hüsameddin:
–Yiyip içmeden.

BİR İSLAM ÂLİMİ KAFİRE KIYAM YAPMAZ
20. asrın önde gelen İslam âlimlerinden Saıd–ı Nursı Rahmetullahı Aleyh 1. Dünya savaşında Ruslara esir düşer. Rusların doğu Anadolu'yu işgali sırasında oluşturulan gönüllü birlikler ile Ruslara karşı cansiperane savaşır. Bu savaşlarda Saıd–ı Nursı Rahmetullahı Aleyh ile birlikte çok sayıda Müslüman Ruslara esir düşer. Ruslar, esirleri Sibirya'daki esir kamplara götürür.
Saıd Nursı çok sayıdaki esirle birlikte kampta günlerini geçirmektedir. Günün birinde Rus ordularının başkumandanı kampı teftişe gelir. Başkumandan Nikola Nikolaviç esirlerin hal ve ahvalini denetlerken, bir şey dikkatini çekti. Bütün esirler kendisine saygı gösterdiği halde, bir tanesi hiç oralı değildir. Nikolaviç oralı olmayan esirin yanına gider, esirde en küçük bir hareket, değişiklik yoktur. Bu durum başkomutanı çılgına çevirir. Nikolaviç, kamp komutanına çıkışır:
–Siz benim kim olduğumu bunlara söylemediniz mi? Bu ne saygısızlıktır.
Tercümanı vasıtasıyla bu sessizce yerinde oturan adama, Said–i Nursi’ye sorar:
–Benim kim olduğumu biliyor mu? Said–i Nursi:
–Rusların başkomutanısın. Nikolaviç:
–O halde bilerek Ruslara hakaret ettin, bunun cezasını çekeceksin. Said–i Nursi:
–Ben kimseye hakaret etmedim. İnancımın gereğini yaptım. Benim imanım kâfirin karşısında kıyam yapmama engeldir. Nikolaviç:
–Bu konuşmalarında bile hakaret var, sen inancını bize hakaret olarak kullanıyorsun.
Bu konuşmanın ardından Nikolaviç, hakım karşısına çıkarılacaklar listesine bu esrinde eklenmesini emreder. Beklenen gün gelir, birçok esirle birlikte Said–i Nursi'de Rus hâkimin karşısındadır. Yargılama kısa sürer, suç sabit görüldüğü için, Rus başkumandanını şahsında, Çar'a ve Rus halkına hakaretten idam cezası ile cezalandırılmasına karar verildi.
Mahkûmlar infazların gerçekleştirileceği yere götürülür. Sıra ile infazlar yapılmaya başlanır. Saıd–ı Nursı infaz sorumlusundan bir istekte bulunur.
–Bana kısa zaman verin, dünyadaki son görevimi yerine getireyim. Görevli şaşkındır:
–Ne görevinden bahsediyorsun?
–Bizim inancımızda idam mahkûmunun son yapacağı iki rekât namaz kılmaktır. Bende namazımı kılıp Rabbime dua edeceğim. Görevli duydukları karşısında duygulanmıştır. Herkesin bir hesabı var Allah'ında bir hesabı var. Saıd–ı Nursı müsait bir yer bulup namaza durur. Ecel gelmeyince, sebepler harekete geçer. Allah'ın hikmeti; başkomutan o sırada infazların yapıldığı yere gelir. Nikolaviç'in gözü ileride eğilip kalkan birine ilişir. Görevliye sorar:
–Şu adam ne yapıyor.
–Müslüman olduğu için, infazdan önce son görevini yerine getirmek istedi bizde ona izin verdik, der. Nikolaviç namaz kılan idam mahkûmuna yaklaştı. Onu tanımıştır, bu o ona hakaret eden adamın ta kendisi idi. O sırada Said–i Nursi de namazını bitirmiştir. Nikolaviç:
–Yine karşıma çıktı. Said–i Nursi:
–Bu dünyada ki son ibadetimi yaptım. Şimdi Rabbime gidiliyorum, der. Said–i Nursi’nin inancına olan bağlılığı, namazı, yaptıklarını nefsi için değil inancı için yapmış olması Nikolaviç'ın kalbine tesir etmiştir. Bu adama karşı içinde bir şeyler kıpırdamaya başlar. Görevlilere emreder:
–Bu adamın infazını yapmayın. Ben mahkeme hâkimi ile konuşacağım. Nikolaviç, mahkeme hâkimine başkomutanlık yetkisini kullanarak bu mahkûmu af ettiğini söyler ve Said–i Nursi idam olmaktan son anda kurtulur. Onu kurtaran hiç şüphesiz inancına olan bağlılığı ve ihlâsıdır. İki rekât namazın ne büyük bir iş olduğunu da unutmamak lazım.

BİR CENAZE Mİ ÇIKMASI LAZIM?
Annesi İstanbul'da vefat ettiğinde Mehmed Âkif Mısır'daydı. Çok samimi arkadaşlarından biri olan Ferid Kam, uzun zamandır görüşemediği Âkif'e başsağlığı mektubunu da biraz geç yazmıştı. Mehmed Âkif arkadaşına, cevap olarak yazdığı mektupta sitemini şöyle ifade etmişti:
"Yahu sizden ses çıkması için bizim evden bir cenaze mi çıkması lazım?"

SAĞIRIN HASTA ZİYARETİ
Sağır bir adama, komşusunun hasta olduğunu haber verdiler.
Adam kendi kendine:
–Bu sağır kulakla hastanın sözlerini nasıl anlayacağım, diye düşündü. Birde de hastalıktan sesi iyice kısılmışsa işi daha da zorlaşacaktı. Fakat ziyaret etmek de lazımdı. Dudağını oynatması ile ne dediğini anlarım diye düşündü. Ve:
"Ey benim dertlere düşmüş dostum, nasılsın?" derim, o da, "iyiyim, çok şükür" der. Ardından ne yiyip içtiğini sorarım, oda "mercimek çorbası" diye cevap verir, ben de "afiyet olsun!" derim. Hangi hekime tedavi olduğunu sorarım, o da "filanca" der, ben de "ayağı çok uğurludur, geldi mi işin tıkırında demektir. Onu biz de denedik, nereye vardıysa maksat hasıl oldu" diye karşılık veririm.
Adam bu şekilde kendini hazırlar ve hastanın hal ve hatırını sormaya gitti. Hastanın yanına varınca:
–Nasılsın, dedi. Hasta:
–Öldüm, bittim.
–Oh ne âlâ, çok şükür.
Hasta bu cevaba kızdı, canı bir hayli sıkıldı. "Anlaşıldı, bu adam benim kötülüğümü istiyor, halime seviniyor," diye düşündü. Ziyaretçi:
–Ne yiyip içiyorsun, diye sordu. Canı sıkkın olan hasta:
–Zehir zıkkım, diye cevap verdi. Adam, daha önceden tasarladığı gibi:
–Afiyet olsun, dedi. Hasta buna daha çok içerledi. Ziyaretçi:
–Tedavi için hangi hekim geliyor, diye sordu. Hasta öfkeyle:
–Def ol başımdan, Azrail geliyor. Ziyaretçi:
–Ayağı pek uğurludur, sevin, neşelen! dedi.
Sağır adam, vazifesini hakkıyla yaptığını, komşuluk hakkını gözettiğini düşünerek sevinçle dışarı çıktı. Hasta ise:
–Bu adamı tanıyamamışım, meğer can düşmanımmış, diyordu. Aklına bir yığın kötü şeyler geliyor, ona haber gönderip dersini vermeyi düşüyordu.
"Bu ağzı bozuk köpek nerde ki cevabını vereyim, diyordu, o zaman hastalığımdan cevap vermek aklıma gelmedi. Benim acınacak halimi görüp keyiflenmek istemişti."
Sağır adamın yaptığı kıyas yüzünden on yıllık dostluk yıkılıp gitmişti, ilk kıyas yapan Şeytandı. "Kuşkusuz, ateş topraktan daha iyidir," dedi, "ben ateşlen, o topraktan yaratıldı". Allah u Teala ise, "Hayır, soy sop yok," buyurdu, "takva ve zühd, faziletin mihrabıdır".

ANNESİNİ ÖLDÜREN ADAM
Adamın biri, öfkesine kapılıp annesini hançeriyle döverek öldürdü. Bir arkadaşı ona dedi ki:
–Sana ne yaptı ki onu öldürdün, kötü huyluluğun yüzünden anne hakkını hiçe saydın. Adam cevap verdi:
–Utanılacak bir şey yaptı, öldürdüm ki ayıbını toprak örtsün. Arkadaşı:
–Anneni öldüreceğine o şahsı öldürsen daha iyi değil miydi?
–Hangi birini, her gün başka birisini mi öldürmemi istiyorsun?
Bu kıssanın açıklaması:
"O ahlâksız anne kişinin kendi nefsindir. Nefsi her gün bir insana saldıracak, oda o insanları öldürecekti, insanları öldürmek yerine nefsini öldürdü."
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt