Muhtazaf
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 30 Mar 2008
- Mesajlar
- 9,591
- Tepki puanı
- 957
- Puanları
- 113
- Yaş
- 66
- Web Sitesi
- www.aydin-aydin.com
Allah Dostlarının Hayat Ölçüsü: Bir Nefes Bile Hak’tan Gâfil Olma!
Osman Nûri Topbaş
ALTINOLUK: Efendim, “Altın Silsile”deki mürşid-i kâmillerin, üzerinde titizlikle durdukları başlıca hususlar neler?
Osman Nûri Topbaş: Hepsinin ortak noktası Kur’ân ve Sünnet’e tam bir ittibâ, kalbî derinlikle, yani huşû ile îfâ edilen bir ibâdet hayatı, zikir, tefekkür, şükür, rızâ, tevâzû, helâl lokma, seherleri ihyâ, sohbet, ihlâs, takvâ, muhabbet, mârifet, kul hakkına riâyet, mahlûkâta şefkat, merhamet, infak, hizmet, diğergâmlık, tebliğ, velhâsıl ilim, amel-i sâlih ve takvâ ile müzeyyen, kâmil bir İslâm şahsiyeti…
Bütün mürşid-i kâmiller, nefeslerimize dikkat etmeyi, nefeslerimizi huzur ile, yani Allah ile beraberlik şuuru içinde alıp vermeyi, bütün amellerimizi ihlâs ile îfâ edebilmeyi, bir nefes bile Hak’tan gâfil kalmamayı telkin ediyor. Peygamber Efendimiz’in; “Yâ Rabbi! Beni göz açıp kapayıncaya kadar bile nefsime bırakma!”10 niyâzı, Hak dostlarında, bir nefes bile Hak’tan gâfil kalmama hassâsiyeti geliştirmiş. Îmandan ihsâna ulaşmak, yani dâimâ ilâhî kameralar altında olduğumuzun şuur ve idrâki içinde bir kulluk hayatı yaşamak, Hak dostlarında en büyük hayat düsturu hâlindedir.
Yine tasavvufî hayat, kullukta takvâya erebilme sanatıdır. Takvâ; ilâhî muhabbetten mahrum kalma korkusuyla, nefsin süflî arzularını bertarâf etmek, rûhî istîdatları inkişaf ettirmek ve Cenâb-ı Hak’la dostluğu tesis etmektir. Kur’ân-ı Kerîm’de muhtelif kalıplarda 258 yerde takvâ ifadesi geçer. İnsan terbiyesi olan tasavvufu bir kelime ile îzah edecek olsak; “takvâ” kelimesi kâfîdir.
ALTINOLUK: Efendim, kitaptaki Hak dostlarının, bize ufuk verecek hikmetli hâl ve davranışlarından, irşâd edici sözlerinden birkaç misal istirham etsek, özellikle neleri dile getirmek istersiniz?
Osman Nûri Topbaş: Hak dostlarının bütün tâlimatları şüphesiz ki birbirinden kıymetli. Bununla beraber, içinde bulunduğumuz Ramazân-ı Şerîf vesîlesiyle evvelâ şu misallerden başlayalım:
Abdullah Dehlevî Hazretleri’nin meclisinde lüzumsuz sözler sarf edilmezdi. Birisi gıybet etse ona mânî olur ve:
“–O söylediğin söze ben daha lâyıkım!” derdi.
Oruçlu olduğu bir gün, yanında sultânı kötülediler. Hazret:
“–Eyvah, orucumuz bozuldu!” buyurdu.
Bir talebesi:
“–Efendim, siz gıybet etmediniz ki!” dediğinde ise:
“–Evet, biz gıybet etmedik, ama dinledik. Gıybette, söyleyen de dinleyen de aynıdır.” buyurdu.11
Her zaman ve bilhassa Ramazân-ı Şerîf’te dikkat etmemiz gereken hususlardan biri, gıybet meclislerinin yakınından bile geçmemek… Zira orucu sadece midemize değil, bütün uzuvlarımıza tutturmamız îcâb eder. Bilhassa dedikodu ve gıybetle din kardeşlerinin etini yiyip orucu mânen bozmaktan, ecrini zâyî etmekten şiddetle sakınmalıyız.
Câfer-i Sâdık (r.aleyh) Ramazan ayının sonunda şöyle duâ ederdi:
“Ey Ramazan’ın Rabbi olan ve Kur’ân’ı indiren Allâh’ım! İşte bu, kendisinde Kur’ân’ın indirildiği Ramazan ayıdır ve artık bitmek üzeredir. Yâ Rabbî, bütün günahlarım affedilmeden fecrin doğmasından veya Ramazan’ın çıkıp gitmesinden, Kerîm olan Zât’ına sığınırım!”12
Merhum pederim Mûsâ Efendi (r.aleyh) de şu îkazda bulunurduXE "M˚s‚ Efendi":
“Evlâdım, mutlakâ riyâzat13 hâlinde yaşayın ve Allâh’ın verdiklerini, yine Allah için infâk edin! Riyâzat hâliniz sadece üç aylara ve Ramazan’a mahsus olmasın! Onu, hayatınızın her safhasına yayın ve ihtiyaç fazlasını Allah yolunda infâk edin! Şunu iyi bilin ki, Dolmabahçe veya Topkapı SarayıXE "Topkap˝ Saray˝"’nda bile yaşasanız, yine riyâzatla yaşamaya mecbursunuz. Onun için malı da mülkü de ancak kalbinizin dışında taşıyın. Eğer ihtiyaç fazlasını Allah yolunda infâk etmezseniz, Allâh’ın verdiği nîmetlere karşı nankörlük etmiş olursunuz. Unutmayın ki, infâk edilmeyen nîmetler, ziyan edilmiş demektir. Ziyan edilen nîmetler de hesâbı çok ağır birer âhiret vebâlidir.”
{
Seyyid Emîr Külâl (r.aleyh) amellerde ihlâsın lüzûmunu şöyle îzah eder:
“Ey dostlar! İhlâslı olunuz! Her işinizi Allah rızâsı için yaparsanız kurtulursunuz. İhlâssız işlenen amel, üzerinde pâdişahın mührü olmayan para gibidir. Üzerinde pâdişahın mührü bulunmayan parayı kimse almaz. Üzerine mühür vurulanı ise herkes alır.
İhlâsla yapılan az amel, Cenâb-ı Hak katında çok amel gibidir. İhlâssız yapılan çok amelin ise Hak katında kıymeti yoktur. Yaptığınız her ibadeti ve işi ihlâs ile yapınız! Böylece Allah Teâlâ’ya yakın ve rızâsını kazananlardan olursunuz...”14
Ubeydullah Ahrâr Hazretleri anlatıyor:
“Bir aziz zât, dünyadan ayrıldıktan sonra Nakşibend Hazretleri’ni rüyasında görmüş ve ona:
«–Ebedî kurtuluşumuz için ne yapalım?» diye sormuş. Hâce Hazretleri şu cevâbı vermiş:
«–Son nefeste neyle meşgul olmak gerekiyorsa onunla meşgul olun!» Yani, son nefeste nasıl ki tamamen Hak Teâlâ’yı düşünmeniz lâzımsa, hayatınız boyunca da o şekilde uyanık olunuz!”
Zâten kâmil mü’minler nazarında her nefes, son nefestir.
Sonra, İmâm-ı Rabbânî Hazretleri’nin şu ifâdeleri çok mühim:
“Şerîatin üç kısmı vardır: İlim (akāid ve fıkıh), amel ve ihlâs (tasavvuf). Bu üçü gerçekleşmeden şerîat tahakkuk etmez. Şerîat ne zaman yaşanırsa, işte o zaman bütün dünyevî ve uhrevî saâdetlerin üzerinde olan Cenâb-ı Hakk’ın rızâsı kazanılmış olur…
Şerîat, bütün dünyevî ve uhrevî saâdetleri temin etmektedir. Şerîatin ötesinde, ihtiyaç duyacağımız başka bir gâye yoktur. Sûfîlerin teksîf olduğu tarîkat ve hakîkat ise, şerîatin hâdimleridir (şerîatin yaşanmasını kolaylaştırmak içindir). Bunlar şerîatin üçüncü kıs*mı olan ihlâsı tamamlarlar. O hâlde bunları elde etmekten maksat, şerîati tamamlamaktır, yoksa şerîatin ötesinde başka bir şey değildir.
Seyr u sülûk esnâsında sûfîlere verilen hâller, ilhamlar, mânevî ilim ve mârifetler, asıl maksat değildir. Bilâkis onlar, tarîkat çocuklarının terbiye edildiği vehimler ve hayallerdir. Bütün bunlardan geçip, sülûk ve cezbe makamlarının nihâyeti olan rızâ makâmına ulaşmak gerekir. Çünkü tarîkat ve hakîkat menzillerini aşmanın gâyesi, rızâ makâmına ulaşmak için lâzım olan ihlâsın tahsilinden başka bir şey değildir.”15
Yani gerçek tasavvuf, Kitap ve Sünnet’i duygu derinliği içinde, sır ve hikmetlerinden nasîb alarak yaşamaktır. İmâm-ı Rabbânî (r.aleyh):
“Bir defasında gaflete düşerek abdesthâneye sağ ayağımla girdim. (Sünnete uymayan bu davranışım sebebiyle) o gün birçok mânevî hâlden mahrum kaldım.”16 buyurmuştur.
Kitap ve Sünnet’in dışına taşan her hâl, kāl ve davranış, bâtıldır. Bu hakîkati ifade etmek için de tasavvuf ehli; “Pergelin sâbit ayağı şerîattir.” demişlerdir.
Bâyezîd-i Bistâmî (r.aleyh), ibadet ve muâmelâttan uzak, helâl-haram hassâsiyeti zayıf, bununla birlikte sûfî geçinen kimselere müthiş bir istikâmet dersi vererek şöyle buyuruyor:
“Kim Kur’ân-ı Kerîm kıraatini ve zühd hayatını terk eder, ce*maate devam etmez, cenâze teşyiinde bulunmaz, hastaları ziyaret et*mez de sûfî olduğunu iddiâ ederse, o ancak kendini aldatanlardan*dır.”17
Dipnotlar: 1) Bkz. Müslim, Zühd, 9; Tirmizî, Kıyâmet, 58/2512. 2) Hemedânî, Hayat Nedir, s. 14, 91. 3) Nedret: Nâdirlik, az bulunurluk, seyreklik. 4) Erzengî, Şerh-i Risâle-i Azîzân, s. 2-3. 5) Erzengî, Şerh-i Risâle-i Azîzân, s. 86. 6) Sâdık Dânâ, Altınoluk Sohbetleri, VI, 24. 7) Attâr, Tezkire, s. 629. 8) Harakānî, Nûru’l-Ulûm, s. 239. 9) Ebû Dâvûd, İlim, 1. 10) Câmiu’s-Sağîr, c. I, s. 58. 11) Abdülganî bin Ebî Saîd, Hüvelganî Risâlesi, s. 152. 12) İbnü’l-Cevzî, et-Tebsıra, II, 103. 13) Riyâzat: Nefsin arzularına karşı kendini tutmak ve nîmetleri kendi adına kullanırken kifâyet miktârıyla yetinmek. 14) Heyet, Evliyâlar Ansiklopedisi, X, 338. 15) İmâm-ı Rabbânî, Mektûbât, I, 206, no: 36. 16) Kişmî, Berekât, s. 197. 17) Beyhakî, Şuab, III, 305; İbnü’l-Cevzî, Telbîsü iblîs, s. 151.
Osman Nûri Topbaş
ALTINOLUK: Efendim, “Altın Silsile”deki mürşid-i kâmillerin, üzerinde titizlikle durdukları başlıca hususlar neler?
Osman Nûri Topbaş: Hepsinin ortak noktası Kur’ân ve Sünnet’e tam bir ittibâ, kalbî derinlikle, yani huşû ile îfâ edilen bir ibâdet hayatı, zikir, tefekkür, şükür, rızâ, tevâzû, helâl lokma, seherleri ihyâ, sohbet, ihlâs, takvâ, muhabbet, mârifet, kul hakkına riâyet, mahlûkâta şefkat, merhamet, infak, hizmet, diğergâmlık, tebliğ, velhâsıl ilim, amel-i sâlih ve takvâ ile müzeyyen, kâmil bir İslâm şahsiyeti…
Bütün mürşid-i kâmiller, nefeslerimize dikkat etmeyi, nefeslerimizi huzur ile, yani Allah ile beraberlik şuuru içinde alıp vermeyi, bütün amellerimizi ihlâs ile îfâ edebilmeyi, bir nefes bile Hak’tan gâfil kalmamayı telkin ediyor. Peygamber Efendimiz’in; “Yâ Rabbi! Beni göz açıp kapayıncaya kadar bile nefsime bırakma!”10 niyâzı, Hak dostlarında, bir nefes bile Hak’tan gâfil kalmama hassâsiyeti geliştirmiş. Îmandan ihsâna ulaşmak, yani dâimâ ilâhî kameralar altında olduğumuzun şuur ve idrâki içinde bir kulluk hayatı yaşamak, Hak dostlarında en büyük hayat düsturu hâlindedir.
Yine tasavvufî hayat, kullukta takvâya erebilme sanatıdır. Takvâ; ilâhî muhabbetten mahrum kalma korkusuyla, nefsin süflî arzularını bertarâf etmek, rûhî istîdatları inkişaf ettirmek ve Cenâb-ı Hak’la dostluğu tesis etmektir. Kur’ân-ı Kerîm’de muhtelif kalıplarda 258 yerde takvâ ifadesi geçer. İnsan terbiyesi olan tasavvufu bir kelime ile îzah edecek olsak; “takvâ” kelimesi kâfîdir.
ALTINOLUK: Efendim, kitaptaki Hak dostlarının, bize ufuk verecek hikmetli hâl ve davranışlarından, irşâd edici sözlerinden birkaç misal istirham etsek, özellikle neleri dile getirmek istersiniz?
Osman Nûri Topbaş: Hak dostlarının bütün tâlimatları şüphesiz ki birbirinden kıymetli. Bununla beraber, içinde bulunduğumuz Ramazân-ı Şerîf vesîlesiyle evvelâ şu misallerden başlayalım:
Abdullah Dehlevî Hazretleri’nin meclisinde lüzumsuz sözler sarf edilmezdi. Birisi gıybet etse ona mânî olur ve:
“–O söylediğin söze ben daha lâyıkım!” derdi.
Oruçlu olduğu bir gün, yanında sultânı kötülediler. Hazret:
“–Eyvah, orucumuz bozuldu!” buyurdu.
Bir talebesi:
“–Efendim, siz gıybet etmediniz ki!” dediğinde ise:
“–Evet, biz gıybet etmedik, ama dinledik. Gıybette, söyleyen de dinleyen de aynıdır.” buyurdu.11
Her zaman ve bilhassa Ramazân-ı Şerîf’te dikkat etmemiz gereken hususlardan biri, gıybet meclislerinin yakınından bile geçmemek… Zira orucu sadece midemize değil, bütün uzuvlarımıza tutturmamız îcâb eder. Bilhassa dedikodu ve gıybetle din kardeşlerinin etini yiyip orucu mânen bozmaktan, ecrini zâyî etmekten şiddetle sakınmalıyız.
Câfer-i Sâdık (r.aleyh) Ramazan ayının sonunda şöyle duâ ederdi:
“Ey Ramazan’ın Rabbi olan ve Kur’ân’ı indiren Allâh’ım! İşte bu, kendisinde Kur’ân’ın indirildiği Ramazan ayıdır ve artık bitmek üzeredir. Yâ Rabbî, bütün günahlarım affedilmeden fecrin doğmasından veya Ramazan’ın çıkıp gitmesinden, Kerîm olan Zât’ına sığınırım!”12
Merhum pederim Mûsâ Efendi (r.aleyh) de şu îkazda bulunurduXE "M˚s‚ Efendi":
“Evlâdım, mutlakâ riyâzat13 hâlinde yaşayın ve Allâh’ın verdiklerini, yine Allah için infâk edin! Riyâzat hâliniz sadece üç aylara ve Ramazan’a mahsus olmasın! Onu, hayatınızın her safhasına yayın ve ihtiyaç fazlasını Allah yolunda infâk edin! Şunu iyi bilin ki, Dolmabahçe veya Topkapı SarayıXE "Topkap˝ Saray˝"’nda bile yaşasanız, yine riyâzatla yaşamaya mecbursunuz. Onun için malı da mülkü de ancak kalbinizin dışında taşıyın. Eğer ihtiyaç fazlasını Allah yolunda infâk etmezseniz, Allâh’ın verdiği nîmetlere karşı nankörlük etmiş olursunuz. Unutmayın ki, infâk edilmeyen nîmetler, ziyan edilmiş demektir. Ziyan edilen nîmetler de hesâbı çok ağır birer âhiret vebâlidir.”
{
Seyyid Emîr Külâl (r.aleyh) amellerde ihlâsın lüzûmunu şöyle îzah eder:
“Ey dostlar! İhlâslı olunuz! Her işinizi Allah rızâsı için yaparsanız kurtulursunuz. İhlâssız işlenen amel, üzerinde pâdişahın mührü olmayan para gibidir. Üzerinde pâdişahın mührü bulunmayan parayı kimse almaz. Üzerine mühür vurulanı ise herkes alır.
İhlâsla yapılan az amel, Cenâb-ı Hak katında çok amel gibidir. İhlâssız yapılan çok amelin ise Hak katında kıymeti yoktur. Yaptığınız her ibadeti ve işi ihlâs ile yapınız! Böylece Allah Teâlâ’ya yakın ve rızâsını kazananlardan olursunuz...”14
Ubeydullah Ahrâr Hazretleri anlatıyor:
“Bir aziz zât, dünyadan ayrıldıktan sonra Nakşibend Hazretleri’ni rüyasında görmüş ve ona:
«–Ebedî kurtuluşumuz için ne yapalım?» diye sormuş. Hâce Hazretleri şu cevâbı vermiş:
«–Son nefeste neyle meşgul olmak gerekiyorsa onunla meşgul olun!» Yani, son nefeste nasıl ki tamamen Hak Teâlâ’yı düşünmeniz lâzımsa, hayatınız boyunca da o şekilde uyanık olunuz!”
Zâten kâmil mü’minler nazarında her nefes, son nefestir.
Sonra, İmâm-ı Rabbânî Hazretleri’nin şu ifâdeleri çok mühim:
“Şerîatin üç kısmı vardır: İlim (akāid ve fıkıh), amel ve ihlâs (tasavvuf). Bu üçü gerçekleşmeden şerîat tahakkuk etmez. Şerîat ne zaman yaşanırsa, işte o zaman bütün dünyevî ve uhrevî saâdetlerin üzerinde olan Cenâb-ı Hakk’ın rızâsı kazanılmış olur…
Şerîat, bütün dünyevî ve uhrevî saâdetleri temin etmektedir. Şerîatin ötesinde, ihtiyaç duyacağımız başka bir gâye yoktur. Sûfîlerin teksîf olduğu tarîkat ve hakîkat ise, şerîatin hâdimleridir (şerîatin yaşanmasını kolaylaştırmak içindir). Bunlar şerîatin üçüncü kıs*mı olan ihlâsı tamamlarlar. O hâlde bunları elde etmekten maksat, şerîati tamamlamaktır, yoksa şerîatin ötesinde başka bir şey değildir.
Seyr u sülûk esnâsında sûfîlere verilen hâller, ilhamlar, mânevî ilim ve mârifetler, asıl maksat değildir. Bilâkis onlar, tarîkat çocuklarının terbiye edildiği vehimler ve hayallerdir. Bütün bunlardan geçip, sülûk ve cezbe makamlarının nihâyeti olan rızâ makâmına ulaşmak gerekir. Çünkü tarîkat ve hakîkat menzillerini aşmanın gâyesi, rızâ makâmına ulaşmak için lâzım olan ihlâsın tahsilinden başka bir şey değildir.”15
Yani gerçek tasavvuf, Kitap ve Sünnet’i duygu derinliği içinde, sır ve hikmetlerinden nasîb alarak yaşamaktır. İmâm-ı Rabbânî (r.aleyh):
“Bir defasında gaflete düşerek abdesthâneye sağ ayağımla girdim. (Sünnete uymayan bu davranışım sebebiyle) o gün birçok mânevî hâlden mahrum kaldım.”16 buyurmuştur.
Kitap ve Sünnet’in dışına taşan her hâl, kāl ve davranış, bâtıldır. Bu hakîkati ifade etmek için de tasavvuf ehli; “Pergelin sâbit ayağı şerîattir.” demişlerdir.
Bâyezîd-i Bistâmî (r.aleyh), ibadet ve muâmelâttan uzak, helâl-haram hassâsiyeti zayıf, bununla birlikte sûfî geçinen kimselere müthiş bir istikâmet dersi vererek şöyle buyuruyor:
“Kim Kur’ân-ı Kerîm kıraatini ve zühd hayatını terk eder, ce*maate devam etmez, cenâze teşyiinde bulunmaz, hastaları ziyaret et*mez de sûfî olduğunu iddiâ ederse, o ancak kendini aldatanlardan*dır.”17
Dipnotlar: 1) Bkz. Müslim, Zühd, 9; Tirmizî, Kıyâmet, 58/2512. 2) Hemedânî, Hayat Nedir, s. 14, 91. 3) Nedret: Nâdirlik, az bulunurluk, seyreklik. 4) Erzengî, Şerh-i Risâle-i Azîzân, s. 2-3. 5) Erzengî, Şerh-i Risâle-i Azîzân, s. 86. 6) Sâdık Dânâ, Altınoluk Sohbetleri, VI, 24. 7) Attâr, Tezkire, s. 629. 8) Harakānî, Nûru’l-Ulûm, s. 239. 9) Ebû Dâvûd, İlim, 1. 10) Câmiu’s-Sağîr, c. I, s. 58. 11) Abdülganî bin Ebî Saîd, Hüvelganî Risâlesi, s. 152. 12) İbnü’l-Cevzî, et-Tebsıra, II, 103. 13) Riyâzat: Nefsin arzularına karşı kendini tutmak ve nîmetleri kendi adına kullanırken kifâyet miktârıyla yetinmek. 14) Heyet, Evliyâlar Ansiklopedisi, X, 338. 15) İmâm-ı Rabbânî, Mektûbât, I, 206, no: 36. 16) Kişmî, Berekât, s. 197. 17) Beyhakî, Şuab, III, 305; İbnü’l-Cevzî, Telbîsü iblîs, s. 151.