Anadolu velîlerinin büyüklerinden. İsmi, Ahmed bin Hâcı İbrâhim'dir. 1769 (H.1183) senesi Rabî'ul-evvel ayının on birinci gecesi, Niğde'nin Bor kazâsında doğdu.
Büyük bir velî olan babası, rüyâsında üç ay gördü. Ortadaki ay diğer aylardan daha büyük ve parlaktı. Bu rüyânın tâbirinde kendisinin üç oğlu olacağını ve ortanca oğlunun büyük bir velî ve âlim olacağını anladı.
Ahmed Kuddûsî, küçük yaşta babasından ders almaya başladı. Ahrâriyye yolunun edebini babasından öğrendi. Babasının; "Oğlum her zaman ALLAHü teâlâyı zikr et, benim sağlığımda boş şeylerle uğraşmaktan uzak dur." nasîhatine uyarak onun tarîkat hakkındaki tavsiyelerine harfiyyen riayet edip gece gündüz şevkle çalıştı, bütün amelleri gönülden yaptı. Kısa zamanda velîlik basamaklarında yükseldi.
Ahmed Kuddûsî, o zaman medreselerde okutulan ilimleri öğrenmek için de uzun müddet medrese tahsîli gördü. 1786 senesinde babası vefât edince, ilâhî bir işâret üzerine Turhal'a gitti. Turhal'daki Turhal Şeyhi denilen zâtın sohbetlerinde bulunarak kemâle erdi. Oradan bir arkadaşı ile ayrılıp Erzincan'a geldi. Sert geçen kış mevsimi yüzünden Erzincan'da birkaç ay kaldı. Yaz gelince, Erzincan'dan ayrılarak, önce Şam'a oradan da Mısır'a vardı. Daha sonra hac farîzasını yerine getirmek için Mekke-i mükerremeye gitti. Bu ilk Hicaz seferinde Hira ve Uhud dağında, hazret-i Hamza ve Uhud harbinin diğer şehîdlerinin medfûn, gömülü bulunduğu sahada ve dağın kayalıkları arasındaki mağaralarda uzun günler uzlette kendi başına kaldı. Mescid-i Nebî çevresinde riyâzetler çekti. Resûlullah efendimizin lütuf ve hitaplarına kavuşarak, üstün derecelere yükseltildi. Bu sırada; "Anadolu'ya git, orada evlen. Senin için üstün derece ve makamlar, âile kadrosu içinde hâsıl olacaktır." îkâz ve işâreti üzerine, bir sonraki sene tekrar hacc ederek Bor'a döndü. Bu müddet içerisinde, Resûlullah efendimizin yüksek himmetlerine nâil olduğunu bir şiirde şöyle ifâde eder:
Dâvet etti köyüne çünkü bizi ol şâhımız,
Pes icâbet eyledik bugün açıldı râhımız.
Etti tâlim hem bize seyr-i sülûkin tarzını,
Pîşvâ-yı sâlikîn olan Resûlullahımız.
Doldu ışk-u-cezbe dil iklimine deryâ misâl,
Bu sebeple mürtefî' oldu begâyet râhımız.
Bakmanız hışm u hakâretle bize ey zâhidân,
Dost yanında mu'teber hor görünen gümrâhımız.
Yanarız ışk oduna Kuddûsîyâ leyl ü nehâr,
Kıldı âlem halkını âciz figân ü âhımız.
Ahmed Kuddûsî, ilki 1807 ve 1810 senelerinde olan Osmanlı-Rus savaşlarına katıldı. Böylece sünnete uyarak, nefsini ıslâh etmek için yaptığı halvet, yalnızlık çile ve riyâzetleri yâni cihâd-ı asgarı cihâd-ı ekberle, yâni nefsle yaptığı savaşlarla da tamamladı.
Bir süre Anadolu'da kalan Kuddûsî hazretleri tekrar Hicaz'a gitti. Uzun müddet Mekke ve Medîne arasındaki ıssız çöllerde, dağlarda nefsini tezkiyeye, safiyyete ulaştırmak için çektiği çileler, onun derecesini bir kat daha yükseltti. Bu sırada günlük yiyeceği, her gün belli saatte kendiliğinden gelen bir ceylanın verdiği süttü.
Ahmed Kuddûsî, Hicaz'dan Bor'a döndükten sonra, birçok din düşmanının düşmanlıkları sebebiyle, on üç yıl kadar evinde inziva hayâtı yaşadı. Bu arada, bir gün Cumâ vaktinden önce bir tanıdığı, misâfir olarak evine geldi. Cumâ vakti yaklaştığı hâlde Ahmed Kuddûsî hiçbir acelecilik göstermedi. O zât Cumâya gitmek için izin istedi. Ahmed Kuddûsî; "Biraz daha beklesen iyi olacaktı. Namazdan sonra seni beklerim." buyurarak misâfirini uğurladı. Cumâdan sonra biraz gecikerek gelen misâfir zât, yemekle berâber tâze hurma ve o mevsimde Bor'da olmayan tâze sebzeler ikrâm edilince, çok şaşırdı ve; "Efendim, hurma ve sebzeler buranın olamaz. Siz Cumâyı nerede kıldınız?" diye sorunca, Kuddûsî hazretleri; "Evlâdım söz dinleyip, biraz daha beklesen, ihlâsının karşılığını görecek, bizimle birlikte sen de Cumâyı Kâbe-i muazzamada kılacaktın." buyurdu.
Büyük bir velî olan babası, rüyâsında üç ay gördü. Ortadaki ay diğer aylardan daha büyük ve parlaktı. Bu rüyânın tâbirinde kendisinin üç oğlu olacağını ve ortanca oğlunun büyük bir velî ve âlim olacağını anladı.
Ahmed Kuddûsî, küçük yaşta babasından ders almaya başladı. Ahrâriyye yolunun edebini babasından öğrendi. Babasının; "Oğlum her zaman ALLAHü teâlâyı zikr et, benim sağlığımda boş şeylerle uğraşmaktan uzak dur." nasîhatine uyarak onun tarîkat hakkındaki tavsiyelerine harfiyyen riayet edip gece gündüz şevkle çalıştı, bütün amelleri gönülden yaptı. Kısa zamanda velîlik basamaklarında yükseldi.
Ahmed Kuddûsî, o zaman medreselerde okutulan ilimleri öğrenmek için de uzun müddet medrese tahsîli gördü. 1786 senesinde babası vefât edince, ilâhî bir işâret üzerine Turhal'a gitti. Turhal'daki Turhal Şeyhi denilen zâtın sohbetlerinde bulunarak kemâle erdi. Oradan bir arkadaşı ile ayrılıp Erzincan'a geldi. Sert geçen kış mevsimi yüzünden Erzincan'da birkaç ay kaldı. Yaz gelince, Erzincan'dan ayrılarak, önce Şam'a oradan da Mısır'a vardı. Daha sonra hac farîzasını yerine getirmek için Mekke-i mükerremeye gitti. Bu ilk Hicaz seferinde Hira ve Uhud dağında, hazret-i Hamza ve Uhud harbinin diğer şehîdlerinin medfûn, gömülü bulunduğu sahada ve dağın kayalıkları arasındaki mağaralarda uzun günler uzlette kendi başına kaldı. Mescid-i Nebî çevresinde riyâzetler çekti. Resûlullah efendimizin lütuf ve hitaplarına kavuşarak, üstün derecelere yükseltildi. Bu sırada; "Anadolu'ya git, orada evlen. Senin için üstün derece ve makamlar, âile kadrosu içinde hâsıl olacaktır." îkâz ve işâreti üzerine, bir sonraki sene tekrar hacc ederek Bor'a döndü. Bu müddet içerisinde, Resûlullah efendimizin yüksek himmetlerine nâil olduğunu bir şiirde şöyle ifâde eder:
Dâvet etti köyüne çünkü bizi ol şâhımız,
Pes icâbet eyledik bugün açıldı râhımız.
Etti tâlim hem bize seyr-i sülûkin tarzını,
Pîşvâ-yı sâlikîn olan Resûlullahımız.
Doldu ışk-u-cezbe dil iklimine deryâ misâl,
Bu sebeple mürtefî' oldu begâyet râhımız.
Bakmanız hışm u hakâretle bize ey zâhidân,
Dost yanında mu'teber hor görünen gümrâhımız.
Yanarız ışk oduna Kuddûsîyâ leyl ü nehâr,
Kıldı âlem halkını âciz figân ü âhımız.
Ahmed Kuddûsî, ilki 1807 ve 1810 senelerinde olan Osmanlı-Rus savaşlarına katıldı. Böylece sünnete uyarak, nefsini ıslâh etmek için yaptığı halvet, yalnızlık çile ve riyâzetleri yâni cihâd-ı asgarı cihâd-ı ekberle, yâni nefsle yaptığı savaşlarla da tamamladı.
Bir süre Anadolu'da kalan Kuddûsî hazretleri tekrar Hicaz'a gitti. Uzun müddet Mekke ve Medîne arasındaki ıssız çöllerde, dağlarda nefsini tezkiyeye, safiyyete ulaştırmak için çektiği çileler, onun derecesini bir kat daha yükseltti. Bu sırada günlük yiyeceği, her gün belli saatte kendiliğinden gelen bir ceylanın verdiği süttü.
Ahmed Kuddûsî, Hicaz'dan Bor'a döndükten sonra, birçok din düşmanının düşmanlıkları sebebiyle, on üç yıl kadar evinde inziva hayâtı yaşadı. Bu arada, bir gün Cumâ vaktinden önce bir tanıdığı, misâfir olarak evine geldi. Cumâ vakti yaklaştığı hâlde Ahmed Kuddûsî hiçbir acelecilik göstermedi. O zât Cumâya gitmek için izin istedi. Ahmed Kuddûsî; "Biraz daha beklesen iyi olacaktı. Namazdan sonra seni beklerim." buyurarak misâfirini uğurladı. Cumâdan sonra biraz gecikerek gelen misâfir zât, yemekle berâber tâze hurma ve o mevsimde Bor'da olmayan tâze sebzeler ikrâm edilince, çok şaşırdı ve; "Efendim, hurma ve sebzeler buranın olamaz. Siz Cumâyı nerede kıldınız?" diye sorunca, Kuddûsî hazretleri; "Evlâdım söz dinleyip, biraz daha beklesen, ihlâsının karşılığını görecek, bizimle birlikte sen de Cumâyı Kâbe-i muazzamada kılacaktın." buyurdu.