Mademki ölüm denen olay bizim ahirete giden yolculu*ğumuzun ilk basamağıdır. Öyleyse ben de öncelikle ölüm*den söz ederek giriş yapayım.
Kardeşim! Bilmelisin ki, ölüm, insanlar için en büyük öğüt veren ve en büyük ders almamız gereken ibret dolu bir olaydır. Yazık ki, katı yürekler hiç de bundan bir öğüt alma*dıkları gibi kendileri adına bir ders de çıkarmıyorlar. Eğer ölümden bir ders alınsaydı, bu, zaten bir vaiz olarak bize yeterdi. Nitekim Peygamber (as) de buna bu manada dikkat çekmişti.
Allah Resulü (as) şöyle buyurmuştur: “Vaiz ve uyarıcı olarak ölüm yeter, zenginlik olarak da kesin iman yeter ” [1]
Kardeşim! İyi bil ki, ölüm hepimiz içindir, kabir de bizi bağrına basacaktır. Kıyamet günü ise hepimizi bir araya toplayacaktır. Aramızda hükmünü ise Allah verecektir. Çünkü Allah, hâkimlerin en hayırlısıdır.
Nitekim yüce Allah şöyle buyuruyor: “Her canlı ölümü tadacaktır. Ve ancak kıyamet günü yaptıklarınızın karşı*lığı size tastamam verilecektir. Kim cehennemden uzak*laştırılıp cennete konursa o, gerçekten kurtuluşa ermiş*tir. Bu dünya hayatı ise aldatma metaından başka bir şey değildir.” (Ali İmran, 3/185)
Başka bir ayette de yüce Allah şöyle buyuruyor: “De ki: Sizin kendisinden kaçtığınız ölüm, muhakkak sizi bula*caktır. Sonra da görüleni ve görülmeyeni bilen Allah’a döndürüleceksiniz de O size bütün yaptıklarınızı haber verecektir.” (Cuma, 62/8)
Şanı yüce olan Allah yine buyuruyor: “Nerede olursanız olun ölüm size ulaşır. Sarp ve sağlam kalelerde olsanız bile.”(Nisa, 4/78)
Aslında ölüm denen olay, gerçekleşmesinde asla bir şüphe bulunmayan bir şeydir. Aksine bu, teslim edilmiş, kesin kabul edilmiş bir olgudur. Çünkü bu olay görülebilen, duyularla anlaşılan şeylerdendir. Bununla beraber yazık ki insanların çoğu bundan gaflet içindedirler, hala aymıyorlar.
Müslüman’a düşen görev, ölümü çokça hatırlamak ol*malıdır. Onun için gerekli olan yol hazırlığını yapmalıdır. Çünkü ölümü hatırlayan insan için, dünya tasaları, üzüntü ve kederleri gerçekten hafif ve basit gelir. Dolayısıyla kişinin dünyaya bağlanmasını önler. Nitekim bu durum onun gü*nahlarının da silinmesine, yok olasına yarar.
İbn Ebuddünya’nın rivayetine göre Peygamber (as) şöyle buyurmuştur: “Ölümü çokça hatırlayın. Çünkü ölümü hatırlamak günah işlenmesini önler, yok eder ve dünyaya bağlanmamayı sağlar. Eğer zenginlik halinizde ölümü hatırlarsanız, bu, zenginlikle gururlanmayı ortadan kaldı*rır. Eğer ölümü fakirlik halinizle hatırlarsanız, bu, sizi yaşantınızdan memnun kalacak hale getirir.”[2]
Yine Peygamber (as) şöyle buyurmaktadır: “Tüm lez*zetlerin tadını kaçıran ölümü hatırlayın.”[3]
Şairin biri de şöyle sesleniyor:
Hazırlan, mutlak bir gün gelmesinden şüphe olma*yan gün için
Çünkü ölüm olayı kulların ameliyle baş başa kalma*sıdır bil
İster misin herkesin azığı varken, sen azıksız kalasın yoldaşından
Onlar hazırlıklı çıkmışken yola, sen azıksız ve hazır*lıksız
Öyleyse müslümanın görevi, henüz beklenen an gelme*den önce bu dünyada iken ahireti için hazırlık yapmasıdır.
Yüce Allah şöyle buyurmuştur: “Ey müminler! Ahiret için azık edinin. Bilin ki azığın en hayırlısı takvadır. Ey akıl sahipleri! Benden (emirlerime karşı gelmekten) sakının” (Bakara, 2/197)
Behey kardeşim! Bir kimsenin uzun bir yolculuğa çıka*cağında bunun için hazırlık yapmamsı mümkün mü? Yolda açlıktan perişan düşmemesi için azığını almaması düşünülür mü hiç.
Doğrusu bizim ahirete giden yolculuğumuz oldukça uzundur. Bu yolda azığa ihtiyacımız vardır. Bizim ise bu yol*daki azığımız, her şeyden yüce ve münezzeh olan Allah’ın emirlerine yapışmak, yasaklarından uzak durmak suretiyle takva ile yaşamaktır. Kim bu şekilde azığını hazırlar ve azık edinirse kurtulur ve yolunu sağ salim geçip gider. Kim de bu söyleneler doğrultusunda hazırlamazsa azığını, sunu hüsran*dır, zarar ve ziyandır iyi bilsin bunu. Doğrusu saadete ermeyi murat eden insan, bu yolculuğa hazırlık yapandır, bunun için gerekli olan malzemeyi ve azığı hazırlayandır. Katı yürekli şaki insan ise, bu dünyaya aldanıp da ona dalıp durandır. Şehevi duygularının, haz ve lezzetlerin içine dalıp da ansızın kendisini yakalayacak ölümden habersiz yaşayandır. Oysa ölüm gelmiş çalmaktadır kapısını, o hala isyandadır, tanımaz Rabbısını. Unutmuş itaati terk etmiş hak yolunu. İşte bu gi*bilerine Rabbi şöyle buyurarak gösteriyor dönülmez yolunu:
“Nihayet onlardan (müşriklerden) birine ölüm gelip çattığında: Rabbim! der, beni geri gönder; Ta ki boşa geçirdiğim dünyada iyi işler ve hareketler yapayım. Ha*yır! Onun söylediği bu söz boş laftan ibarettir. Onların gerisinde ise, yeniden dirilecekleri güne kadar süren bir berzah (kabir âlemi) vardır.” (Müminun, 23/99–100)
Yine yüce Allah şöyle buyuruyor: “Ey iman edenler! Mallarınız ve çocuklarınız sizi Allah’ı anmaktan alıkoyma*sın. Kim bunu yaparsa işte onlar ziyana uğrayanlardır.
Herhangi birinize ölüm gelip de: Rabbim! Beni yakın bir süreye kadar geciktirsen de sadaka verip iyilerden olsam! demesinden önce, size verdiğimiz rızk*tan harcayın.
Allah, eceli geldiğinde hiç kimseyi (ölümünü) ertelemez. Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.” (Münafikun, 63/9–11)
Ahmed b. Hanbel, Beyhaki ve sahih olduğunu belirterek Hakim İbn Abbas’tan rivayet etmişlerdir. Allah Resulü (as) şöyle buyurmuştur:
“Beş şey gelip çatmazdan önce beş şeyi ganimet ve fırsat bil. Şöyle ki, ölümünden önce bu hayatının değe*rini bil, hastalığa yakalanmadan önce sağlığının değerini bil, meşguliyet gelip çatmazdan önce boş zamanının değerini bil, yaşlılık gelip çatmazdan önce gençliğinin kıymetini bil, yoksul düşmezden önce zenginliğinin de*ğerini bil,”[4]
Şairin biri de şöyle sesleniyor:
Ey dünyası kendisini meşgul eden insan
Uzun emellerine aldanmamalı, etmemeli isyan
Ansızın gelir ölüm behey gafil
Kabir ise sandığıdır amelin bil
Behey kardeşim şunu iyice bilmelisin ki, Allah beni ve seni gaflet uykusundan uyarıyor. Çünkü her insanın vardır Rabbini ezeli ilminde takdir olunmuş, belirlenmiş bir eceli. O anı ne bir an öne alır, ne de erteler, geldi mi saati ansızın yakalar.
Yüce Allah şöyle buyuruyor:
“Her ümmetin bir eceli vardır. Ecelleri gelince ne bir an geri kalırlar ne de bir an ileri gidebilirler.” (Araf, 7/34)
Gerçek şu ki, her insanın eceli müphemdir, ne zaman ve nerede öleceği bilinemez ve ölümün ne zaman gelip kendi*sini yakalayacağını da bilemez.
Belki de çoğu kez olduğu gibi ölüm, onu, kendisine ha*ber vermeksizin ve herhangi bir uyarıya gerek duymaksızın gelip gaflet içerisinde onu yakalayıverecektir. Oysa o, dün*yada pek uzun emeller ve olması pek de olası olmayan ha*yaller peşindedir. Sakın gençliğine güvenip aldanmayasın. Hep yaşlılar ölür diye de bir zanna kapılmayasın. Nice genç*liğin baharında iken bu hayata veda edenler ve nice orta yaşlı delikanlılar ölüp gitmişlerdir. Nice ölen yaşlılar var ki, bu dünya hayatında onlar senden daha çok ve uzun emeller peşinde idiler, dünyaya düşkünlükleri senden daha ileride idiler, hiçbirini gerçekleştiremeden bu dünyaya veda ettiler. Nice evler, saraylar yapıp da bir gün bile içinde oturmak nasip olmadan göçüp gittiler. Nice çiftçiler vardı ki ektiklerini biçip yemeden göç ettiler. Nice nişanlı delikanlılar ve genç kızlar vardı ki hayatlarının muradını göremeden bu dünyadan ayrıldılar. Nice yazarlar var ki yazdıklarını ve yazmak istedikle*rini bitiremeden geçip gittiler.
Bak hele bir kez bilge bir kişi ne diyor da dinle ve düşün:
Ey ne zaman yola çıkacağını unutan insan
Görüyorum ki, seni ayırıp yalnızlığa iten ölümü
umursamayan
Yokluk yolculuğuna çıkıp kaybolanları unutmuşsun sen
Oysa hepsi de olduğu gibi dünyayı bırakıp gittiler,
bir bilsen
Hepsi de bir parça bez ve bir hırka ile çıktılar yola
Dibinde gölgelenmeyi hayal ettikleri bir ev yapama*dan gittiler kabre
Ki onlar toprağın altında sara hastalığına tutulmuş
kalmış yapayalnız
Oysa önceden dost idiler, can ciğer arkadaş,
onlar*dan hiç kalmadı yoldaş
Sen de yarın veya bir gün sonra olacaksın
komşusu onların
Kabirlerde tek başına yapayalnız kalacaksın
uzak onlardan
Dostluk ve samimiyet kurduğun sevdiklerin kestiler
bağını
Sözün de duran biri görmedin, kopardılar tüm
bağla*rını
Hazır ol, bekle ölümünü, gitme azıksız
O yakındır dalma gaflete, düşe boş umutlara be akıl*sız.
Behey kardeşim! Artık uyan bu aymazlıktan. Daldığın derin uykudan kaldır başını bir gör etrafını. Bilmelisin ki, mutlaka ölüm gelip seni de uyuduğun yatağında karşılaya*cak, oysa sen hep ruhunla hayat bulacaksın diye hayal kur*maktasın. Çevrende ailen, çocukların ve sevdiklerin seninle isterler konuşmak ama nerede sende cevap vermek. Aksine sen, ölümün şiddet ve dehşetinden, ölüm sarhoşluğundan kendinde değilsin ki duyasın seslerini onların. Gözlerin çev*reyi ve onları tarayıp durur, bakar kalırsın, imdat dercesine! Onlar ise sana sesleniyorlar ve: işte etrafında dört dolanıyor şu çocuğun, bu da kardeşin filan, şu ise falan dostundur, bak hele tanıdın mı birini… Sanki kulağında sağırlık var da, duyamaz oldun onları. Sadece yapmadıklarının üzüntüsün*den ve Allah’tan yana yapmadıkların amellerinden dolayı bakmaktasın adeta veda bakışlarıyla onlara.
Ne bir çocuğun senin ruhunu geri getirebilir, ne bir kar*deşin, ne annen, ne baban, ne de eşin senin. Artık sana bir yarar sağlayamaz sıkıntılarla biriktirdiğin ve üzerinde titredi*ğin malın. Oysa hep onları toplamak ve yığmak için o yolda yormuştun kendini, unutmuştun kefeni. Öyleyse dinle bu konudaki Rabbinin kelamını, çünkü O şöyle buyuruyor fer*manını:
“Hele can boğaza dayandığı zaman, o vakit siz bakar durursunuz. O anda biz ona sizden daha yakınız, ama göremezsiniz. Mademki ceza görmeyecekmişsiniz, Onu (can) geri çevirsenize, şayet iddianızda doğru iseniz! Fa*kat ölen kişi Allah’a yakın olanlardan ise, Ona rahatlık, güzel rızık ve Naim cenneti vardır. Eğer o sağdakilerden ise, Ey sağdaki! Sana selam olsun! Ama yalanlayıcı sa*pıklardan ise, işte ona da kaynar sudan bir ziyafet vardır. Ve onun sonu cehenneme atılmaktır. Şüphesiz ki bu, kesin gerçektir. Öyleyse ulu Rabbinin adını tenzih ile an.” (Vakıa, 56/83–96)
Kardeşim! Bilmelisin ki, ölüm, insanlar için en büyük öğüt veren ve en büyük ders almamız gereken ibret dolu bir olaydır. Yazık ki, katı yürekler hiç de bundan bir öğüt alma*dıkları gibi kendileri adına bir ders de çıkarmıyorlar. Eğer ölümden bir ders alınsaydı, bu, zaten bir vaiz olarak bize yeterdi. Nitekim Peygamber (as) de buna bu manada dikkat çekmişti.
Allah Resulü (as) şöyle buyurmuştur: “Vaiz ve uyarıcı olarak ölüm yeter, zenginlik olarak da kesin iman yeter ” [1]
Kardeşim! İyi bil ki, ölüm hepimiz içindir, kabir de bizi bağrına basacaktır. Kıyamet günü ise hepimizi bir araya toplayacaktır. Aramızda hükmünü ise Allah verecektir. Çünkü Allah, hâkimlerin en hayırlısıdır.
Nitekim yüce Allah şöyle buyuruyor: “Her canlı ölümü tadacaktır. Ve ancak kıyamet günü yaptıklarınızın karşı*lığı size tastamam verilecektir. Kim cehennemden uzak*laştırılıp cennete konursa o, gerçekten kurtuluşa ermiş*tir. Bu dünya hayatı ise aldatma metaından başka bir şey değildir.” (Ali İmran, 3/185)
Başka bir ayette de yüce Allah şöyle buyuruyor: “De ki: Sizin kendisinden kaçtığınız ölüm, muhakkak sizi bula*caktır. Sonra da görüleni ve görülmeyeni bilen Allah’a döndürüleceksiniz de O size bütün yaptıklarınızı haber verecektir.” (Cuma, 62/8)
Şanı yüce olan Allah yine buyuruyor: “Nerede olursanız olun ölüm size ulaşır. Sarp ve sağlam kalelerde olsanız bile.”(Nisa, 4/78)
Aslında ölüm denen olay, gerçekleşmesinde asla bir şüphe bulunmayan bir şeydir. Aksine bu, teslim edilmiş, kesin kabul edilmiş bir olgudur. Çünkü bu olay görülebilen, duyularla anlaşılan şeylerdendir. Bununla beraber yazık ki insanların çoğu bundan gaflet içindedirler, hala aymıyorlar.
Müslüman’a düşen görev, ölümü çokça hatırlamak ol*malıdır. Onun için gerekli olan yol hazırlığını yapmalıdır. Çünkü ölümü hatırlayan insan için, dünya tasaları, üzüntü ve kederleri gerçekten hafif ve basit gelir. Dolayısıyla kişinin dünyaya bağlanmasını önler. Nitekim bu durum onun gü*nahlarının da silinmesine, yok olasına yarar.
İbn Ebuddünya’nın rivayetine göre Peygamber (as) şöyle buyurmuştur: “Ölümü çokça hatırlayın. Çünkü ölümü hatırlamak günah işlenmesini önler, yok eder ve dünyaya bağlanmamayı sağlar. Eğer zenginlik halinizde ölümü hatırlarsanız, bu, zenginlikle gururlanmayı ortadan kaldı*rır. Eğer ölümü fakirlik halinizle hatırlarsanız, bu, sizi yaşantınızdan memnun kalacak hale getirir.”[2]
Yine Peygamber (as) şöyle buyurmaktadır: “Tüm lez*zetlerin tadını kaçıran ölümü hatırlayın.”[3]
Şairin biri de şöyle sesleniyor:
Hazırlan, mutlak bir gün gelmesinden şüphe olma*yan gün için
Çünkü ölüm olayı kulların ameliyle baş başa kalma*sıdır bil
İster misin herkesin azığı varken, sen azıksız kalasın yoldaşından
Onlar hazırlıklı çıkmışken yola, sen azıksız ve hazır*lıksız
Öyleyse müslümanın görevi, henüz beklenen an gelme*den önce bu dünyada iken ahireti için hazırlık yapmasıdır.
Yüce Allah şöyle buyurmuştur: “Ey müminler! Ahiret için azık edinin. Bilin ki azığın en hayırlısı takvadır. Ey akıl sahipleri! Benden (emirlerime karşı gelmekten) sakının” (Bakara, 2/197)
Behey kardeşim! Bir kimsenin uzun bir yolculuğa çıka*cağında bunun için hazırlık yapmamsı mümkün mü? Yolda açlıktan perişan düşmemesi için azığını almaması düşünülür mü hiç.
Doğrusu bizim ahirete giden yolculuğumuz oldukça uzundur. Bu yolda azığa ihtiyacımız vardır. Bizim ise bu yol*daki azığımız, her şeyden yüce ve münezzeh olan Allah’ın emirlerine yapışmak, yasaklarından uzak durmak suretiyle takva ile yaşamaktır. Kim bu şekilde azığını hazırlar ve azık edinirse kurtulur ve yolunu sağ salim geçip gider. Kim de bu söyleneler doğrultusunda hazırlamazsa azığını, sunu hüsran*dır, zarar ve ziyandır iyi bilsin bunu. Doğrusu saadete ermeyi murat eden insan, bu yolculuğa hazırlık yapandır, bunun için gerekli olan malzemeyi ve azığı hazırlayandır. Katı yürekli şaki insan ise, bu dünyaya aldanıp da ona dalıp durandır. Şehevi duygularının, haz ve lezzetlerin içine dalıp da ansızın kendisini yakalayacak ölümden habersiz yaşayandır. Oysa ölüm gelmiş çalmaktadır kapısını, o hala isyandadır, tanımaz Rabbısını. Unutmuş itaati terk etmiş hak yolunu. İşte bu gi*bilerine Rabbi şöyle buyurarak gösteriyor dönülmez yolunu:
“Nihayet onlardan (müşriklerden) birine ölüm gelip çattığında: Rabbim! der, beni geri gönder; Ta ki boşa geçirdiğim dünyada iyi işler ve hareketler yapayım. Ha*yır! Onun söylediği bu söz boş laftan ibarettir. Onların gerisinde ise, yeniden dirilecekleri güne kadar süren bir berzah (kabir âlemi) vardır.” (Müminun, 23/99–100)
Yine yüce Allah şöyle buyuruyor: “Ey iman edenler! Mallarınız ve çocuklarınız sizi Allah’ı anmaktan alıkoyma*sın. Kim bunu yaparsa işte onlar ziyana uğrayanlardır.
Herhangi birinize ölüm gelip de: Rabbim! Beni yakın bir süreye kadar geciktirsen de sadaka verip iyilerden olsam! demesinden önce, size verdiğimiz rızk*tan harcayın.
Allah, eceli geldiğinde hiç kimseyi (ölümünü) ertelemez. Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.” (Münafikun, 63/9–11)
Ahmed b. Hanbel, Beyhaki ve sahih olduğunu belirterek Hakim İbn Abbas’tan rivayet etmişlerdir. Allah Resulü (as) şöyle buyurmuştur:
“Beş şey gelip çatmazdan önce beş şeyi ganimet ve fırsat bil. Şöyle ki, ölümünden önce bu hayatının değe*rini bil, hastalığa yakalanmadan önce sağlığının değerini bil, meşguliyet gelip çatmazdan önce boş zamanının değerini bil, yaşlılık gelip çatmazdan önce gençliğinin kıymetini bil, yoksul düşmezden önce zenginliğinin de*ğerini bil,”[4]
Şairin biri de şöyle sesleniyor:
Ey dünyası kendisini meşgul eden insan
Uzun emellerine aldanmamalı, etmemeli isyan
Ansızın gelir ölüm behey gafil
Kabir ise sandığıdır amelin bil
Behey kardeşim şunu iyice bilmelisin ki, Allah beni ve seni gaflet uykusundan uyarıyor. Çünkü her insanın vardır Rabbini ezeli ilminde takdir olunmuş, belirlenmiş bir eceli. O anı ne bir an öne alır, ne de erteler, geldi mi saati ansızın yakalar.
Yüce Allah şöyle buyuruyor:
“Her ümmetin bir eceli vardır. Ecelleri gelince ne bir an geri kalırlar ne de bir an ileri gidebilirler.” (Araf, 7/34)
Gerçek şu ki, her insanın eceli müphemdir, ne zaman ve nerede öleceği bilinemez ve ölümün ne zaman gelip kendi*sini yakalayacağını da bilemez.
Belki de çoğu kez olduğu gibi ölüm, onu, kendisine ha*ber vermeksizin ve herhangi bir uyarıya gerek duymaksızın gelip gaflet içerisinde onu yakalayıverecektir. Oysa o, dün*yada pek uzun emeller ve olması pek de olası olmayan ha*yaller peşindedir. Sakın gençliğine güvenip aldanmayasın. Hep yaşlılar ölür diye de bir zanna kapılmayasın. Nice genç*liğin baharında iken bu hayata veda edenler ve nice orta yaşlı delikanlılar ölüp gitmişlerdir. Nice ölen yaşlılar var ki, bu dünya hayatında onlar senden daha çok ve uzun emeller peşinde idiler, dünyaya düşkünlükleri senden daha ileride idiler, hiçbirini gerçekleştiremeden bu dünyaya veda ettiler. Nice evler, saraylar yapıp da bir gün bile içinde oturmak nasip olmadan göçüp gittiler. Nice çiftçiler vardı ki ektiklerini biçip yemeden göç ettiler. Nice nişanlı delikanlılar ve genç kızlar vardı ki hayatlarının muradını göremeden bu dünyadan ayrıldılar. Nice yazarlar var ki yazdıklarını ve yazmak istedikle*rini bitiremeden geçip gittiler.
Bak hele bir kez bilge bir kişi ne diyor da dinle ve düşün:
Ey ne zaman yola çıkacağını unutan insan
Görüyorum ki, seni ayırıp yalnızlığa iten ölümü
umursamayan
Yokluk yolculuğuna çıkıp kaybolanları unutmuşsun sen
Oysa hepsi de olduğu gibi dünyayı bırakıp gittiler,
bir bilsen
Hepsi de bir parça bez ve bir hırka ile çıktılar yola
Dibinde gölgelenmeyi hayal ettikleri bir ev yapama*dan gittiler kabre
Ki onlar toprağın altında sara hastalığına tutulmuş
kalmış yapayalnız
Oysa önceden dost idiler, can ciğer arkadaş,
onlar*dan hiç kalmadı yoldaş
Sen de yarın veya bir gün sonra olacaksın
komşusu onların
Kabirlerde tek başına yapayalnız kalacaksın
uzak onlardan
Dostluk ve samimiyet kurduğun sevdiklerin kestiler
bağını
Sözün de duran biri görmedin, kopardılar tüm
bağla*rını
Hazır ol, bekle ölümünü, gitme azıksız
O yakındır dalma gaflete, düşe boş umutlara be akıl*sız.
Behey kardeşim! Artık uyan bu aymazlıktan. Daldığın derin uykudan kaldır başını bir gör etrafını. Bilmelisin ki, mutlaka ölüm gelip seni de uyuduğun yatağında karşılaya*cak, oysa sen hep ruhunla hayat bulacaksın diye hayal kur*maktasın. Çevrende ailen, çocukların ve sevdiklerin seninle isterler konuşmak ama nerede sende cevap vermek. Aksine sen, ölümün şiddet ve dehşetinden, ölüm sarhoşluğundan kendinde değilsin ki duyasın seslerini onların. Gözlerin çev*reyi ve onları tarayıp durur, bakar kalırsın, imdat dercesine! Onlar ise sana sesleniyorlar ve: işte etrafında dört dolanıyor şu çocuğun, bu da kardeşin filan, şu ise falan dostundur, bak hele tanıdın mı birini… Sanki kulağında sağırlık var da, duyamaz oldun onları. Sadece yapmadıklarının üzüntüsün*den ve Allah’tan yana yapmadıkların amellerinden dolayı bakmaktasın adeta veda bakışlarıyla onlara.
Ne bir çocuğun senin ruhunu geri getirebilir, ne bir kar*deşin, ne annen, ne baban, ne de eşin senin. Artık sana bir yarar sağlayamaz sıkıntılarla biriktirdiğin ve üzerinde titredi*ğin malın. Oysa hep onları toplamak ve yığmak için o yolda yormuştun kendini, unutmuştun kefeni. Öyleyse dinle bu konudaki Rabbinin kelamını, çünkü O şöyle buyuruyor fer*manını:
“Hele can boğaza dayandığı zaman, o vakit siz bakar durursunuz. O anda biz ona sizden daha yakınız, ama göremezsiniz. Mademki ceza görmeyecekmişsiniz, Onu (can) geri çevirsenize, şayet iddianızda doğru iseniz! Fa*kat ölen kişi Allah’a yakın olanlardan ise, Ona rahatlık, güzel rızık ve Naim cenneti vardır. Eğer o sağdakilerden ise, Ey sağdaki! Sana selam olsun! Ama yalanlayıcı sa*pıklardan ise, işte ona da kaynar sudan bir ziyafet vardır. Ve onun sonu cehenneme atılmaktır. Şüphesiz ki bu, kesin gerçektir. Öyleyse ulu Rabbinin adını tenzih ile an.” (Vakıa, 56/83–96)