RE: ***ALLAH(C.C.)'YU NE KADAR TANIYORUZ???***
Müslüman olarak acaba Allah’ı nasıl tanıyoruz, ne kadar tanıyoruz? Bizi ve kâinatı hiç yoktan yaratan kâinatın Halıkını, Kur’ân’ın, Resûlullah’ın tanıttığı şekilde mi tanıyoruz; yoksa gelenek yoluyla, duyduğumuz yarım-yamalak bilgilerle mi?
Onun varlığı mutlaktır; diğer yaratıkları hakkında düşünülebilir, ama Onun yokluğu asla düşünülemez. Ezelde var olan, yani varlığının bir başlangıcı olmayandır. Varlık ve büyüklüğünü aklımıza sığıştıramıyoruz. Elbette sığdıramayız. Çünkü, bir deniz nasıl bardağa, şişeye sığdırılamıyor. Tıpkı onun gibi, bu sınırlı akıl, göz ile, Onun sonsuz varlığının mahiyetini kavrayamayız. Yani, gözün görmesi sınırlı, kulağın işitmesi sınırlı, aklın da görüş ufku sınırlıdır. Şu halde, sadece anlamak gerekir. Allah’ın zâtı, mahiyeti elbette sınırlı bir ölçüyle ölçülemez!
Ancak, denizin varlığını, bir bardak su kullanarak anladığımız; fakat onu bardağa sığdırmaya çalışmamamız gibi; Allah’ın varlığını da bir bardak kadar olan aklımıza sığıştırmaya yeltenmemeliyiz. Sadece, isim, sıfat ve tecellîlerinden Onun azamet ve sonsuzluğunu anlamaya çalışmalıyız.
Hiç şüphesiz sonlu, sınırlı, basit, fâni olan insan; sonsuz isim ve sıfatlar sahibi Cenâb-ı Hakkı ihata edemez. Lâkin, Onu, isim ve sıfatlarının tecellisiyle tanıyabilir. Allah’ı bu dünya ölçüleriyle gerçekten tanımak ve Ona hakiki imân, ancak “Esmâ-i Hüsnâ” pespektifiyle mümkün.
Elbette tanımakta ve bilmekte derece ve farklılıklar vardır. Meselâ, bir ilim adamını, bir mobilya ustasını, bir idâreciyi isim, sıfat, sanat, fiil ve icraatları ile tanırız. Onları öğrendiğimiz nispette, saygı, bağlılık veya takdirimiz artar. Bir müzeyi veya kitap fuarını gezen okuma yazma bilmeyen birisi ile, bir ilköğretim öğrencisi, lise-üniversite talebesi ve ilim fikir adamının aldığı lezzet, duyduğu sevinç, hissettiği duygular farklı farklıdır.
Allah’ı da, şu kâinat müzesinde ve insan kitabında tecellî eden/yansıyan, görünen binbir isim ve sıfatları ile; bilgimiz, araştırmamız, incelememiz nispetinde tanırız. Allah’ın sonsuz isim ve sıfatları var. Bir âlemde 4 bin ismi, bir başka âlemde 100 bin ismi, trilyonlarca yıldız âlemleri ve kümelerinde sayısız isim ve sıfatları yansımaktadır! Çünkü O, Ezelî ve Ebedî olan Rabbü’l-Âlemîn’dir. Esmâsı da öyle olması gerekir.
Esmâ-i Hüsnâ’yı ve sâir isimleri, kâinattaki tecellîlerinden, görüntü ve gölgelerinden anlamaktayız. Tıpkı, sanatkârları eserlerinden, mimarları yapılarından tanımamız gibi. İsim, sıfat, fiil ve icraatlarıyla tanımamız nispetinde de, azâmeti zihnimize yerleşir ve ona göre sever, sayar, ibâdet eder, emirlerini dinler, nehiylerinden sakınırız.
Kâinatta geniş, devamlı, muntazam, enteresan, dehşetli değişme, yenilenme, doğma, büyüme, olgunlaşma faaliyetleri görüyoruz. Bunlar, bir Rabbin terbiyesi ve dolayısıyla bir Uluhiyetin varlığını göstermektedir. Her filin arkasında bir fail, her ilmin arkasında bir âlim, her terbiyenin arkasında bir mürebbî, her kitabın arkasında bir kâtip, her sanatın arkasında bir sanatçının bulunması aklın zarûriyatındandır. Failsiz bir fiil, müsemmasız bir isim mümkün olmadığı gibi, mevsufsuz bir sıfat ve sanatkârsız bir sanat mümkün değildir.1
İşte kâinattaki bütün bu fiiller, faaliyetler, güzellikler, nakışlar, sanatlar, sıfatlar, Esmâ-i Hüsnâ sahibi birisini göstermektedir. Kur’ân bu hususta şöyle ferman eder:
“En güzel isimler, el-esmâü’l-hüsnâ, Allah’ındır. O halde Ona o güzel isimlerle duâ edin. Onun isimleri hakkında eğri yola gidenleri bırakın. Onlar yapmakta olduklarının cezasına çarptırılacaklardır.”2
Dipnotlar:
1- Şuâlar, s. 133. 2- A’raf, 180.
ALINTIDIR