HUSEYIN SASMAZ
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 11 Eyl 2009
- Mesajlar
- 1,204
- Tepki puanı
- 0
- Puanları
- 0
- Yaş
- 60
AKİDE, İDEOLOJİ VE KİTLELEŞME BAĞLAMINDA İSLÂM
Alemlerin Rabbi olan Allah'a hamd, Efendimiz Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem'e, Âline, Ashabına ve kıyamete kadar O'nun metodu üzerinde olanlara Salât ve Selam olsun.
İnsanoğlunun varoluşu ile ortaya çakan toplumsal yaşama arzusu, beraberinde birtakım nizamsal fikirlerin topluma hakim kılınma mecburiyetini de doğurmuştur. Nitekim bu durum Allah'ın, insanın 'yönetme ve yönetilme' vakıasına mebni kıldığı bir durumdur. Çünkü insan, yaratılış itibariyle aciz, eksik ve muhtaç olmasından ötürü yaşamını sürdürürken mutlak surette başka insanlara da ihtiyaç duymaktadır. Bundan dolayıdır ki, insanların bireysel olarak ihtiyaçlarını kendi başlarına giderememe durumu, toplum halinde yaşama durumunu doğurmuştur. Binaenaleyh, insanların toplum halinde yaşamaları bir mecburiyettir.
İnsanların birliktelik kurarak oluşturdukları toplumsal ilişki beraberinde, insanların birbirleriyle olan alakalarının düzenlenmesi için gerekli olan nizamı belirleme ve o nizamı toplum üzerine tatbik etme ihtiyacını da ortaya çıkarmıştır. Nizam ise; insanların yaşamsal faaliyetlerinin tanzimini, onların aralarındaki duygusal birliktelikleri, fikirsel bütünlükleri ve aynı paydada bir araya gelme eylemlerini gerçekleştiren en temel dinamiktir.
Nizam; toplumların değer yargılarını, yasalarını, örf-adet, gelenek ve göreneklerini oluşturur. Aynı şekilde nizam, toplumun bireylerinin insana, hayata ve kâinata aynı perspektifle bakmalarını sağlar. Nizamın toplum üzerinde bu bağlayıcı etkenleri ortaya çıkarması, onun fikrî bir kaideden neşet etmiş olduğunu göstermektedir. Bu fikri kaide ise akidedir.
Akide; insan nezdinde, bütün fikirlerin kendisinden çıktığı temel fikrî kaidedir. Nitekim insanlar, benimsedikleri akidelere göre bir araya gelirler. Çünkü insanlar her ne kadar beraber yaşama arzusuna sahipseler de, bir o kadar da vakıalara yaklaşımlarını, sorunlarının çözümünü, varoluş gayelerini ve hayatta ki temel hedeflerini onlara belirleyen akidelere olan inanç birlikteliklerine göre bir arada bulunurlar. Bundan ötürüdür ki, yeryüzünde insanların oluşturdukları birçok sayıda farklı toplumlar ortaya çıkmıştır.
İnsanları ve onların ortak fikirlerinden, ortak duygularından ve ayrıca bunları tanzim edici ve sürekliliklerini sağlayıcı ortak nizamlarından oluşan toplumları kalkındıran, onların hayat hakkında ki mefhumlarını ve o mefhumlardan oluşan kendilerine özgü yaşam tarzlarını (hadaratlarını) belirleyen akideler ise, ya beşerin (insanın) dehasından çıkmakta ve yahut da Alemlerin Rabbi olan Allah Subhanehu ve Teâlâ'dan ilahi vahiyle Nebisi vasıtasıyla bütün insanlığa göndermiş bulunmaktadır. İşte yeryüzünde ki toplumsal yaşam tarzları da zaten bu iki tür akideye göre şekillenmiştir.
Beşerin dehasından çıkan akideler ve o akidelere dayalı oluşturulan yaşam tarzları tarihsel süreçleri içerisinde analiz edildiğinde, onların kendilerinden önceki yaşam tarzlarının taklit edilerek değişime ve dönüşüme uğratılmış bir halde ortaya çıkartıldıkları görülecektir. Başka bir ifadeyle; insanın zekâsından çıkan hadaratlar, ya önceki hadaratların bambaşka bir versiyonu ya da önceki hadarata zıt bir düşünceyle ona muhalif olarak hayat sahnesine çıkartılan hadaratlardır. Örneğin; Babil ve Asur hadaratı, Sümer hadaratına; roma hadaratı, yunan hadaratına; yunan hadaratı da, eski mısır hadaratına dayanmaktadır. Nitekim yakın tarihte ki hadaratsal kalkınmalara verilecek en bariz örnekler ise; kralın ve zengin burjuva tabakasının kilise ile ittifakı neticesinde toplum üzerinde tatbik ettikleri teokratik bir yönetim sistemine karşı çıkan mütefekkirlerden bir kısmının dini hayattan soyutlama fikri ile ortaya çıkardıkları laiklik akidesinden ve dini tamamen yok sayan mütefekkirlerin ortaya çıkardıkları materyalist akidesinden neşet eden hadaratlardır. Bunlar da bariz bir şekilde gösteriyor ki, beşerin ortaya çıkardığı bütün hadaratlar taklide dayalı olan hatalı ve kısıtlı bir yapı arz ederler.
Yaşam tarzlarına (hadaratlar) ve kalkınmalara kılavuzluk eden akideler; eğer insan aklından çıkıyorsa, bu akidevi fikirlerin hem kemiyet (nicelik) ve hem de keyfiyet (nitelik) açısından sınırlı olan insan aklının hata yapma kaçınılmazlığından ötürü taklide dayalı olarak birbirlerinden etkilenmeleri de kaçınılmaz olacaktır.
İkinci tür akide olan İslâm akidesi incelendiği zaman ise, yapı itibariyle kendisinden önce hayat sahnesinde yer alan hiçbir akide ile bir ilişki içerisinde olmadan ortaya çıktığı görülecektir. İslâm akidesi akıllara durgunluk verecek şekilde, gayb aleminden varlık sahnesine çıkışı neticesinde, fertlerin alâkalarını tanzim eden akidevi fikirler ile kendisinden çıkan ölçüler, kavramlar ve mefhumlar sayesinde bütün dünyayı kendisine hayran bırakacak bir tarzda olağanüstü bir hadarat ortaya çıkarmıştır. Nitekim hayatın her alanını kuşatan hukukî tanzimleri ile yaşama dair kendine özgü bakış açısına sahip olan bu hadarat, ne birbiri ardına miras bırakılan fikrî akımların doğması, ne de geçmişin bıraktığı geleneksel fikrî akımlarının ve teorilerinin mahsulüdür; bilakis, Kur'an'il Kerim'in indirilmesi ile doğmuştur. O halde İslâm Hadaratı; hayat hakkında İslami mefhumların tümüdür. Nitekim o hadaratın kendisinden çıktığı akide ise, Lailahe İllAllah Muhammedur Rasulullah akidesidir. Allah Subhanehu ve Teâlâ, Kur'an'il Kerim'de İslâm Akidesini şöyle tasvir etmiştir:
أَلَمْ تَرَ كَيْفَ ضَرَبَ اللّهُ مَثَلاً كَلِمَةً طَيِّبَةً كَشَجَرةٍ طَيِّبَةٍ أَصْلُهَا ثَابِتٌ وَفَرْعُهَا فِي السَّمَاء
تُؤْتِي أُكُلَهَا كُلَّ حِينٍ بِإِذْنِ رَبِّهَا وَيَضْرِبُ اللّهُ الأَمْثَالَ لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ
"Görmez misin; Allah, nasıl bir misal verdi. Hoş bir söz; kökü sağlam, dalları göğe doğru olan hoş bir ağaca benzer."
"O ağaç Rabbinin izni ile her dem yemişini verir. Allah insanlara iyi kavramaları ve anlamaları için böyle misaller verir." (İbrahim, 24-25)
Akideler (gerek beşeri ve gerekse ilahi); mutlak surette bir metod ile birleşmeleri neticesinde, ancak hayat sahnesine çıkma imkanına sahip olurlar. Bu ise, akideyi -fikrî- bir metod ile bütünleştiren ideoloji ile mümkündür. İdeolojinin istilahi/kavramsal anlamı, kendisinden nizamların çıktığı aklî akidedir. Bu Akide ise insan, Hayat ve Kâinat hakkında, Dünya hayatının öncesi ile sonrası hakkında ve Dünya hayatının öncesi ile sonrasının birbiri ile olan alâkası hakkında insanın zihninde mevcut olan temel sorulara (büyük düğüme) ilişkin akla kanaat getirici, fıtrata uygun ve kalbe güven verici cevaplar vermek zorundadır.
İdeolojinin sözlük anlamı ise, "fikir bilimi"dir. Sadece bu sözlük anlamı üzerinde tefekkür etsek bile, İslam'ın bir ideoloji olduğunun anlaşılması bizim için yeterli olacaktır. İslam, selef alimlerinin ve müçtehid imamların deyimiyle "fikir ve metodtan ibarettir". Ayrıca İslam; herhangi bir vakıa hakkında ki belli fikirlerden ve o fikirleri belli bir kalıba sokan, onları derleyip toparlayarak standardize eden ve insanlar için bir çözüm olarak öne sürmek için belirlenen bir metodtan ibarettir. Yine İslam; ferdin ve halkların sorunlarını muayyen çözümlerle halleden, hayat, toplum ve devlet sahalarına ilişkin problemleri kendine özgü hükümlerle çözüme kavuıturan, kendisinden çıkan fikirler, düşünceler ve mefhumlarla insan, hayat ve kâinata karşı sahih bakış açısını ortaya koyan temel bir fikre -akideye- ve o temel fikrin tatbikatını gerçekleştiren bir metoda -sünnete- sahiptir. İşte görüldüğü üzere İslam, aslında insanın dünya hayatında ki yaşam şeklini gösteren bir fikir bilimidir ve muayyen bir metoda sahiptir. Örneğin; toplumun ifsadına sebebiyet veren münkerlerden bir münker olan zina hakkında İslam Akidesi'ni bizlere bir nur ve hidayet olarak gönderen Allah Azze ve Celle, Kur'an'il Kerim'de şöyle bir hüküm beyan etmiştir:
وَلاَ تَقْرَبُواْ الزِّنَى إِنَّهُ كَانَ فَاحِشَةً وَسَاء سَبِيلاً
"Zinaya yaklaşmayın. Şüphesiz ki zina kötü bir şeydir ve kötü yoldur." (İsra 32)
Bu Âyet-i Kerime aynı zamanda, İslam şeriatının zina hakkında ortaya koyduğu değinmez bir fikirdir. Yine aynı şekilde, zina eden kimseye uygulanacak cezayı da Allah Subhanehu ve Teâlâ şöyle buyurmuştur:
AKİDE, İDEOLOJİ VE KİTLELEŞME BAĞLAMINDA İSLÂM
Alemlerin Rabbi olan Allah'a hamd, Efendimiz Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem'e, Âline, Ashabına ve kıyamete kadar O'nun metodu üzerinde olanlara Salât ve Selam olsun.
İnsanoğlunun varoluşu ile ortaya çakan toplumsal yaşama arzusu, beraberinde birtakım nizamsal fikirlerin topluma hakim kılınma mecburiyetini de doğurmuştur. Nitekim bu durum Allah'ın, insanın 'yönetme ve yönetilme' vakıasına mebni kıldığı bir durumdur. Çünkü insan, yaratılış itibariyle aciz, eksik ve muhtaç olmasından ötürü yaşamını sürdürürken mutlak surette başka insanlara da ihtiyaç duymaktadır. Bundan dolayıdır ki, insanların bireysel olarak ihtiyaçlarını kendi başlarına giderememe durumu, toplum halinde yaşama durumunu doğurmuştur. Binaenaleyh, insanların toplum halinde yaşamaları bir mecburiyettir.
İnsanların birliktelik kurarak oluşturdukları toplumsal ilişki beraberinde, insanların birbirleriyle olan alakalarının düzenlenmesi için gerekli olan nizamı belirleme ve o nizamı toplum üzerine tatbik etme ihtiyacını da ortaya çıkarmıştır. Nizam ise; insanların yaşamsal faaliyetlerinin tanzimini, onların aralarındaki duygusal birliktelikleri, fikirsel bütünlükleri ve aynı paydada bir araya gelme eylemlerini gerçekleştiren en temel dinamiktir.
Nizam; toplumların değer yargılarını, yasalarını, örf-adet, gelenek ve göreneklerini oluşturur. Aynı şekilde nizam, toplumun bireylerinin insana, hayata ve kâinata aynı perspektifle bakmalarını sağlar. Nizamın toplum üzerinde bu bağlayıcı etkenleri ortaya çıkarması, onun fikrî bir kaideden neşet etmiş olduğunu göstermektedir. Bu fikri kaide ise akidedir.
Akide; insan nezdinde, bütün fikirlerin kendisinden çıktığı temel fikrî kaidedir. Nitekim insanlar, benimsedikleri akidelere göre bir araya gelirler. Çünkü insanlar her ne kadar beraber yaşama arzusuna sahipseler de, bir o kadar da vakıalara yaklaşımlarını, sorunlarının çözümünü, varoluş gayelerini ve hayatta ki temel hedeflerini onlara belirleyen akidelere olan inanç birlikteliklerine göre bir arada bulunurlar. Bundan ötürüdür ki, yeryüzünde insanların oluşturdukları birçok sayıda farklı toplumlar ortaya çıkmıştır.
İnsanları ve onların ortak fikirlerinden, ortak duygularından ve ayrıca bunları tanzim edici ve sürekliliklerini sağlayıcı ortak nizamlarından oluşan toplumları kalkındıran, onların hayat hakkında ki mefhumlarını ve o mefhumlardan oluşan kendilerine özgü yaşam tarzlarını (hadaratlarını) belirleyen akideler ise, ya beşerin (insanın) dehasından çıkmakta ve yahut da Alemlerin Rabbi olan Allah Subhanehu ve Teâlâ'dan ilahi vahiyle Nebisi vasıtasıyla bütün insanlığa göndermiş bulunmaktadır. İşte yeryüzünde ki toplumsal yaşam tarzları da zaten bu iki tür akideye göre şekillenmiştir.
Beşerin dehasından çıkan akideler ve o akidelere dayalı oluşturulan yaşam tarzları tarihsel süreçleri içerisinde analiz edildiğinde, onların kendilerinden önceki yaşam tarzlarının taklit edilerek değişime ve dönüşüme uğratılmış bir halde ortaya çıkartıldıkları görülecektir. Başka bir ifadeyle; insanın zekâsından çıkan hadaratlar, ya önceki hadaratların bambaşka bir versiyonu ya da önceki hadarata zıt bir düşünceyle ona muhalif olarak hayat sahnesine çıkartılan hadaratlardır. Örneğin; Babil ve Asur hadaratı, Sümer hadaratına; roma hadaratı, yunan hadaratına; yunan hadaratı da, eski mısır hadaratına dayanmaktadır. Nitekim yakın tarihte ki hadaratsal kalkınmalara verilecek en bariz örnekler ise; kralın ve zengin burjuva tabakasının kilise ile ittifakı neticesinde toplum üzerinde tatbik ettikleri teokratik bir yönetim sistemine karşı çıkan mütefekkirlerden bir kısmının dini hayattan soyutlama fikri ile ortaya çıkardıkları laiklik akidesinden ve dini tamamen yok sayan mütefekkirlerin ortaya çıkardıkları materyalist akidesinden neşet eden hadaratlardır. Bunlar da bariz bir şekilde gösteriyor ki, beşerin ortaya çıkardığı bütün hadaratlar taklide dayalı olan hatalı ve kısıtlı bir yapı arz ederler.
Yaşam tarzlarına (hadaratlar) ve kalkınmalara kılavuzluk eden akideler; eğer insan aklından çıkıyorsa, bu akidevi fikirlerin hem kemiyet (nicelik) ve hem de keyfiyet (nitelik) açısından sınırlı olan insan aklının hata yapma kaçınılmazlığından ötürü taklide dayalı olarak birbirlerinden etkilenmeleri de kaçınılmaz olacaktır.
İkinci tür akide olan İslâm akidesi incelendiği zaman ise, yapı itibariyle kendisinden önce hayat sahnesinde yer alan hiçbir akide ile bir ilişki içerisinde olmadan ortaya çıktığı görülecektir. İslâm akidesi akıllara durgunluk verecek şekilde, gayb aleminden varlık sahnesine çıkışı neticesinde, fertlerin alâkalarını tanzim eden akidevi fikirler ile kendisinden çıkan ölçüler, kavramlar ve mefhumlar sayesinde bütün dünyayı kendisine hayran bırakacak bir tarzda olağanüstü bir hadarat ortaya çıkarmıştır. Nitekim hayatın her alanını kuşatan hukukî tanzimleri ile yaşama dair kendine özgü bakış açısına sahip olan bu hadarat, ne birbiri ardına miras bırakılan fikrî akımların doğması, ne de geçmişin bıraktığı geleneksel fikrî akımlarının ve teorilerinin mahsulüdür; bilakis, Kur'an'il Kerim'in indirilmesi ile doğmuştur. O halde İslâm Hadaratı; hayat hakkında İslami mefhumların tümüdür. Nitekim o hadaratın kendisinden çıktığı akide ise, Lailahe İllAllah Muhammedur Rasulullah akidesidir. Allah Subhanehu ve Teâlâ, Kur'an'il Kerim'de İslâm Akidesini şöyle tasvir etmiştir:
أَلَمْ تَرَ كَيْفَ ضَرَبَ اللّهُ مَثَلاً كَلِمَةً طَيِّبَةً كَشَجَرةٍ طَيِّبَةٍ أَصْلُهَا ثَابِتٌ وَفَرْعُهَا فِي السَّمَاء
تُؤْتِي أُكُلَهَا كُلَّ حِينٍ بِإِذْنِ رَبِّهَا وَيَضْرِبُ اللّهُ الأَمْثَالَ لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ
"Görmez misin; Allah, nasıl bir misal verdi. Hoş bir söz; kökü sağlam, dalları göğe doğru olan hoş bir ağaca benzer."
"O ağaç Rabbinin izni ile her dem yemişini verir. Allah insanlara iyi kavramaları ve anlamaları için böyle misaller verir." (İbrahim, 24-25)
Akideler (gerek beşeri ve gerekse ilahi); mutlak surette bir metod ile birleşmeleri neticesinde, ancak hayat sahnesine çıkma imkanına sahip olurlar. Bu ise, akideyi -fikrî- bir metod ile bütünleştiren ideoloji ile mümkündür. İdeolojinin istilahi/kavramsal anlamı, kendisinden nizamların çıktığı aklî akidedir. Bu Akide ise insan, Hayat ve Kâinat hakkında, Dünya hayatının öncesi ile sonrası hakkında ve Dünya hayatının öncesi ile sonrasının birbiri ile olan alâkası hakkında insanın zihninde mevcut olan temel sorulara (büyük düğüme) ilişkin akla kanaat getirici, fıtrata uygun ve kalbe güven verici cevaplar vermek zorundadır.
İdeolojinin sözlük anlamı ise, "fikir bilimi"dir. Sadece bu sözlük anlamı üzerinde tefekkür etsek bile, İslam'ın bir ideoloji olduğunun anlaşılması bizim için yeterli olacaktır. İslam, selef alimlerinin ve müçtehid imamların deyimiyle "fikir ve metodtan ibarettir". Ayrıca İslam; herhangi bir vakıa hakkında ki belli fikirlerden ve o fikirleri belli bir kalıba sokan, onları derleyip toparlayarak standardize eden ve insanlar için bir çözüm olarak öne sürmek için belirlenen bir metodtan ibarettir. Yine İslam; ferdin ve halkların sorunlarını muayyen çözümlerle halleden, hayat, toplum ve devlet sahalarına ilişkin problemleri kendine özgü hükümlerle çözüme kavuıturan, kendisinden çıkan fikirler, düşünceler ve mefhumlarla insan, hayat ve kâinata karşı sahih bakış açısını ortaya koyan temel bir fikre -akideye- ve o temel fikrin tatbikatını gerçekleştiren bir metoda -sünnete- sahiptir. İşte görüldüğü üzere İslam, aslında insanın dünya hayatında ki yaşam şeklini gösteren bir fikir bilimidir ve muayyen bir metoda sahiptir. Örneğin; toplumun ifsadına sebebiyet veren münkerlerden bir münker olan zina hakkında İslam Akidesi'ni bizlere bir nur ve hidayet olarak gönderen Allah Azze ve Celle, Kur'an'il Kerim'de şöyle bir hüküm beyan etmiştir:
وَلاَ تَقْرَبُواْ الزِّنَى إِنَّهُ كَانَ فَاحِشَةً وَسَاء سَبِيلاً
"Zinaya yaklaşmayın. Şüphesiz ki zina kötü bir şeydir ve kötü yoldur." (İsra 32)
Bu Âyet-i Kerime aynı zamanda, İslam şeriatının zina hakkında ortaya koyduğu değinmez bir fikirdir. Yine aynı şekilde, zina eden kimseye uygulanacak cezayı da Allah Subhanehu ve Teâlâ şöyle buyurmuştur:
AKİDE, İDEOLOJİ VE KİTLELEŞME BAĞLAMINDA İSLÂM