Alî Râmitenî "rahmetullahi aleyh" hazretleri buyurdular ki;
(Allahü teâlâ, mümin bir kulunun gönlüne bir gecede üç yüz altmış defa nazar eder,) sözünün manâsı şudur: Kalbin, vücûda açılan üç yüz altmış penceresi vardır. Gönül, Allahü teâlâ’nın zikriyle kaynayıp coşunca, Allahü teâlâ o kalbe nazar eder. Bu nazar ile kalbe doğan feyizler ve nûrlar, bu üç yüz altmış koldan bütün vücûda yayılır. Böyle nûrların ve feyizlerin yayıldığı bir uzuv, kendi hâline göre zevkle ibâdet eder, yapılan tâ’at ve ibâdetlerden lezzet alınır.
Talebenin, maksadına kavuşması için çok çalışması, nefsini terbiye etmek için çok uğraşması lâzımdır. Fakat bir yol vardır ki, nefsi itmînâna kavuşturup, rûhu kısa zamânda yüksek derecelere ulaştırır. O da; Allahü teâlâ’nın sevgili kullarından birinin gönlünü kazanmaktır. Zîrâ, onların kalbi, Allahü teâlâ’nın nazar ettiği yerdir.
Allahü teâlâ’ya hiç isyân etmediğiniz bir dil ile duâ ediniz ki, duânız kabûl olsun. Duânızı öyle bir delîl araya koyarak edin ki, o günâhı işlememişlerden olsun. O delîl, Allahü teâlâ’nın dostudur. Onlara tevâzu’ ve sevgi gösterin ki, sizin için duâ etsinler.
İki hâlde kendinizi sakının: Söz söylerken ve yemek yerken.
Halkı Hakka davet eden kimse, canavar terbiyecisi gibi olmalıdır. Canavar terbiyecisi, nasıl uğraştığı hayvanın huyunu ve isti’dâdını bilip de ona göre davranırsa, o da öyle olsun!
İbâdetlere sarılmak ve onları yerine getirmek lâzımdır. Yerine getirilince de, onları yapmadığını kabûl edip, kendini kusûrlu bilerek, tâ’at ve ibâdete yeniden başlamalıdır. Bir gün bir kişi huzûruna gelip, kalbinin dağınıklığından ve kendisini ibâdetlere tam veremediğinden bahis etti. Şeyh hazretleri şu şi’ri okudular:
Birisiyle oturup kalbin toparlanmazsa,
Kalbindeki dünyâ derdini senden almazsa,
Onun ile sohbetten etmez isen teberrî,
Sana yardıma gelmez azîzândan hiçbiri.
Alî Râmitenî hazretleri "rahmetullahi aleyh", (Ey îmân edenler, Yüce Allaha nasuh tövbesi ile tövbe ediniz) meâlindeki Tahrim sûresinin sekizinci âyetini açıklarken buyurdu ki; Bu âyet-i kerîmede hem işâret, hem de müjde vardır. Tövbeden dönseniz de tövbe ediniz demesi işârettir. Müjde ise tövbenin kabûlüdür. Çünkü Allahü teâlâ tövbeyi kabûl etmeyecek olsaydı, bunu emir etmezdi. Emir etmesi kabûl etmesini gösteriyor. Ancak tövbe dilden değil, gerçekten kusûrunu bilerek kalpten olmalıdır.
(Allahü teâlâ, mümin bir kulunun gönlüne bir gecede üç yüz altmış defa nazar eder,) sözünün manâsı şudur: Kalbin, vücûda açılan üç yüz altmış penceresi vardır. Gönül, Allahü teâlâ’nın zikriyle kaynayıp coşunca, Allahü teâlâ o kalbe nazar eder. Bu nazar ile kalbe doğan feyizler ve nûrlar, bu üç yüz altmış koldan bütün vücûda yayılır. Böyle nûrların ve feyizlerin yayıldığı bir uzuv, kendi hâline göre zevkle ibâdet eder, yapılan tâ’at ve ibâdetlerden lezzet alınır.
Talebenin, maksadına kavuşması için çok çalışması, nefsini terbiye etmek için çok uğraşması lâzımdır. Fakat bir yol vardır ki, nefsi itmînâna kavuşturup, rûhu kısa zamânda yüksek derecelere ulaştırır. O da; Allahü teâlâ’nın sevgili kullarından birinin gönlünü kazanmaktır. Zîrâ, onların kalbi, Allahü teâlâ’nın nazar ettiği yerdir.
Allahü teâlâ’ya hiç isyân etmediğiniz bir dil ile duâ ediniz ki, duânız kabûl olsun. Duânızı öyle bir delîl araya koyarak edin ki, o günâhı işlememişlerden olsun. O delîl, Allahü teâlâ’nın dostudur. Onlara tevâzu’ ve sevgi gösterin ki, sizin için duâ etsinler.
İki hâlde kendinizi sakının: Söz söylerken ve yemek yerken.
Halkı Hakka davet eden kimse, canavar terbiyecisi gibi olmalıdır. Canavar terbiyecisi, nasıl uğraştığı hayvanın huyunu ve isti’dâdını bilip de ona göre davranırsa, o da öyle olsun!
İbâdetlere sarılmak ve onları yerine getirmek lâzımdır. Yerine getirilince de, onları yapmadığını kabûl edip, kendini kusûrlu bilerek, tâ’at ve ibâdete yeniden başlamalıdır. Bir gün bir kişi huzûruna gelip, kalbinin dağınıklığından ve kendisini ibâdetlere tam veremediğinden bahis etti. Şeyh hazretleri şu şi’ri okudular:
Birisiyle oturup kalbin toparlanmazsa,
Kalbindeki dünyâ derdini senden almazsa,
Onun ile sohbetten etmez isen teberrî,
Sana yardıma gelmez azîzândan hiçbiri.
Alî Râmitenî hazretleri "rahmetullahi aleyh", (Ey îmân edenler, Yüce Allaha nasuh tövbesi ile tövbe ediniz) meâlindeki Tahrim sûresinin sekizinci âyetini açıklarken buyurdu ki; Bu âyet-i kerîmede hem işâret, hem de müjde vardır. Tövbeden dönseniz de tövbe ediniz demesi işârettir. Müjde ise tövbenin kabûlüdür. Çünkü Allahü teâlâ tövbeyi kabûl etmeyecek olsaydı, bunu emir etmezdi. Emir etmesi kabûl etmesini gösteriyor. Ancak tövbe dilden değil, gerçekten kusûrunu bilerek kalpten olmalıdır.