Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Alî Râmîtenî "rahmetullahi aleyh" hazretleri (1 Kullanıcı)

gamzeli73

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Ara 2006
Mesajlar
103
Tepki puanı
1
Puanları
0
İslâm âlimlerinin ve Evliyânın büyüklerindendir. “Hâce Azîzân” ve “Pîr-i Nessâc” isimleri ile meşhûrdur. Mahmûd-i İncirfagnevî “kuddise sirruh” hazretlerinin talebesidir. Buhârâ yakınlarındaki Râmiten köyünde doğdu. Doğum târîhi bilinmemektedir. Râmitende küçük yaştan itibâren ilim tahsîline başladı. Akıl ve zekâsının parlaklığı, kavrayış kâbiliyetinin yüksekliği dolayısıyla, kısa zamânda ilim yolunda yükseldi. Sonunda herkese ilim saçan, yol gösteren, kalbinden nûr ve hikmet kaynakları fışkıran Mahmûd-i İncirfagnevî “kuddise sirruh” hazretlerine kavuştu. Alî Râmitenî hazretleri, ondan Bâtınî ilimleri tahsîl etti. Ardı arkası gelmeyen vilâyet, Evliyâlık derecelerine kavuştu. Aklî ve naklî ilimlerde yetişti. Öyle ki, şaşırmışların sığınağı, doğru yoldan ayrılanların rehberi, hakka davet edenlerin büyüklerinden oldu. Alî Râmitenî hazretleri, silsile-i âliyye denilen büyüklerin teşkil ettiği altın halkalar diye isimlendirilen Hak yolu zincirinin onikinci halkası olma şerefine kavuştu.

Alî Râmitenî hazretleri, halâl lokma kazanmak için dokumacılık yapardı. Bu sebeple kendisine dokumacıların şeyhi manâsına Pîr-i Nessâc derlerdi. 728 [m. 1328] yılında Harezm şehrinde yüz otuz yaşlarında vefât etti.

Alî Râmitenî hazretlerine, “Azîzân” denmesinin sebebi de şöyle anlatılır: Bir zamân Alî Râmitenî hazretlerinin evinde iki-üç gün yiyecek bir şey bulunmadı. Evdekiler açlık sebebiyle çok üzülüyorlardı. Gelen misâfire de evde ikrâm edecek bir şey yoktu. O sırada Alî Râmitenî hazretlerinin talebelerinden yiyecek satan bir genç, pirinç doldurulmuş bir horoz hediye getirdi. (Bu yemeği, siz ve yakınlarınız için hâzırladım. Eğer hediyemizi kabûl buyurursanız, bizi memnûn edersiniz,) diyerek yalvardı. Bu nâzik ânda gelen yemekten son derece hoşnut olup, o talebesine iltifâtlarda bulundu. Bu yemeği, misâfirine ikrâm ederek ağırladı. Misâfir gittikten sonra, o talebesini çağırtarak; (Getirdiğin bu yemek, sıkıntılı bir ânımızda imdâda yetişti. Sen de bizden her ne murâdın var ise iste! Çünkü hâcet kapısı şu ânda açıktır,) buyurdu. Genç de; (İlimde ve Evliyâlık makâmında sizin gibi olmaktan başka bir arzûm yoktur. Beni bu hâle kavuşturmanızı istirhâm ediyorum efendim!) dedi. Alî Râmitenî hazretleri; (Çok zor ve yükü ağır bir iş arzû ettin. Bunun yükünü kaldıramazsın. Üzerimizdeki yük, senin omuzlarına çökecek olursa kaldıramazsın. İstersen başka bir dilekte bulun,) buyurdu. Genç ise; (Dünyâda tek murâdım, aynen sizin gibi olmaktır. Size benzemekten başka bir şey beni tesellî etmez. Buna rağmen, siz nasıl arzû buyurursanız, ona râzıyım efendim,) dedi. Bunun üzerine Alî Râmitenî hazretleri; “Pekâlâ” buyurup, elinden tutarak, berâberce husûsî halvet hânesine girdiler. Yüz yüze oturarak, o şahsa teveccüh etmeye başladı. O genç, bir müddet sonra, zâhirî ve zâtınî ilimlerde Allahü teâlâ’nın izniyle, Alî Râmitenî’nin “kuddise sirruh” derecelerine kavuştu. Fakat aşktan sarhoş olup, kendinden geçti. Öylece kırk gün dahâ yaşayıp vefât etti. Ona bir ânda kendi makâmlarını verip, kendisi gibi olmasına sebep olduğu için, iki azîz manâsında, Hazret-i üstâdın İsmi “Azîzân” olarak kaldı.



Alî Râmitenî hazretlerinin "kuddise sirruh" sohbet halkası genişledi. İlim ve Tasavvuf talipleri dünyânın her tarafından onun huzûruna koşuyorlardı. Herkes bilemediği ve çözemediği suâllerin cevabını ondan soruyordu. Kısaca Azîzân hazretleri dünyâya İslâmiyyeti yayan bir güneş gibi idi. Harezmde de pek çok talebe yetiştiren Alî Râmitenî hazretleri 721 [m. 1321] veyâ 728 [m. 1328] yılında 130 yaşında iken vefât etti. İhtiyâç sâhipleri kabrini ziyâret ederek, mübârek rûhâniyyetinden istifâde etmektedirler.

Alî Râmitenî hazretlerinin iki oğlu olup, ikisi de zâhirî ve zâtınî ilimlerde söz sahibi idiler. Hâce Azîzân "kuddise sirruh", vefâtından sonra bulunduğu yerdeki talebelerle meşgûl olmayı küçük oğlu İbrâhîme bıraktı. Büyük oğlu da zâhirî ve bâtınî ilimlerde çok ileri olduğu hâlde, insanlara doğru yolu gösterme vazîfesi, niye büyük oğluna verilmedi? diye, bunları tanıyanlarda bir düşünce hâsıl oldu. Büyük âlim Hâce Alî Râmitenî hazretleri, bu düşünceleri anlayıp buyurdu ki: (Büyük oğlum bizden sonra fazla yaşamaz. Kısa zamânda bize kavuşur.) Gerçekten onun vefâtından on dokuz gün sonra büyük oğlu da babasına kavuştu.

Azîzân hazretlerinin dört büyük halîfesi olup, hepsi de fazîlet ve kemâl sahibi idiler. Her biri, onun vefâtından sonra, bu büyüklerin yolunu öğrenmek isteyen talebeye ders öğretmekle meşgûl oldular. Dördüncüsü ve halîfelerinin en büyüğü, Hâce Muhammed Bâbâ Semmâsîdir "kuddise sirruh". Azîzân hazretleri vefâtı yaklaştığında, bütün talebelerini yetiştirmesi için onu vazîfelendirdi. Yani Muhammed Bâbâ Semmâsî hazretlerini vekîl bıraktı.

Alî Râmitenî hazretleri ile aynı yüzyılda yaşayan büyük âlim Rükneddîn Alâüddevle Semnânî "rahmetullahi aleyh", zamân zamân Alî Râmitenî hazretlerine mektup yazar ve suâller sorardı. Bir gün yine bir talebesi gelerek Alî Râmitenî hazretlerine, hocasının bazı suâllerine cevap istediğini bildirdi.

Suâllerinden birisi şöyle idi:
”Biz, gelenlere her hizmeti yaptığımız hâlde, gelenler size gelir. Biz mükellef sofralar, çeşit çeşit yemekler ikrâm ettiğimiz hâlde, sizde böyle bir şey yok iken, yine de insanlar sizden râzı, bizden değillerdir. Bunun sebebi nedir?“
Cevap: Minnet karşılığı hizmet edenler çoktur. Hizmetini minnet bilenler ise azdır. Çalışınız ki, hizmetinizi minnet bilesiniz. O zamân şikâyetçiniz olmaz.

İkinci suâl: Duyduğumuza göre, sizi Hızır aleyhisselâm terbiye etmiş. Bu nasıl olmuştur?
Cevap: Allahü teâlâ’nın, zâtına âşık öyle kulları vardır ki, Hızır aleyhisselâm da onlara âşıkdır.

Üçüncü suâl: İşittik ki, siz gizli zikr yerine açık zikrle uğraşmaktasınız. Bu nasıl olur?
Cevap: Biz de işittik ki, siz, gizli zikirle meşgûl imişsiniz. Mâdemki işittik, demek sizin ki de gizli zikr değildir. Gizli zikirden murat, hiçbir şeyin bilinmemesi demek ise, o zamân gizli zikrle meşgûl olmak veyâ açık zikirle meşgûl olmak müsâvîdir.
--------------

Hoca Ahmed Yesevî hazretlerinin "rahmetullahi aleyh" en büyük talebelerinden olan seyyid Atâ, zamân zamân Alî Râmitenî hazretleri ile buluşur, görüşürlerdi. Buna rağmen bir gün, seyyid Atânın dilinden Azîzân hazretleri hakkında uygun olmayan bir söz çıktı. Aynı gün Asya içlerinden gelen çapulcu alayları, seyyid Atânın bulunduğu havâliyi yağmalayıp, oğlunu da esîr alıp gitmişler. Seyyid Atâ başına gelen bu felâketin, Azîzân hazretlerini üzmenin cezâsı olduğunu anladı. Yaptığına pişmân oldu. Büyük bir ziyâfet hâzırladı. Özür dilemek için Alî Râmitenîyi "kuddise sirruh" davet etti. Azîzân Alî Râmitenî hazretleri, seyyid Atânın maksadını anlayıp, ricâsını kabûl etti ve davetine geldi. Bu mecliste pek çok âlim ve velî var idi. Sofralar kuruldu. Herkes buyur edildiğinde, Alî Râmitenî hazretleri; (Seyyid Atânın oğlu gelmeyince, Alî bu sofradan ağzına tuz koymaz ve elini yemeklere uzatmaz,) dedi. Sonra bir müddet sessiz beklediler. Orada bulunanlar, bu sözün ne demek olduğunu düşünürken, birden kapı çalındı. İçeriye seyyid Atânın oğlu giriverdi. Bu hâli görünce, meclisten bir feryat, bir figân koptu. Oradakiler şaşırıp, dona kaldılar. Gelen gençten, nasıl kurtulduğunu sordular. Genç de; (Şu anda bir gurup kimsenin elinde esir idim. Elim ayağım iplerle bağlı idi. Şimdi ise kendimi yanınızda görüyorum. Nasıl oldu, ellerim nasıl çözüldü, beni kim kurtararak on günlük yoldan yanınıza geldim, hiçbir şey bilmiyorum,) dedi. Meclistekiler, bunun Azîzân hazretlerinin "kuddise sirruh" bir kerâmeti ve tasarrufu ile olduğunu anladılar. Her biri onun talebesi olmakla şereflendiler.

Bir gün Mevlâ’nâ Şeyh Bedreddîn Meydânî hazretleri, Alî Râmitenî hazretlerine gelerek şöyle sordu: “Allahü teâlâ Ahzâb sûresi 41. âyetinde meâlen; (Ey îmân edenler! Allahı çokça zikr ediniz) buyurmakdadır. Bu zikirden maksat, dil zikri midir, kalp zikri midir?” Alî Râmitenî hazretleri buyurdu ki: Tasavvuf yoluna ilk girenler için dil zikridir. İşin sonuna varanlar için de kalp zikridir. Bu yola ilk giren kimse yüce Allahı kendini zorlayarak da olsa zikr etmeye çalışır. Yolun sonuna varan kimsenin durumu ise öyle değildir. Kalp zikirden te’sîr almaya başlayınca, onun bu te’sîri bütün bedene yayılır. Hemen her organ zikr etmeye başlar. İşte o zamân çokça zikr başlar. Yine o zamân bir günlük ibâdet, bir senelik ibâdet yerine geçer.

kaynak: Huzurpınarı
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt