Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Ahiret hayatının varlığını zorunlu yapan sebepler. (1 Kullanıcı)

muhammed25

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Kas 2008
Mesajlar
879
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
32
Mahlukat gayesiz, başı boş mu yaratıldı?
Kainatta gayesiz hiç bir şey yoktur. Gayesini anlayamadığımız veya o an

için göremediğimiz ve haklarında araştırma isteyen konularda hemen

anlayamamamızdan dolayı "gayesiz ve boştur" demek ilim ve hakikatle

ters düşer. Bir bilgisayarın veya elektronik başka bir şeyin içini açıpta

baktığımızda bilgisayarın içine konuş sebebini anlayamadığımız parçalar

için bunlar boşuna konmuş demek, kendi cehaletimizi gösterir. Bir şeye

yoktur, veya o şey boştur, gayesizdir demekte yine bilmeyi gerektirir. Yani inkar için bile bilmeye ihtiyaç vardır.

Ayakkabı bağının ucundaki demir, yakamızdaki toplu iğne bile bir gaye
için bir amaç için varlarsa, insan gibi eşref-i mahlukat (en şerefli varlık)

olan bir halifeyi, Allah'ın vekilini gayesiz düşünmek, böyle bir

düşünmeden öte gayesizmiş gibi yaşamak, insana ve insanın sanatkarına

yapılacak en büyük saygısızlıktır. Eve alınan son derece değerli antik bir

halıyı girişte kapıya paspas yapmak, nasıl mantıklı değil ve aptalca bir

davranışsa insan gibi yüksek gayeler için yaratılmış bir varlığı dünyanın

fani işleri arkasında baki alemi unutturarak koşturmak ondan daha fazla

divaneliktir ve insanın kendi şahsına yapacağı en büyük saygısızlıktır.

Saygın bir insanın büyük bir toplantıda, ağzında emzikle dolaşması nasıl

onun değerini, konukların gözünde düşürür, aynen öylede, şu dünyada

halife pozisyonu verilen insan yaradılış maksatlarının dışına çıktığında,

dünya toplantı salonunda bulunan ilahi kameralar vasıtası ile her şeyi

kaydediliyor. Yani onu melekler, ruhaniler, ve en önemlisi her şeyi

yaratan her an izliyor. İzleyicisi bunların olduğu bir toplantı salonunda

kötü işler yapıpta ebedi hayatta maskara olmaktan daha acı bir şey var
mı acaba?
Bu manalara işaret eden bir kaç ayetin mealine bakalım:
"23.115. Sizi sadece boş yere yarattığımızı ve sizin hakikaten huzurumuza

geri getirilmeyeceğinizi mi sandınız?" Böyle sandı iseniz çok aldandınız. Birinlerini saygısızlık

yapmanın kötü olduğun anlayıp, Allah'a karşı kulluk yapmama
saygızlığının hesabı olacağını düşünmediniz ise cidden aldandınız.

İnsanın müşterisi kimdir? Veya kim olmalıdır?

-Tanıdığınız bir bahçıvan düşünün, bir yıl boyunca özene bezene büyüttüğü çiçeklerini, sebzelerini bir arabaya yüklese ve yola çıksa yolda

siz ona rastlayıp sorsanız "bunları nereye götürüyorsun?" O da
dese; "bunları şu yakındaki çöplüğe götürüyorum?" her halde şaşırıp
kalırsınız.

-Bir sarraf atölyesi ve dükkanı olan kuyumcu tanıdığınız olsa, binbir emekle bulduğu, sonra topraktan çıkardığı, sabırla işlediği, uzun zaman

göz nuru döktüğü sonra kalitesine göre altın, gümüş, bronz, demir ve teneke diye ayırdığı madenlerini bir arabaya koysa ve yine sen ona yolda

rastlasan "bunları nereye götürüyorsun" desen ve baçıvandan aldığın

cevabın aynısını alsan her halde daha çok şaşırırsın. Narin bir gülün,

değerli bir madenin yeri değerine uygun olmalı, layık oldukları

mekanlarda sergilenmeli değerlerini veren alıcılara gitmeli. Kendi

değerine denk bir değerle değişilmeli. Veya düşük bir karşılığa

verilmemeli. Bu misale başka bir noktadan daha yaklaşıp misalin

hakikatine geçelim. Bu güller ve değerli madenlerin bırakın çöpe

atılmasını, değerinden az bir karşılığa satılması bile onların değerine

saygısızlıktır. Bin gulden değerinde olan bir madeni binbeşyüz gülden

veren varken beş gülden vereceğini hatta sonra onu geri alacağını ima

eden birine satmak ne derece divanelik olur heralde herkes anlar.

Şimdi İnsana bakalım, önce bir değer biçelim sonra da satışa çıkartalım.

Bu noktada ilk olarak gafil bir insanın gözü ile dünyaya bakalım. Bir kere

insan sipariş üzere üretilmiyor. rengi, boyu, ömrü, karateri, huyları üretici

firma tarafından belirleniyor. Dünyaya kullanıma hazır olarak değilde, yarı

mamul olarak gönderiliyor. 15-20 yıl boyunca işlemek gerekiyor. Kalitesi

ve yetiştiği çevre ve bahçıvanı olan anne-babanın maharetlerine göre

değişebiliyor. Birde yedek parçası üretilmiyor. Bütün parçaları milyarla

ölçülemeyecek kadar kıymetli, bir kilodan biraz fazla beynine 10 ton altın

verseniz vermez. O kadar değerli. Şimdi bu kadar değeri olan nadide

varlık olan insan bir okula müsteri olsa veya okul buna müşteri olsa ve

dese; bana 11 yıl günde 8 saat gel sana diploma vereceğim dese ve o da

gitse, sonra okul bitince bir işyeri günde bana 8 saatini verirsen sana

ayda 2500 gülden vereceğim ve bunu 65 yaşına kadar yaparsan seni

emekli edeceğim dese bunu da kabul ederiz ve ediyoruz. Şimdi 65

yaşındayız ( Hala yaşıyor veya yaşayan ölü degilsek) Ya sonra ne olacak,

olmayacak bir şeyin olduğunu farzedelim, herkese gelen ölüm sana bir

farkla, bir gün önceden haber verse, yarın geliyorum dese, öyle veya

böyle bu olacak ve kimsenin kaçamadığı bir gerçektir. Şimdi dön arkana

iyi bak eğer seni yaratana kul olmamışsan, bütün bir hayat boyunca

arzuları hevesleri tatmin için koşmuşsan, ölüme bir gün kala eline

avucuna iyi bak, nerede kaldı o tatlı günler, nerede o uğruna çok şeyi

ihmal ettiğin gençlik, bütün bir ömür boyu elde etmek için koştuğun mal

mülk sen giderken sana elini bile vermiyor. Vedalaşmaya fırsatın bile

olmuyor. Yoksa sen bütün bir hayat boyu, sana ebedi hayatta faydası

olmayan şeylerin peşinden mi koştun? Müşteri olunsa milyarlara

satmayacağın bir nefesinin tonlarcasını bir hiç uğruna mı tükettin, değer

yönü ile nefes den geri kalmayan kafa, bir hiç uğruna mı yoruldu? Evet bu

sorular organlar adedince çoğaltılabilir. Şimdi durup düşünelim. Bu kadar

kıymetli bir ömür verildi ve elde kalan nedir? Bu insan bir dükkandan

ambalaj içinde bir kamera satın alsa buna 5000 gülden verse, sonra evine

geldiğinde bunu açtığında aldığı şeyin 5 gülden bile etmeyen bir oyuncak

olduğuna anlasa, düştüğü durumu kazık yemek olarak ifade edecek,

karşısına filimlerini çekmek için aldığı ailesi ise günlerce çalışmanın

sonucu elde edilen paraların boşa gittiğini görecek, Babamız kazık yemiş

diyecekler. Belki bu kameranın bonusu duruyorsa geri verilebilir. Ama ya

hayat kadar değerli bir şey bir hiçe verilmişse böyle bir alış verişte

herşeyi verip bir hiç alan insanın düştüğü durumu açıklamada kazıkların

boyu bile yetersiz kalacak. Böyle bir hayata sonu itibarı ile baktığımızda

bir yaprağın sonbahardaki sonundan farksız bir son, Halife insan ve bir

yaprak dünyadan giderken aynı değerde yani toprağa karışmak ve bir hiç

olmak için gidiyorlarsa, bu hayatın sahibi dünya pazarında ebedi kazık

yemiş bir talihsizden başka bir şey değildir. Hele hayatını günaha gire

çıka, gözleri ile harama baka baka, elleri ile haramı tuta tuta tertemiz

haytını kirletmiş ise bir melek gibi geldiği hayatı şeytana oyuncak olmuş

bir pislik olarak terk ediyorsa, bu yönü ile ağzımıza tertemiz giren fakat

çıktığında WC den başka bir yer bırakılmayan bir pislikten farkı

kalmayacak. Eger hayatın gayesi yoksa Eğer her şey dünyada başlayıp

yine dünyada bitiyorsa. Bir ahiret yoksa, İnsan büyük bir mezarlıkta

yaşayan ve hiç olmaya mahkum, hayvanlardan ve diğer mahlukattan

üstünken ölümü yönü ile onlarla eşit olacak bir zavallıdan başka bir şey

değildir. Çok sevilen babanın ölüsü evi kokutacağı için ayrı bir yatak olan

kabre konuyor, çarşafı olmayan, akrepi yılanı, çıyanı olan bir yatağa

konuyor zaten başka da bir şey de yapamazlar. İşte dünyanın acı yüzü.

Hayatın Müşterisi Allah'tır. Ebedi Cennet veriyor hayatı alıyor.

Birde kul gafil değilse hayatı bir gayeye göre yaşıyorsa, o hayatın

gayesini de bilir, hayatın değerini de bilir. Böyle bir hayatın alıcısının Allah

olduğunu da bilir. Ve hayatı ona göre yaşar. Müşteriye malı takdim eden

satıcının gösterdiği hassasiyetten daha fazla bir hassasiyeti, alıcısı Allah

olan bir pazarda malını güzel tutmaya değerini düşürmemeye çalışır.

Gelen geçenin baktığı vitrine verdiği özeni, bakanı Allah olan kalp

evindeki hassasyeti ile gösterir. Zira Allah o evi günde 70 defa nazar
ediyor. Evet hayatın gayesi dünyadan daha değerli olmalı. Kur'an bu

manalara şu ayeti ile ışık tutuyor. " Allah müminlerden, mallarını ve

canlarını, kendilerine (verilecek) cennet karşılığında satın almıştır. .... O

halde O'nunla yapmış olduğunuz bu alış verişinizden dolayı sevinin. İşte

bu, (gerçekten) büyük kazançtır. 9-111." Bu kazancı değerlendirmek

isteyen ". İnsanlardan öyleleri de var ki, Allah'ın rızasını almak için

kendini ve malını feda eder. Allah da kullarına şefkatlidir.2. 207" Müşterisi

Allah olan pazarda kendini Allah beğendirerek pazarlayanlar, Bir an önce

ona satılmanın derdine düşmüşler, cennetin ve onun sahibinin yüksek

değerleri varken dünyanın teneke parçalarına gönül vermemişler, Allah'a

kavuşacak yolu ve fırsatı hep değerlendirmişler. Eğer bir cepheye girmiş

ise, öldüğüne değil ölmediğine üzülüp acaba bir hataam mı vardı da

arkadaşlarıma nasip olan şehitlik bana olmadı demişler.

Evet sözün özü hayatta bir mikrobun bile gayesi varsa, ondan çok değerli

olan, değerine değer katan iklimdeki gayreti ile melekleri kıskandıracak

mertebelere çıkan insanın gayesiz olduğunu düşünen ona en büyük

saygısızlığı yaptığı gibi, onu yaratana da en büyük hürmetsizliği yapacak,

bu iki durumda da vay o insanın haline!
alıntı
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt